Sudan - Libya sınırı nasıl çatışma hattına dönüştü?

İnsan ticareti ve kaçakçılık, bu bölgedeki en rahatsız edici sorunlardan biri (Reuters)
İnsan ticareti ve kaçakçılık, bu bölgedeki en rahatsız edici sorunlardan biri (Reuters)
TT

Sudan - Libya sınırı nasıl çatışma hattına dönüştü?

İnsan ticareti ve kaçakçılık, bu bölgedeki en rahatsız edici sorunlardan biri (Reuters)
İnsan ticareti ve kaçakçılık, bu bölgedeki en rahatsız edici sorunlardan biri (Reuters)

Mana Abdulfettah
İki ülke benzer siyasi, ekonomik ve toplumsal koşulları paylaşıyor. Ancak etkili bir ticaret ve ekonomik entegrasyon mevcut değil.
Sınır meselesi, bir dizi etnik müdahaleyle temsil edilen insani durumlar göz önüne alındığında, Sudan ve Libya arasındaki ilişkilerin özünde hala sorunlar oluşturuyor. Bu mesele, insan ticareti ve kaçakçılıkla temsil edilen devletin ve yasalarının çerçevesi dışında paralel bir ekonomik faaliyet olan ekonomik olgulara dayanıyor. Coğrafyacı Friedrich Ratzel’in ‘Siyasi Coğrafya’ kitabında sınırlar kavramına dair bahsettiği gibi, ‘her siyasi sınırın onu özel bir fenomen haline getiren koşullara ve arka plana sahip olduğu’ kavramında gerçekler bulunsa da buradaki en açık yasa, aynı zamanda ‘Daha büyük bölgenin sınırları, daha küçük olanın sınırları pahasına büyür” diyor. Sudan - Libya sınırından üç kat uzun olan Libya- Çad sınırının doğası da bu bölgeye yansımış durumda.
Libya Ordusu Genel Komutanlığı’na bağlı tabur, yaptığı son açıklamada, Libya’nın Sudan ve Çad ile olan sınır kapısının güvenlik gerekçesiyle kapatıldığını belirtti. Bu kapatma, Sudan ile Libya arasındaki sınırın iki ülke hükümeti tarafından çeşitli nedenlerle kapatıldığı ilk durum değil. Ancak özellikle Darfur’daki savaşın yanı sıra bu bölgelerdeki silahlı hareketlerin faaliyetlerinin artmasıyla da birlikte sınır, zaman zaman güvenlik altına alınıyor.

Çatışma
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre İsyancı siyasi ve askeri güçler, bir yanda Sudan- Libya, diğer yanda Libya-Çad, üçüncü bir yanda da Sudan- Çad arasındaki sınırlara ulaştı. Savaşlardan kaçan kabile topluluklarının lehine olan tampon bölgelerde, sınırlar bu güçlerin tekeli haline geldi.
Sınırlar, ulusal güvenlik ve egemenliğin öncelikleri arasında yer alması dolayısıyla resmi düzeyde ekonomik imkânların olmamasıyla sarsıldı. Her iki ülkenin ekonomisine ilişkin çabalar, istikrarsızlık nedeniyle boşa çıkıyor. Arap Baharı olaylarından önce devrik lider Muammer Kaddafi, bölgede silah akışını sonlandırma konusunda tereddütlüydü. Bu durumun bir sonucu olarak silahlı hareketler, bu bölgelerde tedarik ettikleri silahların akışını kontrol edebildiler ve çatışmayı körüklediler. Aynı şekilde kaçakçılık faaliyetleri ve gelişigüzel altın madenciliği alanlarındaki bireysel silahları da kontrol ediyorlardı.

Yinelenen kapatma
Sudan- Libya sınırı, en ünlüsü Uveydat sıradağları ile düz ve çöl arazileri olan dağlar arasındaki çeşitli arazilerde açık bir sınır olarak biliniyor. Bu çeşitliliğe rağmen coğrafi faktörlerden etkilenmemiştir. Ancak jeopolitik faktörler, iki ülkenin bu sınırları ele alma şeklini etkilemiştir. İki ülke benzer siyasi, ekonomik ve toplumsal koşulları paylaşıyor. Ancak diğer bölgelerde olduğu gibi etkili bir ticaret ve ekonomik entegrasyon mevcut değil. Libya, Kaddafi’nin güvenlik kontrolü altında istikrarlıyken, Sudan ise Darfur’da 2003 yılından bu yana patlak veren ve isyan hareketlerinin baş gösterdiği savaşın acısını çekiyordu. İsyan hareketleri, Çad’ı hareket merkezi olarak benimsemişti.
Hareketin şu anki lideri Cibril İbrahim’in kardeşi Halil İbrahim liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi, 10 Mayıs 2008’de Sudan’ın ulusal başkenti Omdurman şehrine baskın düzenledi. Bu olay, ‘Omdurman Savaşı’ veya ‘Uzun Kol Operasyonu’ olarak biliniyor. 2010 yılında Güney Sudan’ın ayrılmasının önünü açan Kapsamlı Barış Anlaşması’nın 2005 yılında imzalanmasından sonra, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (Kuzey) liderliğindeki bazı silahlı hareketler güçlerini birleştirdi. Bu faaliyet, Sudan’ın bu hareketlerin yol açtığı güvensizlik durumu nedeniyle Temmuz 2010’da Libya ile sınırlarını kapatmasına ve Libya çölünden Darfur’a geçmelerini engellemek için sınırları kontrol etmesine katkıda bulundu.
O dönemde hükümet, askeri anlaşmazlığın yanı sıra, Halk Kongresi’nde bağlılığı hakkında gündeme getirilenler ve Hasan et-Turabi’nin kendisine verdiği destek nedeniyle hükümetle bir başka siyasi anlaşmazlığı olan Halil İbrahim’i hedef alıyordu. Hükümet güçleri tarafından takip edilmesi sonrasında İbrahim, 25 Aralık 2011’de bir hava saldırısında öldürüldü. Daha sonra ise Şubat 2011 devriminin ardından Libya’da mahsur kalan binlerce Sudanlının dönüşünü kolaylaştırmak için aynı yıl Libya sınırı açıldı.

Sınır Koruma Anlaşması
Bu coğrafi alan, mekanla bağlantılı bir toplumsal oluşum üretmiş ve dinamizmini, ilişkilerini ve iletişim ağlarını etnik benzerlik üzerinden hareket ettirmiştir. Bu gruplar, ‘bölgeyi, kaynakların kullanımını ve altın madenciliği ile temsil edilen ekonomik faaliyeti ve kaçakçılığı’ kontrol etmeye odaklanırken, devlet ise güvenliği etkilenen alanlar olarak sınır hatlarına odaklandı. Söz konusu hareketler, geçici gruplar olarak biliniyor. Mayıs 2018’e kadar durum ciddiye alınmadı. Bu tarihte Sudan, Libya, Çad ve Nijer, ortak sınırların güvence altına alınması ve her türlü sınır ötesi suçla mücadele amacıyla istihbarat bilgisi alışverişi için bir anlaşma imzaladı.
Bu ülkelerdeki gerginliğin tırmanması isyancı silahlı kuvvetlerin yayılmasına neden olduğu için bu anlaşma uygulanmadı. Libya Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Muhammed Halil İsa, geçen 24 Ağustos’ta sınırların güvenliğini sağlamak amacıyla Hartum’a bir ziyarette bulundu. Ziyaret sırasında İsa, ülkesi üzerinden yapılan yasadışı göç, terörle, kaçakçılıkla ve sınır ötesi organize suçla mücadele meselesini görüşürken, Sudan ile Libya arasında ikili bir anlaşma yapılması gerekliliğine dikkati çekti. Sudan, Libya ve Çad, güvenlik ihlallerini kontrol etmek ve terör gruplarının, silahlı çetelerin ve insan kaçakçılığı çetelerinin sızmasını önlemek amacıyla ortak sınırların güvenliğini sağlamak için daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği konusunda hemfikir.
İnsan ticareti ve insan kaçakçılığı, bu bölge ve bu bölgenin diğer ülkelere uzantısı açısından en rahatsız edici konulardan biri. Kaçakçılık faaliyetleri, Sudan, Çad ve Libya’nın güneyinden belirli yollarla, ardından Akdeniz kıyıları üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor. Hartum’un kuzeyindeki Omdurman şehrinde yer alan ‘Libya Pazar’ bölgesi de bu ticaret çerçevesinde birçok olaya tanık oldu. Geçen Temmuz ayında Sudan- Libya ortak güçleri, Cebel Uveynat bölgesinde iki ülke sınırında 22 Sudan vatandaşının insan kaçakçılığı çetesinin pençesinden kurtarıldığını duyurdu. ‘Libya pazarı’, göçmenlerin bu çetelerin eline düştüğü olaylara ve aynı şekilde trajik durumlarda bazı kurbanların geri dönüşlerine de tanık oldu. Kaçakçılık faaliyetleri, yalnızca insanlarla sınırlı olmazken, ‘Boko Haram’ hareketinin silah, mal, para ve araba kaçakçılığını da kapsıyor.

Anlaşma mekanizmaları
Dört ülke arasındaki veya Sudan ile Libya arasındaki anlaşmanın, her iki taraftaki yetkililerin açıklamalarındaki uygulamalardan daha fazlasına ihtiyacı olduğu görülüyor. Karmaşık mekanizmalar, yakından takip edilmesi zor olan genişletilmiş sınırları izlemek için uluslararası anlaşmaların etkinleştirilmesi yoluyla daha fazla çabaya ihtiyaç duyuyor. Daha önce eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in Libya devrimine itirazı konusunda bazı çekinceler ortaya çıkmış olmasına rağmen Sudan ve Libya arasındaki yakınlaşma, genel olarak başarılıdır. Bu durum, Kaddafi’nin Beşir’in müttefiki olduğu kısa vadeli bir bağlamda anlaşılabilir. Devrim, Libya’da Kaddafi’den sonra Sudan ile ilişkilerine etki edecek uluslararası bir müdahaleye yol açacak ve bunu ‘Libya’da ve herhangi bir komşu ülkede rejim değişikliğinin ardından Sudan’da da bir değişikliğin izleyeceği’ uzun vadeli bir çerçeve çizecekti. Bu durum yaşandı, ancak 8 yıl sonra.
Şu an Sudan’daki Aralık 2018 devriminden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler, bir dereceye kadar esneklik kazandı. Ancak bu esneklik, Libya makamlarının sınırları kapatmak için attığı adımla orantılı değil. Bu durum, Libya tarafının ‘Sudan’daki güvenlik durumunun daha da kötüleştiğinin ve silahlı hareketlerle bağlantısının’ farkına vardığını yansıtıyor ve bunun iki ülke arasındaki sınır üçgeni üzerindeki etkisini gösteriyor. Dahası Libya’daki durum, Sudan’ın katılımı olmadan güney sınırları için tam güvenlik sorumluluğunu üstlenmesine izin vermiyor. Belki de bir sonraki adım, özellikle Sudan’ın daha önce tek taraflı olarak bu adımı atmış olması nedeniyle, herhangi bir ihlal için her iki tarafı da suçlamak olacaktır.



Libya’ya dış müdahale açık kapıyı çalıyor

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Libya’ya dış müdahale açık kapıyı çalıyor

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Stephanie Williams

Ülkeye uzun yıllar hükmeden Libya diktatörü Muammer el-Kaddafi’yi devirmek üzere 2011’de patlak veren halk ayaklanmasından bu yana yabancı müdahalesi, Afrika’nın kuzeyinde yer alan bu devlette uzun zamandır istisna değil norm haline geldi.

Hiç şüphesiz yabancı odaklar zaman zaman Libya’nın dağılmasından ve (olmayan) devletin kırılganlığından istifade etti. Ama bunda ülkelerinin egemenliğini ucuza takas etmeye şiddetli eğilimlerinden ötürü Libya’da hüküm süren seçkinlerin de suçu var. Değişen bölgesel ittifaklara rağmen uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler’in (BM) arabuluculuğunu desteklemek ve Libya halkının ülkedeki uzun geçiş aşamasını sona erdirme beklentilerini karşılamak için Berlin’de ortaya konan yapıyı kullanmaya devam etmelidir.

Çelişkiler ülkesi Libya, 1951 yılında BM tarafından kurulduktan sonra 18 yıl güçlü uluslararası ittifaklar ve sıcak ilişkilerden faydalandı. Ta ki 1969'da kırk yıllık Donkişotvari ve acımasız tek adam yönetimine sürüklendi.

Libya, tek adamla beraber uluslararası planda çeşitli yaptırımların ağırlığı altında ezilen bir parya devleti haline gelirken halkı da gitgide dünyadan soyutlandı. 2000’li yılların başında Libyalı diktatör Muammer Kaddafi fikir değiştirip de yıllar yılı ısrarla desteklediği devlet gözetimindeki terör kampanyasından ve kitle imha silahları programından vazgeçince o zamana kadarki mevcut durum da değişmeye başladı.

Libya, artık dış dünyayla etkileşim halindeydi. Yine de bu, Kaddafi’yi 2011 yılında kendisini deviren iç ayaklanmadan kurtarmaya yetmedi. Kaddafi’yi deviren devrim, NATO ve onun Arap müttefikleri tarafından sunulan doğrudan askerî yardım ve BM Güvenlik Konseyi’nin destekleyici siyasi koruması olmasaydı başarılı olamazdı.

“Çelişkiler ülkesi Libya, 1951 yılında BM tarafından kurulduktan sonra 18 yıl güçlü uluslararası ittifaklar ve sıcak ilişkilerden faydalandı. Ta ki 1969'da kırk yıllık Donkişotvari ve acımasız tek adam yönetimine sürüklendi.”

2011’den bu yana Libya’da dış müdahale, sonu gelmeyen çatışmanın önemli bir özelliği oldu. Zira Kaddafi’nin siyasi ve askerî halefleri, küresel arenada yeniydiler ve utanç verici bir şekilde iç ve dış mesele arasında denge kurmaya çalıştılar. “Siyasi turizmden” faydalanıyor ve kendi vatandaşlarından alamadıkları meşruiyeti yabancı başkentlerde arıyorlardı.

Libya’da hâkim seçkinler, 2011’den bu yana dış müdahaleden şikâyet ediyor; özellikle de bu müdahale, şahsi vaziyetlerini tehdit ettiğinde…

Ama işin aslı şu ki müdahil olan devletler, çatışan Libyalı taraflardan davetli olarak çoğunlukla kapıyı kendilerine açık buldular. Bu model kısmen 2011 ayaklanması sırasında kuruldu. O dönemde NATO üyeleri ve onların Arap müttefikleri, Kaddafi güçleriyle savaşmak için oluşturulmuş birkaç silahlı grupla gizli ilişkiler kurdu. 2011 yılındaki Libya çatışmasına en az katılım gösteren Rusya, Türkiye ve Mısır gibi pek çok ülke de son altı yılda daha fazla öne çıktı.

vdffed
Başbakan Abdülhamid Dibeybe’ye bağlı Libya Güvenlik Güçleri, 17 Aralık 2022’de ülkenin kuzeybatısındaki Mısrata şehrinde Sirte’nin DEAŞ terör örgütünden ‘kurtarılmasının’ altıncı yıldönümü münasebetiyle düzenlenen askerî geçit töreninde (AFP)

Libya’da özel çıkarları olan ülkeler, çeşitli ve bazen yarışan ulusal önceliklerini sağlama almak için sahadaki silahlı vekillerini kullandı. Bu öncelikler arasında terörle mücadele, göç endişelerini giderme, petrol kaynaklarını kontrol etme, dinî radikalizmle mücadele, demokratik süreçleri önleme, Libya’nın zenginliğini sömürme veya ülkenin jeopolitik öneme sahip bölgelerinde stratejik üsler temin etme gibi hedefler yer alıyor. Şahsi çıkar ve fırsatçılıkla şekillenen bu yaklaşım, BM’nin barışı kolaylaştırıp Libya halkına temsilî bir hükümet ve sorgulanabilir kurumlar kurması için yardım etmeyi hedefleyen velayetiyle çelişiyor.   

Libya’daki “istihbarat hikâyesi”

Çoğu durumda özellikle Libyalı silahlı gruplar ile yabancı unsurlar arasındaki ilk ilişkiler, özel kuvvetler ve istihbarat kanalları aracılığıyla kurulmuştur. Bunlar; devrim, kargaşa ve Kaddafi’nin şiddetli bir şekilde sonunu getiren yıllarda Libya’yı kasıp kavuran ayaklanma esnasında diplomatik muadillerinden daha fazla varlık gösteriyordu. Uluslararası toplumunun birçok çalışmasının yürütüldüğü alanı dolduran bir istihbarat kalitesi vardı; bir ölçüde hâlâ var. Bu gizemli ‘istihbarat hikâyesinin’ son bölümü, bu yılın başlarında CIA Direktörü Williams Burns, dönemin Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ve Mısır İstihbarat Teşkilatı Başkanı Abbas Kamil tarafından yapılan art arda ziyaretlere sahne oldu.

“Bu gizemli ‘istihbarat hikâyesinin’ son bölümü, bu yılın başlarında CIA Direktörü Williams Burns, dönemin Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ve Mısır İstihbarat Teşkilatı Başkanı Abbas Kamil tarafından yapılan art arda ziyaretlere sahne oldu”

Bu fırsatçı ‘diplomasi’ yaklaşımları, barışı sağlamak ve Libya halkına kendisini temsil eden bir hükümet ve hesap sorulabilir kurumları ile devletini kurmasında yardımcı olmak için arabuluculuk sorumluluğu üstenen BM’nin yetkisiyle doğrudan çatışıyor.

Uluslararası toplumun Libya konusundaki kopukluğu, işlevsizliği ve ahlaki iflası, 2019 baharındaki kadar belirgin olmamıştı. Nitekim o dönemde -kendi kararlarını ve BM’nin koyduğu silah yasağını görmezden gelen- Güvenlik Konseyi, “güçlü adam” Halife Hafter’in Trablus’a yönelik saldırısını kınayamadı. BM, titizlikle planlanmış bir ulusal konferans üzerinde son rötuşları yaparken azımsanmayacak sayıda üye ülke de Hafter’in iktidarı zorla ele geçirme çabasına siyasi, maddi ve taktiksel destek veriyordu.

Fotoğraf: AFP

Gelgelelim eylemler, hedeflenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu olayda da Hafter’in darbeye teşebbüsü, Türkiye’de Libya’ya yönelik derin bir ilgi uyandırdı. Türkiye, bir Arap ülkesinin desteğiyle Trablus’a Wagner mensubu binlerce paralı asker gönderen Rusları endişeyle izliyordu. Ruslar burada, Trablus güçlerine ağır kayıplar vermek üzere bir Arap ülkesi tarafından işletilen Çin keşif uçaklarıyla taktiksel olarak koordine olmuştu. Erdoğan’ın 2019 yılı sonlarında Trablus’ta BM tarafından tanınan hükümete yardım etme kararı, savaşın gidişatını değiştirdi. Uluslararası düzeyde tanınan hükümete yardım teklifi karşılığında Türkler, Trablus hükümetinden tartışmalı pek çok denizcilik anlaşması ile askerî anlaşma elde etti.

Ankara, Trablus hükümetiyle düzenlemelerini bitirince Türkler, gelişmiş silahlarını ve Suriyeli binlerce paralı askeri devreye soktu. Erdoğan, Hafter’in bölgesel ana destekçileri sayılan iki Arap ülkesini görmezden geldi ve bunun yerine Libya’daki diplomasisini Türkiye’nin geleneksel düşmanı olan Rusya’ya odakladı. Ankara ve Moskova, 2019 yılı sonu ve 2020 yılı başında geçici bir çözüme varmak, ama daha önemlisi Almanya ve BM tarafından düzenlenen kapalı uluslararası toplantıyı geride bırakmak için bir dizi ikili görüşmeye başvurdu.

Türkiye-Rusya ittifakı, bir engelle karşılaştı ve 13 Ocak 2020’de Moskova’da Libyalı taraflarla yapılan toplantıda bir ateşkes anlaşmasına varılamadı. Bu başarısızlıkta, hâlâ kuvvetlerinin askerî olarak kazanabileceğine inanan Hafter’in inadı etkili oldu. Bunun yerine 19 Ocak 2020’de Berlin’de eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla en büyük uluslararası toplantı gerçekleştirildi ve bu toplantı, Berlin süreci ve uluslararası çabaları dizginleyip koordine edecek geniş bir şemsiye ile sonuçlandı.

“Erdoğan’ın 2019 yılı sonlarında Trablus’ta BM tarafından tanınan hükümete yardım etme kararı, savaşın gidişatını değiştirdi. Uluslararası düzeyde tanınan hükümete yardım teklifi karşılığında Türkler, Trablus hükümetinden tartışmalı pek çok denizcilik anlaşması ile askerî anlaşma elde etti”

Berlin süreci ve ondan doğan uluslararası çalışma grupları, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden kaynaklanan diplomatik bölünmelerden ötürü en üst düzeyde uygulanan kısıtlamalara rağmen bugüne kadar Libya’nın uluslararası yapısı olmaya devam etti.

Trablus’un kapılarında olan Hafter güçleri, Türkiye’nin BM tarafından tanınan hükümetin yanında sürece dahil olduğu sekiz ay içerisinde Libya’nın merkezine doğru itildi. Savaş, Haziran 2020’de sona erdi ve Libyalı taraflar, aynı yılın ekim ayında BM gözetiminde -hâlâ yürürlükte olan- resmî bir ateşkes imzaladı.

Türkler ve Ruslar; ülkeyi böldüler, sahada kendi gerçeklerini oluşturdular, Libya üslerini işgal ettiler ve (Libya’nın Ekim 2020 ateşkes anlaşmasında öngörülen, tüm paralı askerler ve yabancı güçlerin herkesin ülkeden ayrılması yönündeki resmî talebine rağmen) kendi paralı askerlerini korudular. O zamandan bu yana Rusya, Libya’nın doğusunda ve güneyinde yerel müttefikleriyle birlikte paralı askerlerini, Sudan sınırındaki Sudan ordusuna karşı savaşında Hızlı Destek Kuvvetleri’ne yardımcı olmak için kullandı.

“Türkler, kapsamlı bir askerî, istihbari, siyasi ve ticari varlıkla beraber Libya’nın batısında güçlü bir kök saldı. Ayrıca bir Türk iş forumunun düzenlenmesi ve Bingazi’de bir Türkiye konsolosluğu açma planlarının yürütülmesiyle Libya’nın doğusunda da önemli bir ilerleme kaydediyor”

Bu arada Türkler, kapsamlı bir askerî, istihbari, siyasi ve ticari varlıkla beraber Libya’nın batısında güçlü bir kök saldı. Ayrıca bir Türk iş forumunun düzenlenmesi ve Bingazi’de bir Türkiye konsolosluğu açma planlarının yürütülmesiyle Libya’nın doğusunda da önemli bir ilerleme kaydediyorlar. Hiç şüphesiz bugün Libya’da tüm dış güçler arasında sahada en büyük nüfuz sahibi olanlar Türklerdir.

Hafter’in yenilgisinden sonraki üç yıl, Ortadoğu/Kuzey Afrika bölgesinde büyük yeniden yapılanma faaliyetlerine tanık olundu ve son altı ayda Kahire ile Ankara arasındaki ilişkiler büyük ölçüde iyileşti.

Daha önce Trablus hükümetinin güçlü bir düşmanı olan Mısır da geçtiğimiz aralık ayında Libya Merkez Bankası’ndan 700 milyon dolar değerinde bir mevduat aldı. Bilindiği üzere Mısır, bir dolar kıtlığı ve döviz eksikliği krizi yaşıyor ki bu, son yılların en kötüsü.

Bu esnada Libya’yı izleyen ve paralı askerlerini geri çağıracağına dair bir işaret görülmeyen Moskova, aynı zamanda feci Ukrayna kriziyle de meşgul. ABD ise Arap dünyasını öncelikleri arasından çıkardı ve Amerika’nın 20’nci yüzyıldaki dar görüşlü ‘istikrar’ desteğine geri döndü ki bu, bölgede hâkim yöneticiler tarafından memnuniyetle karşılanan bir siyasi gelişmedir.

Amerika’nın sözde stratejik çıkarları ve demokratik değerleri arasında bu kadar az örtüşmeye daha önce nadiren tanık olmuşuzdur. Öte yandan Almanlar ve Fransızlar, Ukrayna meselesiyle meşgulken İtalyanlar, göçle mücadele çabalarına öncelik vererek Libya meselesine özel yaklaşımlarını sürdürüyorlar.

Ne yazık ki tüm bu uluslararası ve bölgesel entrikalar arasında Libya halkının sesi kayboluyor. Özellikle (yaklaşık 7 milyon insan arasında oy kullanma hakkına sahip) 2,8 milyon insan, Libya’da 12 yıldır süren geçiş aşamasının, karşılıklı rızayla onaylanan bir anayasal temelde cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapılarak bitirilmesi için çağrısını sürdürüyor.

Uluslararası toplumun en azından Libya’da onların isteklerine saygı duyması, hukukun üstünlüğünü desteklemesi, insan haklarına ve hesap sorulabilirliğe riayet etmesi gerekiyor. Uluslararası yapı, özellikle de Berlin süreci ve onunla bağlantılı çalışma grupları konusunda sıfırdan başlamaya gerek yok. Sürecin tasarlandığı temeli oluşturan faktörler hâlâ mevcut: Güvenlik Konseyi’nin etkisizliği ve etkili ülkelerin faydacı yaklaşımları. Dolayısıyla bu uluslararası şemsiye, BM’nin arabuluculuğunu desteklemek ve Libyalı taraflara baskı yapmak için de gerekli.
* Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu'nun (UNSMIL) Siyasi İşlerden Sorumlu eski Başkan Yardımcısı Williams’ın Al Majalla dergisinde yayınlanan analizi Şarku’l Avsat okurları için tercüme edilmiştir.