Riyad’da düzenlenen ‘Sudan Dostları’ toplantısının sonuçları

Toplantıda Birleşmiş Milletler Geçiş Aşaması Misyonu’nun çabalarına verilen destek vurgulandı.

Sudan Dostları grubu, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’nda toplandı. (UNITAMS Başkanı Volker Peretz’in resmi hesabı)
Sudan Dostları grubu, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’nda toplandı. (UNITAMS Başkanı Volker Peretz’in resmi hesabı)
TT

Riyad’da düzenlenen ‘Sudan Dostları’ toplantısının sonuçları

Sudan Dostları grubu, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’nda toplandı. (UNITAMS Başkanı Volker Peretz’in resmi hesabı)
Sudan Dostları grubu, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’nda toplandı. (UNITAMS Başkanı Volker Peretz’in resmi hesabı)

Mana Abdulfettah
Sudan’da 11 Nisan 2019’da gerçekleşen değişimden birkaç hafta sonra kurulan Sudan Dostları grubu, ABD, İngiltere ve Norveç’i de içeren ve uzun süredir Batı ülkelerinin Sudan’a yönelik tutumlarını ifade etmesine öncülük eden Troyka grubunu genişletmek amacıyla bir Avrupa-ABD ortak girişimi olarak hayata geçirildi. 2005 tarihli Kapsamlı Barış Anlaşması (Naivasha) çerçevesinde geçiş döneminin başlangıcından bu yana yaşanan gelişmeler sonucu oluşturuldu.

Grup, kuruluşundan bu yana birçok defa bir araya geldi. Gerçekleşen toplantıların yerleri ve tarihleri şöyle oldu:
Washington- Mayıs 2019 / Ekim 2019
Berlin- Haziran 2019
Brüksel- Temmuz 2019’da
Hartum-Aralık 2019
Stockholm-Şubat 2020
Paris-Mayıs
Riyad- Haziran 2020/Ağustos 2020
18 Ocak 2022’de düzenlenen son toplantıya yine Riyad ev sahipliği yaptı.
Gruo önceleri bazı büyük Batı ülkelerinin üyelikleriyle oluşturuldu. Ardından Etiyopya’nın yanı sıra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Katar ve Kuveyt gibi bir dizi Arap ülkesi de gruba katıldı. Daha sonra Asya’dan Japonya ve Avrupa’dan İtalya, İsveç ve Hollanda gibi diğer Avrupa ülkeleri de gruba dahil oldu. Afrika Birliği (AfB), Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası da dahil olmak üzere bir dizi kurum ve kuruluş da zaman içinde gruptaki yerini aldı. Uluslararası ağırlıklarına, Sudan ile olan ilişkilerine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimî üyeliğine rağmen Çin ve Rusya grup üyeliğine dahil olmadı.

Yeni ortaklık formülü
Sudan’da yayın yapan ‘Elaph’ gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Halid et-Ticani oluşuma ve düzenlenen toplantılara dair değerlendirmelerde bulundu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı haberde açıklamaları yer alan Ticani şu ifadeleri kullandı:
“Riyad’daki Sudan Dostları toplantısı, BM Genel Sekreteri Temsilcisi ve Sudan’daki geçiş dönemini destekleyen BM Sudan Entegre Geçiş Yardımı Misyonu (UNITAMS) Başkanı Volker Peretz önderliğinde yürütülen siyasi süreci veya siyasi istişareleri desteklemek amacıyla gerçekleşti. Riyad’daki önceki toplantı, Cuba Barış Anlaşması’na destek sözü vermek amacıyla Ağustos 2020’de yapılmıştı. Toplantı kesinlik kazanan konuların ve ülkelerin daha önce neler yaptığını teyit amacıyla gerçekleştirildi. Daha önce Dörtlü Grubun (Suudi Arabistan, BAE, ABD ve İngiltere) katılımıyla yapılan açıklamaları da süreci teyit etti. Troyka ülkelerinden (ABD, Norveç ve İngiltere) bunu destekleyen açıklama yapıldı. ABD’nin Sudan’daki mevcut siyasi krizin üstesinden gelme önerisi uyarınca toplantı, Peretz’in hareketine desteği seferber etmek için yapıldı. Toplantının temel amacı, 25 Ekim darbesine karşı yapılan bazı kınamalara rağmen sivil-askeri ortaklık için yeni bir formül bulmaktı. Bununla birlikte uluslararası toplum, ortaklık ve geçiş döneminde siyasi denklemin bir tarafı olarak ordunun varlığı konusunda istekli olmaya devam etti. Bu nedenle Korgeneral Abdulfettah el-Burhan ve Abdullah Hamduk arasındaki 21 Kasım anlaşmasına sponsor oldu.”

Halid et-Ticani açıklamasının devamında Riyad’daki toplantının önemine dikkat çekti:
“Riyad toplantısındaki en önemli şey, ister başından bu yana bloklar düzeyinde bir hareket, ister Sudan Dostları grubu olsun, genel olarak uluslararası toplum hareketinin 25 Ekim prosedürlerinin ötesine geçerek, bunu dayatılmış bir ‘emrivaki’ olarak ele almasıdır. Yani artık söz konusu tarihten öncesine bir dönüşe atıf yapılmıyor. Siviller ve askeri personel arasındaki siyasi anlaşmanın hukuki bir ifadesi olmaktan başka bir değeri olmadığı için tamamen göz ardı edilen anayasal belge meselesinden bahsedilmiyor. Dolayısıyla bu durumu yeni bir siyasi çözümle ele alma sürecidir.”

İki temel hedef

Ticani değerlendirmesinin devamında Troyka ülkelerinin durumuna ve süreçteki rollerine dikkat çekti:
“Troyka, Naivasha’dan bu yana siyasi süreci yönetmede uluslararası toplum adına bir rol oynamayı hedefliyor. Eski rejimin devrilmesi sonrasında ilki sivil-askeri ortaklığıyla sonuçlanan siyasi süreçle ilgili ve demokratik sürece geçişe destek olmak üzere iki ana hedef üzerinde çalıştı. Ancak nihayetinde troyka ülkeleri, kendileri açısından önemli olması dolayısıyla Sudan’da istikrarın üstün gelmesi için belli bir yol dayattı. ABD, terör meseleleriyle ve AB ise göçmenlik meseleleriyle meşgul. Bu nedenle herhangi bir istikrar fikri ortaya çıkmıyor. Bu ancak ordunun ülkeyi yönetmede kilit bir role sahip olmasıyla gerçekleşebilir. Nihayetinde oturma eylemleri ve diğer olayların soruşturulması da dahil olmak üzere temel konular görmezden gelindi. Sudan sahnesinde en etkili olan ikinci hedefe gelince bu, ekonomiyle ilgili. Washington’daki dördüncü toplantıda IMF’nin programlarına uygun ekonomik reform sürecinin yöntemi belirlendi ve takip edildi. Böylece Hamduk hükümetinin son iki yılda izlediği sert ekonomik liberalleşme yolu dayatıldı. Yardım, borç indirimi ve benzeri başlıkları hayata geçirmek için bir koşul olarak kabul edildi.”

Ticani açıklamasında geçiş hükümetinin programının yanı sıra Berlin Konferansı’nın etkilerine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu:
“Geçiş hükümetinin bu konuda tam bir ekonomik liberalizasyon politikası benimsemekten başka bir programı yoktu. Eski Maliye Bakanı İbrahim el-Bedevi bu yardıma dayanarak tahminen5 milyar dolar olması beklenen 2020 bütçesini hazırladı. Ancak Sudan bunu uygulayamadı. Berlin Konferansı’nın düzenlenmesi için bir şart vardı. Bu şart geçiş hükümetinin, Sudan’ın 1,8 milyar dolarlık taahhüt alması karşılığında ekonomik reform süreci için IMF ile bir anlaşma imzalamasıydı. Bu, ülkenin ihtiyaçlarına göre küçük bir meblağdır. Bu tutarın üçte biri, Beşir rejimi yönetimi zamanında bile BM tarafından ödenen insani yardımdır. Diğer üçte birinin geliştirme projelerine ödenmesi gerekiyor. Ancak henüz uygulanmadı. Son üçte birinin ise ekonomik reform programının etkilerini savuşturmak için sosyal koruma programına gitmesi gerekiyor. Bu, ‘Sudan Aile Destek Programı (Semerat)’ olarak biliniyor ancak başarılı olmadı.”

Askıdaki taahhütler
Ticani, Hamduk hükümetinin başarısızlığının ‘Sudan Dostları Grubu tarafından verilen, bazıları yerine getirilmeyen ve bazıları ise seçici bir şekilde yerine getirilen vaatlerden’ kaynaklandığını vurguladığı açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Bu durum, ekonomik reformların gerçek bedelinin Sudan vatandaşları tarafından ödenmesine yol açmıştır. Gerçek bir desteğin olmaması nedeniyle Sudan yüksek döviz kuru ve enflasyondan mustaripti. Tarihte ilk kez bir ülke doğrudan finansal destek olmaksızın ekonomik reformlar yapıyor ve bu da yüksek bir toplumsal maliyete neden oluyor. Sudan Dostları Grubu, IMF’nin 2011’den bu yana ‘Yoksullukla Mücadele Stratejisi’ni uygulama gereklilikleri sonucunda 2012’den beri hakkı olmasına rağmen borç affı konusunda bir rol oynamadı. Bunlar arasında yer alan 14 üst düzey program ancak 17 yıllık bir süre içerisinde uygulandı. Güney Sudan, Sudan’dan 2011 yılında ayrıldığında geçici mali düzenlemeler üzerinde anlaşmaya varıldı. Anlaşma, borç meselesine göre Sudan’ın ekonomik mirasına ne olduğuyla ilgiliydi. Bu mülkün bölünmesi, Güney’in petrolü elinde tutması ve Sudan’a bir miktar tazminat verilmesiyle oldu. Ancak Sudan ile Güney Sudan arasında pay edilmesi gereken borçlar konusunda anlaşma sağlanamadı. Uluslararası toplum, ‘sıfır seçeneğini’ önerdi. Ağır Borçlu Yoksul Ülkeler (HIPC) girişimi uyarınca ve uluslararası toplumun vaadine göre iki yıl içinde affedilmesi şartıyla Sudan’ın eski borçlarının tamamının alınması Sudan Devleti'nin görevidir. Ancak bu olmadı.”

‘Elaph’ gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Halid et-Ticani açıklamasının devamında IMF ve Dünya Bankası’Nın süreçteki rolerine işaret etti:
“IMF, Sudan’ın teknik açıdan muafiyeti yerine getirdiğine inanıyor ancak Washington’ın onayını alması gerekiyor. Bu, Hartum’un Cole destroyeri için tazminat ödemesinden ve Darüsselam ve Nairobi’deki iki büyükelçiliğin bombalanmasından sonra gelişen Sudan-ABD ilişkileriyle ilgili bir durum. Daha sonra yaptırımlar kaldırıldı ve Sudan’ın adı terörü destekleyen devletler listesinden çıkarıldı. Dünya Bankası da 2 milyar dolarlık yardım taahhüdünü yerine getirmedi. Burhan’ın 25 Ekim’deki eylemlerinin ardından yoksullara yönelik ‘Semerat’ programını da dondurdu. Bu durum, içte çatışmaya neden olmasının yanı sıra geçiş durumunun karmaşıklaşmasına ve Hamduk hükümetinin siyasi ve ekonomik başarısızlığına yol açtı.”

Güvenlik
Sudanlı öğretim görevlisi Profesör Saad el-Kerem de değerlendirmesinde uluslararası finansmanın süreçteki etkisine dikkat çekti:
“Sudan’ın son iki yılda elde ettiği ekonomik kazanımlar, otuz yıldır askıya alınan uluslararası finans kurumlarının desteğinin yeniden başlaması ve ülkenin uluslararası topluma açık olmasından kaynaklanıyor. Sonuçlar tamamen tatmin edici olmasa da borçları silmek ve çeşitli ekonomik alanlarda yatırım ortaklıkları kurmak için yol şu an her zamankinden daha açık. Bu ortaklıkların bazı başarısızlıkları olsa da durum eski rejim ile birlikte yıkılanların bir sonucudur.”

Kerem sözlerinin devamında sürecin başarıya ulaşmasında Sudanlı politikacıların uygulamalarının önemini vurguladı:
“Ele alınması gereken şey, kaynaklara dayalı ekonomik reformun uygulanmasıdır. Ancak bunun için Sudan’ı güvenliğe kavuşturmak yolunda siyasi bir istikrar gereklidir. Bu durum, yönetim önceliklerinin tanımlanması ve geçiş dönemi için uygun bir siyasi ve ekonomik stratejinin belirlenmesiyle ilgilidir. Bu politikacılar, geçiş döneminin kalan kısa dönemine rağmen bölgedeki kalkınma politikaları için yeni bir model elde ederek sağlam bir yönetim sistemi kurabilir, kamu sektörünü reforme edebilir, itici hale gelen özel sektörü ve yatırım sistemini düzenleyebilir.”

Büyük umutlar
Sudan Dostları grubunun toplantıları büyük beklentilere ve umutlara sahne oluyor. Riyad’daki son toplantının, siviller ve ordu arasındaki siyasi çatışmayı, Sudanlıları derinden etkileyen ekonomik çöküşü ve geçiş döneminin belirleyici zorluğu olmaya devam eden kasvetli tabloyu ortadan kaldırabileceği belirtiliyor. Toplantının kapanış bildirisinde ‘BM misyonunun Hartum’daki geçiş dönemi çabalarına desteğinin vurgulanmasına ve Sudan’da barışçıl siyasi bir geçişin sağlanmasına yönelik çabaları desteklemek için ortak koordinasyonun güçlendirilmesine’ dikkat çekildi.
Önceki iki hedefe işaret edilen bildiride Sudan sorununun sihirli bir çözüm olmadığı ve yardımların her zaman başarıya ulaştırdığı inancına karşı çıkıldı. Ancak bunların önemine rağmen ülkenin özgünlüğü ve doğrudan ihtiyaç duyduğu yardımın türüne dikkat çekildi. Bildiride  söz konusu programların Sudan hükümeti tarafından yalnızca ‘yardım’ olarak ele alındığı süreçte diğer çözümlerin de teşvik edilmesinin önemine dikkat çekildi. Ancak ülkenin siyasi ve ekonomik çıkmazları için radikal bir çözüm olmadığı kaydedildi.



Sudani koalisyonu, Irak başbakanlığı sorununu çözmek için bir girişim öneriyor

"Koordinasyon Çerçevesi" güçlerinin toplantılarından birinden, (Irak Haber Ajansı)
"Koordinasyon Çerçevesi" güçlerinin toplantılarından birinden, (Irak Haber Ajansı)
TT

Sudani koalisyonu, Irak başbakanlığı sorununu çözmek için bir girişim öneriyor

"Koordinasyon Çerçevesi" güçlerinin toplantılarından birinden, (Irak Haber Ajansı)
"Koordinasyon Çerçevesi" güçlerinin toplantılarından birinden, (Irak Haber Ajansı)

Geçici Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani liderliğindeki İmar ve Kalkınma Koalisyonu, başbakanlık sorununu çözmek için kapsamlı bir siyasi girişim sunmayı amaçlıyor.

Es-Sudani'nin liderliğindeki hareketin medya organı dün yaptığı açıklamada, İmar ve Kalkınma Koalisyonu'nun siyasi çıkmazı aşmayı hedefleyen kapsamlı bir siyasi girişim üzerinde çalıştığını belirtti. Açıklamada, girişimin ayrıntılarının yaklaşan toplantılarında Koordinasyon Çerçevesi güçlerine sunulacağı ifade edildi.

Bu arada, İmar ve Kalkınma Koalisyonu üyesi Kusay Mahbuba, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, ayrıntı vermeden, “bu girişimin koalisyonun başbakanı seçme şartlarından oluşacağını” söyledi.

Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump'ın Irak özel temsilcisi Mark Savaya, "X" platformunda yaptığı bir paylaşımda, bazı silahlı grupların silahsızlanmayı görüşmeye hazır olduklarını açıklamalarını memnuniyetle karşıladı, ancak "silahsızlanmanın kapsamlı ve geri döndürülemez olması gerektiğini" vurguladı.


Halep'teki çatışmalarda ölü ve yaralılar var

Halep'teki Şeyh Maksud mahallesinden yerleşim bölgelerine yapılan bombardıman sonucu yaralananlar el-Razi Hastanesi'ne sevk edildi (SANA)
Halep'teki Şeyh Maksud mahallesinden yerleşim bölgelerine yapılan bombardıman sonucu yaralananlar el-Razi Hastanesi'ne sevk edildi (SANA)
TT

Halep'teki çatışmalarda ölü ve yaralılar var

Halep'teki Şeyh Maksud mahallesinden yerleşim bölgelerine yapılan bombardıman sonucu yaralananlar el-Razi Hastanesi'ne sevk edildi (SANA)
Halep'teki Şeyh Maksud mahallesinden yerleşim bölgelerine yapılan bombardıman sonucu yaralananlar el-Razi Hastanesi'ne sevk edildi (SANA)

Suriye'nin kuzeyindeki Halep kentinde hükümet güçleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında çıkan çatışmalarda 2 kişi öldü, aralarında bir kadın ve bir çocuğun da bulunduğu 6 sivil yaralandı. Çatışmalar, SDG ile Suriye hükümeti arasında 10 Mart'ta varılan anlaşmanın şartlarının uygulanması için belirlenen son tarihin yaklaşmasıyla eş zamanlı olarak geldi ve bu sırada bir Türk heyetinin Şam ziyareti gerçekleşti.

Her iki taraf da çatışmaları kışkırtmakla birbirini suçlarken, Washington'daki kaynaklar Şarku’l Avsat’a, ABD elçisi Tom Barrack ve ABD Merkez Komutanlığı başkanı Brad Cooper'ın, çatışmaları azaltmak ve DEAŞ ile düşman bölgesel güçlerin işine yarayabilecek bir gerilimi önlemek için yetkililerle temas halinde olduğunu söyledi.

Ankara ve Şam, SDG'yi 10 Mart'ta imzalanan anlaşmanın uygulanmasını geciktirmekle suçladı ve Suriye'nin birliğini ve istikrarını baltalamaya yönelik her türlü girişimi reddettiklerini vurguladı.

Bu açıklama, Şam'da üst düzey bir Türk heyeti ile Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ilgili yetkililer arasında yapılan görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında geldi. Eş-Şeybani, Şam'ın SDG'den anlaşmayı uygulamaya yönelik "herhangi bir girişim veya ciddi bir istek" görmediğini, ancak yakın zamanda süreci ilerletmek için onlara başka bir yol önerdiğini söyledi.


Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
TT

Trump'ın takasa dayalı diplomasisinin yeniliği, avantajları ve sonuçları

Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)
Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor (Reuters)

Nebil Fehmi

Eski anlaşmalardan ve erken sözleşmelerden modern devlet yönetiminin karmaşık sanatına kadar diplomasi, güç, çıkarlar ve uzlaşılardan etkilenmiştir. Başlıca geleneklerinden biri, “gerçekçilik”tir; yani devletler öncelikle kendi güvenlikleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ederler, ahlaki veya idealist hedefler için değil.

 

Bu bağlamda, bazılarının “gerçekçilik” diplomasisi olarak adlandırdığı şey yeni bir icat değildir; tarihe derinden kök salmıştır. Odak noktası, toprak, kaynaklar, güvenlik garantileri ve ekonomik anlaşmalar gibi somut kazanımlardır.

ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşımı, bu takas modelinin doğrudan, agresif ve açık bir versiyonu olarak görülüyor. Destekçileri bu tür adımları pratik ve sonuç odaklı olarak görüp överken, diğerleri bunların uzun vadeli sonuçları, bölgesel dinamikleri, ahlaki ikilemleri ve istikrarı göz ardı eden bir diplomasiye yol açabileceğinden endişe ediyor.

Ekim ayında İsrail ve Hamas arasında ateşkes anlaşması sağlandı. ABD'deki birçok kişi, bundan doğan diplomatik atılımı hemen ABD liderliğindeki diplomasinin somut bir sonucu olarak karşıladı. Şarm el-Şeyh'te düzenlenen zirveye Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi eş başkanlık etti ve birçok ülkeyi bir araya getirdi. Anlaşmanın pragmatik doğasını vurgulayan hedefleri, ateşkes, rehinelerin serbest bırakılması ve acil insani yardım sağlanması gibi görünüyordu.

Kasım ayında da Trump yönetiminin Ukrayna'daki savaş için 28 maddelik bir barış planı önerdiği yönünde haberler çıktı. Taslak, Kırım, Luhansk ve Donetsk üzerindeki Rus kontrolünün tanınması, diğer bölgelerdeki çatışmaların dondurulması, Ukrayna ordusunun sayısının sınırlandırılması ve Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının engellenmesi gibi oldukça tartışmalı maddeler içeriyordu.

Avrupalı müttefikler, planın kilit unsurlarına, özellikle de Ukrayna'nın egemenliğini zayıflatacak, onu yeniden Rus saldırganlığına karşı savunmasız bırakacak veya NATO'dan dışlayacak önerilere şiddetle karşı çıktı.

Haberler ayrıca, bazı önerilerin ABD desteği karşılığında Ukrayna'nın maden kaynaklarına, altyapı haklarına ve ihracat lisanslarına erişim gibi ekonomik koşullar içerdiğine de işaret ediyor.

Bu tür müzakereler – barış ve ekonomik koşullar karşılığında kapsamlı toprak ve askeri tavizler – birçok kişinin cüretkar koşullar, güçlü bir düşman lehine açık yanlılık göz önüne alındığında, yeni olarak değerlendirdiği takasa dayanan gerçekçi bir diplomasi örneğidir. Rusya, Avrupa, müttefiklerin ikinci plana itilmesi ve Ukrayna'ya bir anlaşmayı kabul etmesi için yapılan baskı, eleştirmenler tarafından barış yapma kılıfına bürünmüş zorlayıcı takas diplomasisi olarak görülüyor.

Analistler, “Önce ABD” bayrağı altında yürütülen bu diplomasinin uzun süredir devam eden ittifakları sarstığı ve Avrupa'nın kendisini giderek daha fazla ikinci plana itildiği hissine kapılmasına neden olduğu konusunda uyarıyor. Avrupalı liderler de ABD liderliğindeki Ukrayna müzakerelerinin yeterli Avrupa katılımı veya istişaresi olmadan ilerleyebileceğinden endişe duyduklarını dile getirdiler.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeni destekleyen kolektif diplomatik normları – çok taraflılık, ortak değerler, kurumsal iş birliği ve egemenlik ile insan haklarına bağlılık üzerine kurulu normları – zayıflattığını savunuyor.

Peki takas diplomasisi tarihsel olarak belgelenmişken, bazı yorumcular Trump'ın yaklaşımını neden yeni veya istisnaiymiş gibi ele alıyor? Yeni görünen husus, kurumsal süreklilik ve ortaklıktan ziyade, belki de kısa vadeli kazanımlar ve kişisel güç tarafından yönlendirilen, daha tek taraflı, sıfır toplamlı, yukarıdan dikte edilen bir versiyon olmasıdır. Geleneksel diplomasi – hatta gerçekçi politika bile – genellikle kapalı kapılar ardında yürütülürken, arka kanal diplomasisi farklı bir hikayedir. Trump döneminde, anlaşmalar, teklifler ve hatta müzakere pozisyonları genellikle tamamen aleni ve duyurulmuştur. Bu şeffaflık, diplomasinin takasçı doğasını daha belirgin hale getiriyor ve bazen daha muğlak diplomasiye alışmış izleyiciler için şok edici olabiliyor.

Ukrayna için önemli toprak ve stratejik tavizler içeren barış planı taslağı, Ukrayna'nın maden ve altyapı haklarından yararlanmayı öngörüyor. Dolayısıyla Ukrayna planı da ABD liderliğindeki bir planın parçası olarak Gazze'yi “kontrol etme” ve yeniden geliştirme yönündeki radikal plan da kademeli diplomatik anlaşmalar değil. Bunlar büyük ölçekli ve kapsamlı olup, egemenlik, adalet ve güç dengesizlikleri hakkında temel soruları gündeme getiriyor.

Diplomasi giderek daha çok kişiye dayalı hale geldi; bu modern diplomaside bir eğilimdir, ancak Trump döneminde bu konuda aşırıya kaçıldı. Anlaşmalar genellikle kurumlara veya kurum odaklı çok taraflılığa değil, bizzat Trump'a bağlı. Bu istikrarsızlığı artırıyor; zira lider değişirse, anlaşmalar değişebilir ve onları destekleyen güven ortadan kaybolabilir. Gözlemciler, modern diplomasinin güç yapıları, teknoloji, medya ve devlet dışı aktörlerdeki değişiklikler nedeniyle bir dönüşüm geçirdiğini belirtiyor, ancak Trump modeli kişisel etkiyi vurguluyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası diplomasi büyük ölçüde, kolektif kurumlar, egemenliğe saygı, insan hakları, uluslararası hukuk ve ittifaklar (NATO gibi) vb. kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurmaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre eleştirmenler, Trump'ın yaklaşımının diplomasiyi kaba pazarlık, takas mantığı ve bazen asimetrik güç etrafında yeniden odakladığını ve potansiyel olarak kolektif diplomasiyi destekleyen normları ve güveni aşındırdığını savunuyor.

Bu nedenle, takas diplomasisinin ardındaki mantık yeni olmasa da biçimi, açıklığı, kapsamı ve normatif etkileri birçok kişiye göre modern diplomatik uygulamalardan önemli bir sapma gibi görünüyor. Birçok gözlemci için yeni olan da budur.

Trump döneminde görüldüğü gibi daha agresif ve tepkisel bir diplomasi benimsemek kısa vadeli kazanımlar sağlayabilir, ancak aynı zamanda ciddi uzun vadeli riskler de taşıyabilir.

Takas diplomasisi -özellikle güçlü bir lider tarafından yönetildiğinde- çıkmazlar devam etse de anlaşma için tarafları zorlayabilir. Gazze ateşkesi birçokları tarafından hızlı ve güçlü diplomasinin bir başarısı olarak gösteriliyor.

Siyasi gerçekçiliğin bazen yardımı veya desteği ekonomik anlaşmalar ve stratejik uyum gibi somut getirilerle ilişkilendirmeye sevk ettiği dikkatleri çekiyor. Güçlü devletler, stratejik veya ekonomik çıkarları için hayati önem taşıyan uzun vadeli avantajlar elde edebilirler; kaynaklar, etki ve erişim gibi.

Kaotik ve hızla değişen jeopolitik bağlamlarda (savaşlar, değişen ittifaklar ve kaynaklar için rekabet), takas diplomasisi, yavaş ilerleyen kurumsal diplomasiden daha uyarlanabilir olabilir.

Öte yandan, müttefikler kendilerini ikinci plana itilmiş veya sömürülmüş hissedebilir; bu da ittifakların zayıflamasına, parçalanmasına veya muhalefete yol açabilir. Örneğin, Avrupalı ​​liderler, Ukrayna için önerilen ABD barış planının bazı hükümlerine karşı çıktılar.

Adalet ve haklar yerine güce odaklanan anlaşmalar (toprak tavizleri, kaynakların kontrolü ve askeri kısıtlamalar) kızgınlığa yol açabilir, eşitsizlik yaratabilir ve bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Ukrayna planında önerilen toprak tavizleri ve askeri şartlar, egemenlik ve gelecekte güvenlik konusunda ciddi endişeler doğuruyor.

Eğer büyük güçler giderek çok taraflı kurumların ve normların üstünden atlayıp, bunun yerine ikili anlaşmalara ve kişisel diplomasiye yönelirse, küresel kurumlar -kurallara dayalı uluslararası düzen- meşruiyetini ve etkinliğini kaybedebilir. Bu durum, özellikle daha küçük ve zayıf devletler için küresel iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Bireylere, siyasi döngülere veya kısa vadeli çıkarlara bağlı anlaşmalar kırılgandır. Yeni bir liderin ortaya çıkması, iç politikada bir değişim veya farklı bir küresel bağlam, anlaşmaları hızla alt üst edebilir ve uzun vadeli istikrarı baltalayabilir.

Güç ve çıkarlara odaklanan diplomatik anlaşmalar, insan hakları, adalet, kendi kaderini tayin etme ve egemenlik gibi değerleri zayıflatabilir. Zamanla bu, bir devletin ahlaki duruşuna ve yumuşak gücüne zarar vererek gelecekteki iş birliğini daha da zorlaştırabilir.

Eğer güçlü devletler giderek daha agresif, çıkar odaklı diplomasiye dönerse, savaş sonrası düzenin bir dizi özelliği -müttefikler arasındaki güven, kurumların ve ortak normların meşruiyeti ve insan haklarına veya toprak bütünlüğüne bağlılık- aşınabilir. Zamanla bu, diplomasinin pazarlık aracı haline geldiği, ittifakların hızla değiştiği ve gücün haktan üstün geldiği daha çalkantılı ve parçalanmış bir dünyaya yol açabilir.

Bu, kurumların ortadan kalkması anlamına gelmez, ancak onları marjinalleştirebilir, zayıflatabilir veya yalnızca ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilir hale getirebilir. Yeni ve daha katı diplomasi biçimleri hakim olabilir; anlaşmalar etki, kaynaklar, güç dengesizlikleri ve anlık imtiyazlara dayanabilir. Böyle bir dünya, daha güçlü devletleri destekleyebilir, daha küçük devletleri zayıflatabilir ve küresel zorluklar (iklim, göç, salgın hastalıklar, nükleer silah kontrolü vb.) konusunda çok taraflı iş birliği alanını daraltabilir.

Aynı zamanda, üzerinde anlaşmaya varılmış normların azaldığı bir dünyada, öngörülemezlik artar. Bu, çatışmaları şiddetlendirebilir, istikrarı zayıflatabilir ve diplomatik güvenin yeniden inşasını daha da zorlaştırabilir. Genel olarak takasa dayalı anlaşmalar kısa vadeli faydalar sağlayabilir, ancak aynı zamanda adaletsizliği pekiştirebilir, kızgınlığı körükleyebilir ve pazarlıklar, zorlama ve çatışma döngüleri yaratabilir.

Özünde, takas diplomasisinin mantığı yeni değil. Ancak Trump döneminde yeni olan husus, bu diplomasinin ölçeği, açıklığı, cesareti ve kişiselleştirilmesidir; yani aleni pazarlıklar, yüksek riskli anlaşmalar, bölgesel ve kaynaklara dayalı müzakereler, tasavvur edilmiş kazanımlar için ittifakları yeniden şekillendirme veya normları parçalama isteğidir.

Bu eğilimin kalıcı hale gelip gelmeyeceği ve küresel düzeni güçlendirip güçlendirmeyeceği büyük ölçüde liderlerin, devletlerin ve küresel kurumların gelecekte nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Çok taraflı normlar ve kurumlar zayıflarsa, diplomasinin kolektif normlar, istikrar ve iş birliği alanı olmaktan ziyade güç, kaynak ve anlaşmalar için bir pazar yeri haline geldiği bir dünya görebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.