Suudi Arabistan: Kuruluşundan modern zamanlara üç asırlık yolculuk

İlk Suudi devleti İmam Muhammed bin Suud tarafından kuruldu

Üçüncü Suudi devletinin başlangıcı ile Riyad'daki hükümet sarayı
Üçüncü Suudi devletinin başlangıcı ile Riyad'daki hükümet sarayı
TT

Suudi Arabistan: Kuruluşundan modern zamanlara üç asırlık yolculuk

Üçüncü Suudi devletinin başlangıcı ile Riyad'daki hükümet sarayı
Üçüncü Suudi devletinin başlangıcı ile Riyad'daki hükümet sarayı

Suudi Arabistan’ın kuruluşunun üzerinden yaklaşık üç asır geçti. Bu üç yüzyıl boyunca sadece Arap Yarımadası’nda değil, dünyanın farklı coğrafyalarında şiddetli fırtınalar yaşandı, ülkeler, imparatorluklar dağıldı, krallıklar devrildi. Bu devletlerin çoğu artık tarih kitaplarında kalmıştır. Tarihçiler Suudi Arabistan devletinin kararlı varlığını ve zamanın iniş çıkışları karşısında nasıl direnerek ayakta kalabildiğini göz önüne seriyor.
İlk Suudi devleti, Arap Yarımadası'nın ortasında el-Yemame bölgesinde Diriye diye adlandırılan küçük bir şehirde kuruldu. Diriye, tarım ve hayvancılığa elverişli olan Hanife Vadisi üzerine kurulmuş irili ufaklı yerleşim yerlerinden biriydi. Vadiye dağılmış bu şehirler ve kasabaların yer aldığı bölge şiddetli rüzgarlar, kamplaşmalar ve gerilimlerden bağışık değildi. Diriye ve yakınındaki yerleşimlerin her birini bağımsız bir siyasi varlık olarak adlandırabiliriz, nitekim bunlar toprağı süren, yöneten ve egemenlik sahibi küçük devletçikler olarak görülebilir. Bölgedeki her emirlik ya da topluluk, istikrara kavuşmak için var olma savaşı vermekteydi. Bu dar alandan kurtulmanın tek yolunun, diğerlerinin topraklarına doğru genişlemek olduğunu düşünen taraflar, çatışma ve savaşları körüklemekteydi.
Bir şehrin mahalleleri olarak tasavvur edebileceğimiz bölgedeki güç unsurları sürekli çatışma halindeydi. Savaşın galibi olmasa da çatışmayı kaybedenler haritadan siliniyor ve dönüşü olmayan bir şekilde tarih sahnesinden kayboluyordu.
Bir devletin kurulmasında, siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarı yakalayabilmesinde askeri güce sahip olması zorunluluktur. Ancak koruma ve genişleme potansiyeli sağlayan askeri güç yeterli değildir. Devletin kuruluşuna ve varlığını sürdürmesine katkıda bulunan birçok faktör vardır. Bunlardan konumuzla ilgili faktörler; ‘yönetim karizması’, ‘mekana güçlü bağlılık’ ‘fiili bağımsızlık’ ve nihayet devletin varlığıdır. Arap Yarımadası’nda, aşiret veya mezhep kimliğine dayanmadan devlet fikrini ve unsurlarını içinde taşıyan ailevi anlamda anayasa Hicri 850 – Miladi 1446 yılında, yani yaklaşık 600 yıl önce Diriye Şehir devletinde oluşturuldu. Kral Abdulaziz’in 12’nci kuşaktan dedesi olan Emir Mani el-Muridi Arap Yarımadası’nın doğusundan yola çıkarak, Beni Hanifeli atalarının topraklarına, ülkenin ortasında yer alan Necd’e geldi. O zamanlar merkezi bir devlet kurma istencindeydi ve görüşlerini paylaşmaya başlamıştı. Bu hayalini ‘Medine Devleti’ ya da Diriye Devleti olarak anılan ‘şehir devletini’ kurarak gerçekleştirdi. Hanife Vadisi’nde yer alan bu devletin istikrarı için şartlar elverişliydi, etrafı sulak tarım arazileriyle çevriliydi, hayvancılık için uygundu ve önemli kadim ticaret yollarından birinin merkezinde yer almaktaydı.
On dokuzuncu yüzyılda yaşayan ve 1880’de vefat eden tarihçi Raşid bin Ali bin Cureys, bu ‘şehir devleti’ ile ilgili şu sözleri kaleme almıştı: “Emir Mani el-Muridi ve oğlu Rebia’nın, Arap Yarımadası’nda bağımsız bir merkezi devlet kurma fikirleri açıktır. Mani’in torunu Musa bin Rebia ve oğlu İbrahim bin Musa da dedelerinin bu fikrinin taşıyıcısı olmuştur. Nitekim İbrahim bin Musa Necd Emiri olarak görülüyordu. Bunlar bağımsız Emirler idi, yani kimseye bağlı değildiler. Mani el-Muridi ve oğlu Rebia, ilk çıkış noktaları olan doğu bölgesini ve atalarının toprakları Necd’i içine alan bir devlet tahayyül etmekteydi. Musa bin Rebia ise tüm Arap Yarımadasının bağımsızlığını hedefliyordu”.
Şehir devleti Diriye’nin tarihsel süreçlerdeki konumunu takip edenler, zaman zaman etki alanının genişlediğini ve daraldığını görecektir. İmam Muhammed bin Suud bin Muhammed bin Mukrin, uzun yıllara dayanan tecrübelerin ışığında, inişlerden çıkışlardan ve siyasi istikrarsızlıklardan gerekli dersleri çıkarmış olmalı. İmam Muhammed bin Suud, Diriye’de 1679 yılında dünyaya geldi ve aynı şehirde 1765 yılında vefat etti. Muhammed bin Suud, dehası ve yoğun çabası sayesinde Diriye şehir devletini, tarihçilerin ilk Suudi devleti olarak andıkları ‘devlete’ dönüşmesini sağladı. Bu devletin kuruluşu Necd bölgesi için büyük bir olay anlamına geliyordu, ‘Diriye şehir devleti’ nüfuzunu genişleterek Arap Yarımadası’nın birçok bölgesini etkisi altına aldı. Hatta Irak ve Bilad-ı Şam’daki bazı aşiretler de zekatlarını bu devlete vererek bağlılıklarını bildirmişti. Bu devletin kurucuları devletin temellerini ve bölgesel istikrarı sağlama hususunda önemli gelişmeler kaydettiler. Ancak ‘Diriye şehir devleti’ yerel ve yabancı güçler tarafından sürekli tehdit altındaydı. Kurucu Muhammed bin Suud’un oğlu İmam Abdulaziz bin Muhammed Diriye’de kiralık bir katil tarafından gerçekleştirilen suikast sonucu vefat etti. İmam Abdulaziz, yönetim ve askeri dehasıyla Arap Yarımadası’nın en etkili liderlerinden biri olarak görülüyor. İmam Abdulaziz döneminde devletin sınırları Necd, Ahsa, Asir, Basra Körfezi sahilleri ve Hicaz’ın bazı bölgelerine kadar genişlemişti. Abdulaziz bu süreçte Osmanlı Devleti’nin valilerinin askeri müdahalelilerine karşı sert bir direniş gösterdi. Abdulaziz’in güçleri 1803’te Mekke-i Mükerreme’ye kan dökmeksizin girmeyi başardı.
Abdulaziz’den sonra yönetimin başına oğlu İmam Suud bin Abdulaziz bin Muhammed geçti. Kendisi (Büyük Suud olarak tanınır). İmam Suud babasının devlet nüfuzunu genişletme politikalarını sürdürdü ve yapısal reformlar yaptı. İmam Suud’un Arap Yarımadası’nın büyük çoğunluğunda nüfuzunu pekiştirmesi ve Hicaz’ı birleştirme yönünde önümlü adımlar atması Osmanlı Devleti’ni teyakkuza geçirdi. Valiler aracılığıyla sürdürülen askeri müdahalelerle Mekke ve Medine ele geçirildi ve Suud devletinin sonunu getiren sürece girildi.
İmam Suud 1814 yılında hayatını kaybedince yerine oğlu Abdullah bin Suud geçti. Abdullah bin Suud Osmanlı birliklerine karşı yedi yıl süren bir savaş verdi.  Kavalalı Mehmet Ali paşanın oğlu İbrahim paşa Diriye’yi kuşattı. Suudiler kenti kahramanca altı ay boyunca savunsa da esn nihayetinde İmam Abdullah bin Suud, 1818 yılında teslim olmak zorunda kaldı. İmam Abdullah önce Mısır’a, ardından başkent İstanbul’a götürüldü. Burada şekli bir yargılama sonucunda, nefretin derinliğini gösterircesine çirkin bir şekilde idam edildi. İbrahim Paşa’nın askerleri Diriye ve Necd bölgesinde çok sayıda kişiyi öldürdüler, yağmalar yaptılar, evleri yaktılar ve insanların mallarına el koydular. İbrahim Paşa 1819’da bölgeyi terk ederken ilk Suudi devleti çökmüş haldeydi.
Bir süre egemen olan kargaşadan sonra İmam Türki bin Abdullah bin Muhammed bin Suud, 1824’de Osmanlı güçleriyle çatışmaya girerek Riyad’ı geri almayı başardı. Böylelikle 2. Suud devleti kurulmuş oldu. Bu ikinci Suud devleti, İmam Abdurrahman bin Faysal’ın 1891’de Riyad’dan çıkarılmasıyla sona erecekti. Kral Abdulaziz bin Abdurrahman 1902 yılında Riyad’ı geri alarak 1902 yılında Suudi Arabistan Krallığı’nı kurdu. Üçüncü devletin kurucusu Kral Abdulaziz, modern anlamda bir devletin temellerini attı. Ardından gelen oğulları: Suud, Faysal, Halid, Fehd ve Abdullah’ın her biri devletin gelişmesi adına önemli ekonomik, toplumsal ve siyasi izler bıraktı. Selman bin Abdulaziz, Suud’un 7. Kralı olarak yönetime geldi, Prens Muhammed bin Selman ise veliaht olarak seçildi. Bu süreçte Suudi Arabistan’da çok önemli ekonomik, sosyal, siyasi atılımlar yapıldı. Bu atılımlar ve kapsamlı kalkınma projeleri, içeride ve dışarıda takdirle karşılandı. Aynı zamanda, geleceğin devletini inşa etmek için hayatın tüm yönlerine yönelik kapsamlı bir ulusal vizyon başlatıldı. Böylelikle Suudi Arabistan uluslararası arenadaki konumunu pekiştirdi.  



Suudi Arabistan Enerji Bakanı: OPEC+, ortaya çıkan koşulları dikkate alan güvenilir ve etkili bir ittifak

TT

Suudi Arabistan Enerji Bakanı: OPEC+, ortaya çıkan koşulları dikkate alan güvenilir ve etkili bir ittifak

Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman, St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu'nda konuşuyor. (X)
Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman, St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu'nda konuşuyor. (X)

Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman, OPEC+'nın ortaya çıkan koşulları dikkate alan güvenilir ve etkili bir ittifak olduğunu vurguladı.

Prens Abdulaziz bin Selman, dün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in selamlama konuşmasıyla açılan 28. St Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu'na katılımı sırasında yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Rusya her zaman egemen kalkınma ve ulusların kültürel ve medeni kimliklerine saygı ilkelerine bağlı kalmıştır. Başta BRICS grubu olmak üzere ortaklarımızla birlikte, her türlü ayrımcılık, dikta ve yaptırım baskısından uzak, eşit ve karşılıklı yarar sağlayan etkin bir uluslararası iş birliği sistemi kurma kararlılığımızı sürdürüyoruz.”

cdfvgthy
Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman, St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu'nda konuşuyor. (X)

OPEC+'nın kuruluşundan bu yana pek çok sorunu çözdüğünü vurgulayan Suudi Arabistan Enerji Bakanı, OPEC+'nın güvenilir ve etkili bir ittifak olduğunu ve güncel gelişmeleri büyük bir ilgiyle takip ettiğini söyledi.

Diğer yandan Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak istikrarlı bir petrol piyasasına duyulan ihtiyacı vurguladı. Novak, “Durumla ilgili herhangi bir gelişme beklememeli ve üretim hacimlerini arttırma ya da azaltma ihtiyacı olup olmadığı konusunda hayal kurmamalıyız” dedi.

dfgth
Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak (X)

Novak dün yaptığı açıklamada, Ortadoğu'da artan gerilime rağmen küresel petrol piyasasının bir denge durumunda olduğunu söyledi. Novak ayrıca, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Genel Sekreteri Heysem el-Gays ile de küresel petrol piyasasındaki durumu görüştü.

Rus hükümeti tarafından yapılan açıklamada, “İki taraf, özellikle Ortadoğu'da şiddetlenen çatışmalar ışığında küresel petrol piyasasındaki durumu ve hem ikili düzeyde hem de OPEC+ ittifak anlaşması çerçevesinde Rusya ile OPEC arasındaki iş birliğini ele aldı” denildi.

cvfdg
Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak ve OPEC Genel Sekreteri Heysem el-Gays (X)

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre İran OPEC'in üçüncü büyük üreticisi ve günde yaklaşık 3,3 milyon varil ham petrol pompalıyor. Ancak daha da önemlisi günde yaklaşık 19 milyon varil ham petrol ve petrol ürünü Hürmüz Boğazı'ndan geçiyor ve çatışmaların buradan ticaret akışını sekteye uğratabileceğine dair endişeler artıyor.

Küresel petrol fiyatları, İsrail'in cuma günü İran'a yönelik saldırısının ardından artışa geçti.

Shell CEO'su Wael Sawan, Ortadoğu'daki çatışmaların şiddetlenmesinin ‘küresel ticaret üzerinde büyük bir etkisi’ olabileceği uyarısında bulundu ve İsrail ile İran arasındaki çatışma şiddetlenirken petrol ve gaz devinin Ortadoğu üzerinden yaptığı sevkiyatlar konusunda ‘çok temkinli’ olduğunu söyledi.

Sawan, Tokyo'da düzenlenen bir endüstri konferansında yaptığı açıklamada, “Son birkaç gündür gerilimin artması esasen bölgedeki büyük belirsizliği arttırdı” dedi.

Rusya Başbakan Yardımcısı Novak, Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattının satın alınmasıyla ilgili olarak Rus hükümetiyle herhangi bir temas kurulmadığını belirtti.

Kasım ayında Wall Street Journal gazetesi ABD'li yatırımcı Stephen P. Lynch'in 2022 yılında gizemli patlamalar nedeniyle hasar gören Baltık Denizi'nin altındaki boru hattını satın almak istediğini bildirmişti.

Rus gazını Avrupa'ya taşıyacak olan 11 milyar dolarlık Kuzey Akım 2 boru hattı projesi 2021 yılında tamamlanmış, ancak Ukrayna'daki çatışmanın patlak vermesi üzerine Batı ile gerilen ilişkiler nedeniyle hiçbir zaman devreye girmemişti.