BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘ABD ve Rusya arasında Suriye konusunda stratejik bir anlaşmazlık yok’

BM Temsilcisi Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, askeri operasyon aşamasının sona erdiğini söyledi.

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen. (EPA)
Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen. (EPA)
TT

BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘ABD ve Rusya arasında Suriye konusunda stratejik bir anlaşmazlık yok’

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen. (EPA)
Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen. (EPA)

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Suriye’de ABD ile Rusya arasında ‘stratejik anlaşmazlıklar’ olmadığını söyledi. İlgili taraflar arasında yeni ‘adıma karşılık adım’ yaklaşımıyla ilerleyerek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) sağlam bir destek alındığını vurguladı. Pedersen ayrıca 2254 sayılı uluslararası kararın uygulanması yolunda Suriye kriziyle ilgilenen taraflar arasında ‘paralel olarak uygulanacak kademeli, karşılıklı, gerçekçi, kesin olarak tanımlanmış ve doğrulanabilir adımların belirlenmesinin’ amaçlandığını ifade etti.
Rusya ve ABD temsilcilerinin kendisine ‘bu yaklaşıma girişmeye hazır oldukları’ bilgisi verdiğini de söyleyen Pedersen, Suriye’deki çizgiler değişmediği için yaklaşık iki yıl süren bir stratejik çıkmaz olduğuna dikkat çekti. “Ana taraflar, bana askeri operasyonlar aşamasının sona erdiğini ve hiçbir tarafın sonucu tekelinde tutamayacağını söylediler. Yeni bir durumu test etme zorunluluğu hissi var” dedi. Pedersen ayrıca ABD’nin ‘rejim değişikliği’ politikasını terk ettiğini ve ‘rejimin davranışını değiştirmeye’ çalıştığını vurguladı.
Pedersen, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın yeni yaklaşımı kabul etmediği açıklamasına ilişkin soruya şu yanıtı verdi:
“Muhalif müzakere heyetiyle de uygun bir şekilde etkileşime geçileceği umuduyla ‘adıma adım’ girişimini Şam’a daha ayrıntılı olarak açıklamaktan memnuniyet duyarım.”
BM Temsilcisi, ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon’un desteğiyle Suriye’nin üçte birini ve servetinin çoğunluğunu kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) siyasi kanadı olan Suriye Demokratik Konseyi’nin (SDK), Cenevre sürecinin bir parçası olmadığını belirtti. “Çünkü bu süreç, belirli muhalif grupları içeren 2254 sayılı karara göre yürütülüyor. Ancak SDK ve SDG, artık bunun bir parçası değil” dedi.
Pedersen, gelecek ay yeni bir anayasa komitesi toplantıları gerçekleştirmek ve ardından her ay oturumlar düzenlemek için Şam ve ‘müzakere heyeti’ ile görüşmelerde bulunduğunu belirtti. BM yetkilisi ayrıca anayasal süreçteki herhangi bir ilerlemenin de ‘adıma adım’ planına olumlu yansıyacağını ve ilgili taraflar arasındaki güvensizliği ortadan kaldıracağını ifade etti.
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, New York’tan telefon aracılığıyla Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda Suriye’deki durumdan uluslararası arenada yaşanan son gelişmelere kadar birçok merak edilen soruyu cevapladı:

-‘Adıma adım’ önerinizi sunmak için bir bölge ziyareti düzenlediniz, ardından da Brüksel ve New York turu yaptınız. Yeni yaklaşımınız için BMGK’dan destek aldınız mı?
‘Adıma adım’ yaklaşımıma güçlü bir destek olduğuna inanıyorum. Bildiğiniz gibi Cenevre’de başta Ruslar olmak üzere, BMGK’daki diğer ülkelerin temsilcileriyle istişareler yapıldı. BMGK’nın bakış açısından bakıldığında, girişimime diğer Arap ve Avrupalı ana oyunculardan da destek verildiğini söylemek doğru olur. Pazartesi günü Brüksel’de AB dışişleri bakanlarıyla bir araya geldim. Yaklaşımımı destekleyen bir oybirliği mevcut. Bu yaklaşımı ileriye taşımak için zamanlamam doğru. Halen fikir üzerinde beyin fırtınası yapılması aşamasındayım. Ek istişare turları yapacağım.”

-11 yıldır acı çeken Suriyelilere siyasi süreci nasıl açıklarsınız?
BMGK’ya Suriye’deki zor koşulları, ‘hava saldırıları, karşılıklı bombardımanlar, güvensizlik, mayınlar ve Lazkiye’ye yönelik İsrail saldırılarını’ net bir şekilde açıkladım. Haseke Hapishanesi ve DEAŞ’a bağlı unsurların saldırısı meselesi de gündemde. Ayrıca ekonomik kriz de derinleşiyor. 14 milyon sivil, insani yardıma muhtaç. Yerinden edilen 12 milyon kişinin yarısı ülke dışında yaşıyor. Tüm bunların yanı sıra yaklaşık 2 yıldır devam eden ve çizgileri değişmeyen stratejik bir çıkmaz var. Ana muhataplar bana askeri operasyonlar aşamasının sona erdiğini ve hiçbir tarafın sonucu tekelinde tutamayacağını söylediler. Yeni bir şey denemeye yönelik bir zorunluluk hissi var.
Bu konuyu Şam’a, muhalefete, bölgeye ve başlıca uluslararası muhataplara uzun uzun anlattım. Artık ‘adıma adım’ yaklaşımını test etmenin zamanının geldiğini hissediyorum.

- İçeriğini açıklamanız mümkün mü?
Bu paralel olarak uygulanan, kademeli, karşılıklı, gerçekçi, iyi tanımlanmış ve doğrulanabilir adımlar belirlenerek başlanıyor. Daha da önemlisi bunu yaptığımızda, BM’nin 2254 sayılı kararı uyarınca anayasal süreç ve ardından seçimlerle ilerlemek için tarafsız ve sakin bir ortama ulaşabilmemiz mümkün.

- Başlanabilecek alanlar nelerdir?
Halen beyin fırtınası aşamasındayım. Ancak bu durum tutukluları, kaçırılanları ve kayıpları, insani yardım, erken tedavi ve 2585 sayılı BMGK kararının kabul edilmesi yoluyla kaydedilen ilerleme üzerine inşayı, 10 yıldan fazla süren savaş ve çatışma, yolsuzluk, kötü yönetim, Lübnan’daki mali kriz ve Kovid-19 pandemisinin ardından çöken toplumsal ve ekonomik koşulların iyileştirilmesini ve Suriye genelinde sükunetin ve istikrarın sağlanmasını sağlayabilir. Bu kesinlikle gereklidir. Aynı zamanda terörle mücadelede iş birliği ve bunu takiben sözde diplomatik meseleler de mevcut. Haseke Hapishanesi konusu da teröre karşı bir operasyon düzenlenmesinin gerekliliğini hatırlatıyor. Birçok konu var. İçlerine girersek Suriyelilerin hayatlarına yansıyacaktır. Umarım, 2254 sayılı kararın uygulanmasına yönelik çalışmak için biraz güven inşa edebiliriz.

- Cenevre’de Ruslar ve ABD’liler ile görüştünüz. Hngi açıklamalarda bulundular ve gerçekten de ‘adıma adım’ girişiminizi destekliyorlar mı?
Bunun da ötesinde bazı adımlarda ortak ve paralel eylem için bazı fikirlerin sağlanıp sağlanamayacağını belirlemek amacıyla dahil olmaya, test etmeye ve tartışmaya istekliler.

-Bu nasıl gerçekleşecek?
Bu noktada açık bir şekilde konuşmak şu an için hata olur. Çünkü halen beyin fırtınası aşamasındayız. Ek istişare turları düzenleyeceğim. Şam ve muhalefetteki müzakere heyeti ile görüşmeleri takip edeceğim.

-Rusya ve ABD, girişime dahil olmaya hazırlar mı?
Evet. Buna gerçekten de hazırlar.

-Brüksel’de Avrupalı bakanlarla görüştünüz. Kendileri üç koşul (yeniden yapılanmaya katkıda bulunmaya hayır, yaptırımların kaldırılmasına hayır ve siyasi ilerleme olmadan normalleşmeye hayır) çatısı altında çalışmaya hazır olduklarını söylediler. Bu şartlar altında sizin yaklaşımınızla nasıl ilişki kurabilirler?
‘Adıma adım’ yaklaşımının arkasındaki fikri özetledim. Bu aşamada aktörler arasında, yani Suriye tarafları arasında derin bir güvensizlik var. Ama yalnızca yavaş hareket ederek atılabilecek adımları tespit ettik ve bana bahsettiğiniz sorunları ele aldık. Tüm meseleler bir noktada ele alınmalıdır. Durumu devam ettirmenin bir seçenek olmadığını ve bunun sürdürülemeyeceğini vurgulamak gerekiyor.

-Ukrayna’daki büyük kriz göz ardı edilemez. Bir yanda Ruslar diğer yanda ABD’liler ve Avrupalılar arasında gerginlik var. Ukrayna çevresinde oluşan bu gergin atmosferden Suriye’deki yaklaşımınız etkilenmeyecek mi?
Kolaylaştırmaya yönelik görevime devam edeceğim. Söyledikleriniz doğru. Avrupa’daki kriz diplomatik olarak çözülmezse sadece Suriye meselesinde değil, diğer meselelerde de öyle ya da böyle bir etki bırakacaktır. Durumun, üzerinde çalıştığım şeyleri karmaşıklaştıracağına inanıyorum. Ama aynı zamanda şunu da eklememe izin verin. Suriye konusunda ABD ve Rusya arasında herhangi bir stratejik anlaşmazlık olmadığını kendimize hatırlatmalıyız. Terörle mücadelede ve istikrarın sağlanmasında ortak çıkarlar bulunuyor. İstikrarı sağlamak için bir barış sürecine ihtiyacımız var. Umuyorum ki Avrupa’daki krize diplomatik bir çözüm buluruz. Böylece bu, Suriye’de de olumlu bir etkiye neden olur.”

- Suriye Dışişleri Bakanı Faysal el-Mikdad, kamuoyuna Suriye hükümetinin ‘adıma adım’ yaklaşımına karşı olduğunu söyledi. Konuya dair yapılan başka açıklamalar oldu mu?
Suriye hükümetiyle birkaç tur görüşme yaptım ve bu konuyu kendileriyle tartışmaya da devam edeceğim. Muhalefetteki müzakere heyetinin de yeni yaklaşımla ilgili soruları olduğunu biliyorum. Şam’a ‘adıma adımın’ gerçek arka planını ayrıntılı olarak açıklamaktan mutluluk duyacağım. Umuyoruz ki biz de müzakere heyetiyle uygun bir şekilde temasa geçeriz.

-Bazı analistler ve gözlemciler, ‘adıma adım’ yaklaşımının 2254 sayılı kararını uygulama görevinizin bir parçası olmadığı ve meseleleri yetkilerinizin dışında gündeme getirdiğiniz görüşündeler. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz ne?
Bu ciddi bir yanlış anlama. Ortaya çıkan konular, 2254 sayılı kararın önemli bir parçasıdır. Ayrıca ileriye dönük güven inşa etmek de oldukça önemlidir. Bu nedenle 2254 sayılı kararı onaylayan BMGK’dan sağlam bir destek aldığımız için oldukça mutluyum. Bu yaklaşım ile 2254 sayılı karar arasında çelişki gören yok. Aksine bu karar uygulama misyonumuzu ilerletmeme yardımcı olacak.

-Yerlerinden edilen Suriyeliler, mülteciler ve acı çeken yoksullar hakkındaki görüşünüz ne? Birçoğu, siyasi sürece ilişkin umudunu veya inancını yitirdi. Kendilerine bu yeni girişimin 11 yıl boyunca Cenevre’de tanık olunandan farklı olduğunu nasıl açıklarınız?
BMGK’ya söylediğim gibi, şunu belirtmeme izin verin. İnsanların acısı o kadar derin ki anlamak bile oldukça zor. Karlar arasında çadırlarda ve çok zor koşullarda yaşayan Suriyeliler var. Bu durum yürek parçalıyor. 10 yıldan fazla bir süre sonra barış süreci ve Suriye halkına somut bir şeyler sunma konusunda birçok şüphe olmasını anlıyorum. Söyleyebileceğim şey, Suriye halkının durumunu iyileştirmek için sağlam ve ciddi bir şekilde ilerlediğimize dair inancım ve kararlılığımdır.

-Peki ya kayıplar, mahkumlar ve kaçırılanlar meselesi?
Bu, görevimi devraldığım ilk günden itibaren önceliklerimden biri. Ne yazık ki bu konuda da derin ilerlemeler görmedik. Nur-Sultan’da Astana sürecinin taraflarıyla görüştük. Masada bazı fikirler var ve birçok Suriyeli aileyi ilgilendiren konu ile ilgili harekete geçmeyi umuyoruz. Çocukların, kadınların, küçüklerin ve yaşlıların serbest bırakılmasını talep ettim. Kayıp aileleri adına harekete geçmek için çabalarımı sürdüreceğim.

- Peki, Anayasa Komitesi? Yeni bir tur düzenlemek için koşullar mevcut mu?
Şam ile diyalog halindeyiz ve bazı fikirler ortaya koyduk. Müzakere heyetinin ortak başkanı ile de temasımı sürdüreceğim. Umuyorum ki önümüzdeki iki hafta içinde, şubat ayında bir anayasa turumuz olacağı konusunda ortak bir anlayışa sahip olacağız. Ardından bu doğrultuda ilerleme sağlamak için ilerleyen dönemde, mart, nisan, mayıs ve haziran aylarında başka toplantılar da yapılacaktır.

-Bunlar önceki turlardan farklı mı olacak?
Umarım sundukları metinleri gözden geçirmeye ve karşı taraftan duyduklarına cevap vermeye hazırlanmaları için ciddi bir görüş alışverişine tanık oluruz. Heyetler sadece anayasa metinlerini sunmakla kalmıyor, aynı zamanda tartışmalar ışığında onları değiştirmeye, ortak bir zemin bulmaya veya en azından anlaşmazlıklar alanını daraltmaya istekliler. Komite’nin görevine uygun olarak verimli bir taslak hazırlama sürecine ihtiyacımız var. BMGK’dak açıklamamda komitenin, iç kuralların temel unsurlarını ve ölçütlerini belirlediği gibi ‘sonuçlara ulaşmak ve sürekli ilerlemek için süratle ve sürekli olarak’ çalışması gerektiğini belirttim.

-SDG’nin siyasi kanadı olduğu söylenen SDK, Suriye topraklarının üçte birini ve zenginliğinin çoğunluğunu kontrol ediyor. DEAŞ’a karşı ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon tarafından da destekleniyor. Ancak Cenevre sürecinin bir parçası değiller mi? Onlar hakkındaki görüşleriniz neler?
Bu, belirli muhalif grupları dahil etme görevimi tehdit eden 2254 sayılı BMGK kararında tartışılan ve kararlaştırılan bir süreçtir. Ancak SDK ve SDG, artık bunun bir parçası değil.

-Bazı analistler, Anayasa Komitesi’nde ilerleme kaydedilememişken büyük ve karmaşık konuları kapsayan ‘adıma adım’ girişiminde sonucun nasıl kolay şekilde alınabileceğin sorguluyor…
‘Adıma adımın’ karmaşık olduğuna inanmıyorum. Doğru, zorluklar olacak. Ama asıl zorluk, güven kaybı. Sanırım güven kaybı üzerine ilerleyeceğiz. Buna dayanarak yavaşça ilerleyebiliriz. Daha sonra Anayasa Komitesi’nin çalışmalarında bir miktar ilerleme olacağını umut ediyorum. Bunun ‘adıma adım’ girişimine olumlu bir etkisi olacaktır. Açık konuşalım; ilerlemek için Suriyelilerin ve uluslararası tarafların çok çaba sarf etmesi gerekiyor. Söyleyebileceğim şu ki istişarelerimden sonra bu mümkün ve ulaşılabilir bir şey olacak.



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir