Filistin Dışişleri Bakanı Maliki’den Guterres’e: İsrail’in Filistin Devleti’ni sömürgeleştirme süreci hızlanıyor

Maliki, yerleşimcilerin saldırılarının tüm siyasi çözüm fırsatlarını yok ettiğini vurguladı.

Filistin Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Riyad el-Maliki. (Reuters)
Filistin Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Riyad el-Maliki. (Reuters)
TT

Filistin Dışişleri Bakanı Maliki’den Guterres’e: İsrail’in Filistin Devleti’ni sömürgeleştirme süreci hızlanıyor

Filistin Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Riyad el-Maliki. (Reuters)
Filistin Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Riyad el-Maliki. (Reuters)

Filistin Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Riyad el-Maliki, Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırılarının, mağdurlara yardım eden ve barışı destekleyen Yahudilere karşı şiddet uygulama noktasına ulaşacak kadar kötüleşmesinin ardından  dün Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres ile bir araya gelerek kendisine söz konusu saldırılara ilişkin bilgi verdi. Maliki, Guterres’ten bu suçlara son verilmesini ve ilgili uluslararası kararlarda belirtildiği üzere Filistin halkına koruma sağlanması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ile birlikte adımlar atılması talebinde bulundu.
Filistin Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Maliki açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Filistin halkı, yerleşimci teröründe tehlikeli bir artışının yanı sıra şiddet, zorla yerinden edilme, sömürge alanları inşası ve genişletilmesi yoluyla, İsrail’in Filistin Devleti topraklarını sömürgeleştirmesinin hızlanmasının sıkıntısını çekiyor.”
Bakan Maliki, New York’ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bakanlar düzeyindeki toplantısının oturum aralarında Guterres ile yaptığı görüşmede, bu saldırıların işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerin güvenliği ve yaşamları üzerinde oluşturduğu tehlikeyi yönelik ciddiyetini vurgulayarak yerleşimcilerin sömürge işgalini sona erdirecek, Filistin halkına kendi kaderini belirleme ve ulusal bağımsızlık hakkı da dahil olmak üzere edinimler sağlayacak bir çözüme ulaşılmasına yönelik tüm fırsatları yok etmeye çalıştıklarını belirtti. Bakan Maliki BM’nin İsrail’in artan ihlallerini göreüşmek için Uluslararası Dörtlü çerçevesinde çaba sarf etmesini, ilgili uluslararası kararlara dayanarak ciddi bir siyasi ufuk oluşturmasını ve bu çabaları baltalamaya devam eden işgalin söz konusu adımlara karşı çıkmasına boyun eğmemesini istedi.
Filistin Dışişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü, Guterres ve Maliki’nin sahada sürekli kötüye giden durumu durdurmak amacıyla koordinasyon kurma ve iş birliği yapma,  iki devletli çözüm konusunda uluslararası hukukla uyumlu uluslararası fikir birliğinin sağlanması için siyasi bir ufuk oluşturmanın yanı sıra bazı tarafların bu çözüme ulaşma şansını yok ederek bölgede istikrar ve güvenlik sağlama şansını ortadan kaldırmasına karşı durma konusunda uzlaştıklarını bildirdi. Sözcü iki ismin Filistin halkının acılarının sonlandırılması konusunda anlaştıklarını vurguladı.
Nablus’un güneyinde yer alan Burin’in doğu bölgesine onlarca yerleşimcinin dün sabah düzenlediği saldırıda, Filistin halkıyla dayanışma içinde olan İnsan Hakları İçin Çalışan Hahamlar Örgütü’nden dört kişi ağır bir şekilde yaralandı. Diğer dört kişi de saldırıdan hafif yaralarla kurtuldu. Filistin yönetiminin Batı Şeria’daki yerleşim dosyasından sorumlu Gassan Douglas, Givat Ronen karakolundan 20’den fazla aşırılık yanlısı yerleşimcinin bölgeye zeytin ağaçları dikimi yapılırken birçok yabancıya ve İsrailli gönüllüye saldırdığını söyledi. Douglas, yerleşimcilerin yaşananları videoya çeken Yahudilere de vahşice saldırarak  dört kişiyi ağır olarak yaraladıklarını kaydetti. Ayrıca bir arabanın yakıldığı, birdiğerinin de ağır biçimde tahrip edildiğini belirtti.  
İnsan Hakları İçin Çalışan Hahamlar Örgütü Genel Müdür Avi Dabush da şu açıklamada bulundu:
“Yerleşimcilerin şiddeti İsrail toplumunun alnında bir lekeye dönüştü. Bu şiddet, mesihçi isyancıların aşılamaya çalıştığı Yahudi üstünlüğü kavramını kabul etmeyen herkese yöneliktir. Aktivistler (İnsan Hakları İçin Çalışan Hahamlar-Zeytin Toplama İttifakı) Filistinli çiftçilere yardım etmek ve barış, dayanışma ve insan hakları arayan Yahudi seslerini duyurmak amacıyla yaklaşık 20 yıldır bölgelere (işgal edilmiş) akın ediyor. Yerleşimcilerin bize saldırması, her şeyden çok başka bir Yahudiliğin ve başka seslerin de olduğunu anlamaya yönelik korkularını gözler önüne seriyor. Tanrı adına son derece büyük suçlar işleyen isyancılara karşı başta Başbakan Naftali Bennett ve Savunma Bakanı Benny Gantz olmak üzere İsrailli yetkililerin acizliğini birçok kez gördük. Bu oldukça üzücü. Tüm bakanlara, isyancılarla iletişimi keserek, kanunlar doğrultusunda bu terör örgütlerine son vermek üzere çalışılması çağrısında bulunuyorum.”
Dün ayrıca başka bir grup yerleşimci de Nablus’un batısında bulunan Deyr Şeref köyünün topraklarında, son bir ayda ikinci kez 300’e yakın zeytin ağacı fidanını söktü.
Dün Salfit’in batısında bulunan Kefrel-Dik köyünden yerleşimciler, köy sakinlerine ait bir arazinin etrafına dikenli teller ördüler ve bölgeye el koyma hazırlıkları için ağaç diktiler. Söz konusu arazinin sahibi Ahmed Yunus, Filistinli vatandaşların topraklarında ikamet eden büyük bir Bedevi yerleşimci grubunun, İsrail işgal ordusunun korumasında, şehrin batısındaki Derya bölgesindeki 8 dönümlük arazisinin 4 dönümlük kısmını ele geçirmek amacıyla çitle çevirdiklerini aktardı. Yerleşimcilerin bölgeye ağaçlar diktiklerini, vatandaşları ve arazi sahiplerini içeri girmemeleri için uyaran levhalar astıklarını belirtti.
Yerleşimciler ayrıca dün sabah, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde , işgal polisinin koruması altında Salim ailesine ait araziye baskın düzenledi. Yerleşimciler araziyi çitle çevirerek ele geçirmeye çalıştılar. Saldırganların başında işgalci güçlerden Belediye Başkanı Yardımcısı Aryeh King de vardı. Bazı yerleşimciler Salem ailesinin üyelerine saldırdı ve ardından çatışma çıktı. Saldırıda bir kadının eli kırıldı.
Eli kırılan Fatıma Salim’in ailesi yaklaşık 73 yıldır Şeyh Cerrah’ta yaşıyor. Ailenin bir ev ve bir arsası bulunuyor. Ancak işgalciler evlerini tahliye etmeleri için onları tehdit ediyor. Aile 1988 yılından bu yana yerleşimcilerin saldırılarına maruz kalıyor. Aileye evi tahliye etmeleri için uyarı gelmiş ancak kararın dondurulmasını sağlamayı başarmışlardı. 2015 yılında tahliye kararı yenilendi. Bunun  üzerine Salim’in eşi eşi felç geçirdi ve, 6 ay hastanede kaldı. Ardından da yaşmını yitirdi. Geçtiğimiz haftalarda da yerleşimciler arazideki ağaçları yıkmaya çalıştı ve evin içinde bulundığu alanı dikenli tellerle çevirdi. Çıkan çatışmada aile üyeleri darp edildi.



Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
TT

Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)

Macid Kayali

Filistin ulusal hareketinin 60 yıllık çağdaş tarihi boyunca, Filistin kimliği projesi, İsrail ile olan çatışmaya ilişkin Arap ve uluslararası koşulların değişmesi sonucunda Filistin siyasi düşüncesinde birçok aşama ve dönüşüm geçirdi. Bunun sonucunda Filistinli liderler, güç dengesinde İsrail lehine ciddi bir dengesizlik olduğu konusunda ikna oldular. Bunun yanında Filistinlilerin acılarını, fedakarlıklarını ve kahramanlıklarını siyasi başarılara dönüştürmelerine engel olan Arap ülkeleri ve uluslararası toplumun dayattığı birtakım kısıtlamalar ve sınırlamalar da söz konusu. Bu da Filistinlilerin hedeflerini ve çalışma biçimlerini bu kısıtlamalara ve sınırlamalara göre uyarlama gerekliliğini doğuruyor.

Gördüğümüz üzere o dönemde Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkiler düşmanlık veya çatışma durumundan kabul veya tanıma durumuna geçerken 1948 dosyası, yani İsrail'in kurulması ve mülteci sorununun doğuşu olan Nekbe (Büyük Felaket) dosyası hakkındaki tartışmalardan 1967 dosyasına, yani işgalin sona erdirilmesi ve sadece İsrail'in varlığı şeklindeki çatışmaya dönüştü. Aynı dönemde, iki kutuplu dünya da sona erdi. ABD, tek süper güç olarak ya da birkaç kutup arasında, uluslararası ve bölgesel olarak hakim kutup haline gelirken İsrail, Batı'nın güvenliğini ve çeşitli açılardan üstünlüğünü garanti altına alan bir ülke olarak konumlandı.

Kurtuluş projesinden devlet projesine

1967 tarihli Altı Gün Savaşı'ndan önce kurulan Filistin Ulusal Hareketi, ‘kurtuluş’ hedefiyle ortaya çıkmış ve Filistin meselesini ortadan kaldırmayı amaçlayan tüm alternatif çözümleri reddetmişti. Bu ret, ‘Filistin'in bölünmesi’ kararını (1947) reddetmeyi ve İsrail'i tanımamanın yanı sıra o dönemde Filistin siyasi düşüncesinde kurtuluş hedefi, geri dönüş hakkı, kaderini tayin hakkı ve nehirden denize kadar bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını içeriyordu.

Burada kurtuluş hedefinin 1960'lı yılların sonlarında tarihi Filistin'de seküler bir demokratik devlet kurmak anlamına geldiğini hatırlatmak gerekir. Ancak bu anlam Filistin siyasi düşüncesinde olgunlaşmış veya yerleşmiş değildi, daha çok Filistin ulusal hareketini uluslararası alanda meşrulaştırmak için ortaya atılmıştı.

Ancak siyasi düşüncede ve Filistinlilerin ulusal seçeneklerinde niteliksel bir değişim 1974 yılında, yani ulusal hareketlerinin başlamasından yaklaşık on yıl sonra başladı. 1973 Arap–İsrail Savaşı'nın (Yom Kippur Savaşı) ve o dönemdeki Sovyetler Birliği ile ilişkilerin etkisiyle kabul edildi.

Siyasi düşüncede niteliksel değişim ve Filistinlilerin ulusal tercihleri, ulusal hareketlerinin başlamasından yaklaşık on yıl sonra, 1974 yılında başladı. O dönemde ‘On Madde’ programı kabul edildi.

Ancak bağımsız bir Filistin devleti düşüncesindeki en derin veya en keskin dönüşüm, 1993 tarihli Oslo Anlaşması'nın imzalanması ve İsrail'in şartlarına göre Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde ulusal otoritenin kurulmasıyla gerçekleşti. Bu şartlar arasında Batı Şeria topraklarının üç bölgeye bölünmesi de vardı. İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki otoriter bağımlılık ve yerleşim, sınırlar, Kudüs ve nihai çözümün niteliği gibi konuların ertelenmesi de buna dahildi. Belki de bu dönüşümü öncekinden ayıran en temel fikir, Filistin liderliğinin, nihai müzakerelerde gündeme getirilen konular hariç, herhangi bir şart koşmadan İsrail'in tanıması şartıydı. Ayrıca bu dönüşüm sadece siyasi bir öneri olarak kalırken, üçüncü dönüşüm olan Oslo Anlaşması, FKÖ'nün tüm Filistinlileri ve onların davasını temsil eden manevi veya sembolik siyasi yapı olarak kabul edildiği halde, FKÖ'nün yerine Filistin Yönetimi'nin kurulmasıyla pratik olarak hayata geçirildi.

Sonuç olarak, Oslo Anlaşması Filistin ulusal hareketi için bir ‘tuzak’ ya da varoluşsal hedeflerinin bir kafesi gibiydi. Çünkü bu anlaşma Filistin’i sadece sınırlı egemenliğe sahip ve işgal altındaki bir siyasi varlık olarak sundu. FKÖ marjinalleştirilirken, Filistin devleti projesi, İsrail hükümetlerinin, özellikle de Netanyahu hükümetlerinin yarattığı gerçekler nedeniyle, herhangi bir uzlaşmada Filistin boyutunu zayıflatma, nehirden denize kadar İsrail'in hakimiyetini pekiştirme, Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini güçlendirme ve Gazze'yi ondan ayırma doktrinini benimsemesi nedeniyle, çıkmaza girmiş ve boğulmuş durumda. Bu durum, Batı Şeria ve Gazze'deki işgal altındaki topraklarda olup bitenlerin yanında yaklaşık iki yıldır süren İsrail'in yok etme savaşını da açıklıyor.

Demokratik devlet, varoluş ve kurtuluş sonrası

Tek demokratik laik devlet fikri, Filistinlilerin siyasi düşüncesinde ulusal hareketlerinin başlangıcında değilse de 1960'lı yılların sonlarında bazı açıklamalarda, bildirilerde ve Ulusal Konsey oturumlarının bazı kararlarında ortaya çıktı. Çünkü bu hareket, İsrail'in varlığını ve İsrail toplumunu bir tür inkâr ve tanıma reddiyle ele alıyordu. Bu yönde herhangi bir yaklaşım, şüphe uyandırabilir ve Filistin halkının ulusal ve tarihi hakları pahasına İsrail'in varlığını meşrulaştırabilirdi. Bununla ilgili FKÖ’nün tüzüğünde yer alan yer alan tek paragraf, ‘Siyonist işgalin başlamasına kadar Filistin'de normal bir şekilde yaşayan Yahudiler Filistinli sayılırlar’ ifadesidir.

Ancak Filistin direnişinin güçlenmesi, 1960'lı ve 1970'li yıllara hakim olan solcu ve ilerici fikirlere açık olması, dünya kamuoyunda faaliyetlerinin genişlemesi ve davasına sempati duyulmasını sağlama ihtiyacı, Filistin siyasi düşüncesinde değişiklikler yapılmasını gerekli kıldı. Yahudilere karşı tutum, Yahudiler ile Siyonizm arasında ayrım yapma, Filistin ulusal hareketinin geleceğe ilişkin vizyonu ve Siyonist olmayan Yahudi güçlere açılma gerekliliği gibi konularda değişiklikler yapılması gerekiyordu.

8ı9o0
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, haftalık kabine toplantısında Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ile konuşurken, 7 Ocak 2025 (AP)

Bu önemli gelişme, 1969 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Ulusal Konsey'in altıncı oturumunda alınan kararda “Filistin mücadelesinin amacı, Filistin halkını vatanına geri döndürmek ve tüm Filistin topraklarında her türlü ırk ayrımcılığı ve dini bağnazlıktan uzak, demokratik bir Filistin devleti kurmaktır” şeklinde ifade edildi. 1970 yılında yine Kahire’de düzenlenen Ulusal Konsey'in yedinci oturumunda ise bu karar, “Filistin mücadelesinin amacı, tüm vatandaşların eşit hak ve yükümlülüklerle bir arada yaşadığı bir toplum içinde Filistin'in tamamen kurtarılmasıdır” şeklinde ifade edildi. Bu ifade, 1971 tarihinde Kahire’de gerçekleşen sekizinci oturumda dikkat çekici bir şekilde şu şekilde tekrarlandı:

Filistin'in silahlı mücadelesi, Yahudilere karşı etnik veya mezhepsel bir mücadele değildir. Bu nedenle, Siyonist sömürgecilikten kurtarılmış Filistin'de kurulacak gelecekteki devlet, barış içinde yaşamak isteyenlerin eşit hak ve görevlere sahip olduğu demokratik bir Filistin devleti olacaktır.

Ulusal Konsey'in 13’üncü oturumundan itibaren, yani ‘Aşamalı Program’ın kabul edilmesinden sonra, Siyonist olmayan Yahudi güçlerle ilişkiler konusunda fikirler ortaya atılmaya başlandı. O dönemde, ‘işgal altındaki Filistin toprakları içinde ve dışında Siyonizm'e karşı mücadele eden demokratik ve ilerici Yahudi güçlerle ilişki ve koordinasyonun öneminin’ vurgulandığı bir karar alındı. 1981 yılında Suriye’nin başkenti Şam’da gerçekleşen 15’inci oturumda alınan karar şu şekilde ifade edildi:

“Ulusal Konsey, işgal altındaki vatanında Siyonizm ideolojisine ve uygulamalarına karşı çıkan demokratik ve ilerici Yahudi güçlerin oynadığı olumlu rolü vurgulamakta, FKÖ'yü halkımızın tek ve meşru temsilcisi olarak ve Filistin halkının değişmez ulusal haklarını tanımakta ve dönüş hakkı, kaderini tayin hakkı ve ulusal topraklarında bağımsız bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere, Siyonizmi doktrin ve uygulama olarak benimseyen taraflarla yapılan her türlü teması kınamaktadır.”

Reddetme ve varoluşsal meşruiyet sorunu

Ancak, o dönemde Filistin ulusal kimliği fikrini güçlendiren en önemli göstergelerden biri, Filistin Ulusal Şartı'nın 24’üncü maddesinin, Filistin Ulusal Şartı'nın yerine geçen yeni şartta çıkarılmış olmasıydı. Bu madde, “Ne bir şerit ne de bir bölge, örgütün faaliyetleri sadece ulusal düzeyde, halkın katılımıyla, siyasi, örgütsel ve mali alanlarda yürütülmektedir” hükmünü içeriyordu:

Bu durum, Filistin ulusal hareketi için garip bir öneri olmakla birlikte, kendi toprakları dışında faaliyet gösteren bir ulusal hareketin meşruiyet ve varlık hakkını kazanmak için bir manevra olarak anlaşılabilir.

Aslında bu madde Filistinlilerin siyasi düşüncesinde büyük bir boşluk oluşturmuş ve kendi toprakları üzerindeki hak ve sorumluluklarından vazgeçtiklerini ifade etmiştir. Şimdi, Filistin topraklarının 1967 yılındaki işgalinden önce siyasi sistemin Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kendi devletlerini kurmalarına izin verdiği bir gerçekliği hayal etmek zor olsa da böyle bir senaryo onların Arap ve uluslararası arenadaki konumlarını ve kendileri hakkındaki algılarını ne kadar etkilerdi?

İşgalden sonra Filistinlilerin toprak haklarını teyit etmek için Filistin siyasi düşüncesindeki bu boşluğu doldurmak her halükarda mümkün ve elverişli hale geldi, ancak bu çok geç ve insani, maddi ve siyasi olarak çok ağır bedellerle, Arap, uluslararası ve İsrail gerçeklerinin imkansızlığı altında gerçekleşti.

Tüm bunlardan, birçok değişimin Filistin siyasi düşüncesindeki karışıklığı yansıttığı görülebilir. Bu karışıklık, Filistin, İsrail, Arap ve uluslararası koşulların ve verilerin değişmesi sonucu Filistin'in ulusal haklarının aleyhine gelişti. Bu durum, hedefler ile gerçekler, adalet ile imkânlar, hak ile hakka sahip olma gücü arasında büyük çelişkiler olduğunu ortaya koydu.

Netanyahu-Smotrich-Ben Gvir hükümeti, siyasi ve ekonomik araçların yanı sıra yerleşim birimleri ve silah gücüyle, uzlaşmada veya bölgenin bölgesel yapısında Filistin unsurunu ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımını sürdürüyor.

Örneğin, 1960'lı yılların sonlarında ve 1970'li yılların başlarında Filistinliler arasında hakim olan eğilimler, Filistin'in tam olarak kurtarılması dışında tüm alternatif çözümleri açıkça reddediyor, aynı zamanda ‘5 Haziran 1967 saldırısından sonra işgal altındaki topraklarda sahte bir Filistin varlığı oluşturmaya yönelik şüpheli çağrıları’ reddetmeye çağırıyordu.

Bu, İsrail devletine meşruiyet ve kalıcılık kazandırır ki bu da Filistin halkının tüm vatanı Filistin'de yaşama hakkıyla tamamen çelişir. Bunun yanında, Filistin Ulusal Konseyi'nin 1968 yılında Kahire’de yapılan dördüncü oturumunda, 5 Haziran'dan sonra işgal altındaki topraklarda İsrail'in Filistin devrimine karşı koymak için dayandığı bir Filistin Arap yönetimi oluşturuldu. Böylece, Kahire’deki 1972 tarihli 10’uncu oturumda “Filistinlilerin vatanını kurtarma davasını ortadan kaldırmayı veya bu davayı Filistin topraklarının bir kısmında Filistin devleti veya oluşumları projeleriyle çarpıtmayı amaçlayan tüm uzlaşı projelerine karşı mücadeleye devam etme” kararı alındı.

Ancak Filistinli liderliği, Oslo Anlaşması'nı imzaladı ve devletten daha az bir yapı olan Filistin Yönetimi'ni kurdu. Bu karar, Ramallah'ta düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi’nin 1996 tarihli 21’inci oturumunda onaylandı. Daha sonra Ulusal Konsey, 2018 yılında Ramallah’ta yapılan 23’üncü ve son oturumunda bunu tekrarlayarak, daha önce kabul edilen tüm kararları gözden geçirdi. Son oturumda alınan kararda, “Halkımızın ve devletimizin İsrail ile ilişkisi, halkımız ve işgal altındaki devletimiz ile işgalci güç arasındaki çatışmaya dayalı bir ilişkidir ve bununla çelişen tüm taahhütlerin yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Doğrudan hedef, Filistin devletinin bağımsızlığıdır. Bu hedef, özerk yönetim aşamasından bağımsızlık için mücadele eden devlet aşamasına geçmeyi ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin egemenliğini somutlaştırmaya başlamayı zorunlu kılıyor” denildi.

fvghyju
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, ABD Başkanı Bill Clinton ve İsrail Başbakanı İzak Rabin, Beyaz Saray bahçesinde Oslo Barış Anlaşması'nı imzalarken, 13 Eylül 1993 (AFP)

Filistinliler, Filistin siyasi düşüncesinin tüm gerilemeleri ve gözden geçirmelerine, uluslararası toplumun ve İsrail'in güvenini kazanmak için yapılan tüm girişimlere rağmen nehirden denize kadar Filistin'in her santimetrekaresi için mücadeleye devam ediyorlar. Netanyahu- (Betzalel) Smotrich- (Itamar) Ben-Gvir hükümeti altında, siyasi ve ekonomik araçlarla, yerleşim birimleriyle ve silah gücüyle, uzlaşmada veya bölgenin bölgesel yapısında Filistinlilerin varlığını ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımlarını sürdürüyor.

Filistin devleti hedefi, Filistin liderliğinin gündeminde ve uluslararası gündemde meşru bir hedef olarak kalmaya devam edecek olsa da en azından öngörülebilir gelecekte bu hedef bir proje olarak kalacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.