Fransa ve ortakları Sahel’de kalmakla ve geri çekilmek arasında yol ayrımında

Fransa ‘Barkhane’ gücünün Mali’deki askeri tatbikatları (Reuters)
Fransa ‘Barkhane’ gücünün Mali’deki askeri tatbikatları (Reuters)
TT

Fransa ve ortakları Sahel’de kalmakla ve geri çekilmek arasında yol ayrımında

Fransa ‘Barkhane’ gücünün Mali’deki askeri tatbikatları (Reuters)
Fransa ‘Barkhane’ gücünün Mali’deki askeri tatbikatları (Reuters)

Her geçen gün Sahel’den Fransız yetkililere kötü haberler gelirken, bölgenin durumu da giderek daha kritik hale geliyor. Bu hafta başında meşru hükümetini deviren askeri darbenin ardından Burkina Faso; Mali ve Çad’ın ardından ordu kontrolünde yaşayan üçüncü ülke oldu. Her yeni gösteride Fransa karşıtı duygular yükselirken, Paris’in politikası ise bir yanda devrimcilerle uğraşma, diğer yanda da eski Afrika sömürgelerinde demokrasiyi teşvik etmeye olan bağlılık ihtiyacı arasında gidip geliyor.
İşleri daha da kötüleştiren şey, Fransa’nın 2013’ten bu yana özellikle Mali’de El Kaide ve DEAŞ terör örgütleriyle bağlantılı gruplara karşı savaşa dahil olması. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçen Haziran ayında Barkhane gücünü 2023 yılına kadar yarıya indirme, misyonlarını sona erdirme ve sorumluluğu Avrupa Takuba gücüne devretme planını duyurdu. Komando birimlerinden oluşan bu kuvvet, Malili güçlerin terörle mücadelelerinde onlara ‘ayak uydurmaya’ odaklanıyor. Paris, 14 Avrupa ülkesinin de buna dahil olduğunu söylerken, sayısının azlığını (bugün bin kişiden az) da birliklerini ülke dışındaki askeri görevlere göndermek isteyen bazı ülkelerdeki karmaşık yasal prosedürlere bağlıyor. Bu durum, pratikte söz konusu kuvvetin mevcut haliyle 5 bin 300 kişilik Barkhane kuvvetinin yerini almaya yetersiz olduğu anlamına geliyor.
Aynı şekilde İsveç, Mali’de faaliyet gösteren MINUSMA (Mali’de Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu) adlı uluslararası güce katılımıyla ilgili sorulara paralel olarak, bu yıl deniz katılımına (150 kişi) son vereceğini açıkladı. Nijer, İsveç gücünün kendi topraklarına transferini reddetti. İsveç açısından doğru olan, Takuba ve MINUSMA’ya katılan Almanya için de geçerli. Savunma Bakanı Christine Lambrecht, Berlin’in Mali’de ‘bin tanesi uluslararası gücün bir parçası’ olan bin 300 kişilik gücünün akıbetini ‘incelediğini’ söyledi.
İşin aslı şu, Paris’in ve beraberinde Mali’deki Avrupalı güç Takuba’nın karşısındaki zorluklar, Ağustos 2020’de Devlet Başkanı İbrahim Boubacar Keita’yı deviren askeri darbeyle başladı. Geçen yıl Mayıs ayında gerçekleşen ve Albay Asimi Guetta’yı askeri konsey başkanlığına getiren ikinci darbeyle daha da şiddetlendi. Son aylarda bir ölçüde halk desteğine sahip askeri cunta ile dışarısı arasında (spesifik olarak ‘Batı Afrika Ekonomik Topluluğu’ ile Fransa ve onun aracılığıyla Avrupa Birliği (AB) ile) bir ‘kol büküm’ süreci yaşanıyor. Afrika Grubu ve Avrupalılar, Bamako’ya ekonomik yaptırımlar uyguladı. Bu durum, Mali’ye ek yaptırımlar uygulamayı düşünen Avrupalılar tarafından desteklendi.
Paris ve beraberinde Avrupalılar, darbecilerin meşruiyetini sorgulamanın yanı sıra finans otoritelerinden iki şey alıyor. İlk olarak, yönetimi sivillere geri vermek için gelecek Şubat ayında genel seçimler yapma sözünün ihlali ve geçiş yönetiminin 5 ya da 6 yıl daha uzatılacağının açıklanması. İkincisi ise öncüleri ülkeye gelen Wagner milisleriyle anlaşma. Aslında son gelişme Paris’i ve Avrupa başkentlerini sıkıntıya sokuyor. Üst düzey Fransız makamları, Wagner’in gelişinin Barkhane’nin çıkışı anlamına geldiğini söylerken, Mali’yi radikal örgütlere ve Rus Wagner paralı asker ordusuna bırakmamak için pozisyonlarını inceliyor.
Geçen Temmuz ayında Paris’teki Şanzelize (Champs-Élysées) Bulvarı’nda her yıl düzenlenen geleneksel askeri geçit töreni vesilesiyle, Takuba kuvvetlerinin geçit töreni gerçekleşti. Durum, Fransa’nın, teröre karşı savaşında Avrupa dayanışmasını gösterme arzusu olarak yorumlandı. Mali’de Takuba’nın önündeki engeller birikirken, bu da Fransa Savunma Bakanı Florence Parly’nin geçen salı günü Avrupalı ​​ortaklarıyla Takuba’nın kaderini görüşmek üzere bir dizi istişare başlattığını açıklamasına neden oldu.
Ayrıca bir Danimarka gücünün Takuba’ya katılmak için Mali’ye gelmesiyle ilgili olarak Bamako ve Avrupalılar arasında bir tartışma baş gösterdi. Mali hükümeti, oldukça hızlı bir şekilde Kopenhag’a ‘konuşlanmanın rızası dışında yapıldığını’ öne sürerek, gücünü geri çekmesi çağrısı yaptı. Bu, Paris ve beraberinde Kopenhag tarafından yalanlanırken, Danimarka kuvvetlerinin konuşlanmasının Bamako’nın önceden onayıyla olduğu savunuldu. Danimarka Dışişleri Bakanı Jeppe Kofod’a göre Danimarka kuvvetlerinin gönderilmesi Bamako’nun ‘açık bir daveti’ sonrasında gerçekleşti. Fransa Savunma Bakanı, Danimarkalı Bakana ‘Danimarkalı ortaklarla dayanışmalarını’ dile getirdi. Söz konusu konuşlandırılmanın, Mali askeri grubunun güvencelerinin aksine yasal bir temele dayandığı belirtildi. Ayrıca geçen çarşamba gecesi, Takuba’ya dahil olan 14 Avrupa ülkesi, Kopenhag’ı desteklemek ve olayları yeniden perspektife sokmak için ayrıntılı bir açıklama yaptı. Fransa Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre uluslararası ortaklar, Mali geçiş makamlarının ‘Danimarka birliğinin konuşlandırılmasının yasal bir dayanak olmaksızın ve Malili hükümetinin onayı olmadan gerçekleştiğini’ açıklaması dolayısıyla üzüntülerini ifade etti. Açıklamada uluslararası ortakların ‘kalıcı barış ve istikrara ulaşma çabalarında ve terörle mücadelede Mali’yi ve halkını desteklemekle meşgul olduklarını’ hatırlatılırken, Bamako’ya da ‘bu durumu hızla çözme’ ve ‘diplomatik ve operasyonel iş birliğinin sağlam temellerine saygı duyma’ çağrısı yapıldı. Açıklamada ayrıca, Danimarka’nın terörle mücadeleye katkısının ‘bölge açısından kritik ve vazgeçilmez’ olduğu ifade edildi.
Açıklamada, iki taraf arasında daha önce yapılan yazışmalar da yer alıyor. Mali’nin 27 Kasım 2019’da Danimarka’ya resmi bir davetiye gönderdiği ve geçen yıl 29 Haziran’da Bamako’daki Danimarka Büyükelçiliğine resmi bir onay verildiği hatırlatılırken, Danimarka’nın askeri varlığının ‘yasal’ olduğu vurgulandı.
Ancak Bamako’nun Avrupa’nın açıklamasına farklı bir cevabı var. Öyle ki sınır dışı etme talebinin tekrarlandığını ve bu konuda ‘ısrarı’ içeren yeni bir açıklama yapıldı. İki taraf arasındaki eski yazışmalara da yer verildi. Açıklamaya göre Danimarka kuvvetlerinin konuşlandırılmasına izin veren bir ‘anlaşma’ yok ve Kopenhag, geçen Haziran sonunda Takuba’ya katılmak üzere bir kuvvet göndermesinin onaylanması için bir ‘taslak metin’ teslim etti.
Bamako, geçen Kasım ayında Danimarka tarafına yanıtını bildirdi ve içeriğin ‘incelendiğini’ belirtti. Bu durumda Danimarka, ‘resmi bir onay bekleyen’ bir konumda kaldı. Askeri Konsey, Danimarka Dışişleri Bakanı’nın tweetini eleştirirken, bunu ‘uygunsuz’ ve ‘şaşırtıcı ve kırgın’ olarak nitelendirdi ve Danimarka kuvvetlerinin gelişi için yasal bir dayanağın bulunmadığını bir kez daha vurguladı.
Geçen salı günü Fransa Savunma Bakanı, Bamako’nun Paris ile yapılan savunma anlaşmasını yeniden gözden geçirme ve Avrupa askeri uçaklarının kendi hava sahasında uçmasını önleme talebi de dahil olmak üzere askeri konseyin eylemlerini ‘kışkırtıcı’ olarak nitelendirdi. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly’e göre, Sahel’deki yeni duruma uyum sağlanması gerekiyor.
Paris’te Takuba’nın kaderinin, Fransa’nın Mali’deki ve genel olarak Sahel bölgesindeki askeri varlığı konusunda vereceği karara bağlı olduğuna dair bir kanaat var. Bölgede siyasi, stratejik ve ekonomik çıkarları olan Fransa’nın geri çekilmesi halinde hiçbir Avrupalı ​​gücün orada kalmayacağı kesin. Batılıların çıkışının, özellikle 3 ülke (Mali, Burkina Faso ve Nijer) olmak üzere Sahel’de faaliyet gösteren terör örgütlerinin ‘Fildişi Sahili, Gana ve Benin gibi Batı Afrika ülkelerinde daha fazla yayılmasına’ kapı açacağı korkusu hâkim. Ayrıca Avrupa birliklerinin geri çekilmesiyle Takuba’nın parçalanması, Paris’in planlarını sekteye uğratacak. Fransa ise gelecek baharda cumhurbaşkanlığı ve yasama seçimlerine hazırlanıyor.
Sorular, Fransa’ya insani ve maddi açıdan çok pahalıya mal olan bölgedeki askeri angajmanın sonuçları ve geleceği etrafında dönüyor. El Kaide ve DEAŞ’ın üst düzey kadrolarının ortadan kaldırılmasındaki yadsınamaz başarılara rağmen bunlar, Fransa makamlarının askeri olarak geri çekilmesini sağlayacak düzeyde değil. Bu nedenle Paris, en tatlısı da acı olan seçeneklerin eşiğinde.



Rusya Savunma Bakanlığı: Ukrayna'ya ait 65 İHA düşürüldü

Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)
Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)
TT

Rusya Savunma Bakanlığı: Ukrayna'ya ait 65 İHA düşürüldü

Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)
Rusya'nın Ukrayna'nın Ternopil kentindeki bir binayı füzeyle vurmasının ardından yükselen dumanlar (Reuters)

Rusya Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, Rus hava savunma sistemlerinin gece boyunca ülkenin farklı bölgelerinde Ukrayna’ya ait 65 insansız hava aracını (İHA) düşürdüğünü duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Sputnik’ten aktardığı açıklamada, düşürülen İHA’ların Kırım, Voronej, Ryazan, Bryansk, Belgorod, Tula, Lipetsk ve Tambov bölgeleri üzerinde etkisiz hale getirildiği bildirildi.

Savunma Bakanlığı verilerine göre, Voronej’de 18, Ryazan’da 16, Belgorod’da 14, Tula’da 7, Bryansk’ta 4, Lipetsk’te 3, Tambov’da 2 ve Kırım’da 1 İHA düşürüldü.

Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’daki savaşı sona erdirmeyi hedefleyen yeni planı, Rusya’ya ülkenin doğusundaki kontrolü altında olmayan bölgeleri devretmeyi ve karşılığında ABD’nin Ukrayna ve Avrupa’ya olası bir Rus saldırısına karşı güvence sağlamasını öngörüyor. Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre Beyaz Saray yetkilileri, savaş devam ederse Ukrayna’nın bu bölgeleri kaybedeceğini ve bu nedenle anlaşmaya varmanın ülke çıkarına olacağını belirtiyor.

Trump’ın 28 maddelik planına göre, Rusya Donbas olarak bilinen Luhansk ve Donetsk bölgelerinde fiilen tam kontrol sahibi olacak; Ukrayna’nın hâlâ kısmi kontrol sağladığı bu bölgelerden çekildiğinde ise bölge silahsızlandırılacak ve Rusya’nın asker konuşlandırmasına izin verilmeyecek.

Plan ayrıca, Herson ve Zaporijya bölgelerindeki mevcut kontrol hatlarının korunmasını ve Rusya’ya bazı toprakların müzakereler çerçevesinde devredilmesini öngörüyor.

Buna ek olarak plan, ABD ve bazı diğer ülkelerin Kırım ve Donbas’ı Rusya’ya ait topraklar olarak tanımasını kapsıyor; ancak Ukrayna’nın bunu resmi olarak kabul etmesi zorunlu kılınmıyor.


Pakistan, Afganistan sınırına yakın bir bölgede 23 militanın öldürüldüğünü duyurdu ve Hindistan'ı bu militanlara destek vermekle suçladı

Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)
Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)
TT

Pakistan, Afganistan sınırına yakın bir bölgede 23 militanın öldürüldüğünü duyurdu ve Hindistan'ı bu militanlara destek vermekle suçladı

Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)
Pakistan ordusu askerleri, Pakistan-Afganistan sınırına yakın Güney Veziristan'da bulunan bir askeri okula düzenlenen saldırının ardından hasar gören girişi koruyor. (AFP)

Pakistan güvenlik güçleri bugün, İslamabad'da 12 kişinin ölümüne neden olan ve Pakistan Talibanı (Tehrik-i-Taliban Pakistan) ile bağlantılı bir grup tarafından üstlenilen intihar saldırısından bir hafta sonra, Afganistan sınırına yakın iki operasyonda 23 militanın öldürüldüğünü açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre silahlı kuvvetler yaptığı açıklamada, militanların bu harekete veya ona bağlı gruplara mensup olduğunu belirterek, Hindistan'ı onlara destek vermekle suçladı.

Pakistan ordusu, operasyonların Hayber Pahtunhva eyaletinin Kurram bölgesinde gerçekleştirildiğini, bu bölgede sınır ötesi isyanların aktif olduğunu ve Taliban'ın 2021'de Afganistan'da yeniden iktidara gelmesinden bu yana durumun daha da kötüleştiğini belirtti.

x
İslamabad'da gerçekleşen intihar saldırısında hasar gören bir polis aracı (EPA)

Pakistan ordusu tarafından yapılan açıklamada, “Pakistan, ülke dışından desteklenen ve finanse edilen terör belasını ortadan kaldırmak için tüm gücüyle mücadele etmeye devam edecek” denildi.

İslamabad, Kabil'i, Pakistan'da ölümcül saldırılar düzenleyen silahlı grupları, özellikle de Pakistan Talibanı'nı barındırmakla suçluyor.

Pakistan, son aylarda Hindistan'a karşı sert bir tavır takınarak, kendisine karşı çıkan silahlı grupları desteklemekle suçluyor.

Afganistan ve Hindistan bu suçlamaları reddediyor.

y
İslamabad'daki mahkeme binası önünde patlamada hasar gören bir polis arabasının yanında duran Pakistanlılar (Reuters)

Söz konusu iki saldırı, 14 Kasım'da İslamabad'daki bir mahkeme binası önünde meydana gelen intihar saldırısında 12 kişinin hayatını kaybetmesi ve onlarca kişinin yaralanmasının ardından gerçekleşti.

Pakistan Talibanı ile bağlantılı bir grup saldırının sorumluluğunu üstlenirken, Pakistanlı yetkililer dört şüphelinin gözaltına alındığını doğruladı ve bunların Afganistan'daki Taliban'ın liderliğindeki bir hücreye ait olduklarını söyledi.

Pakistan ve Afganistan arasındaki ilişkiler, geçen ay sınır ötesi çatışmaların patlak vermesiyle kötüleşti. Bir hafta süren çatışmalarda 70’ten fazla kişi hayatını kaybetti.

İki ülke çatışmalarda ateşkes üzerinde anlaştı, ancak bunu kalıcı bir ateşkes haline getirmek için yapılan müzakereler başarısız oldu ve her iki taraf da başarısızlıktan birbirini sorumlu tuttu.


Washington'dan bir kare ve Suudi Arabistan-ABD ortaklığının kurumsallaşması

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)
TT

Washington'dan bir kare ve Suudi Arabistan-ABD ortaklığının kurumsallaşması

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Beyaz Saray’da, 18 Kasım 2025 (SPA)

Abdullah Faysal er-Ribah

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman bin Abdulaziz, yedi yıllık bir aradan sonra 18 Kasım 2025 tarihinde Washington'a geldiğinde, ABD-Suudi Arabistan ilişkileri tarihinin en önemli anlarından birine tanık oldu. Bu ziyaret, uluslararası gündem çerçevesinde gerçekleştirilen diplomatik bir toplantıdan öte, Veliaht Prens'in de belirttiği üzere resmi bir etkinlik ve ABD Başkanı Donald Trump'ın ‘geleceğin ortaklığı’ olarak adlandırdığı girişimin başlatılması için olağanüstü bir fırsattı.

Beyaz Saray'da Veliaht Prens Muhammed bin Selman onuruna verilen görkemli resepsiyon, ABD yönetiminin Riyad ile Washington arasında geçmişte yaşanan bazı gerginlikleri geride bırakma ve içerideki parti temelli bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Riyad ile ilişkileri eleştiren iç sesleri görmezden gelerek, karşılıklı ulusal çıkarlar temelinde ilişkileri yeniden teyit etme arzusunu yansıttığı şeklinde yorumlanabilir. Her partiye yakın medya kuruluşlarının, iktidardaki diğer partinin başarılarını küçümsemek amacıyla ona yönelik eleştirilerini rasyonel veya ahlaki gerekçelerle örtbas ettiği bilinen bir gerçektir. Demokrat Parti'ye yakın medya kuruluşları Trump yönetimine karşı tam da bunu yapıyor. Belki de Trump'ın bazı açıklamaları, ABD’nin önceliklerinin strateji ve büyük anlaşmalara odaklanacak şekilde yeniden düzenlenmesini amaçlayan siyasi bir açıklamaydı.

ABD’nin şirketlerine ve projelerine yaklaşık bir trilyon dolarlık yatırım yapmak, bu yatırımlardan fayda sağlayan bölgeleri temsil eden önemli eyaletler ve Kongre üyeleri de dahil olmak üzere, ABD içinde karmaşık bir çıkar ağı oluşturuyor.

Birkaç ay süren taslak müzakereler üzerine inşa edilen bu ziyaretin temelinde, Riyad'ın Washington ile ilişkisini Trump'ın ilk dönemini karakterize eden ‘geçici şahsi anlaşma’ düzeyinden, Kongre onayı gerektiren ‘bağlayıcı kurumsal anlaşma’ düzeyine taşımaya çalışması yatıyor. Bu değişim, siyasi veya müzakereye yönelik bir lüks değil, Krallık için kapsamlı bir dönüşüm sürecini temsil eden ve önümüzdeki on yıllar boyunca istikrarlı ve öngörülebilir bir güvenlik ortamı gerektiren Vizyon 2030 için stratejik bir gereklilik. Yakın tarih, bir başkanın yürütme emriyle imzaladığı yasayı, başka bir başkanın bir kalem darbesiyle iptal edebileceğini göstermiştir. İran nükleer anlaşması deneyimi, bölgede stratejik bir boşluk yaratan bu dramatik değişkenliğin en belirgin örneğidir. Bu yüzden Suudi Arabistan, Beyaz Saray’dan sadece bir söz değil, Kongre'den açık bir garanti talep etti.

Al Majalla tarafından yayınlanan bir önceki makalemizde, bu tarihi ittifakın ‘güvenlik karşılığında petrol’ denklemine dayandığını belirtmiştik. Ancak, Washington'ın enerji konusunda neredeyse bağımsız hale gelmesi ve 2019 yılında Abkayk ve Hureys petrol tesislerine düzenlenen saldırılarla ‘üstü kapalı güvenlik korumasının’ artık yeterince garanti edilemediği ortaya çıktıktan sonra bu denklem kırılgan hale geldi. Bu istikrarsızlık, ‘Vizyon 2030’ gibi büyük bir projeyi üstlenen ülke için artık kabul edilemez.

sdfv
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da yaptıkları görüşme sırasında (SPA)

Bu yüzden Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ABD ziyaretinin başlıca zorluğu, Riyad'ın ekonomik, askeri ve siyasi nüfuzunu kullanarak kalıcı bir kurumsal anlaşmaya varmayı başarması mı, yoksa geçici mega anlaşmalarla yetinmesi mi olacaktı? Bu makale, ‘başkanlık kararnamesi’ ile ‘kurumsal anlaşma’ arasındaki kavramsal çatışma çerçevesinde ziyaretin sonuçlarını analiz etmeyi amaçlıyor.

Birinci boyut: Ekonomik sıçrama

Ziyaretin en etkileyici yönü ekonomik boyutu oldu. Bu boyut, hem Trump’ın ‘anlaşma yapma’ zihniyetine hem de Suudi Arabistan'ın ‘ekonomik kurumsallaşma’ stratejisine mükemmel bir şekilde hizmet ediyor. 19 Kasım'da Washington'da düzenlenen devasa ortak yatırım forumuna tek bir paket olarak sunulan çeşitli yatırım alanlarına yönelik anlaşmanın duyurulması eşlik etti.

İşte bazı detaylar:

Bir trilyon dolarlık yatırım şoku ve taahhütlerin sağlamlaştırılması

Ziyaretin en önemli haberi, Suudi Arabistan tarafından daha önce açıklanan ABD’ye 600 milyar dolarlık yatırım planının dört yıl içinde 1 trilyon dolara çıkarılmasının açıklanmasıydı. Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF) aracılığıyla aktarılacak bu muazzam likidite, ABD'deki hayati öneme sahip stratejik sektörleri kapsıyor ve Suudi Arabistan'ın küresel ekonomideki rolünü sadece bir ‘petrol ihracatçısı’ olmaktan çıkarak ‘üretim ve inovasyon ortağı’ olarak yeniden tanımlıyor.

Ekonomik ve yasal etki ağı oluşturulması

ABD’nin şirketlerine ve projelerine yaklaşık bir trilyon dolarlık yatırım yapmak, bu yatırımlardan fayda sağlayan bölgeleri temsil eden önemli eyaletler ve Kongre üyeleri de dahil olmak üzere, ABD içinde karmaşık bir çıkar ağı oluşturuyor. Coğrafi olarak dağınık olan bu ekonomik baskı, Riyad'ın Washington'daki yasama alanında konumunu güçlendirmek için ideal bir araç. Buradaki ekonomik güç sadece finansal büyüklükte değil, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın çıkarlarının ‘ABD’nin kalbinde’ yer almasında yatıyor. Bu da ortaklığın korunmasını ABD Kongre üyeleri için en önemli öncelik haline getiriyor.

48 adet F-35A uçağının satışının onaylanmasıyla Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri, Arap dünyasında bu ileri teknolojiye sahip ilk hava gücü oldu.

Karşı garanti olarak Vizyon 2030’un gereklilikleri

Suudi Arabistan'ın mega projeler içeren Vizyon 2030, en az çeyrek asır boyunca istikrarlı ve öngörülebilir bir güvenlik ortamında başarılı olabilir. Bu miktarı ABD’ye yatırmak, anlaşmayı güvence altına almak için dolaylı bir baskı, çünkü Suudi Arabistan bu yatırımla aldığı riske karşılık güvenlik ortamının istikrarı konusunda en üst düzeyde kesinlik talep ediyor. Bu bir nevi ‘Sizin geleceğiniz üzerine bahis oynuyorsak, siz de bizim güvenliğimizi garanti etmelisiniz” demek oluyor. Bu tabir, Suudi Arabistan metodolojisinde radikal bir değişimi yansıtıyor. Geleneksel diplomasiye güvenmek yerine, Amerikan siyasetinin istikrarsızlığı karşısında sermayenin gücü ve modern devletin vizyonu müzakere araçları olarak kullanılıyor.

Nesil değişiminin temeli olarak yapay zeka ve nükleer alanda iş birliği

Anlaşmalar, ilişkilerin petrol bağımlılığından teknolojik ittifaka doğru kayışını teyit eden önemli ayrıntılar içeriyordu. Gelişmiş yapay zeka çiplerinin ihracatını kolaylaştırma ve ABD'nin yapay zeka altyapısına ortak yatırım yapma anlaşması, bu konuda atılmış önemli bir adımdı. Bu adım özellikle ABD ve Çin arasında bu sektördeki liderlik için yaşanan yoğun rekabet ışığında Suudi Arabistan’ı gelecekteki dijital ekonominin merkezine yerleştiriyor. Bu teknolojik anlaşmalar, Suudi Arabistan'ın artık sadece bir pazar değil, aynı zamanda gelecekteki teknolojilerde stratejik bir ortak olduğunu ve Asya'nın artan etkisine karşı ABD tedarik zincirlerini korumaya katkıda bulunduğunu dolaylı olarak kabul ediyor.

Öte yandan ivil nükleer alanında iş birliği konusunda yapılan ön anlaşma, ABD'nin Suudi Arabistan'ın belirli koşullara tabi olarak nükleer enerjiyi kullanma hakkını tanıdığını gösteriyor ve enerji karışımını çeşitlendirme ve emisyonları azaltma stratejisine hizmet ediyor. Bu teknolojik ve sivil başarı Vizyon 2030'un hedeflerine doğrudan hizmet ederken, Riyad'ın nihai güvenlik garantileri karşılığında masaya koyduğu bir dosya. Burada sadece teknik bir konu olarak nükleer enerji değil, aynı zamanda yeni Ortadoğu’nun talep ettiği gücün ve hakların kabulünün bir sembolü olarak da nükleer enerji üzerine bahis oynanıyor.

xcd
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Beyaz Saray'da onuruna düzenlenen akşam yemeğine katılırken, ABD Başkanı Trump ve eşi First Lady Melania tarafından karşılandı (SPA)

Ziyaret, en üst düzeyde ‘anlaşma’ sağlanmasında başarılı olurken Trump için büyük bir ‘teşvik’ oluşturdu. Ama bu sadece anlaşma için itici bir güç olmakla sınırlı ve anlaşmanın tamamının sonuçlandırılması anlamına gelmiyor. Trump trilyon dolarlık anlaşmayı şahsi bir başarı olarak görürken, Riyad bunu stratejik istikrarı sağlamak için kurumsal bir ivme olarak görüyor. İki taraf ayrıca, Suudi Arabistan'ın ABD'deki yatırımlarını önemli ölçüde artırma taahhüdünü teyit etti ve toplam yatırımları 600 milyar dolardan 1 trilyon dolara çıkarma sözü verdi. Bu hamle, stratejik ve ekonomik iş birliğine vurgu yapan iki ülke arasındaki ilişkilerde ‘yeni bir aşamanın’ başlangıcı olarak nitelendirildi.

İkinci boyut: F-35'ler ve caydırıcılığın güçlendirilmesi

Savunma dosyası, özellikle 142 milyar dolarlık silah paketi çerçevesinde Suudi Arabistan'a F-35 savaş uçaklarının satışı için nihai onayın açıklanmasından sonra, ziyaretin en öne çıkan ve tartışmalı konusu oldu. Bu anlaşma, 2017'de başlayan Suudi Arabistan'ın uzun süredir devam eden taleplerinin bir sonucu ve Washington'ın İran'a güçlü bir caydırıcılık mesajı verme arzusunu yansıtıyor. Lockheed Martin F-35 Lightning, beşinci nesil bir savaş uçağıdır ve Suudi askeri kapasitesinde büyük bir sıçrama anlamına geliyor. 48 adet F-35A uçağının satışının onaylanmasıyla Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri, Arap dünyasında bu ileri teknolojiye sahip ilk hava gücü oldu.

Trump her ne kadar F-35’lerin satışını kolaylaştırma gücüne sahip olsa da anlaşmanın hassas güvenlik yönleri, kurumsal ve yasal standartlara tabi olmalıdır.

Bilgi üstünlüğü ve caydırıcılık

F-35 savaş uçağı, Suudi Arabistan'a sadece hava üstünlüğü sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bilgi üstünlüğü ve önleyici caydırıcılık yeteneği de kazandırıyor. Gelişmiş sensör ve radar sistemleri (AN/APG-81) ile donatılan uçak, hedefleri tespit edebilen ve güvenli mesafelerden operasyonları yönlendirebilen bir ‘uçan komuta merkezi’ görevi görüyor ve balistik füzeler ve insansız hava araçları (İHA) gibi geleneksel ve geleneksel olmayan tehditlerin etkinliğini önemli ölçüde azaltıyor. Bu da Suudi Arabistan'ın caydırıcılık doktrinini, ABD’nin ‘koruma kalkanına güvenmekten, saldırganlara bedel ödetme konusunda kendi kendine yeterliliğe sahip olmaya’ doğru yeniden tanımlıyor.

Anlaşmanın bölgesel silahlanma yarışına etkisi

Bu anlaşma Körfez bölgesinde istikrarın sağlanması açısından önemli olsa da bölgedeki diğer ülkeler de benzer teknolojileri edinmeye veya eski hava savunma sistemlerini yenilemeye çalışacağından, kaçınılmaz olarak bölgesel bir silahlanma yarışını tetikleyecek. Beşinci nesil savaş uçaklarına geçiş, tüm bölgesel aktörlerin savunma ve saldırı stratejilerini gözden geçirmelerini gerektiriyor.

İsrail'in niteliksel üstünlüğü ve Çin ikilemi

Güvenlik tartışması, ABD’yi İsrail’in bölgedeki diğer ülkelere karşı askeri üstünlüğünü sağlamaya mecbur kılan 2008 Niteliksel Askeri Üstünlük Yasası'nda yatıyor. Burada Washington'ın karşı karşıya olduğu iki sorun ortaya çıkıyor. Bunlar İsrail'in konumu ve silahlarını yeni teknolojilere güncellemesi. İsrail, ABD-Suudi Arabistan arasındaki ittifakı memnuniyetle karşılasa da niteliksel üstünlüğünü sağlamak için F-35I filosunun güncellenmesi veya diğer gelişmiş silahların tedarik edilmesi gibi ek garantiler talep ediyor. Bu durum, iki önemli müttefikinin çıkarları arasında denge kurmak zorunda olan Beyaz Saray'a artı bir yük getiriyor. Suudi Arabistan ile yapılan anlaşmanın onaylanması, yasal gereklilikleri yerine getirmek için ABD'nin İsrail'in askeri kapasitesini artırma taahhüdünü yerine getirmesini gerektiriyor.

xsd
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman onuruna Beyaz Saray'da düzenlenen akşam yemeğinden (SPA)

Çin engeli ve teknoloji güvenliği: Güvenlik koşulları, teknolojinin Çin veya Rusya'ya aktarılmayacağına dair Suudi Arabistan'ın sıkı garantilerini içeriyordu ve ihlal durumunda uçağı devre dışı bırakmak için ‘kill switch’ (acil durdurma butonu) takılması olasılığı da vardı. Bu endişeler teorik değildir; bir ABD istihbarat raporu (13 Kasım 2025), özellikle Suudi Arabistan'ın BRICS grubuna katılması ve Çin para birimi (yuan) cinsinden işlemlerini artırmasının ardından Çin'in F-35 teknolojisini çalma riskine karşı uyarıda bulunmuştur.

Bu, Riyad için büyük bir zorluk teşkil ediyor, çünkü Riyad, Pekin ile büyüyen ekonomik ortaklığı ile teknoloji güvenliği konusunda müttefiki Washington ile stratejik dengeyi sürdürme ihtiyacı arasında bir denge kurmak zorunda.

Bu tartışma, başkanlık kararnamesinin sınırlarını ortaya koyuyor. Trump her ne kadar F-35’lerin satışını kolaylaştırma gücüne sahip olsa da anlaşmanın hassas güvenlik yönlerinin olmasından ötürü kolayca atlanamayacak kurumsal ve yasama denetiminden (QME ve Kongre incelemesi) geçmesi gerekiyor. F-35'lerin satışı, iki ülke arasındaki ‘ittifak’ ilişkisinde büyük bir sıçrama anlamına gelse de Riyad'ın aradığı bağlayıcı güvenlik garantisi değil.

Gazze’deki savaş ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine yeni bir boyut kazandırırken Suudi Arabistan, Abraham Anlaşmalarına katılmak için Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası ve istikrarın sağlanması için kendisinin desteğinin gerekli olduğunu açıkça vurguladı.

Üçüncü boyut: Stratejik bedel ve 67 oy ikilemi

Stratejik düzeyde, ziyaretin en hararetli anı, Riyad'ın Trump'ın istediği büyük ödülü (Riyad'ın İsrail ile diplomatik bir anlaşma imzalaması) Suudi Arabistan'ın istediği büyük garantiyle (savunma anlaşması) ilişkilendirdiği andı.

Tel Aviv ile ilişkiler ‘iki devletli çözüm’ şartına bağlı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman kesin bir dille “Biz bunun bir parçası olmak istiyoruz, ancak iki devletli bir çözüme giden net bir yol ve Gazze'de Hamas'ın silahsızlandırılması şartıyla” ifadelerini kullandı. Bu tutum, yalnızca tarihi bir ilke veya ulusal ve ahlaki bir taahhüt değil, daha çok önceki analizimizin özünü oluşturan ABD Kongresi'nin işleyişine dair derin bir anlayışın sonucu. Anlaşmanın gerçek karşılığı, ekonomik veya askeri bir anlaşma değil, Trump'ın anlaşmayı geçirmek için Kongre'ye ödemesi gereken siyasi bedeldir.

Karşılıklı savunma anlaşmasının onaylanması için ABD Kongresi’nin üçte ikisinin oyu (67 oy) gerekiyor. Bunun için hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların, özellikle de oy dengesi sağlayan ‘ılımlı Demokratların’ oyunun alınmasını gerektiriyor.

scdf
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'daki görüşmeleri sırasında. İki ülke arasında stratejik bir savunma anlaşması imzalamaları bekle niyor (SPA)

Demokratik anahtar ve siyasi koruma: Merkez Demokratlar, Filistin konusunda gerçek ve geri dönüşü olmayan bir ilerleme olmadan bu büyüklükteki tarihi bir savunma anlaşmasına oy vermezler. Trump ve geleneksel muhaliflerine verdikleri oyu haklı çıkarmak için siyasi korumaya ihtiyaçları var. Bu koruma, iki devletli çözümün yeniden canlandırılması ve işgalin sona ereceğinin garanti edilmesinden geçiyor.

Böylece Filistin meselesi, Suudi Arabistan'ın yerel ve bölgesel kamuoyunu yatıştırmak için öne sürdüğü bir şart olmaktan çıkıp, Trump'ın ABD Kongresi’ni ikna etmek ve gerekli çoğunluğu sağlamak için ihtiyaç duyduğu ideal anahtar ve en iyi siyasi bahane haline geliyor. Suudi Arabistan'ın tutumu, tarihsel ilkeleri (Arap Barış Girişimi) soğuk siyasi gerçekçilikle (Senato'daki oylama mekanizmaları) birleştirerek Filistin meselesini, ABD’nin Ortadoğu'daki projesinin başarısı için ‘stratejik bir gereklilik’ düzeyine yükseltiyor.

Bölgesel bir pazarlık kozu olarak Gazze ve yeniden inşası

Gazze’deki savaş ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine yeni bir boyut kazandırırken Suudi Arabistan, Abraham Anlaşmalarına katılmak için, Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası ve istikrarın sağlanması için kendisinin desteğinin gerekli olduğunu açıkça vurguladı. Bu da Suudi Arabistan'ı istikrar araçlarına (para, siyasi destek) sahip ve barışın sağlanması için kendi koşullarını belirleyen bölgesel bir lider konumuna getirerek, elindeki ‘anlaşma’ kartını daha da güçlendirdi.

Anlaşmaya giden yol uzun. Bu yüzden Riyad'ın Washington ile sürdürdüğü diyalog kartını elinde tutması gerekiyor. Washington ise bağlayıcı bir tarihsel garanti sağlamak için benzeri görülmemiş bir siyasi irade göstermeli.

Suudi Arabistan’ın Gazze'nin yeniden inşası için finansman kaynağı olacağı açıkça görünüyor. Savaş sonrası dönemde öncü bir rol oynamaya hazır, ancak karşılığında, bu adımın bölgede sadece geçici bir ateşkes değil, sürdürülebilir bir barışa yol açacağına dair bir garanti olmadan İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmanın bedelini ödemeyi reddediyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu tutum Washington'ı zor durumda bırakırken, İsrail'e sürdürülebilir bir çözümün şartlarını kabul etmesi için baskı yapmakla Suudi Arabistan ile anlaşma imzalamak gibi ‘büyük ödülü’ feda etmek arasında seçim yapmaya zorluyor.

Anlaşmanın tamamlanması ve anlaşmaya varılmasına ilişkin mücadelenin devam etmesi

Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Beyaz Saray ziyaretinin, niyetlerin değil sonuçların bir meyvesi olduğuna şüphe yok. Öyle ki F-35’ler, trilyon dolarlık yatırımlar, yapay zeka gibi alanları kapsayan en üst düzeyde askeri ve teknolojik bir anlaşmanın imzalanmasıyla, ekonomik ve savunma iş birliğine büyük bir ivme kazandırmayı başardı. ABD, Suudi Arabistan'a ‘NATO Üyesi Olmayan Önemli bir Müttefik’ statüsü vereceğini resmen açıkladı. Bu gelişme, ikili ilişkilerin güçlendirilmesinde önemli bir adım olarak değerlendirildi.

İki taraf ayrıca, Suudi Arabistan'ın ABD'deki yatırımlarını önemli ölçüde artırma taahhüdünü teyit etti ve özellikle yapay zeka ve savunma dahil olmak üzere altyapı, kurumsal ve teknoloji sektörlerinde toplam yatırımları 600 milyar dolardan 1 trilyon dolara çıkarma sözü verdi.

sdefr
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman onuruna Beyaz Saray'da düzenlenen akşam yemeğinden bir kare (SPA)

Ayrıca, Tel Aviv ile diplomatik ilişkilerin kurulması konusunu güvenlik garantileriyle ilişkilendirerek askıda tutmayı başardı ve Riyad'ın stratejik yaklaşımını teyit etti.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve Başkan Trump arasındaki görüşmenin sonunda, stratejik savunma anlaşması imzalandı. İki taraf ayrıca Yapay zeka için stratejik ortaklık Sivil Nükleer Enerji İşbirliği Müzakerelerinin Tamamlanmasına İlişkin Ortak Bildiri, Uranyum, Mineraller, Kalıcı Mıknatıslar ve Kritik Minerallerin Tedarik Zincirlerinin Güvenliği için Ortaklık Stratejik Çerçevesi, Suudi Yatırımlarının Hızlandırılmasına İlişkin Prosedürlerin Kolaylaştırılması Anlaşması, Ekonomik Refah için Finansal ve Ekonomik Ortaklık Düzenlemeleri, Finansal piyasa otoriteleri sektöründe iş birliği düzenlemeleri, eğitim ve öğretim alanında mutabakat zaptı, araç güvenlik standartlarına ilişkin yazışmalar gibi ikili anlaşmalar imzalayıp mutabakatlara vardı.

Ancak analitik olarak temel soru şu: Washington ile kurumsal bir ‘anlaşma’ sağlanması konusunda başarı şansı ne? Buna verilebilecek en kısa cevap, anlaşma henüz imzalanmamış olsa da ziyaret sayesinde talep yürütme organından yasama organına taşınmış olmasıdır.

Ziyaret, Suudi Arabistan'ın taleplerini Washington’da basit ‘isteklerden yasama ve diplomatik süreçlere’ dönüştürdü. Düzen karşıtı (anti-establishment) bir başkan olarak Trump, kendisini, ABD Kongresi’nde ‘67 oy ikilemi’ ile karşı karşıya kalmasını gerektiren, yerleşik düzenin kurallarına uymak zorunda buldu.

Anlaşmaya giden yol uzun. Bu yüzden Riyad'ın Washington ile sürdürdüğü diyalog kartını elinde tutması gerekiyor. Washington ise bağlayıcı bir tarihsel garanti sağlamak için benzeri görülmemiş bir siyasi irade göstermeli. Nihayetinde bu stratejik ortaklığın başarısı, Kongre koridorlarında yankılanan ‘Riyad, anlaşmayı güvence altına almak için bedeli ödemeye istekli olacak mı ve Trump, Kongre'nin talep ettiği siyasi bedeli ödeyebilecek mi?’ sorusunun cevabına bağlı olacak. Gelecek nesil için Ortadoğu'yu şekillendirecek bir sonraki kurumsal mücadele de bu olacak.

Burada sadece, Riyad'ın – şimdiye kadar – Washington ile ilişkilerinin ağırlığını, tarihi müttefikinin sürdürülebilir taahhüdünün tek garantisi olarak, yürütme organı, başkan ve hükümetinden, yasama organı, Temsilciler Meclisi ve Senato'ya başarılı ve istikrarlı bir şekilde kaydırdığını söyleyebiliriz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.