Pakistan ordusunun operasyonunda 15 terörist öldürüldü

Geçen hafta bir Hristiyan rahibin öldürülmesinin ardından Peşaver sınırında güvenlik alarmı verildi. (EPA)
Geçen hafta bir Hristiyan rahibin öldürülmesinin ardından Peşaver sınırında güvenlik alarmı verildi. (EPA)
TT

Pakistan ordusunun operasyonunda 15 terörist öldürüldü

Geçen hafta bir Hristiyan rahibin öldürülmesinin ardından Peşaver sınırında güvenlik alarmı verildi. (EPA)
Geçen hafta bir Hristiyan rahibin öldürülmesinin ardından Peşaver sınırında güvenlik alarmı verildi. (EPA)

Pakistan güvenlik güçlerinin çarşamba akşamı Belucistan’daki bir ordu kampına yapılan terör saldırısını geri püskürttüğü ve düzenlenen operasyonla teröristlerin etkisiz hale getirildiği duyuruldu. Açıklama, ordu medyası tarafından 3 Ocak’ta yapıldı.
Pakistan İçişleri Bakanı da yaptığı açıklamada, ordunun Belucistan’ın Naushki ve Banjgur bölgelerindeki kamplara saldırmaya çalışan 15 teröristi etkisiz hale getirdiğini bildirdi. Pakistan ordusunun Halkla İlişkiler Dairesi’nden yapılan açıklamaya göre teröristler, 3 Şubat gecesi Belucistan’ın Naushki ve Banjgur bölgelerindeki güvenlik güçlerininin kamplarına yönelik iki ayrı saldırı gerçekleştirmeye çalıştılar. Bangor’da bir askerin öldüğü çatışmada teröristlere ağır darbe vurulurken saldırılar da başarıyla geri püskürtüldü.
Pakistan Başbakanı İmran Han ve İçişleri Bakanı Şeyh Raşid Ahmed, ordu güçlerinin 3 Şubat’ta Belucistan’daki terör saldırılarını geri püskürtmedeki cesaretine ve gösterdikleri fedakarlığa övgüde bulundular. Başbakan, 3 Şubat’ta Twitter üzerinden yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Belucistan’ın Naushki ve Banjgur bölgelerine yönelik terör saldırılarını püskürten cesur güvenlik güçlerimizi selamlıyoruz. Milletimiz, bizi korumak için büyük fedakarlıklar yapmaya devam eden güvenlik güçlerimizin arkasındadır.”
İçişleri Bakanı’nın Twitter üzerinden yayınladığı mesajda da Naushki bölgesinde 9 teröristin öldürüldüğü, 4 askerin ise yaşamını yitirdiği kaydedildi. Banjgur saldırısında öldürülen terörist sayısı da 6 olarak verildi. Pakistan İçişleri Bakanı, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi:
“Teröristler her iki bölgeden de geri püskürtüldü. Pakistan ordusu, terörü bir kez daha hezimete uğrattı. Ordu halen Banjgur’da 4 ila 5 teröristten oluşan bir grubu kuşatmış durumda. Onları, kötü bir şekilde hezimete uğratacak. Bu, Pakistan ordusunun teröre karşı elde ettiği büyük bir başarıdır.”
İçişleri Bakanı ayrıca ülkesindeki güçlere övgüde bulunurken terörün her türlüsüyle mücadele edebilecek kapasitede olduklarını vurguladı.
Saldırıları, Pakistan-İran sınır bölgelerinde faaliyet gösteren silahlı ayrılıkçı bir grup olan Belucistan Kurtuluş Ordusu üstlendi. Söz konusu saldırılar, Kiş bölgesinde güvenlik güçlerine bağlı bir kontrol noktasına düzenlenen terör eyleminde 10 askerin ölmesinden bir hafta sonra gerçekleşti.
Yapılan açıklamada, “Yoğun çatışma sırasında 1 terörist öldü ve çok sayıda kişi yaralandı. Teröristlerin saldırılarını geri püskürtürken 10 asker şehit oldu” denildi.
Saldırıdan iki gün sonra, Dera Bugti’nin Sui bölgesinde de iki bomba infilak etti. Saldırıda 3 kamu çalışanı ile Bugti kabilesi ileri gelenlerinden biri yaşamını yitirdi, 8 kişi de yaralandı. 30 Ocak’ta Caferabad bölgesine bağlı Dera el-Lehar kasabasında düzenlenen bombalı saldırıda ise 2’si polis 17 kişi yaralandı.
Afgan topraklarındaki Beluç ayrılıkçılarının eğitim kampları, Pakistan hükümetinin talebi üzerine iki ay önce Afgan Talibanı tarafından kapatıldı. Ardından ayrılıkçılar, operasyon ve eğitim kamplarını İran topraklarına taşıdılar.



Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Ortadoğu'da ileri savunma ve İran ile İsrail arasında yeni bir savaş ihtimali

Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)
Tahran'daki Velayet-i Asr Meydanı'nın ortasında yer alan İran Dini Lideri Ali Hamaney'in afişi, 13 Temmuz 2025 (AFP)

Ross Harrison

Ortadoğu’ya ‘askıya alınmış bir durgunluk’ hakim. Ne topyekûn bir savaşta ne de kalıcı bir barışın tadını çıkarıyor. Sanki bu kırılgan denge, geçtiğimiz haziran ayında patlak veren 12 günlük savaşın ardından ABD, İsrail ve İran'ın atacağı sonraki adımları bekliyor. Suriye’de ve Lübnan'da durumun nasıl gelişeceği merakla beklenirken, İran'ın bölgedeki etkisinin azalması bu iki ülkede daha istikrarlı bir sürecin başlangıcı olabilir.

İsrail ve İran'ın ‘ileri savunma’ stratejilerinin çatışması, mevcut durumun ciddiyetini daha da artırdı. Her iki taraf da sınırların ötesine nüfuz etmenin iç güvenliğin temel garantisi olduğu konusunda kesin bir kanaate sahip. Bu iki ülke arasındaki olası çatışmanın etkileri sadece onların geleceğiyle sınırlı kalmayıp, Ortadoğu'nun genel stratejik gidişatını da etkileyecektir.

Bölge on yıllar boyunca, çoğunlukla kırılgan ve gerçek dışı bir istikrar hissiyle yaşadı. Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e düzenlediği saldırıdan önce, İran ve İsrail arasında doğrudan çatışmadan kaçınmak konusunda üstü kapalı bir mutabakat vardı ve bu da geçici bir istikrar sağladı. Ancak bu istikrar, diplomasi veya gerçek barış çabaları konusunda karşılıklı çıkarlar içermiyordu. İran'ın İsrail'i ortadan kaldırma çağrısı, İsrail'in 2015 yılında ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde imzalanan nükleer anlaşmaya karşı çıkması ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ikinci döneminde İran ile diplomatik yakınlaşma girişimlerini reddetmesi gibi, bu boşluğu somutlaştırıyordu.

İran'ın bölgede kurduğu ağ, eylemlerini ‘makul bir şekilde inkar etme’ imkanı sağladı. Bu ağ, İran'a dolaylı olarak İsrail'e meydan okuyarak stratejik bir derinlik kazandırdı.

7 Ekim öncesi eşit olmayan caydırıcılık mühendisliği

7 Ekim öncesi İran ve İsrail arasındaki ‘savaşsız ve barışsız’ durum, iki zıt dış politika modeline dayanıyordu. İran, iç güvenliğini korumak için ‘ileri savunma’ stratejisini benimsemiş ve Gazze Şeridi’ndeki Hamas Hareketi, Lübnan'daki Hizbullah, Irak'taki Haşdi Şabi ve Yemen'deki Husiler gibi aktif milis ağları aracılığıyla bölgesel nüfuzunu genişletmişti.

Buna karşın İsrail son kırk yıl boyunca, askeri üstünlüğüne dayanan geleneksel caydırıcılık politikasını daha istikrarlı bir şekilde benimsedi. İsrail de tarihinin erken dönemlerinde, 1956 Arap-İsrail Savaşı (Süveyş Krizi), 1967 Altı Gün Savaşı ve 1982 Lübnan’ın işgali gibi özel bir tür ‘ileri savunma’ politikası izledi. Ancak Mısır ile barış anlaşması imzaladıktan ve 1980'li yıllardan itibaren güvenli sınırlara kavuştuktan sonra, daha çok geleneksel caydırıcılık politikasına yöneldi.

Xsd
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’tanİsrail sınırını geçtikten sonra bir Merkava tankını ele geçiren Filistinliler, 7 Ekim 2023 (AFP)

İran ise, Irak-İran Savaşı'nın (1980-1988) şokunu temel alarak, kendi topraklarında herhangi bir çatışmayı önlemek amacıyla ‘ileri savunma’ doktrinini geliştirdi. Böylece dinamik bir dış nüfuz ağı kuran İran Kudüs Gücü Tugayı aracılığıyla Suriye, Irak ve Lübnan'daki siyasi, askeri ve dini yapılar içinde varlığını genişletti. İsrail modeli ileri savunma, caydırıcı ve nispeten sabit kalırken, İran modeli ileri savunma, hareketlilikle öne çıktı ve savunma ile saldırı hedeflerini bir araya getirdi.

İran, bu müdahaleyi İsrail ve ABD'ye karşı savunma pozisyonu ve Filistin davasına destek olarak tanıttı. Birkaç yıl boyunca bu denklem, baskı ve korumanın etkili bir karışımını oluşturdu: İran, vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırırken, İsrail'in doğrudan ve geniş çaplı bir tepki vermesini engelledi. Başka bir deyişle, bu strateji önemli ölçüde ‘stratejik belirsizlik’ içeriyordu.

Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağları, kısa sürede bir yük haline geldi. Sonunda, bu gruplar Tahran'a iç güvenliği sağlayan bir savunma derinliği sağlamak yerine, Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi.

7 Ekim ve belirsizliğin sona ermesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran ile İsrail arasındaki kırılgan denge, ekim ayında Hamas'ın İsrail'e yönelik yıkıcı saldırısının ardından çöktü ve ‘ne savaş ne barış’ durumu, ‘barış yok’ durumuna dönüştü. Böylece İran, kapsamlı bir savaşa girmeden barışı önleyebilmesini sağlayan stratejik belirsizlik avantajını kaybetti. Hizbullah, saldırının ertesi günü Lübnan'ın güneyinden İsrail'e roket saldırıları başlattı. Husiler, Hamas'a destek olmak için Kızıldeniz'deki deniz trafiğini hedef alarak bu saldırılara katıldı. Tahran'ın da bu saldırılara açıkça destek vermesi bir dönüm noktası oluşturdu, ancak ters sonuçlar doğurdu. İsrail, ulusal güvenliğinin bölgesel olarak gücünü yayması ve proaktif hareket etmesi gerektiğini düşündüğü için son kırk yıldır benimsediği geleneksel caydırıcılık ve çevreleme yaklaşımından vazgeçerek güvenlik pozisyonunu yeniden belirledi ve ileri savunma doktrinine geri döndü.

İsrail, askeri operasyonlarının kapsamını genişleterek Hamas'a yönelik bir dizi stratejik saldırı düzenledi. Bu saldırılar sonucunda Gazze'de on binlerce Filistinli öldü. İsrail ayrıca Hizbullah ve Husileri hedef alırken Beşşar Esed rejiminin 2024 yılı sonlarında düşmesinin ardından Suriye'deki saldırılarını yoğunlaştırdı. Aynı yıl, İran ve İsrail iki kez doğrudan saldırılar gerçekleştirdi, ardından İsrail 2025 yılında İran'a önleyici saldırılar düzenledi. İran'ın doktrininde olduğu gibi, İsrail'in yeni ileri savunma modeli de saldırgan motifler içeriyor. Bu durum, Netanyahu'nun 2024 ve 2025 yıllarında ‘Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek’ hakkındaki açıklamalarından da anlaşılıyor.

İsrail'in gelişmiş savunma sisteminin devreye girmesiyle, İran üzerinde yıkıcı etkileri ortaya çıktı. Bir zamanlar stratejik bir güç kaynağı olarak görülen milis ağı, hızla bir yük haline geldi. Sonunda bu gruplar Tahran'a içini koruyan bir savunma derinliği sağlamak şöyle dursun Tahran'ın desteği onlara yıkım getirdi. Dahası sınırlarında yeni zayıflıklar yarattı, bu da onları İsrail ile doğrudan bir çatışma alanına daha da yaklaştırdı.

Stratejik rol değişimi

Bu dönüşüm, birbiriyle rekabet halindeki iki savunma doktrini arasında tehlikeli bir yakınlaşmaya yol açtı: İran'ın on yıllardır kök salmış doktrini ve İsrail'in sınırları dışına yönelik saldırgan ve önleyici bir stratejiye geri dönüşü.

İsrail, geçtiğimiz haziran ayında ABD'nin doğrudan desteği ve katılımıyla İran'ın savunma ve nükleer tesislerine saldırılar düzenledi. Böylece, bir süreliğine terk ettiği güç dengelerini değiştirmeye çalışan bölgesel güç rolünü geri kazandı ve ihtiyatlı bir tutum yerine önleyici güç politikasını benimsedi. Bu, basitçe İsrail'in İran'ın doktrinini yansıtan yenilenmiş bir ileri savunma modelini benimsediği anlamına geliyor. Öyle ki İsrailli liderler artık bölgede kalmak ve bölgede yaşamaktan bahsetmiyor, bölgenin yeniden şekillendirilmesinden bahsediyorlar.

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinlerinin çatışması, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor.

Ancak bu dönüşüm gerçek bir tehlike barındırmıyor. Aşırı genişlemenin cazibesi, hedef sadece caydırıcılıkla sınırlı kalmayıp yeniden yapılanmaya kadar uzanırken, güçlü bir şekilde hissedilir hale geldi. Taraflar ileri savunma stratejisine başvurduğunda, çatışma, yanlış değerlendirme ve kontrolsüz tırmanma olasılığı endişe verici bir şekilde arttı.

Nihayet iki taraf stratejik rollerini değiştirdi ve geniş bir bölgesel nüfuz ağına sahip olan İran, geri çekilmek ve savunmaya geçmek zorunda kalırken, İsrail güçlü bir şekilde inisiyatif alan taraf haline geldi. Tahran'ın nüfuzunu genişletme kabiliyetinin azalmasıyla birlikte, özellikle 1980'lerde Irak ile yaşanan savaş deneyimi ve geçtiğimiz haziran ayında İsrail ve ABD'nin ortak saldırısı çerçevesinde ileri savunma doktrini stratejik kültüründe sağlam bir şekilde yerini koruyor. Ancak İran artık savunma pozisyonunda ve olayların kaynağı olmak yerine onlara tepki vermeyi tercih ediyor. Savunma stratejisi, geleneksel nüfuzunun büyük bir kısmını kaybettiği yeni gerçeklere uyum sağlamak zorunda gibi görünüyor.

cdfghj
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Emir Hatemi, İran'da açıklanmayan bir yerde İran ordusunun savaş komuta odasında düzenlenen bir toplantıya sırasında, 23 Haziran (AFP)

İran'ın özellikle de en önemli araçları aşınmış olsa da ileri savunma mantığı hala geçerli olduğundan gelecekte yeni araçlarla bölgesel varlığını geri kazanmaya çalışması şaşırtıcı olmaz. Tahran'ın dengesini yeniden kazanmak için milis ittifaklarını yeniden kurmaya başvurması tehlikesi halen devam ediyor. İran bunu başarsa bile önceki caydırıcılık gücünü geri kazanması mümkün değil. Bu yüzden bu kez de nükleer silaha sahip olmayı hedefleyen yeni bir ileri savunma modeli geliştirilebilir.

Bölgesel etkiler: Thomas Hobbesçu düşüncesine dönüş

Bu stratejik dönüşüm, Ortadoğu'yu korku, güvensizlik ve kendini koruma üzerine kurulu olan yoğun bir Hobbesçu (Thomas Hobbes) düşünceye geri döndürüyor.  Bugün ise çatışma daha açık ve doğrudan hale gelmiş durumda. İran ve İsrail, diplomatik seçeneklerin yerine sert hesaplamaların öncelikli olduğu askeri bir güvenlik modeli izliyor. Taraflar artık dolaylı çatışmalarla yetinmiyor, açık ve net bir geleneksel çatışmaya girmiş durumda. Bu gidişat devam ederse, bedeli çok ağır olacak. İran tarafında, ileri savunma şeklindeki ‘güvence’, ekonomisini yıpratırken halkının geniş kesimlerini kendinden uzaklaştırdı. İsrail açısından ise, uzun vadeli bir savunma pozisyonuna girilmesi, demokratik kurumlarının aşınmasına, küresel konumunun zedelenmesine ve orantısız bir misillemenin önünün açılmasına neden olabilir, hatta İran'ı nihayetinde nükleer caydırıcılık peşinde koşma yönünde bir siyasi karar almaya itebilir.

Bir stratejik gereklilik olarak diplomasi

İran ve İsrail'in ileri savunma doktrinleri arasındaki çatışma, sadece askeri çatışmanın yeniden başlaması tehlikesini içermekle kalmıyor, aynı zamanda bölgenin geleceği için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor. İleri savunma, ister vekiller aracılığıyla ister önleyici saldırılarla olsun, riskli bir yaklaşım. Bunun yanında net bir siyasi ufuk ve uzun vadeli bir stratejik hedef olmadan sürdürülemez.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir.

Ortadoğu bugün kritik bir dönüm noktasında bulunuyor. Ya bölgedeki en güçlü iki askeri güç arasında doğrudan bir çatışmaya doğru daha fazla sürüklenecek ya da her ikisi de güvenlik için önleyici eylemleri savunma doktrini olarak benimseyecek ya da diplomasiye ciddi yatırımlar yapacak ve bölgesel bir güvenlik sistemi kuracak. Bölge her zaman dışarıdan yapılan arabuluculuk çabalarına, ABD'ye ve son yıllarda ise zaman zaman Çin'e güvendi. Ancak artık bölgesel güçlerin barış girişimini üstlenme zamanı geldi. KİK ülkeleri, Türkiye, Mısır ve hatta Irak, Birleşmiş Milletler (BM) gibi çok taraflı kuruluşların yanı sıra yeni bir yol haritası çizilmesine katkıda bulunabilecek önemli rollere sahipler.

Stratejik bir anlaşmaya doğru

Şu anda sadece askeri bir savaşa değil, bir ideoloji çatışmasına tanık oluyoruz. 1980'lerdeki birinci Körfez Savaşı'nın şokundan doğan İran'ın ileri savunma ideolojisi, birçok milis gücünün çöküşü ve İsrail ile ABD'nin doğrudan saldırıları nedeniyle stratejik baskıya uğradı. İsrail'in 7 Ekim 2023 saldırılarının şokundan doğan ileri savunma ve güç gösterisi stratejisine geri dönüşü ise Ortadoğu'nun yeni gerçeklerinde henüz test edilmemiş olsa da istikrarı bozucu olabilir. İsrail'in önceki ileri savunma deneyimi, derin bir güvensizlik ve tehdit duygusundan doğmuştu. Bu seferki dönüşü ise bölgeyi şekillendirme tehdidi ve fırsatının bir karışımıyla beslenebilir. İsrail ve İran'ın dış savunma yaklaşımları kalıcı bir güvenlik sağlayamaz. Her ikisi de intikam, kök salma ve yanlış değerlendirme döngüsünü sürdürme riskini taşıyor. Sonuç olarak, her iki taraf da ileri savunmaya dayandığında sonuç, bir denge değil, sürekli tırmanma ve bölgesel istikrarsızlık için yüksek riskli bir formül olacaktır.

Daha sürdürülebilir bir bölgesel düzen, güvenlik ile diplomasiyi, caydırıcılık ile teşvikleri, ulusal çıkarları ile bölgesel iş birliğini birleştiren yeni bir stratejik anlaşmaya varılmasını gerektirir. Bunun da büyük bir zorluk olduğuna şüphe yok. Ancak devam eden çıkmaz veya felaketle sonuçlanacak bir tırmanma gibi alternatifler bundan çok daha kötü bir sonuç doğurur.

İran ile İsrail bir dönüm noktasına geldi. Bundan sonraki tercihleri sadece kendi geleceklerini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'nun sürekli savaş ve barış arasında gidip gelen bir durumdan çıkıp, topyekûn bir savaşa doğru mu gideceğini, yoksa nihayet daha kalıcı bir istikrara mı kavuşacağını da belirleyecek.