Lübnan, Körfez'den "ilişkilerin tesisi" için gelen mesaja 5 gün içinde yanıt verecekhttps://turkish.aawsat.com/home/article/3433606/l%C3%BCbnan-k%C3%B6rfezden-ili%C5%9Fkilerin-tesisi-i%C3%A7in-gelen-mesaja-5-g%C3%BCn-i%C3%A7inde-yan%C4%B1t
Lübnan, Körfez'den "ilişkilerin tesisi" için gelen mesaja 5 gün içinde yanıt verecek
AA
Beyrut/AA
TT
TT
Lübnan, Körfez'den "ilişkilerin tesisi" için gelen mesaja 5 gün içinde yanıt verecek
AA
Lübnan Dışişleri Bakanı Abdallah Buhabib, Kuveyt'in Körfez-Lübnan ilişkilerinin yeniden tesisi için gönderdiği mesaja, 29 Ocak'a kadar yanıt vereceklerini belirtti.
Lübnan resmi ajansı NNA'da yer alan habere göre, Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile Buhabib, başkent Beyrut'taki Baabda Sarayı'nda, Kuveyt Dışişleri Bakanı Ahmed Nasır Muhammed es-Sabah'ın dün getirdiği mesajı görüştü.
Buhabib, Körfez'den gelen "mesaj" için istişarelerin yarın başlayacağını ve 29 Ocak'a kadar da bu konuda net tavrın belirleneceğini kaydetti.
Hizbullah'ın silahsızlandırılması şartı
Yerel medyada yayımlanan haberlerde, Kuveyt Dışişleri Bakanı Sabah'ın, Körfez-Lübnan ilişkilerinin yeniden tesisi için ilettiği mesajda bazı şartların öne sürüldüğü aktarıldı.
Mesajda, "Hizbullah'ın silahsızlandırılması, Lübnan ordusu ve güvenlik güçlerinin tüm liman ve sınır kapılarını denetimine alması, Körfez ve Lübnan arasında güvenlik iş birliğinin yapılması, 1989'da imzalanan Taif Anlaşması'nın tüm maddelerinin yerine getirilmesi, Lübnan'daki seçimlerin vaktinde yapılması ve Körfez ülkelerine herhangi bir fiili ve sözlü saldırı girişiminde bulunulmaması" gibi maddelerin yer aldığı iddia edildi.
Lübnan ve Körfez arasında Ekim 2021'de yaşanan gerilimin ardından ilk üst düzey ziyaret, Kuveyt Dışişleri Bakanı Sabah tarafından 22-23 Ocak tarihlerinde gerçekleştirilmişti.
Sabah, ziyareti kapsamında Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Başbakan Necib Mikati, Meclis Başkanı Nebih Berri ve mevkidaşı Abdallah Buhabib ile görüşmüştü.
Sudan'daki insansız hava aracı (İHA) savaşı birçok kamu tesisini tahrip etti. (Reuters)
Fransız haber ajansı AFP'ye konuşan askeri kaynaklar ve tanıklar, bugün Sudan'ın başkenti Hartum'a insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenlendiğini ve söz konusu saldırıların patlamalara neden olduğunu bildirdi.
‘Hava savunma sistemlerinin İHA’ların çoğunu düşürdüğünü’ doğrulayan askeri kaynaklar, “Aralarında kamikaze İHA’ların da bulunduğu on tanesi, Omdurman'ın kuzeyindeki Sarkab ve Halid bin Velid kamplarına saldırdı” dedi.
Omdurman sakinleri olan tanıklar, sabahın erken saatlerinden itibaren şehir üzerinde uçan İHA’ları gördüklerini ve kuzeyden gelen şiddetli patlama sesleri duyduklarını belirtti.
Yaser Arafat'ın yeğeni, savaş sonrası Gazze'ye yönelik planla Batı Şeria'ya geri döndühttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5197530-yaser-arafat%C4%B1n-ye%C4%9Feni-sava%C5%9F-sonras%C4%B1-gazzeye-y%C3%B6nelik-planla-bat%C4%B1-%C5%9Feriaya-geri
Yaser Arafat'ın yeğeni, savaş sonrası Gazze'ye yönelik planla Batı Şeria'ya geri döndü
Filistinli siyasetçi Nasır el-Kudva, 13 Ekim 2025'te Batı Şeria'nın Ramallah kentinde Reuters'a verdiği röportajda konuşuyor. (Reuters)
Merhum Filistin lideri Yaser Arafat'ın yeğeni Nasır el-Kudva, dört yıllık sürgünün ardından Batı Şeria'ya döndü ve Gazze Şeridi'nde barışı sağlamak ve Hamas'ı bir siyasi partiye dönüştürmek için bir yol haritası getirdi. El-Kudva, yönetimi desteklemeye hazır olduğunu açıkladı.
Mevcut Filistin liderliğinin en önde gelen eleştirmenlerinden biri olan el-Kudva, ‘ülkedeki yolsuzlukla ciddi bir şekilde mücadele’ çağrısında bulundu. Abbas başkanlığındaki Fetih Hareketi’nin köklü bir reforma ihtiyacı olduğunu ve İsrail işgali altındaki Batı Şeria'da Yahudi yerleşimcilerin şiddetine karşı daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini söyledi.
El-Kudva, Reuters'a verdiği röportajda, “İlk görevimiz, kaybettiğimiz halkın güvenini yeniden kazanmaktır. Artık bu güvenin kalmadığını söyleyecek kadar cesur olmalıyız, çünkü açıkçası bu güven olmadan hiçbir şeyin anlamı yok” ifadelerini kullandı.
El-Kudva, Abbas'ın oylamayı iptal etmesine rağmen kendi seçim listesini yayınlama kararı nedeniyle amcası tarafından kurulan Fetih Hareketi’nden ihraç edildikten sonra 2021'de Batı Şeria'yı terk etmişti.
89 yaşındaki Abbas, ihraç edilen üyelere af çıkardıktan sonra geçen hafta el-Kudva'yı El Fetih'e yeniden kabul etti.
Gazze'de rol oynaması için baskı
El-Kudva'nın dönüşü, Filistin Yönetimi'nin (2007 yılında Hamas'a kaptırdığı) Gazze Şeridi'nde rol oynamaya çalıştığı bir dönemde, Abbas'a Filistin Yönetimi'nde uzun zamandır beklenen reformları gerçekleştirmesi için yeniden baskı yapılmasına denk geliyor. Bu baskı, İsrail'in itirazlarına ve ABD Başkanı Donald Trump'ın planında marjinalleştirilmesine rağmen devam ediyor.
Trump'ın savaşın sona erdiğini ilan etmesiyle Gazze Şeridi'ndeki yönetimin geleceği dikkatlerin odağı haline geldi. Anlaşmanın bir sonraki aşaması, Hamas'ın silahsızlandırılması ve 7 Ekim 2023'te İsrail'e saldırarak savaşı başlatan Gazze Şeridi'ndeki yönetiminin sona erdirilmesi taleplerini ele alıyor.
Trump'ın önerisi pek çok ayrıntı içermese de, Gazze'yi yönetmek üzere uluslararası denetim altında Filistinli teknokratlardan oluşan bir komite kurulması ve yeni Filistin polis gücünü desteklemek üzere uluslararası bir gücün konuşlandırılması vizyonunu içeriyor.
Filistinli analistler, Trump'ın planlarının nasıl gelişeceğine bağlı olarak, el-Kudva'nın Arap ülkeleriyle olan bağları, Hamas ile temasları, Arafat'ın yeğeni olması ve Han Yunus'ta doğmuş olmasından ötürü Gazze Şeridi'ndeki kökleri nedeniyle bir rol oynayabileceğini söylüyorlar.
72 yaşındaki el-Kudva, “Eğer bana ihtiyaç duyulursa, tereddüt etmeyeceğim” dedi.
Hamas'ı siyasi geçiş yapmaya çağırmak
El-Kudva'nın fikirleri, Hamas'ın Gazze Şeridi üzerindeki idari ve güvenlik kontrolünü sona erdirme ve silahlarını yeni bir yönetim organının kontrolü altına verme konusundaki taahhüdünün kapsamına odaklanıyor. Hamas, hükümette rol almaya hazır olmadığını açıkladı, ancak silahlarını teslim etmeyi reddetti.
İsrail ile Hamas arasında imzalanan ateşkes sırasında yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinliler, Gazze, 14 Ekim 2025 (Reuters)
El-Kudva, “Onlara siyasi olarak bir siyasi partiye dönüşme fırsatı verilmeli” dedi. Gazze'de Filistin Yönetimi'nin şu anda sahip olduğu varlıkların yeni bir polis gücü oluşturmak için kullanılması gerektiğini ve bölgedeki mevcut polis memurlarının kimliklerinin doğrulanabileceğini ve onların da istihdam edilebileceğini bildirdi.
Hamas için garantiler
El-Kudva, “Hamas, zulüm görmeyeceğini, bu çalışanların bir kısmına ikinci bir şans verileceğini, suikasta uğramayacaklarını ve siyasi hayata katılma fırsatı verileceğini anlamalı” dedi.
Filistinli bir ‘komiserler konseyinin’ Gazze Şeridi'ni yönetebileceğini kaydeden el-Kudva, “Abbas bu konseyin başkanını atayabilir ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi arasındaki bağı koruyabilir” dedi. Ancak el-Kudva, ‘Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'ni yönetmek için geri dönmesinin olası olmadığını’ ifade etti.
Uluslararası denetimin ‘iyi’ olacağını belirten el-Kudva, Gazze Şeridi'nin Filistinliler tarafından yönetilmesi ve 2006'da yapılan son seçimlerin tekrarlanabilmesi gerektiğini söyledi.
El-Kudva, bahsettiği yolsuzlukla ilgili ayrıntıları vermekten kaçındı, ancak yolsuzluğun boyutuna ‘şaşırdığını’ belirtti.
Siyasi analist Hani el-Mısri, Reuters'ın el-Kudva'nın El Fetih'e dönüşüyle ilgili sorusuna yanıt olarak şöyle dedi: “Nasır el-Kudva, Gazze yönetiminde rol oynaması düşünülen isimlerden biri olabilir, ancak bunun için El Fetih ve Hamas'ın yaklaşımlarında bir değişiklik olması gerekir. En azından bir tür Filistin konsensüsü olmalı.”
El-Mısri, “Filistinli bir konsensüs varsa, o zaman evet, Nasır bir rol oynayabilir. Konsensüs olmadan hiç kimse başarılı bir rol oynayamaz. Zorluklar büyük, en önemlisi de Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'ne dönmesini istemeyen İsrail” şeklinde konuştu.
7 Ekim sonrası öfke ve denge arasında Ürdünhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5197522-7-ekim-sonras%C4%B1-%C3%B6fke-ve-denge-aras%C4%B1nda-%C3%BCrd%C3%BCn
İsrail sınırındaki Karama kasabasında Filistinlilerle dayanışma gösterisi, 21 Mayıs 2021 (AFP)
Malik el-Asamne
Ürdün'deki manzara 7 Ekim 2023'ten bu yana önemli ölçüde değişti. Hamas'ın İsrail'e düzenlediği sürpriz saldırı ve ardından Gazze Şeridi'nde yaşanan şiddetli savaşın Amman'da yansımaları oldu ve birçok düzeyde karışıklığa yol açtı. Kamuoyunda artan öfke ve eşi benzeri görülmemiş diplomatik değişikliklerden, güvenlik ve ekonomik etkilerle ilgili endişelere kadar her düzeyde farklı tepkiler ortaya çıktı. Etkileri, halkın öfkesinin artmasından daha önce eşi benzeri görülmemiş diplomatik değişikliklere, güvenlik ve ekonomik etkilerle ilgili endişelere kadar her düzeyde farklılık gösterdi. Ürdün, sokakların nabzı ile devletin gereklilikleri arasında hassas bir denge kurulmasını gerektiren krıtik bir döneme girdi.
İçeride sokaklar kaynarken baskı artıyor
Filistin topraklarındaki olaylar, tüm sembolizmiyle, Ürdün'de günlük bir arada yaşamanın altında uzun süredir uykuda olan kolektif duyguları harekete geçirdi. İsrail’in Amman Büyükelçiliği çevresinde başlayan ve birçok şehre yayılan büyük çaplı gösterilerde, direnişi destekleyen ve İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişkileri reddeden sloganlar atıldı. İsrail ile imzalanan Barış Antlaşması’nın yanı sıra doğal gaz ve su anlaşmalarının iptalini talep eden sloganlar, sadece dindar ve muhalefet kanatlarından değil, ideolojik ayrımların ötesinde geniş bir kesim tarafından yüksek sesle atıldı.
Hükümet, kendisinin karşı karşıya kaldığı kaynayan sokaklara karşı güvenlik önlemleri alırken, siyasi mesajlar verdi. Yüzlerce gösterici tutuklandı. Bazı bölgelerde toplanma yasağı getirildi. Ancak aynı zamanda, iç gerilimleri kontrol altına almak amacıyla İsrail'e yönelik resmi söylemlerin tonunda belirgin bir katılaşma ve Gazze'ye yönelik bombardıman hakkında sert eleştirilerde bulunuldu.
Amman, iletişim kanallarını asgari düzeyde tutmaya özen gösterirken, sahada tam bir kopuşa veya gerginliğin tırmanmasına yol açabilecek adımlar atmaktan kaçındı. Barış antlaşması pratik olarak yürürlükte kaldı.
İç gerginlik sadece sahada kalmadı, siyasi partiler, sendikalar ve kamuoyunda önde gelen tanınmış kişiler, ihtiyatlı davranma eğiliminde olan çevrelerde bile halkın hoşnutsuzluğunun boyutunu yansıtan açıklamalar ve tutumlar sergilediler. Filistinlilere açıkça sempati duyuluyor ve perde arkasında önerilebilecek herhangi bir yeni yerinden edilme senaryosu kategorik olarak reddediliyordu.
Dışarıda ise öfke ve ihtiyat arasında diplomasi yürütülüyor
Ürdün, dış politika cephesinde önceki krizlere kıyasla daha katı bir tutum sergiledi. Ürdün’ün Tel Aviv Büyükelçisi geri çağrıldı ve karşılığında İsrail’in Amman’daki meslektaşından da başkenti terk etmesi istendi. Ürdün'ün yaşadığı ciddi su krizi nedeniyle ülke için çok önemli olan su ve enerji anlaşması da dahil olmak üzere ortak projeler askıya alındı. On yıllardır süren stratejik ilişkilerin gözden geçirilmesi de önerildi.
Amman'daki İsrail büyükelçiliği önünde protesto düzenleyen Ürdünlüler, 28 Mart 2024 (AFP)
Ancak tüm bu gerginliklere rağmen Amman, Tel Aviv ile asgari düzeyde iletişim kanallarını sürdürmeye özen gösterdi ve tam bir kopuşa veya sahada gerginliğin tırmanmasına yol açabilecek adımlar atmaktan kaçındı. Barış Antlaşması pratik olarak yürürlükte kalmaya devam etti. Güvenlik koordinasyonu, özellikle sınır, enerji ve su konularında arka kanallardan devam etti. Bu bir geri çekilme değil, kritik bir anda Ürdün liderliği tarafından seçilen ‘dengeli öfke’ stratejisinin parçasıydı. Bu güçlü diplomasi, Ürdünlü elitler arasında da yankı buldu. Zira bazıları bunu destekleyerek gerilimin daha fazla artırılmaması çağrısında bulunurken, bazıları bunun Ürdün’e tüm düzeylerde, hatta bir süre sonra olsa bile, yansımaları olacağından korkarak buna karşı çıktı ve aşırı ihtiyatlı davrandı.
Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen zirvenin en dikkat çekici anı, Kral 2. Abdullah’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya güvenmediğini, onun barış istemediğini ve iki devletli çözümü reddettiğini açıklamasıydı.
Stratejik analist Dr. Amir es-Sebayle, Ürdün diplomasisinin öfkesi ile siyasi gerginliğin maliyetinden kaçınmak için yeterli özeni göstermediğini düşünüyor. Dr. Sebayle’ye göre Ürdün’ün diplomatik gerginliğinin sonucu olarak gerçekte olan şey, işsizlik, yoksulluk ve aşırılıkçılık gibi iç sorunlar pahasına bölgesel krizin Ürdün'e aktarılmasıydı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre hatanın daha acil iç sorunlar pahasına özellikle Gazze ile ilgili bölgesel meseleye öncelik verilmesinde olduğunu düşünen Dr. Sebayle, Ürdün diplomasisinin gerginliği artırmasının, Ürdün içindeki Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) söyleminin işine yaradığını, resmi açıklamalarla Hamas’ın konumunu güçlendirdiğini ve ona güçlü bir destek verdiğini söyledi. Bunun sonucunda İhvan’ın ‘Hamas yanlısı’ kanadının parlamento seçimlerinde zafer kazandığını ifade eden Dr. Sebayle’ye göre bu politika, Ürdün'ün Gazze'deki çatışmanın bir parçası olduğu izlenimini yarattı, oysa gerçekte öyle değildi.
Ürdünlü siyasi analist ve akademisyen Dr. Nadya Saadeddin, Dr. Sebayle’nin görüşünün aksine, siyasi ve güvenlik sorunlarının Ürdün'ün seçeneklerini sınırladığını düşünüyor. Dr. Saadeddin’e göre Ürdün'ün iç istikrarı güçlendirme, ulusal güvenliği koruma ve Filistinlilerin haklarını destekleyen ilkeli tutumunu sürdürme çabaları ile İsrail'in düşmanca ve radikal davranışlarına karşı koyma girişimleri arasında denge kurma gayretlerinin kolay çabalar olmadığını söylüyor.
Siyasi çevrelerden gelen, yüksek maliyeti nedeniyle resmi tutumu yumuşatma çağrılarının durumun ciddiyetini ve ağırlığını yansıtmadığını düşünen Dr. Saadeddin’e göre bu çağrılar, işgalci İsrail’in suçlarına karşı halkın öfkesini ve daha güçlü bir tepki verilmesini talep eden sesleri de yansıtmıyor. İşgalin Gazze'de bu planı uygulamaya koyma çabaları ışığında, Filistinlilerin zorla yerinden edilmesine yönelik planın yeniden gündeme gelmesinin, Ürdün için kırmızı çizgi olan Batı Şeria'da yaşananların tekrarlanmasının önünü açarak, daha istikrarlı bir resmi tutumu pekiştirdiğini belirtiyor. Dr. Saadeddin, bunun yanında işgalci varlığın yetkilileri, Ürdün ve komşu Arap ülkelerini de kapsayan ‘Büyük İsrail’ gibi radikal planları benimsediklerine dikkati çekerek, bunun Ürdün için varoluşsal bir tehdit oluşturduğunu, Filistin davasını ortadan kaldırdığını ve bölgedeki Siyonist yayılmacı emelleri yeniden canlandırdığını vurguluyor.
Kral 2. Abdullah ve Netanyahu arasında biriken güvensizlik
Ancak, Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen zirvenin en dikkat çekici anı, Kral 2. Abdullah’ın ABD Başkanı Donald Trump'ın katıldığı ve ‘tartışmalı bir konuşma’ yaptığı zirve öncesi İngiliz Yayın Kurumu'na (BBC) verdiği röportajda, açıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya güvenmediğini, onun barış istemediğini ve iki devletli çözümü reddettiğini açıklamasıydı. İki devletli çözümün gerçek barışa giden tek yol olduğunu vurgulayan Ürdün Kralı, alternatiflerin devam eden şiddet ve herkes için ciddi sonuçlar olacağı uyarısında bulundu. Kral 2. Abdullah’ın açıklamalarında bir kez daha altını çizdiği Ürdün’ün bu tutumu, Trump'ın belirsiz planına karşı ihtiyatlılığı yansıtsa da Ürdün mevcut aşamada, Gazze'de acil ateşkes sağlayacak her türlü girişimi memnuniyetle karşıladı.
Ekonomi de şok dalgalarından etkilendi. Koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin ardından yavaş yavaş toparlanmaya başlayan turizm sektörü, rezervasyonlardaki düşüş ve gerginliğin Ürdün’e sıçrayabileceği endişesiyle ağır darbe aldı.
Netanyahu’ya karşı bu tutum aslında yeni değil. Kral 2. Abdullah daha önce kaleme aldığı ‘Son Şans’ adlı kitabında İsrail’in eski başbakanlarından Ehud Barak'ın Netanyahu hakkında, “Netanyahu hiçbir çukuru boş bırakmadı. En büyük sorun, bu çukura tek başına düşmeyip tüm ülkeyi de beraberinde sürüklemesi” dediğini aktarmıştı.
On üç yıl sonra Netanyahu'nun kendisinin düşmeye hazırlandığı çukur, yeni ayaklanmalara ve sonsuz savaşlara tahammül edemeyen bir dünyada, tüm bölgeyi içine alabilecek kadar büyük.
Netanyahu'nun yıllarca yavaş yavaş oluşturduğu aşırılıkçı politikaların birikimiyle ortaya çıkan ve aslında kaçınılmaz bir Filistin öfke patlaması olan bu son savaşın başlamasından sonra, Ortadoğu'nun modern siyasi tarihinde bu sorunlu ve rahatsız edici şahsı anlamaya çalışıyorum.
ABD Başkanı Donald Trump ve Kral 2. Abdullah, Şarm eş-Şeyh’teki Gazze konulu zirvede bir araya geldi, 13 Ekim 2025 (AFP)
Netanyahu, 1997 yılında, sakinliği ve barışa olan sarsılmaz inancıyla tanınan merhum Kral Hüseyin bin Talal gibi bir insanı, kendisine karşı sert bir mektup yazmaya iten bir karakter. Merhum kral mektupta şöyle diyordu:
“Eğer amacınız Filistinli kardeşlerimizi kaçınılmaz bir silahlı direnişe kışkırtmak ise o zaman tek yapmanız gereken, Filistinlilerin ve Arapların duygularını, öfkelerini ve çaresizliklerini hiçe sayarak, Filistin şehirlerini kuşatan ve suçlar işleyen güçlü ordunuzla durumu iyileştirmeden buldozerlerinizi önerilen yerleşim bölgelerine göndermek olacaktır. Bu da ezilen Filistinlilerin ülkelerinden ve atalarının ülkelerinden yeni bir göç dalgasına yol açabilir ve böylece barış süreci sonsuza dek sona erebilir... Neden barışta Filistinli ortaklarınız olarak adlandırdığınız kişilere sürekli ve kasıtlı olarak aşağılama uyguluyorsunuz?”
Kral Hüseyin bin Talal'ın biyografisinde, merhum Kralın adamlarına her zaman ‘Netanyahu'ya asla güvenmeyin’ dediğinden bahsediliyor. Birkaç gün önce Kral Abdullah’dan da aynısını duyduk. Bu bilgelik görüldüğü üzere köklü ve babadan oğula kalan bir miras.
Ekonomi ve toplum
Ekonomi de şok dalgalarından etkilendi. Koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin ardından yavaş yavaş toparlanmaya başlayan turizm sektörü, rezervasyonlardaki düşüş ve gerginliğin Ürdün’e sıçrayabileceği endişesiyle ağır darbe aldı. Otel doluluk oranları düştü ve turizm gelirleri önemli ölçüde azaldı, bu da kamu gelirlerine ve bu hayati sektördeki binlerce çalışanın gelirlerine yansıdı.
Yatırımcıların temkinli yaklaşımı ve piyasa güvenindeki göreceli düşüşün etkisiyle, yavaşlama bölgesel istikrarla bağlantılı diğer sektörleri de vurdu.
7 Ekim krizi, Ürdün'ün Filistin'in felaketlerine karşı sadece sessiz bir komşu olmadığını, aksine tarihinden, coğrafyasından ve demografik yapısından ayrılamayacak dikkatli hesaplarla etkilenen ve tepki veren bir aktör olduğunu ortaya koydu.
Halk düzeyinde, bu olay ulusal birlik duygusunu derinleştirdi, ancak aynı zamanda yerinden edilme senaryoları, dış baskılar ve boşuna çatışmalara sürüklenme olasılığı konusunda kronik endişeleri yeniden uyandırdı.
Ürdün toplumu savaşa sadece gösterilerle değil, popüler mahalleler ve topluluk grupları tarafından başlatılan bağış ve yardım kampanyalarıyla da güçlü bir tepki gösterdi. Bunun yanında Ürdün’ü kaldırabileceğinden daha ağır durumlara sürükleyebilecek aşırı duygusallığa karşı uyarıda bulunan sesler de yükseldi.
İmkansız zamanlarda sağlanabilecek denge
7 Ekim krizi, Ürdün'ün Filistin'in felaketlerine karşı sadece sessiz bir komşu olmadığını, aksine tarihinden, coğrafyasından ve demografik yapısından ayrılamayacak dikkatli hesaplarla etkilenen ve tepki veren bir aktör olduğunu ortaya koydu.
İç politikada devlet, istikrarı korumak ile halkın beklentilerine cevap vermek arasında karmaşık bir sınavla karşı karşıya kalırken dış politikada, siyasi olarak intihar etmeden öfke diplomasisi uygulayarak, kaynayan bölgede rasyonel bir arabulucu konumunu korudu.
Hareketlilik henüz sona ermedi, ancak 7 Ekim'den sonra işler eskisi gibi olmayacak. Ürdün daha uyanık, çevresinde olup bitenlere daha duyarlı hale geldi. Hareket alanının daraldığının, dengenin artık bir lüks değil, taviz verilemeyecek bir hayat-memat meselesi olduğunun daha çok farkına vardı.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة