Tunus ve bölge ülkelerini bekleyen zorluklar  

Tunus ve bölge ülkelerini bekleyen zorluklar  
TT

Tunus ve bölge ülkelerini bekleyen zorluklar  

Tunus ve bölge ülkelerini bekleyen zorluklar  

Tunus dahil olmak üzere Güney Akdeniz ülkeleri 2022 yılında, ekonomik, sosyal ve politik zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorlukların bir kısmı yapısal iken bir kısmı ise dünyanın içinden geçtiği koşullarla bağlantılıdır.  
Koronavirüs salgını ve olumsuz yansımaları nedeniyle, küresel anlamda, tüm ülkelerin kalkınma göstergeleri ve büyüme oranlarında düşüş yaşanıyor. Buna ek olarak Tunus, doğu komşusu Libya’da süregelen savaş ve bölge ülkelerindeki istikrarsızlıktan olumsuz etkileniyor.  
 Eski kalkınma tarzının başarısızlığı, 2000 yılından bu yana bir dizi ekonomik, sosyal ve siyasi krize neden oldu. Bu başarısızlık dolaylı şekilde, Tunus Devrimi’ne ve 2011 Arap Baharı devrimlerine sebebiyet verdi. Tunus’ta ‘devrim sonrası’ yeni karar vericiler bu ‘eski tarz’ anlayışı değiştiremediği için geçtiğimiz 25 Temmuz’da yeniden protesto gösterilerine şahit olduk ve cumhurbaşkanlığı kararıyla yeni yönetimin görevine son verildi.  
Bugün dünyada, çok önemli jeostratejik, teknolojik, ekonomik, siyasi ve güvenlik gelişmelerine tanık oluyoruz. Bu gelişmelerin Tunus ve bölge ülkelerinde beşerî, ekonomik ve politik olarak kalkınma fırsatları yaratacağını öngörebiliriz. Yeni küresel rekabet ışığında, bilgi ekonomisinde, teknolojik ilerlemede, iletişim teknolojileri ve dijitalleşme yolunda doğru adımları atan ülkeler başarılı olacaktır. Bürokratik atalet ve yolsuzluğun önüne geçebilmek için mevcut sistemin dijitalleşmesi ve modernize edilmesi zorunludur.  
Korona salgının bölgesel ve küresel anlamda olumsuz etkilerine rağmen, internet dünyasındaki hızlı ilerlemeye ve dijitalleşmeye ayak uydurmayı başaran karar vericiler, ülkelerinin ve halklarının koşullarını iyileştirebilecektir. Öte yandan, güneydeki bazı ülkelerle kuzeydeki ülkeler arasındaki ‘dijital uçurum’ genişleyecek ve dijital dönüşüm ve bilgi ekonomisi alanlarında dünyadaki gelişmelere ayak uyduramayan ülkelerin ve kurumların rollerinde daha fazla düşüşe tanık olacağız.  
 
Tunus'ta yeni riskler  
Tunus’ta son on yılda, siyasi, anayasal ve insani kalkınma politikaları alanlarında önemli başarılar elde edildi. Ülkede, 2011, 2014 ve 2019 seçimleri sonrasında hükümetlerin hataları dahil olmak üzere birçok faktör yeni risklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu riskler, 2014 yılında büyük bir toplumsal mutabakatla yapılan anayasayı, ekonomik dengeleri ve ulusal birliği tehdit etmektedir. 
Tunus’ta anayasa, Ulusal Kurucu Meclis tarafından iki yıl süren istişareler ve sıkı çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştı. Bu anayasanın, özgürlükler, çoğulculuk, demokrasi ve yargı reformu konularında son derece gelişmiş olduğu hususunda herkes hemfikirdir.  Ancak mevcut anayasanın, siyasi görev dağılımı, cumhurbaşkanı ve hükümet başkanlarının yetki alanlarıyla ilgili acil revizyona ihtiyacı vardır. Zaten on yıllardır süregelen yapısal, ekonomik ve siyasi krizler, vatandaşın vatana aidiyet duygusunda tahribatlara yol açmış durumdadır.  
 Küresel tüm göstergeler, kriz ortamlarında, aşırılıkçı yaklaşımların, sağcı popülist ve ırkçı eğilimlerin arttığını gösteriyor. Genel olarak Arap ülkelerinin ve özel olarak Tunus'un, çoğulcu deneyimlere, toplum ve seçkinlerin açık fikirliliğine rağmen bu tehlikelerden bağışık olmadığına inanıyorum. 
  
  
Gelişmiş Körfez ülkeleriyle ortaklık 
  Tunus ve Mağrip ülkeleri, Doğu Arap dünyasındaki gelişmiş ülkelerle, özellikle de büyük ekonomik atılımlar ve kültürel reformlar yapmayı başarmış Körfez ülkeleriyle ilişkilerini nasıl olumlu yönde geliştirebilir?  
Tunus ve Arap Mağrip ülkeleri ile petrol zengini Körfez ülkeleri arasında karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir dayanışma sağlanmasının gerekli ve mümkün olduğunu düşünüyorum. Körfez ülkeleri, bölgesel ve uluslararası anlamda, yatırımlarını çeşitlendirmeye özen gösteriyor ve ekonomilerini ‘petrol sonrasına’ hazırlıyor. Buna mukabil Mağrip ülkeleri, insan kaynaklarının çeşitliliği, coğrafi konumları ve yapısal reformlarla çeşitli yatırımlar için uygun ortam barındırıyor.  
Tunus ve Güney Akdeniz'deki Arap ülkeleri için bir sonraki aşamanın öncelikleri arasında, Körfez ülkeleri ile, tüm tarafların çıkarlarına hizmet eden stratejik ortaklıklar geliştirilmesi olmalıdır.  

Güney Avrupa ülkeleri ile ilişkiler  
Tunus ve Mağrip ülkelerinin, genel olarak Avrupa Birliği ve özel olarak Güney Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinin geliştirilmesi için neler yapılabilir?  
 Bilindiği üzere Güney Avrupa ülkeleri, uzun süredir Mağrip ülkelerinin öncelikli ekonomik partnerleridir. Mağrip ülkelerinin bu güçlerle ekonomik ilişkilerini geliştirmesi ve çeşitlendirmesi, Körfez ülkeleriyle kuracağı yeni ortaklıklardan olumsuz etkilenmeyecektir. Nitekim Mağrip ülkelerinin en önemli ticari ortakları İspanya ve Fransa’dır. İthalat-ihracat oranlarında ve ülkeye gelen turist sayısında da bu ülkeler başı çekmektedir.  
 1995'te kurulan ve Barselona Süreci olarak bilinen Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın hedefleri arasında, Avrupa Birliği ve Akdeniz Bölgesinin refah ve istikrarını güçlü bağlarla birbirine bağlayarak ortak bir refah alanı oluşturmak vardı. 2005’teki Avrupa Akdeniz Zirvesi’nde de bazı engellere rağmen bu hususta pozitif ilerlemeler kaydedildi. Avrupa Birliği toplu olarak ve bazı ülkelerle ikili ilişkiler çerçevesinde, Tunus’un ekonomisinin gelişimi ve altyapısının iyileştirilmesi yönünde katkılar sağladı.  Ancak Koronavirüs salgını başta olmak üzere birçok faktör, Avrupa Birliği ülkelerinin, kendi iç finansal, sosyal ve sağlık sorunlarıyla meşgul olmalarını gerektirdi. Bu süreçte AB’nin,Tunus dahil olmak üzere güney Akdeniz ülkelerindeki ortaklarına taahhütlerini ihmal ettiği görüldü. Oysa bu ülkelerdeki demokratik geçiş süreçlerinin desteklenmesi zorunludur. Ayrıca yasadışı göçün temel nedenlerinin ortadan kaldırılması öncelikler arasında olmalıdır. Avrupa ülkeleri, istikrar ve güvenlikleri ile demografik ve sosyal dengelerinin geleceğinin, Güney Akdeniz ülkeleriyle yapacakları kapsamlı ortaklıklara bağlı olduğunu görmelidir.  
Kuzey Akdeniz ülkelerinde kişi başına düşen milli gelirin, Güney Akdeniz ülkelerindeki vatandaşların gelirinden on kat fazla olduğu tahmin edilmektedir. Demokratik geçişin aksadığı, yoksulluk ve işsizlik oranlarının arttığı güney ile kuzey arasındaki ‘uçurum’ her geçen gün daha da derinleşmektedir.  
 Dolayısıyla seyahat özgürlüğünün önündeki engeller ve yasa dışı göçmenlere verilecek cezalar ne olursa olsun, Akdeniz'in iki yakasındaki yaşam koşullarındaki demografik ve ekonomik dengesizlik ve siyasi durum nedeniyle 'göç dosyası’ kendini yeniden öncelikli gündem olarak dayatacaktır. Şu anda, on Akdeniz ülkesinin toplam nüfusu 400 milyon civarındadır. Bu nüfusun yarısı Kuzey ülkelerinde, diğer yarısı ise Güney ülkelerinde yaşıyor. 2050 yılına kadar, Kuzey ülkelerinin nüfus oranlarında düşüş yaşanacakken, Güney ülkelerinde 30 milyonluk bir artış olacağı tahmin ediliyor. Bu nedenle AB ile Güney Akdeniz ülkeleri arasında, eğitim, öğretim, üretim ve hizmet sektörlerinde etkin ortaklıkların geliştirilmesi zorunludur. Böylelikle daha fazla beyin göçü yaşanmamış olur. Avrupa Birliği de çeşitli sektörlerdeki iş gücü ihtiyacını bu ülkelerden karşılayabilir.  
 2022 yılında önemli zorluklar yaşanacağı tahmin edilebilir. Ancak bölgesel ve uluslararası ortaklıklar geliştirerek, dayanışma içinde muhtemel krizleri aşabilmemiz mümkün olacaktır.  



İsrail’in Dürzileri koruma bahanesi

Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
TT

İsrail’in Dürzileri koruma bahanesi

Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025

Sobhi Frangieh

Dürzileri korumak, Suriye'yi bölmek, Türkiye'nin nüfuzunu engellemek, radikallerle mücadele etmek… Tüm bu başlıklar İsrail tarafından yetkilileri ve medyası aracılığıyla Suriye’deki Beşşar Esed rejiminin düşmesinden bu yana sona ermeyen, askeri saldırılarla başlayan ve Suriye'nin askeri alt yapısını hedef alan müdahalelerini meşrulaştırmak için kullanılırken Suriye devleti ile Ceramana, Eşrefiye Sahnaya ve Suveyda'daki Suveydalı gruplar arasındaki gerilimin perde arkasında İsrail, 2 Mayıs Cuma sabahı Şam'daki Başkanlık Sarayı yakınlarını ‘uyarı’ amaçlı bombaladı.

İsrail'in bu saldırısından birkaç saat sonra İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, İsrail'in Suriye'de yeni hedefler vurmaya hazırladığını bildirdi. İsrail ordusundan yapılan açıklamaya göre saldırılarda Suriye'de bir askeri alan, uçaksavar silahları ve karadan havaya füze altyapısı hedef alındı. Açıklamada ayrıca ‘ordunun ihtiyaç duyulduğunda harekete geçmeye devam edeceği’ belirtildi.

İsrail, Şam kırsalındaki Harasta Askeri Hastanesi ve Tel Menin bölgesi yakınlarındaki 41. Alay Kışlası, Dera kırsalındaki İzraa beldesi yakınlarında bulunan 175. Alay Kışlası ve Dera'da Sanameyn bölgesi yakınlarındaki Musbeyn köyü çevresindeki füze taburunu hedef aldı.

Suriye Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkiliye göre İsrail’in hedef aldığı bu mevkiler ‘neredeyse silahsız’ olmasına rağmen, İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumak için bahane olarak kullandığı bu gerilim, Suriye'deki iç barış, birçok ülkenin çatışan çıkarları ve Suriye'nin taşıması gereken geleceğe ilişkin algıları nedeniyle bölgesel ve uluslararası siyasi iklim üzerinde önemli sonuçlar doğuruyor.

İç barış tehlikede

Geçtiğimiz aylarda İsrail, Dürzileri koruma söylemini olası bir müdahale için bahane olarak kullandı. ‘İsrail’in Suriye’deki Dürzileri korumaya kararlı olduğunu’ söyleyen Başbakan Binyamin Netanyahu başta olmak üzere İsrailli yetkililer birçok kez uyarı mesajı gönderirken İsrail, bu söylemi desteklemek için hava saldırıları düzenledi. İsrail'deki Dürzilerin ruhani lideri Muvaffak Tarif de Suriyeli Dürzilerin çoğunun, İsrail'in Suriye'ye müdahalesini meşrulaştırmak için ‘dayanaksız bir bahane’ olarak gördüğü bu söylemi destekledi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre konuşan Suriye Savunma Bakanlığından yetkili, “Dürzi kardeşlerimiz İsrail'in onları korumak istemediğini, aksine kendi çıkarlarını korumak istediğini biliyor. Bunu Suveydalı grupların liderleriyle yaptığımız birçok görüşmede gördük. Suveyda'daki cemaatin dini aktörleri ve şeyhleri, Dürzileri koruma bahanesiyle İsrail'in müdahalesini reddettiklerini defalarca kez açıkladılar.

Suriye'deki Dürziler arasında İsrail'in Dürzileri koruduğu söylemini destekleyen bazı sesler olsa da bunlar Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin İsrail’in müdahalesini reddeden seslerin çokluğuyla kıyaslanamaz bile. İsrail'in söylemini gerçek dışı ve Suriye Dürzileri tarafından talep edilen bir gereklilik olmaktan çıkarıyor.

Bu yasadışı ve haksız müdahale bir yandan Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin birliğini zora sokarken, diğer yandan Suriye’de Dürziler ile ülkenin diğer kesimleri arasında daha büyük bir gerilim yaratıyor. Bu da Dürzi toplumunun kendi içinde ve Suriye'nin dini dokusunda çatışmanın fitilini ateşleyebilecek bir tehdit oluşturuyor.

Gelen bilgilere göre Suriye hükümeti ve Dürziler, İsrail’in bu söylemine karşı koymak için ellerinden geleni yapıyorlar. Suriye hükümeti ile Dürzi aktivistler arasında yapılan Suveyda Anlaşması, İsrail'in saldırıları ve söylemleriyle körüklediği Suriye-Suriye gerginliğini azaltmaya yönelik bir girişimdi. Suriye hükümeti, Suveyda'da bizzat Suveydalılar tarafından yönetilen yerel bir yönetim gibi görünen bir yapıyı kabul etti. Ancak bu gelişme, Suriye hükümetinin, Suriye'nin birliğine ve merkezileşmesine tehdit olarak gördüğü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile benzer bir anlaşmayı reddetmesi, silahların kendi bölgelerini yönetmek üzere belirli bir kesimin elinde olmasına izin vermeme yaklaşımına aykırıydı.

Suriye'deki Dürziler arasında İsrail'in Dürzileri koruduğu söylemini destekleyen bazı sesler olsa da bunlar Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin İsrail’in müdahalesini reddeden seslerin çokluğuyla kıyaslanamaz bile.

Suriye’de silahların devletle sınırlandırılması çabası

Al Majalla’nın edindiği bilgilere göre Suriye ordusu ve Suriye'nin güneyinde Savunma Bakanlığı'na bağlı olmayan yerel gruplar arasında İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarına karşı büyük bir öfke hakim. Bu öfke sadece İsrail’in düzenlediği hava saldırılarından değil, aynı zamanda Suriye hükümetinin karşılık vermeme yaklaşımından da kaynaklanıyor.

Suriye Genel Güvenlik İdaresi’nden bir yetkili Al Majalla’ya yaptığı açıklamada, “İsrail’in hava saldırılarının ve karadan müdahalesinin devam etmesi, Suriye hükümetinin askeri güçlerini birleştirmesine ve özellikle güneydeki yerel gruplardan silahlarını çekmesine engel oluyor. Bu grupların pek çok üyesi devletle müzakere sürecinde ellerindeki silahların kendilerini herhangi bir İsrail kara müdahalesinden korumak için olduğunu söylüyor” ifadelerini kullandı.

Al Majalla’ya konuşan Dera'daki yerel bir grubun lideri, bu durumu doğrulayarak “İsrail'in düşman hatlarına yakınız ve bize ne zaman geleceklerini bilmiyoruz, onları beklemeli ve köylerimizde onları izlemeli miyiz? Suriye ordusu hala oluşum sürecinde, hükümetin adımlarına ve politikasına bağlıyız ancak tehlike her an köylerimize girebileceği sürece silahlarımızı teslim etmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

Savunma Bakanlığı'na bağlı Dera'daki bir askeri yetkiliye göre bazı yerel grupların İsrail'in Dürzileri desteklediği iddiasına öfkelenmesi, onları toplanmaya ve İsrail'in kendilerini korumak için müdahale ettiğini söyleyenlerle çarpışmak için Suveyda'ya doğru hareket etmeye itti. Bu yüzden ordu ve Genel Güvenlik İdaresi derhal müdahale ederek söz konusu grupların Suveyda’ya ulaşmalarını engelledi ve silahlarını ellerinden aldı. Askeri yetkili, “Ceramana’ya gitmek üzere Suveyda'dan ayrılan silahlı grupları hedef alan Bedeviler koordinasyonsuz bir şekilde hareket ettiler. Bir kez daha aynı şeylerin yaşanmasını önlemek için onlarla çatışmaya girmek zorunda kaldık” dedi.

Suriye ordusu halen oluşum sürecinde, hükümetin adımlarına ve politikasına bağlıyız, ancak tehlike her an köylerimize girebileceği sürece silahlarımızı teslim etmeyeceğiz.

Öte yandan İran'ın İsrail'in müdahalesinin yarattığı kaostan faydalanmaya çalışacağına ve bunu da birkaç adımda gerçekleştireceğine şüphe yok.

Bu adımların başında medyada Suriye hükümetini şeytanlaştırmak ve Suriye hükümetinin İsrail bombardımanını kabul ettiği ve iktidarda kalmak karşılığında bu konuda sessiz kaldığı fikrini yaymak geliyor. İkinci adım ise bombardıman sırasında ortaya çıkan güvenlik dengesizliğini istismar etmek ya da İsrail tarafından körüklenen gerilimi kontrol altına almaya çalışmak olacak. Suriye hükümeti Suveyda ve Dera'nın güvenliğini sağlamak ve buralardaki mezhepsel ve sivil halk arasında çatışmaların patlak vermesini önlemek için Genel Güvenlik İdaresi’nden binlerce personeli bölgeye gönderdi. Bu durum, Suriye ordusu ve kamu güvenliği personelinin yetersizliğini de hesaba katarsak, coğrafi boşluklar olduğu anlamına geliyor. Bu boşluklar, İran'ın kendi çıkarlarına hizmet edecek yerel hücrelerin oluşumunu desteklemek ya da silah transfer etmek için kaçırmayacağı bir fırsat. Bazılarına göre İsrail’in hava saldırıları rejimin kalıntıları ve İranlı milislerin Suriye devletine karşı saldırılar düzenlemesine fırsat verebilir. Zira son iki günde Deyrizor’da bazı Genel Güvenlik İdaresi üyelerine yönelik çok sayıda saldırı düzenlendi.

İran'ın İsrail'in Suriye’ye müdahalesinin yarattığı kaostan, başta Şam hükümetini medyada şeytanlaştırmak olmak üzere çeşitli adımlarla faydalanmaya çalışacağına şüphe yok.

İsrail’in saldırıları, özellikle Şam yönetiminin İsrail’in bombardımanlarından korumak amacıyla personelini askeri alanlardan uzaklaştırması durumunda Suriye’nin askeri gücünün ve Genel Güvenlik İdaresi’nin kırılganlığını da artıracak. Bu da ülkeyi eski rejimin kalıntıları, nüfuzunu ve silahlarını güçlendirmeye çalışan DEAŞ ve İran destekli milislerin kalıntılarının Suriye’deki olası eylemlerine karşı daha savunmasız hale getirecek. Bu durum ise Suriye'de istikrarı desteklemeye yönelik herhangi bir hükümet ya da uluslararası çabayı kaçınılmaz olarak geciktirecek.

İsrail, Suriye'deki rejimin düşmesinden sonra Türkiye'nin Suriye'de artan nüfuzuna, Suriye'ye askeri müdahalede bulunarak karşı koymaya çalışıyor. Bu amaçla İsrail geçtiğimiz ayın başlarında, Türkiye'nin askeri üsse dönüştürmeye çalıştığı söylenen (bu doğrulanmış bir bilgi değil) T4 Hava Üssü de dahil olmak üzere askeri bölgeleri bombaladı ve Washington'ı Türkiye'nin Suriye’de artan nüfuzunun kendi güvenliği için bir tehdit olduğuna ikna etmeye çalıştı. Edinilen bilgilere göre İsrail ayrıca Washington'ı, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu Türkiye'nin nüfuzuna karşı arttırmasına izin vermeye de ikna etmeye çalışıyor. Ancak Washington, bunu kabul etmiş görünmüyor.

sdfrgty
Dürzi köyü es-Savra el-Kubra sakini Selman Aleyvi, Suveyda’daki çatışmaların ardından hasar gören evini incelerken, 2 Mayıs 2025 (Reuters)

İsrail'in Rusya’nın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirme girişimi, Avrupa ve İngiltere'nin engelleriyle karşılaşacak. Çünkü Avrupa’nın önde gelen bazı ülkeleri, Beşşar Esed rejiminin düşmesini Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu sona erdirmek için bir daha yakalanamayacak bir fırsat olarak gördüklerinden Suriye coğrafyasını Moskova'nın hesaplarından çıkarmak amacıyla Suriye hükümetini destekleme yönünde hareket etti. Al Majalla’ya konuşan Avrupalı bir yetkili, AB ve İngiltere'nin Suriye'nin istikrara kavuşmasını ve başta Rusya ve İran olmak üzere dış müdahalelerden korunmasını desteklemeye çalıştığını söyledi. Öte yandan İsrail’in, Suriye devletinin zayıflığını derinleştiren ve iç anlaşmazlıkları çözme adımlarını zorlaştıran müdahalesi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri başta olmak üzere birçok Arap ülkesi tarafından da hoş karşılanmayacağı gibi, İran'ın İsrail’e karşı direniş bahanesiyle Suriye ve Lübnan'da yeniden nüfuz kazanması için bir fırsat yaratması nedeniyle ABD tarafından da hoş karşılanmayacaktır. Suriye'nin istikrarını desteklemeye çalışan bu ülkelerin hiçbiri böyle bir durumun olmasını istemiyor. Bu da bölgesel ve uluslararası istikrara mutlaka yansıyacaktır.

Kısa ya da muhtemelen uzun vadede İsrail'in Suriye'ye müdahalesini meşrulaştırmak için Dürzileri koruma ve Türkiye'nin nüfuzuna karşı koyma kartını kullanmaya devam etmesi bekleniyor. Sonuç olarak İsrail Suriye'nin zayıf, askeri açıdan kırılgan ve istikrarsız kalmasını istiyor gibi görünüyor. Çünkü bu durum, birçok İsrailli liderin de söylediği gibi ‘İsrail’in ulusal güvenliğini’ koruyor. Ancak bu politika aynı zamanda Ortadoğu'da bölgesel ve uluslararası güvenliği tehdit eden bir infiale sebep olabilir. İsrail'in de bu infialin, korumaya çalıştığı ‘ulusal güvenliği’ üzerindeki yıkıcı yansımalarından kurtulması pek olası görünmüyor.