NATO hakkında bilinmesi gerekenler… Örgütün Ukrayna krizindeki rolü nedir?

NATO bayrağı tutan bir asker (Reuters)
NATO bayrağı tutan bir asker (Reuters)
TT

NATO hakkında bilinmesi gerekenler… Örgütün Ukrayna krizindeki rolü nedir?

NATO bayrağı tutan bir asker (Reuters)
NATO bayrağı tutan bir asker (Reuters)

Rusya ile Ukrayna arasındaki artan gerilim, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) bölgedeki rolüne ışık tuttu.
Merkezi Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan bir Avrupa ve ABD savunma ittifakı olan NATO, 1949 yılında Soğuk Savaş sırasında ‘barışı ve istikrarı teşvik etmek ve üyelerini korumak’ amacıyla kuruldu.
ABD liderliğindeki NATO’nun bir diğer kurulma amacı, Batı Avrupa ülkelerini Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu tehditten korumak ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Komünizmin yayılmasına karşı koymaktı.
CNN, NATO hakkında bilinmesi gerekenleri şu şekilde derledi;

NATO üyesi ülkeler hangileri?
ABD, Kanada, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere 12 kurucu ülke, 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması’nı imzalayarak, birbirlerini siyasi ve askeri yollarla koruma sözü verdi.
NATO, o zamandan bu yana toplam 30 üyeyi kapsayacak şekilde büyüdü.
Bu ülkeler şunlar; Arnavutluk, Belçika, Bulgaristan, Kanada, Hırvatistan, Çek, Danimarka, Estonya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Karadağ, Hollanda, Kuzey Makedonya, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye, İngiltere ve ABD.

NATO’nun özel ordusu var mı?
Hayır. NATO, üye ülkelerinin güçlerine katkıda bulunmasına güvenir, yani temelde her ulusun bireysel güçleri kadar güçlüdür. Her ülkenin savunmasına yeterli kaynak ayırdığından emin olmak tüm üyelerin çıkarınadır.
Bu, ABD ve İngiltere’nin diğer üye devletleri NATO’ya adil bir şekilde katkı yapmadıkları için sık sık eleştirmesiyle birlikte ittifaktaki ana tıkanıklık noktalarından biri oldu.
NATO’nun 1949’da kuruluşundan bu yana, ABD’nin askeri harcamaları her zaman diğer müttefiklerin bütçelerini gölgede bıraktı. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD harcamalarını artırdığında bu fark daha da büyüdü.
NATO yönergelerine göre, her ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 2’sini savunmaya harcaması gerekiyor, ancak çoğu ülke bu hedefe ulaşamıyor.

ABD eski Başkanı Donald Trump bu konuda özellikle açık sözlü davranarak, Avrupa ülkelerini daha fazlasını yapmaya çağırdı ve ABD’nin fazlasıyla sübvanse ettiği NATO’daki adil paylaşım payını ödemelerini istedi.
NATO’nun en son tahminlerine göre, yedi üye ülke, Yunanistan, ABD, Hırvatistan, İngiltere, Estonya, Letonya, Polonya, Litvanya, Romanya ve Fransa 2021’de yüzde 2 hedefine ulaştı.
2014’te yalnızca ABD, İngiltere ve Yunanistan yüzde 2’den fazla harcama yapıyordu. O zaman, diğer tüm üye devletler, 10 yıl içinde askeri harcamaları artırmayı taahhüt etti ve çoğu ülke sözünü tuttu.

NATO’nun yetki alanı zaman içinde nasıl değişti?
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra NATO gelişti ve genişledi.
NATO üyeleri o zamandan beri Bosna’da barış gücü olarak hizmet etti, insan kaçakçılığına karşı savaştı ve Akdeniz’deki mültecileri engellemek için görevlendirildi.

İttifak ayrıca, örneğin Estonya’da bir siber savunma merkezi kurmak ve 2019’da uzayı yeni bir alan olarak tanımak gibi çatışmaların ortaya çıkabileceği yeni yollara da yanıt veriyor.

Ukrayna krizi konusunda ne yapıyor?
Rusya son haftalarda Ukrayna sınırına on binlerce askeri yığarken, NATO doğu Avrupa’daki üye ülkelerde varlığını artırmaya çalıştı.
NATO’ya göre, Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’da tabur büyüklüğünde dört çok uluslu savaş grubu var.
Bu savaş grupları İngiltere, Kanada, Almanya ve ABD tarafından yönetiliyor. NATO, 7 Ocak’ta bunların sağlam ve savaşa hazır güçler olduklarını açıkladı.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ittifakın bölgeye ek kuvvetler ve yetenekler göndererek bu varlığı hızla daha da güçlendirmeye hazır olduğunu söyledi.
Biden yönetimi, doğu Avrupa’ya olası bir konuşlandırma için 8 bin 500 kadar ABD askerini teyakkuza geçirdi.
Bazı NATO ülkeleri de, Ukrayna’ya silah ve mühimmat göndermeye başladı.
ABD, Ukrayna’ya 300 Javelin tanksavar füzesi, 800 sığınak delici bomba ve yüz binlerce mühimmat da dahil olmak üzere iki silah sevkiyatı gönderdi.
İngiltere, Ukrayna’ya yeni hafif tanksavar silahları sağladı ve Çek hükümeti ise 4 binden fazla 152 milimetre kalibreli top mermisi göndermeyi kabul etti.
NATO’nun Ukrayna’da askeri bulunmuyor ve ittifaktan ülkeye asker gönderme planları da açıklanmadı.
Ancak Ukrayna bir NATO üyesi olmasa da, ittifak ülkeye stratejik düzeyde tavsiyeler de veriyor ve ilişkiyi ‘NATO'nun en önemli ortaklıklarından biri’ olarak tanımlıyor.
NATO, Rusya’nın 2014 yılında Ukrayna’nın Kırım Yarımadasını ilhak etmesinden bu yana, Ukrayna’nın siber savunma, lojistik ve ülkenin komuta ve kontrolünün modernizasyonu dahil olmak üzere kilit alanlarda kapasite geliştirmesini desteklemek için bir dizi proje başlattı. Rusya’ya en yakın üye ülkelerdeki varlığını da artırdı.

Almanya neden eleştiriliyor?
Berlin, son zamanlarda kriz bölgelerine silah ihraç etmeme politikası nedeniyle eleştirilerin hedefi oldu.
Almanya şimdiye kadar Ukrayna’ya silah göndermeyi reddetti ve bunun yerine Kiev’e bir sahra hastanesi, tıbbi eğitim ve 5 bin askeri kask göndermeyi vaat etti.
Almanya’nın karmaşık tarihi nedeniyle, hükümetler askeri harcamalar konusunda her zaman temkinli oluyor ve bir çatışmaya doğrudan dahil olma fikri pek kabul görmüyor.
Almanya da diğer ülkelerle birlikte GSYİH’sinin yüzde 2’sini harcama hedefine ulaşamadığı için eleştiriliyor.
Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya, halihazırda NATO’ya en çok harcama yapan üçüncü ülke.

2021’de savunmaya tahmini 64 milyar dolar ayıran Almanya, savunmasına 72 milyar dolar harcayan İngiltere ve 811 milyar dolar harcayan ABD’nin ardından geliyor.
ABD’nin savunma harcaması, tüm NATO ülkeleri tarafından harcanan toplam miktarın iki katından fazla.
Yeni Alman hükümeti, NATO’nun yüzde 2 hedefine ulaşmak için harcamaları daha da artırmayı taahhüt etti, ancak silah ihracatı konusunda kararlılığını korudu.
Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht dün yaptığı açıklamada, “Alman hükümeti, kriz bölgelerine ölümcül silahlar göndermeme kararı aldı çünkü durumu daha da körüklemek istemiyoruz. Başka yollardan destek sunmak istiyoruz” dedi.
Almanya, 30 binden fazla ABD askeri gücüne ve ailelerine ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda ABD’nin nükleer silahlarına ev sahipliği yapan birkaç NATO ülkesinden biri.
İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, ülkesinin kararından dolayı Almanya’yı yargılamadığını söyleyerek, “NATO’da olmanın avantajı 30 müttefikin olması, bu yüzden hepimiz Ukrayna’ya kendi yolumuzda yardım edebiliriz. Açıkçası İngiltere, taktiksel savunma niteliğindeki ölümcül silah yardımına Ukraynalıların ihtiyacı olduğu görüşünde, ancak diğer ülkeleri kararından dolayı yargılamıyoruz” ifadelerini kullandı.



Esed sonrası dönemde ilk üst düzey ziyaret: Uygurlu savaşçılar gölgesinde Çin–Suriye yakınlaşması

Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)
Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)
TT

Esed sonrası dönemde ilk üst düzey ziyaret: Uygurlu savaşçılar gölgesinde Çin–Suriye yakınlaşması

Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)
Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Pekin'de görüştü (Sana)

Yang  Xiaotong

Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani'nin Pekin'e yaptığı son ziyaret, eski devlet başkanı Beşşar Esed'in devrilmesinden bu yana üst düzey bir Suriyeli yetkilinin gerçekleştirdiği ilk ziyaretti. Birçok gözlemci, uzun zamandır beklenen bu ziyareti Suriye-Çin ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak görüyor. Zira bir zamanlar Esed'in en sadık müttefiki olan Çin, Güvenlik Konseyi'ndeki diplomatik nüfuzunu, Esed yönetimini tehdit eden kararları engellemek için defalarca kullandı. Bu kararlar arasında, o dönemde ülkenin şu anki Cumhurbaşkanı olan Ahmed eş-Şara liderliğindeki Heyet Tahrir eş-Şam'ın kalesi olan İdlib'de ateşkes çağrısı yapan bir karar da vardı.

Ziyaret, özellikle iki ülke arasında Suriye'nin yeniden inşası meselesinin görüşülmesi ve terörizmle mücadelede iş birliği taahhüdü konusunda bir mutabakata varılması gibi olumlu sonuçlar doğurdu. Bu da Suriye-Çin ilişkilerinin açıklanmış kapsamlı bir stratejik ortaklık düzeyine yükselebilmesinin önünü açıyor.

 Ancak zorluklar varlığını sürdürüyor. En önemlileri arasında Çin'in Suriye ordusundaki Uygur savaşçıların varlığına ilişkin endişeleri ve kalıcı siyasi istikrar ihtiyacı yer alıyor. Bu endişeler ikili ilişkilere gölge düşürmeye devam ediyor ve Pekin'i Şam ile ilişkilerinde iyimser ama temkinli bir yaklaşım benimsemeye yöneltiyor.

Uygur savaşçılarla ilgili güvenlik endişeleri

Yabancı savaşçılar, Esed'in devrilmesinde önemli bir rol oynadı ve bunların arasında Çin'den ayrılıp Suriye'ye savaşmaya gelen yaklaşık 5 bin Uygur savaşçı da bulunuyor. Bunların çoğu, Çin'in batısındaki Sincan bölgesinden gelen Uygur ayrılıkçı örgütü Türkistan İslam Partisi'ne katıldı. Esed'in devrilmesinden itibaren, bu savaşçılar Suriye ordusuna bağlı 84. Tümene entegre edildiler. Suriye'deki liderlerinden biri tuğgeneralliğe, diğer ikisi ise albaylığa terfi ettirildi.

Çin'e geri dönmeleri pek olası görünmese de, ideolojilerini internette yayma kabiliyetlerinin yanı sıra, Irak, Pakistan veya başka yerlerdeki Çin çıkarları için gerçek bir tehdit oluşturuyorlar. Bu nedenle Pekin, Şam'a terörizm ile mücadele ve Türkistan İslam Partisi'ni ortadan kaldırma yükümlülüklerini yerine getirmesi için defalarca çağrı yaptı. Teröristleri barındırmanın bir kaplan yetiştirmek gibi olduğu ve kaçınılmaz olarak felaketle sonuçlanacağı uyarısında bulundu.

Buna karşılık Şam, Pekin'e terörizmin üreme alanı olmayacağına dair defalarca güvence verdi. Bu güvence, Şeybani'nin ziyareti sırasında yayınlanan ortak açıklamada, Şam'ın Çin'in güvenlik endişelerini ciddiye aldığını ve topraklarının Çin'in güvenliğine, egemenliğine veya çıkarlarına zarar vermek için kullanılmasına izin vermeyeceğini vurgulamasıyla yenilendi.

Çin, yakın zamanda BM Güvenlik Konseyi'nde Şara'nın adının uluslararası yaptırımlar listesinden çıkarılmasını öngören bir karar tasarısının oylaması sırasında çekimser oy kullandı. Çekimser oy kullanma ve veto hakkını kullanmama adımı, Çin'in BM Daimi Temsilcisi Fu Cong'un, kararın Çin'in terörizm konusundaki endişelerini yeterince gidermediğini belirttiği bir açıklamasının ardından atılmış olsa da, cesaret verici görünüyordu. Zira Pekin'in artık Şam'ın güvenlik endişelerini giderme konusunda ciddi olduğuna inandığını gösteriyordu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan akatrdığı analize göre Pekin açısından, Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesinin önündeki en büyük engel, Suriye rejiminin yabancı savaşçılar, özellikle de Uygurlar üzerindeki sınırlı kontrolü. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, iktidara geldiğinden beri, katı dini söylemlerden uzaklaştı ve bu da radikal akımları kızdırdı. Cihat amacıyla Suriye'ye gelen yabancı savaşçılar, ona karşı en yüksek sesle muhalefet edenler oldu. Bazıları onu, kendilerini hedef almak için diğer ülkelerle iş birliği yapmakla suçlarken, bazıları da açıkça ona karşı gelerek emirlerine uymayı reddetti.

Şara, Uygurlara sempati duyduğunu ifade etse de, açıkça “Çin ile olan çatışmaları bizim çatışmamız değil” dedi ve Suriye topraklarının Pekin'e yönelik saldırılar için bir platform olarak kullanılmasına izin vermeyeceğini vurguladı. Ancak, sözleri eyleme dönüşmedi. Esed'in devrildiği gün, Türkistan İslam Parti’si, odak noktasını Çin'e kaydıracağına dair bir video yayınladı. Daha sonra yayınlanan videosunda ise, savaşçıların, Kelime-i Şehadet yazılı siyah bayrak yerine, hilal ve yıldızla süslenmiş açık mavi bayrağı taşıması, örgütün asıl amacı olan Çin'den bağımsızlık arayışına geri döndüğünü işaret ediyordu.

Son olarak da Şam ile Fransızca konuşan savaşçılardan oluşan bir grup olan Liva el-Guraba (Yabancılar Tugayı) arasında çatışmalar çıktı. Tugayın lideri Ömer Omsen, Suriyeli yetkilileri Fransa ile iş birliği yapmakla suçladı. Ancak Şam, yabancı savaşçıları değil, DEAŞ ile iş birliği yapmak ve bir Fransız kızı kaçırmakla suçladığı Omsen'i hedef aldığını ısrarla savundu.

Şam, çoğu kendi ülkelerinde aranan ve siyasi veya ekonomik tavizler karşılığında teslim edilmekten korkan diğer yabancı savaşçıları endişelendirmemek için olayı önemsizleştirmeye çalıştı. Suriye ve Irak'ta 2.500'den fazla DEAŞ militanı hâlâ aktifken ve saldırıları bir önceki yıla göre iki katına çıkmışken, Şam bu deneyimli savaşçıları düşmanlaştırma riskini göze alamaz. Zira onlara aşırı baskı uygulamak, onları ayrılmaya ve DEAŞ veya diğer aşırılıkçı örgütlere katılmaya itebilir.

Ancak Pekin'in özellikle amaçladığı husus olan Uygur savaşçıların iadesi şimdilik pek olası görünmüyor, özellikle de Şam'ın 400'den fazla Uygur savaşçısını Çin'e teslim edeceği yönündeki söylentileri hemen yalanlaması göz önüne alındığında. Yine de, Şeybani'nin ziyareti sırasında Pekin ve Şam arasında terörizm ile mücadelede iş birliği konusunda varılan anlaşma, olası bir çözüme kapı açıyor.

dfgh
Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin Pekin'de yaptığı görüşme (SANA)

Çin açısından kabul edebilir koşullar arasında, Şam'ın Uygur savaşçılar üzerinde daha fazla kontrol sağlaması, örneğin uluslararası seyahatlerini kısıtlamak için Uygur kökenli Suriye vatandaşlarına pasaport verilmesinin engellenmesi veya 84. Tümen'in Çin yatırımlarının yoğunlaştığı Şam'dan uzak bölgelerde yeniden konuşlandırılması yer alıyor.

Yüksek risk, düşük getiri

Esed döneminde bile Çin, Suriye'ye yatırım yapma vaatlerini yerine getirmedi ve Suriye'ye yatırım yapmayı yüksek riskli, düşük getirili bir macera olarak gördü. Çin'in 2017'de Suriye'de bir sanayi sitesi kurmak için 2 milyar dolar yatırım sözü verdiğini, ancak projenin hiçbir zaman hayata geçirilmediğini hatırlayalım. İlerleyen yıllarda da Çin'in doğrudan yabancı yatırımları sınırlı kaldı ve 20 milyon doları aşmadı, hatta 2018'de 1 milyon doların altına düştü.

Bu durum, Suriye'nin 2022'de Kuşak ve Yol Girişimi'ne katılmasından ve ikili ilişkilerin 2023'te stratejik ortaklığa yükseltilmesinden sonra bile devam etti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin 2024'te ülkesinin elinden gelenin en iyisini yaparak ekonomik yardım sağlamaya devam edeceğine dair sözlerine rağmen durum değişmedi.

Buna rağmen Pekin'in hesaplarında bir değişiklik olduğuna dair herhangi bir işaret yok. Çin bugüne kadar sadece “Suriye'nin yeniden inşasına katılmayı düşüneceğini” taahhüt etti. Şam'ın diplomatik konumu, ABD ve Avrupa yaptırımlarının kaldırılmasıyla Şara liderliğinde önemli ölçüde iyileşmiş olsa da, güvenlik durumu kırılganlığını koruyor.

Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 20'si Şam'ın kontrolü dışında. Güneyde İsrail, Golan Tepeleri'nde daha fazla alanı ele geçirdi ve kendisine bağımlı bir Dürzi oluşumunu destekliyor. Güneydoğuda, ABD Suriye'nin bazı bölgelerini işgal etmeye devam ediyor. Bu arada, kuzeydoğuda, ABD destekli ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Güçleri (SDG), petrol üretim bölgelerinin çoğunu kontrol ediyor ve Suriye ordusuna entegre olmayı reddediyor. DEAŞ ise Suriye çölünde dağınık bir şekilde pusuda bekliyor ve yeniden canlanmak için fırsat kolluyor.

Bununla birlikte, Washington'un Suriye, İsrail ve SDG arasındaki görüşmelere arabuluculuk etmesi ve DEAŞ'a karşı mücadelede Şam ile iş birliği yapması, Çin'e güvenlik durumunun iyileşeceği konusunda az da olsa iyimser olma olanağı tanıyor. Bu nedenle Pekin, henüz bir yatırım veya ticaret anlaşmasına varılmamış olmasına rağmen yeniden inşa görüşmelerine devam etmeyi kabul etti. Çin'in amacı açık: Suriye barış ve istikrara kavuştuğunda, Pekin kendisini sahne dışında bulmak istemiyor.


İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
TT

İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsrail’de, Gazze Şeridi’ndeki ateşkes anlaşmasının hükümlerinde değişiklik ve yeni bir sınır hattı belirlenmesine yönelik tartışmalar yürütülüyor. Bu tartışmalar, arabulucuların ‘kritik’ olarak nitelendirdiği ikinci aşamaya geçişin yakın olduğuna dair değerlendirmelerle örtüşüyor.

Uzmanların Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalara göre söz konusu detaylar, İsrail’in 10 Ekim’de imzalanan ve Gazze’de İsrail’in geri çekilmesi ile güvenlik ve idari düzenlemeleri içeren anlaşmanın ikinci aşamasına ilerlemeyi geciktirme amacı taşıyan manevraları olarak değerlendiriliyor.

Bu belirsizlik ortamında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 29 Aralık’ta ABD Başkanı Donald Trump ile görüşeceği duyuruldu.

Netanyahu, pazar günü İsrail’de Almanya Şansölyesi Friedrich Merz ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Bildiğiniz gibi birinci bölümü, yani ilk aşamayı tamamladık. Son rehine Ran Gvili’nin cenazesinin dönüşünün ardından yakında ikinci aşamaya geçmeyi bekliyoruz. Bu aşama daha zor, en azından ilki kadar zorlu olacak. Kimse Trump’ın Hamas’a baskı yaparak rehineleri serbest bırakmasını beklemiyordu ama bunu başardık. Şimdi ikinci aşamaya geçiyoruz: Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze Şeridi’nin silahlardan arındırılması. Üçüncü aşama ise Gazze’den aşırılığın temizlenmesi olacak” ifadelerini kullandı.

ABD basınında çıkan haberlere göre Trump’ın, Gazze barış sürecinin ikinci aşamaya geçtiğini Noel’den önce açıklaması bekleniyordu. Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail’in Gazze’nin bazı bölgelerinden çekilmesini, istikrar için uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını ve Trump’ın liderliğinde oluşturulacak Barış Konseyi’ni içeren yeni yönetim yapısının devreye alınmasını kapsıyor.

İsrail Başbakanı’nın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına yaklaşılmasına yönelik açıklamalarının ardından, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Gazze Şeridi’ndeki sarı hattın yeni bir sınır hattı olduğunu söyledi. Zamir, Gazze’de yaptığı saha turu ve durum değerlendirmesi sırasında, “Hamas’ın yeniden konuşlanmasına izin vermeyeceğiz. Gazze Şeridi’nin geniş bölgelerini kontrol ediyoruz ve kontrol hatlarında konuşlanmış durumdayız. Sarı hat yeni bir sınır hattıdır; Gazze çevresindeki İsrail yerleşimleri için ileri bir savunma hattı ve aynı zamanda bir saldırı hattıdır” dedi.

Sarı hat, İsrail ordusunun ABD Başkanı’nın Gazze savaşını sonlandırma planının birinci aşaması kapsamında çekildiği hattı ifade ediyor.

ABD planına göre İsrail ordusu, Gazze Şeridi’nin yaklaşık yüzde 53’ünü oluşturan ve hâlen bulunduğu bölgelerden kademeli olarak geri çekilecek.

Mısırlı uluslararası güvenlik uzmanı Tümgeneral Ahmed eş-Şehhat, bu İsrail açıklamalarının ‘anlaşma için yeni bir tehdit oluşturduğunu, İsrail’in kötü niyet taşıdığını ve sarı hattın güvenlik hattından coğrafi bir sınıra dönüşme ihtimalinin Gazze’nin bölünmesi yönündeki planları güçlendirdiğini’ belirtti. Şehhat’a göre bu durum, anlaşmanın ikinci aşaması için uygun olmayan bir ortam yaratıyor.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava ise bu ayrıntıların ‘ikincil önemde olduğunu, Washington’ın himayesinde yürüyen bir anlaşma bulunduğunu ve İsrail’in buna uymak zorunda olduğunu’ ifade etti. Mutava, “İkinci aşamanın bu şekilde tartışılması için erken. Çünkü uluslararası kabul gören ve Arap dünyası tarafından desteklenen bir barış planı var; herhangi bir değişiklik kabul edilmeyecektir” dedi.

c
Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Cibaliye'de yıkılmış binaların arasında duran Filistinliler (AFP)

Diğer yandan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, pazar akşamı bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ‘Gazze Şeridi’nde ateşkesin her iki tarafça uygulanmasını güvence altına almak ve İsrail’in askeri operasyonlarını yeniden başlatmasına gerekçe oluşturabilecek herhangi bir durumu önlemek için uluslararası güçlerin konuşlandırılmasının gerekli olduğunu’ vurguladı.

Abdulati, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasını, İsrail’in ABD planında belirtilen hatlar doğrultusunda Gazze’den çekilmesini öngörmesi ve Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı kararıyla ilişkili olması nedeniyle ‘büyük önem taşıyan’ bir dönem olarak nitelendirdi. Bakan, ikinci aşamaya geçiş için ciddi ve hızlı adımlar atılması gerektiğini belirtti.

Abdulati’ye göre ikinci aşamanın hükümlerine uyulmasının temel güvencesi, şu anda ABD’nin -özellikle de Başkan Trump’ın- sürece doğrudan dahil olmasıyla sağlanacak.

Ahmed eş-Şehhat ise ABD’nin ikinci aşamanın başarıya ulaşmasında belirleyici rol oynayacağını, Washington’ın İsrail’in olası manevralarını engellemek için Netanyahu üzerinde gerçek baskı kurması gerektiğini ifade etti.

Mutava da Trump ile Netanyahu’nun aralık ayı sonunda yapacağı görüşmenin, ikinci aşamanın geleceğini ve Washington’ın anlaşmanın ilerlemesi için uygulayabileceği baskının sonuçlarını göstereceğini belirtti.


Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
TT

Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)

Dünya genelinde son bir yılda 67 gazeteci, görev başındayken ya da meslekleri nedeniyle hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından bugün açıklanan 2025 bilançosuna göre, bu ölümlerin yaklaşık yarısı Gazze Şeridi’nde İsrail güçlerinin ateşi sonucu gerçekleşti.

RSF, 1 Aralık 2024 – 1 Aralık 2025 döneminin, düzenli veya düzensiz silahlı kuvvetlerin yanı sıra organize suç örgütlerinin suç niteliğindeki uygulamaları nedeniyle gazeteciler için daha ölümcül bir yıl olduğuna dikkat çekti. Raporda, “Gazeteciler ölmez, öldürülür” vurgusu öne çıktı.

Bu açıklama, Cezayir’de bir temyiz mahkemesinin Fransız gazeteci Christophe Gleizes hakkında terörü övmek suçlamasıyla verilen yedi yıllık hapis cezasını onamasından yalnızca altı gün sonra geldi. RSF hâlihazırda 47 ülkede 503 gazetecinin cezaevinde bulunduğunu belirtti. Bu kişilerin 121’i Çin’de, 48’i Rusya’da, 47’si ise Burma’da (Myanmar) tutuluyor. Örgüt ayrıca, bazıları 30 yılı aşkın süredir kayıp olan 135 gazetecinin izine ulaşılamadığını ve çoğunluğu Suriye ile Yemen’de olmak üzere 20 gazetecinin kaçırıldığını kaydetti.

2023 yılı, 49 gazeteci ölümüyle son 20 yılın en düşük seviyesini oluşturmuştu. Ancak İsrail’in, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının ardından Gazze’de başlattığı savaş, bilanço trendini tersine çevirdi. RSF’nin güncel rakamlarına göre 2024’te 66, 2025’te ise 67 gazeteci öldürüldü.

RSF Yayın Direktörü Anne Bocandé, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Bu tablo, gazeteci nefretinin ve cezasızlığın kaçınılmaz sonucudur” dedi. Bocandé, hükümetlere “gazetecileri koruma görevine yeniden odaklanma” çağrısında bulunarak, “Gazetecileri hedef haline getirmekten vazgeçmeleri” gerektiğini söyledi.

RSF: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

RSF raporu, İsrail ordusunu gazeteciler için ‘en tehlikeli aktör’ olarak tanımladı. Örgüte göre, son 12 ayda Filistin topraklarında 29 medya çalışanı görev sırasında öldürüldü. Ekim 2023’ten bu yana bölgede mesleki faaliyetleri sırasında veya dışında yaşamını yitirenlerle birlikte bu sayı en az 220’ye ulaşmış durumda.

Çatışma bölgelerinde gazetecilerin siviller gibi korunması gerektiğini vurgulayan RSF, İsrail ordusunun gazetecileri hedef aldığı iddialarının “defalarca ve güçlü biçimde” dile getirildiğini ve bu kapsamda savaş suçu şikâyetlerine konu edildiğini hatırlattı.

İsrail ise bu suçlamalara karşılık olarak, hedeflerinin Hamas unsurları olduğunu, Hamas’ın ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldığını savunuyor.

İsrail ordusu, örneğin El Cezire muhabiri Enes el-Şerif’in Ağustos ayında beş diğer basın çalışanıyla birlikte İsrail hava saldırısında öldürülmesine ilişkin olarak, El-Şerif’in “gazetecilik kisvesi altında faaliyet yürüten bir terörist” olduğunu iddia etmişti. RSF ise o dönemde, söz konusu suçlamaların “hiçbir temele dayanmadığını” açıklamıştı.

RSF’den Bocandé, gazetecilere yönelik itibarsızlaştırma kampanyalarının işlenen suçları meşrulaştırma girişimi olduğunu söyleyerek, “Ortada yanlışlıkla sıkılmış bir kurşun yok; bu gazeteciler, bölgede yaşananları dünyaya aktarabildikleri için bilinçli biçimde hedef alınıyor” dedi.

Meksika, üç yılın en kanlı dönemi

RSF, Meksika’nın da “son üç yılın en ölümcül dönemini” yaşadığını ve 2025’te dokuz gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi. Raporda, ölen gazetecilerin çoğunun yerel gelişmeleri takip ettiği, organize suç yapıları ile siyaset arasındaki ilişkileri ortaya çıkardığı ve öldürülmeden önce açık şekilde tehdit aldığı ifade edildi. Bu durum, 2024’te göreve gelen solcu Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum’un basın güvenliği vaatlerine rağmen gerçekleşti.

Ayrıca, Ukrayna’da üç, Sudan’da dört gazetecinin öldüğü kaydedildi. Raporda, farklı kurumların verilerinde yöntem ve kriter farklılıkları nedeniyle sayılarda değişiklik olabileceği hatırlatıldı.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ise internet sitesinde 2025 yılı içinde şimdiye kadar 91 gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi.