Sudan’da göstericiler için silahlı mücadele seçenek mi?

Artan şiddet ortasında Sudan devriminin silahlanma olasılığı nedir? Gösteriler sırasındaki cinayetleri soruşturmak için birkaç komite kuruldu, ancak sonuçları henüz ortaya çıkmadı

Hartum'da sivil itaatsizlik kararı sonrası gösteriler düzenlendi (Arşiv-AFP)
Hartum'da sivil itaatsizlik kararı sonrası gösteriler düzenlendi (Arşiv-AFP)
TT

Sudan’da göstericiler için silahlı mücadele seçenek mi?

Hartum'da sivil itaatsizlik kararı sonrası gösteriler düzenlendi (Arşiv-AFP)
Hartum'da sivil itaatsizlik kararı sonrası gösteriler düzenlendi (Arşiv-AFP)

Cemal Abdulkadir el-Bedevi
Sudan’da devam eden halk protestoları, özellikle de en az 7 kişinin öldüğü ve 100’den fazla kişinin yaralandığı 17 Ocak gösterilerinden sonra baskı ve şiddetin artması ortasında dördüncü ayına girdi. Gösterilerin başladığı 25 Ekim’den bu yana toplam ölü sayısı 70’i aştı. O günden bu yana siyasi söylem, ‘çöküşün sonuçları, en tehlikeli dönemeç, nefret söylemi, şiddete kayma ve uçurumun eşiğine gelme’ gibi birçok uyarı ve korku ifadesiyle doldu. Nihayetinde Sudan devrimini silahlandırmak terimi, ciddi sonuçlara ilişkin korkular ve uyarılarla öne çıktı.

Güvenlik ve koruma
Silahlandırma terimi, listeye dahil olduktan sonra hem yerel hem de uluslararası açıdan da dile getirilmeye başladı. Yürüyüş eylemlerini güvenlik altına almak ve devrimcileri korumak için seçenekler hususunda konuşulurken, göstericiler ve güvenlik yetkilileri arasında ‘aşırı şiddet kullanımına’ ilişkin karşılıklı suçlamalar yapılıyor. Öyle ki söz konusu aşırı şiddet, gösteriler sırasında çok sayıda ölüme yol açtı.
Gösteriler sırasında eylemciler ve güvenlik güçleri mensupları tarafından işlenen cinayetleri araştırmak üzere de çeşitli komiteler kuruldu. Ancak cinayetlere karışan faillerin kimliklerine yönelik sonuçlar henüz ortaya çıkmadı. Aynı şekilde üçüncü bir tarafın varlığı ve güvenlik birimlerinin ‘suçlamayı kendilerinden uzaklaştırma ve kendilerini aklama’ çabaları hakkında tartışmalar devam ediyor.
Sosyal medya organlarında da gösterilerdeki bazı silahlı hareketlerin unsurlarını ‘üçüncü taraf teorisi kisvesi altında’ suçlayan çok sayıda ifade mevcut. Bunların başında Sudan Kurtuluş Ordusu’na yönelik, ‘uluslararası müdahale çağrısı yapmak amacıyla Hartum’da ayaklanma, kaos ve şiddete teşvik’ suçlamaları yer alıyor.

Avrupa’nın endişeleri
Bu konudaki en son uyarılar, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) geçen hafta 20 Ocak Perşembe günü gerçekleştirdiği bir toplantıda geldi. AP, Sudan’da devam eden protestoların akıl almaz sonuçlara yol açabilecek şiddetli bir harekete dönüşeceği uyarısında bulundu. AP, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine ‘internet izleme teknolojisi de dahil, Sudan’a her türlü güvenlik ekipmanı ihracatı, satışı, modernizasyonu ve bakımına’ yasak getiren bir karar taslağını onayladı. AP, kararının, Sudan ordu komutanı Abdulfettah el-Burhan’ın 25 Ekim’de ortaya koyduğu uygulamalardan kaynaklandığını söyledi.
Bu noktada, gösteri ve protestoların bazı ‘Arap Baharı’ ülkelerindeki senaryolara benzer şekilde Sudan devrimini silahlandırmaya dönüşme olasılığı hakkındaki sorular askıda kaldı.
Sosyal medya organlarındaki suçlamalar, Abdul Vahid Muhammed Nur liderliğindeki Sudan Kurtuluş Ordusu’nun, ‘karakollara saldırmak, güvenliği istikrarsızlaştırmak ve dış müdahale çağrısı yapmak’ amacıyla hareketin bayraklarını ve sloganlarını yükselterek, gösterilere katılan unsurlarını silahlandırmaya çalıştığını gösteriyor.

Hareketin rolü
Barış anlaşmasını imzalamayan ‘Sudan Kurtuluş Ordusu’ hareketi sözcüsü Muhammed Abdurrahman en-Nayer, harekete yöneltilen suçlamaları yalanlarken, “Düşmanlarımız, delil ve mantıktan yoksun suçlamalar yapmaktan başka bir şey ortaya koymadı. Bu suçlamalar, yalnızca yalan olmakla kalmayıp, şanlı Aralık devriminin hedeflerine bağlılığımızı ve sivil ve demokratik alternatifi oluşturmak için tüm barışçıl yollarla darbeye karşı direnişimizi artırıyor” dedi. Nayer, hareketin üyelerinden grupların Sudan’ın tüm şehir ve bölgelerindeki gösterilere ve yürüyüşlere katıldığını belirtirken, hareketin ‘birçok siyasi güç ve hareketin belgeleri yakıldıktan sonra Sudan arenasında önemli bir oyuncu haline geldiğini’ söyledi. Sözcü, “Askeri bileşenle pazarlık belgesini imzalayarak devrimi raydan çıkarma, şu anda olan her şeyin doğrudan nedenidir” ifadelerini kullandı.
Hareketin Sözcüsü, “Bu suçlamaların arkasındaki temel neden, hareketin her türlü uzlaşmayı reddeden ilkeli duruşu ve devrimin hedeflerine bağlı kalmak için her türlü baskı ve ayartmaya karşı direnmesidir. Bu durum, ona devrimcilerin ve Sudan halkının güvenini kazandırdı ve onu direniş mızrağının başı yaptı” şeklinde konuştu. Muhammed Abdurrahman en-Nayer ayrıca, ülke genelindeki Sudan halkına da ‘barışçıl direnişi sürdürme, sivil yönetimi onarma ve demokratik geçiş sürecine kadar sivil itaatsizlik ve kapsamlı bir siyasi grev ilan etme’ çağrısı yaptı.
Öte yandan Sudan Barışı için Cuba Anlaşması’nı imzalayan Tamazuc Hareketi Sözcüsü Muhammed Musa Badi, hareketin ‘gösterilerin bastırılmasında yer aldığı veya gösterilere organize bir şekilde katılan herhangi bir yandaşının bulunduğu’ iddialarını yalanladı. Hareketin her iki duruma da itilmeyi kabul etmediğini belirten Badi, “Hareketin yönü, devrimi ve hedeflerini desteklemektir. Devrimcilerin zulmüne karşıdır” dedi. Sözcü, “Güvenlik birimleri, baskıda ne kadar aşırıya kaçarsa kaçsın, Sudan devriminin bileşenlerinin onu silahlandırmaya başvurması pek olası değil” diyerek, ‘Ömer el-Beşir’i deviren aynı barış silahıyla’ devrimin amaçlarına yakın zamanda ulaşılacağına dair inancını dile getirdi.

Senaryolar
Bu atmosfer ortasında güvenlik ve siyasi analist Tümgeneral Emin Maczub, şiddetin çözüme yol açmayacak bir şekilde devam etmesinin tehlikesine karşı uyardı. Sudan’ın şu anda çatışma yolunda olduğunu söyleyen Maczub, Omdurman’daki ‘Erbain’ caddesindeki düzenli güçlere karşı ateşli silahlar ve mermi kullanmakla suçlanan ‘üçüncü tarafın’ varlığına işaret eden resmi verilen, bu çatışmanın göstergesi olduğunu vurguladı.
Maczub, Sudan’da gizlenen ve ülkedeki iç durumu havaya uçurmakla ilgilenen iç ve dış tarafları suçlarken, bu tarafların kim olduğunu ise belirtmedi. Tümgeneral Emin Maczub, bu güçlerin ve iç tarafların bazılarının, kaybettikleri yönetimlerini geri kazanmaya çalıştıklarını ve bazılarının tarihlerinde ilk kez ülkeyi yönetmeye çalıştıklarını söyleyerek, “Bu taraflar, bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarları için vekaleten hareket eden bazı kurumların varlığının yanı sıra, kendisi için kuluçkalar bulmaya ve Sudan’da ekonomik, ticari, güvenlik ve askeri çıkar ve emellere ulaşmaya çalışıyor” dedi.
Analist, silahlı çatışma için baskı yapan tarafların, insani bir şemsiye altında Birleşmiş Milletler (BM) ve Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) müdahale çağrısı yapmayı planladığını ve ardından Sudan’ın başarısız bir devlet olarak sınıflandırılacağını ifade etti. Maczub, “İşler kötüye giderse durum, liderliği kabul etmeyen bir halk, iradesini tanımayan bir liderliğe dönüşecektir” diyerek, barışçıl devrime karşı şiddet kullanımının ve aşırı baskının devam etmeyeceğini savundu. Tümgeneral Emin Maczub, işlerin daha çok ileri gitmesi halinde isyancıların direniş için silahlanacağına dair uyarı yaparak, “Uluslararası toplumu, tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte, Sudan krizinin taraflarını ‘bu çıkmazdan kurtulmak için oturmaya, müzakere etmeye, bir irade göstermeye ve objektif tavizler vermeye’ çağırmaya iten de budur” açıklamasında bulundu.

Erken uyarılar
Halk hareketinin başkan yardımcısı olan Yasir Arman, daha önce devrimi silahlandırma çağrılarının tehlikesi konusunda uyarıda bulunmuştu. Arman, silahlı mücadelenin Angola, Mozambik ve Ruanda gibi birçok Afrika ülkesinde demokratik bir tecrübeye yol açmadığını belirterek, silahlı mücadelenin ‘esasına göre var olduğunu ve devam edeceğini’ vurguladı. Arman ayrıca, devrimcilere yönelik mesajında ise “Kendi tecrübemden yola çıkarak gençlere söylüyorum ki, barış yolunu takip edin, çünkü iyi bir ulusal kadere ulaştıran tek şey budur” dedi.
Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) Sözcüsü Vecdi Salih, düzenlediği basın toplantısında demokratik dönüşüm karşısında duran, Sudan devrimini çerçevesinden ve barışçıl yaklaşımından çıkarmak isteyen, adını vermediği uluslararası güçlere dikkati çekerek, “Ancak kaosa girmeyeceğiz” dedi.

Gösterilerin güvenliğini sağlamak
Resmi açıdan ise İçişleri Bakanlığı, birçok defa açıklama yaparak, hareketin liderlerini gösterilerin güvenliğini sağlama konusunda oturmaya ve koordine sağlamaya çağırdığını yineledi. Bakanlığın çağrısı yoğun bir muhalefetle karşılandı.
Polis kuvvetleri basın ofisi, göstericiler arasındaki davetsiz misafirlere dikkati çekerek, bu tarafların organize bir taktikle kuvvetleri sabote etme ve kuvvetlere saldırma eğiliminde olduğunu vurguladı.
Son üç aydır Hartum ve bazı şehirler, sürekli olarak sivil yönetim ve ordunun kışlaya geri dönmesi çağrısında bulunan kitlesel halk protestolarına tanık oluyor.
Direniş komiteleri ve harekete önderlik eden Sudan Meslek Odaları Birliği’nin koordinasyonu, gösterilerin ‘askeri yönetimin devrilip siyaset sahnesinden çekilinceye kadar’ devam edeceğini gösteriyor. Diğer taraftan ise derinleşen siyasi krizden bir çıkış yolu bulmak amacıyla BM, Sudanlı taraflar arasında diyalog girişimi çerçevesinde siyasi güçlerle istişarelere başladı.



İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir


Tedmür'de ortak devriyeye düzenlenen saldırıda Suriyeli ve Amerikalı personel yaralandı

 Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)
Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)
TT

Tedmür'de ortak devriyeye düzenlenen saldırıda Suriyeli ve Amerikalı personel yaralandı

 Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)
Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)

Suriye güvenlik kaynakları bugün, Suriye güvenlik güçleri ile ABD kuvvetlerinin, ülkenin orta kesimindeki Tedmür kentinde ortak devriye sırasında silahlı saldırıya uğradığını bildirdi.

Suriye resmi haber ajansı SANA’ya konuşan bir güvenlik kaynağı, saldırıda Suriye güvenlik güçlerinden iki kişinin ve bazı ABD askerlerinin yaralandığını, saldırıyı gerçekleştiren kişinin ise öldürüldüğünü açıkladı.

Kaynak, olayın ardından ABD’ye ait helikopterlerin yaralıları et-Tanf Üssü’ne tahliye ettiğini belirterek, saldırının nedenleri ve koşullarına ilişkin henüz bilgi bulunmadığını ifade etti.

Olay nedeniyle Deyrizor-Şam uluslararası kara yolunda trafiğin geçici olarak durdurulduğu, bölge semalarında ise yoğun hava hareketliliği yaşandığı kaydedildi.