ABD’de din ve devlet ilişkisi: Evanjelizm etkisi

ABD’de Hristiyan sağının siyaseti etkilemesini sağlayan dönüm noktası, Ronald Reagan'ın iktidara geldiği 1981 yılında Cumhuriyetçi Parti ile yaptıkları ittifak oldu

Önceki ABD Başkanı Trump’ın, Ekim 2016'da Las Vegas’ta bir kilisede katıldığı ayinden bir kare (Getty)
Önceki ABD Başkanı Trump’ın, Ekim 2016'da Las Vegas’ta bir kilisede katıldığı ayinden bir kare (Getty)
TT

ABD’de din ve devlet ilişkisi: Evanjelizm etkisi

Önceki ABD Başkanı Trump’ın, Ekim 2016'da Las Vegas’ta bir kilisede katıldığı ayinden bir kare (Getty)
Önceki ABD Başkanı Trump’ın, Ekim 2016'da Las Vegas’ta bir kilisede katıldığı ayinden bir kare (Getty)

Süleyman el-Vadii
6 Ocak 2021 tarihinde yaşanan ABD Kongre Binası baskını, ABD demokrasisinin yara aldığı olaylar arasında yerini alırdı.Bu olay, özellikle eski ABD Başkanı Donald Trump'ın destekçilerinin ortak aklını oluşturan, onları demokratik sınırları aşmaya ve ülkelerinin siyasi olarak büyük değer taşıyan binalarını basmaya iten fikri ve ideolojik boyutlarını etkileyen iç içe geçmiş gerçekleri beraberinde taşıması nedeniyle demokrasiler arasında kendisini üstün görmesi açısından da ABD için bir utanç kaynağı oldu.
Başkan Trump'ın destekçileri, farklı ideolojilere sahip kişilerden oluşuyor. Bir arada olmalarının nedeni kendi içinde ortak bir ideolojik zemine dayanmıyor. Ancak ortak düşmanla ve liberal siyasi sol ile mücadele etme hedefi, onları Trump’ın bayrağı altında bir araya getiriyor. Bunlar arasında aşırı sağcılar ve  ‘Proud Boys’ gibi beyaz ırkın üstünlüğünü savunanlar ile ‘QAnon’ olarak bilinen diğer komplo teorisyenleri de yer alıyor. Ancak, ABD siyasetinin en önemli kalelerinden biri olan Kongre Binası baskını, katı Hristiyan sağcılar tarafından atılan dini sloganlar ve yapılan dini törenler ve bunların göz ardı edilemez olmasından ötürü Hıristiyanlık olay yerinde baskın bir şekilde varlığını gösterdi.
New York Times (NYT) gazetesinin araştırmalarına göre Kongre Binası’nı basan ve toplu bir maneviyat anı yaşanacağını sezen büyük kitleler, Kongre Binası’na uzanan yolların kenarına diz çöküp dua ettiler. Bu, birçoğunun, ‘kötülüğe karşı iyiliğin savaşı’ olarak gördükleri ‘kutsal bir savaşa katılma’ arzusundan kaynaklanıyordu. Aralarında ‘Trump kazandı’ sloganı atarak beyaz haç taşıyanlar da vardı, üzerinde ‘İsa 2020’ yazan seçim pankartı taşıyanlar da. Hatta bir başkası, üzerine ‘Tanrı’nın kalkanı’ kelimeleri yazan giysiler giyiyordu.
Bütün bunlar bizi Hıristiyan sağının ideolojik temellerinin ve onun siyasi sisteme karşı kızgınlığının nedenlerinin yanı sıra1980’li yılların başlarında Başkan Ronald Reagan döneminde parlayan, ancak yine seksenlerin sonlarında azalan gücünü nasıl yeniden kazandığını merak etmeye sevk ediyor.

ABD Anayasası ve dini direnişin ortaya çıkma nedenleri
ABD Anayasası, bir kilise veya ülkenin dini hakkında herhangi bir metin içermeyen ancak aynı derece dini de toplum hayatından tamamen dışlamayan liberal temellere dayanmaktadır. Burada ABD’lilerin tüm Batı Avrupa halklarından daha dindar bir toplum olduğunu belirtmekte fayda var. Pew Araştırma Merkezi tarafından gerçekleştirilen çalışmalar da bunu doğruluyor. Öyle ki Pew tarafından yapılan anketlere göre ABD’lilerin yüzde 55'i düzenli olarak kiliseye giderken, bu oran Fransa'da sadece yüzde 10, Birleşik Krallık’ta ise yüzde 6.
ABD’deki bazı gözlemciler, ülkedeki siyasi söylemler ve seçim kalıpları üzerindeki dini etkinin büyük olduğunu düşünürken küresel vizyonlarla karşılaştırıldığında, laikliğin ABD’deki devlet kurumları üzerinde etkili olduğuna inanıyorlar. Sağcı ve solcu sosyo-dini hareketlerin uzun süredir kamu politikalarını etkilemeye çalıştığına şüphe yok. Çünkü önceki insan hakları hareketlerinin toplumsal sorunları ele almak için dini yaklaşımları kullandığı inkar edilemez. Bunların en başarılısı da Civil Rights Movements (Sivil Haklar Hareketleri)’dir. Afro-Amerikan kiliseleri de protestolar için kurumsal ve etik temeller olarak kullanıldı. Şu an, Katolik ve Evanjelik Protestan gruplar, Pro-life Movement'in (Pro-Life Hareketi) liderliğine karşı çıkıyorlar.
Dinin anayasal ve siyasi gelenekler temelinde ABD’deki siyasi kurumlar üzerinde doğrudan bir etkisi olmamıştır. Fakat siyasi söylemlerde dini ifadelere daha fazla yer verilmeye başlanması, dinin 1970'li yıllardan bu yana Hıristiyan sağı veya ‘Neo-sağcılar’ tarafından siyasallaştırılmasının bir sonucudur. Özellikle Evanjelik hareket, kamusal ve toplumsal siyasi metodolojiyi yeniden şekillendirmeyi amaçlayan ideolojik bir dirilişi vurgulayan en belirgin fikri harekettir.

Evanjelizm ABD siyasetine nüfuz edenler arasına giriyor
Evanjelizmin temsil ettiği dini kesimin, 1970'li yıllarda ülke siyasetine yönelmesinin, Supreme Court’ın (Yüksek Mahkeme) 1973 yılında ‘Roe v. Wade’ isimli davada alınan kararın neden olduğu öfkenin sonucu olduğu iddia ediliyor. Mahkeme, ABD Anayasası’nın 14. ek maddesindeki tüm vatandaşların haklarının eşit korunması prensibini temel alarak kararını verirken ABD’de, kadınların hamileliği sonlandırma hakkını hükümetin bazı kısıtlamalarına rağmen tanınmış oldu.
Ancak teorisyenlere göre ittifakın ulusal siyasetin tuzağına düşmesine neden olan, özellikle Yüksek Mahkeme'nin 1954 yılında devlet okullarında ayrımcılığı sona erdirmek için eyalet tüzüğüne karşı ünlü ‘Brown v. Board of Education’ davasında hüküm vermesinin ardından sağın ‘toplumsal kültürünü dayatan’ bir takım tehlikeleri sezmesiydi. Yüksek Mahkeme, Brown v. Board of Education davasında devlet okullarında gerek zorunlu olarak dua etme gerekse İncil okuma şeklinde olsun dini uygulamaları kaldırma kararı alması, Hıristiyan sağını kararı atlatmak için özel Hıristiyan okulları kurmaya itti.
Öte yandan Evanjeliklerin kozmolojik (evrenbilim) felsefesi, ABD’nin bir süper güç olarak dünyayı şekillendirmesi, hem Eski Ahit’te (Tevrat, Zebur) hem de Yeni Ahit’te (İnciller ve Pavlus’un mektupları) yani Kitab-ı Mukaddes’in tümünde ifade edilen ilahi ve kutsal bir model olarak gördükleri yapıyı dayatmak için güç kullanması gerektiğine dayanıyor. Bu yüzden 1970’li yıllar, ülkelerinin kırılgan yabancı rollerine yönelik sert eleştirileriyle nam salan ve Evanjeliklere göre ABD’nin süper gücünün altını oyan Cumhuriyetçi Parti'yi destekleyen gazilerin ve Demokrat Parti'yi destekleyen diğer vatansever üyelerinin tezleriyle Hıristiyan sağının fikirlerinin çapraz bir şekilde birleşmesine tanık oldu.

Yeni muhafazakarlar ve Yeni sağcılar
Yeni muhafazakarların (Neo-Con) fikirlerinin köklerinin izini sürdüğümüzde, bilginin elitizmini vurgulayan, demokrat liberalizmi ve siyasi modernite dalgalarını eleştiren Alman Yahudisi kökenli Amerikalı siyaset felsefecisi Leo Strauss'un düşüncesine ulaşıyoruz. Strauss, ayrıca küresel sistem ve küresel hükümet kavramlarının yanı sıra bir süper gücün ulusal çıkarlarını coğrafi sınırlarla sınırlanmaması gerektiği düşüncesini de eleştiriyor. Burada Neo-muhafazakarların yanı sıra geleneksel muhafazakarların da Edmund Burke ve John Adams'ın devletin ahlaki rolüne ve devlet organlarının erdem ve sosyal sorumluluğun geliştirilmesi ve toplumun ahlaki ortamının iyileştirilmesi üzerinde çalışması gerektiğine ilişkin ilkelerine bağlı kaldıkları da vurgulanmalıdır.
Yeni sağcılar ise ABD’deki geleneksel muhafazakarlar ve neo-muhafazakarların bir karışımına ve hükümetin dar görüşlü kişisel çıkar grupları tarafından yönetildiğine inanan popülist eğilimli bireylerdir.  Ayrıca liberal grupları kürtaj hakkı, eşcinselliğin kabulü, okullarda cinsel eğitim gibi liberal politikaları desteklemelerinden ötürü toplumun ahlakının bozulmasının sorumlu tutuyorlar.
Evanjelizm, Kitab-ı Mukaddes’in tümüyle harfiyen yorumlanmasına dayalı köktenci bir doğaya sahiptir ve Yeni sağcılar içinde entelektüel bir harekettir.
Evanjelizm, Prof. Dr. Abdulvahab M. el-Messiri’nin “Yahudiler, Yahudilik ve Siyonizm” adlı ünlü kitabında ‘başlangıcı Hristiyanlığa dayalı Siyonizm’ olarak tanımladığı hareketin içinden çıkmış bir harekettir. Kitab-ı Mukaddes’in zahiri/lafzi (literal) yorumundan hareketle kehanetin gerçekleşmesi için İsrail Devleti'nin kurulması gerektiğini savunan radikal Protestan çevrelerde köktenci bir söylem olarak gündemleşen Evanjelizm, İsa Mesih’in dönüşü ve kıyamet öncesi yaşanacağına inanılan Armageddon savaşının gerçekleşmesi için zemin hazırlamayı amaçlamakta. Bu “zemin hazırlama”nın ilk aşaması da Yahudilerin Filistin’e dönüşü ve İsrail devletinin kurulması anlamına geliyor.
Hz. İsa’nın Mesihliğine karşı çıkan Yahudilerin üçte ikisinin bu savaşta yok olacağına inanmalarına rağmen Evanjelistler, Yahudilerin geri dönüşünün kurtuluşa ermeleri için bir şart olduğunu inanıyorlar. Bu da Yahudilere ve İsrail'e karşı sempatiyi, nefreti, savunmayı ve sömürüyü aynı anda barındıran tuhaf bir karışım ortaya çıkarıyor.

Evanjelik Hristiyanlık ve ABD Başkanlığı
Özetle din ve siyaset sentezi olan Evanjelizm, dinin siyasi kararların alınmasında eksene alınmasını amaçlar. Bazı Yeni Sağcı politikacıların da entelektüel arka planını oluşturur. Din ile devleti birbirine bağlayan “Tanrı Amerika'yı Korusun” ifadesi, Hristiyan sağının siyasi uygulamaları renklendirmek zorunda olduğu etkinin boyutunu fikri olarak ortaya koyuyor. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre, dini ve devleti bir araya getiren ifadeler, 1980’li yıllarda Başkan Ronald Reagan'dan sonra başkanların söylemi haline geldi. ‘Watergate’ skandalı günlerini daha az zararla atlatmaya çalışan eski başkanlardan Richard Nixon’dan dışında Reagan’dan önceki hiçbir ABD Başkanı bunu kullanmamıştı.
ABD başkanlarıyla ilgili bir diğer nokta ise birçoğunun kitleleri etkilemek ve onların sempatisini kazanmak için dini referansları kullanmasıdır. Ancak dini söylemler, ABD başkanları için 1980'lerden önce siyaseti etkilemede veya başkanlık seçimlerinde doğrudan kullanılan bir faktör değildi. Hıristiyan sağının siyasi nüfuz elde etmesini sağlayan Moral Majority Grubu’nun kurulması bu durumun kırılma noktası oldu. Moral Majority, grubun seçmen kaydı tutuma, siyasi amaçlarla para toplama, baskı grupları (lobi) oluşturma ve seçim kampanyalarını destekleme gibi faaliyetleri nedeniyle, Hristiyan sağ ile Cumhuriyetçi Parti arasındaki bir ittifaktır. Öyle ki grubun tüm bu faaliyetleri sayesinde Başkan Ronald Reagan, Ocak 1981'de iktidara geldi.
Evanjeliklerin temsil ettiği Hıristiyan sağı ya da diğer adıyla Neo-sağcılar, 1980'li yıllarda Başkan Ronald Reagan'ın iktidara gelmesinden bu yana muhafazakar sağcıların yaptığı gibi nüfuzunun azalmasından 25 yıl sonra yeniden canlandı. Başkan Donald Trump'ın 2016 yılında başkanlık seçimlerine adaylığını açıklamasından bu yana ateşlediği ‘kültür savaşı’ söylemiyle parıldayarak ve ezici bir şekilde geri döndü. Peki, Evanjelik sağcılar ile eski Başkan Trump arasında siyasi fikir birliği nasıl gerçekleşti? Evanjelikler ve Trump’ı destekleyen diğer hareketler, Trump’ı 2024’teki başkanlık seçimlerinde tekrar ABD başkanlığına getirebilecekler mi?
Bu soruların yanıtlarını daha sonraki bir makalede ele alacağız.

*Bu yazı Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



Değerler ve gelecek nesiller meselesi

İdlib'de savaşan gruplara ait bir kontrol noktası (Şarku’l Avsat)
İdlib'de savaşan gruplara ait bir kontrol noktası (Şarku’l Avsat)
TT

Değerler ve gelecek nesiller meselesi

İdlib'de savaşan gruplara ait bir kontrol noktası (Şarku’l Avsat)
İdlib'de savaşan gruplara ait bir kontrol noktası (Şarku’l Avsat)

Rüstem Mahmud

Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi'nin müzik, sinema ve tiyatro alanında bir yüksek sanat enstitüsü kurduğunu duyurduğu gün, İdlib şehrinin sokaklarında bir kişinin bir günde dört kadın ile evlenmesini kutlayan dört lüks ve süslü araba dolaşıyordu.

Yıllardır iktidardaki Suriye rejiminin yetkisi dışında olan iki bölgede yaşanan iki olay, rejimden “kurtarılmış” iki bölgeden her birinin takip ettiği, birbirinden tamamen farklı/karşıt iki değersel ve sembolik yolu ortaya koyuyor. Nasıl ki Kuzeydoğu Suriye'deki Özerk Yönetim’in uyguladığı yasalara göre birden fazla kadınla evlenmek yasaksa ve bir örf olsa bile bunu yapanlara ağır cezalar uygulanıyorsa, müzik, tiyatro ve sinema, Ebu Muhammed el-Colani liderliğinde İdlib şehrini yöneten “Kurtuluş Hükümeti” tarafından yasaklanan uygulamalar ve davranışlardandır.

Bu sahne, Esed'in otoritesi dışındaki Suriye ve büyük olasılıkla gelecekte tüm Suriye'nin nasıl olabileceği ile ilgili iki temel meselenin farkına varma fırsatı sunuyor. Siyasi çatışma ve sahadaki çatışmaların yanı sıra, Suriye coğrafyasında sosyal sınıf ve eğitim düzeyine dayalı bazı normal farklılıklarla ilgisi olmayan, aksine bunun ötesine geçerek yaşam tarzı, dünya görüşü, değer sistemi, devlet bilinci, devletin toplumla ilişkisi, kamusal alan ve kamu hukukunun türü konusunda tam bir farklılık olarak ortaya çıkan ahlaki ve sembolik bir bölünme de kök salıyor. Bu tür yaşam tarzları, uzun bir süre boyunca bu bölgeleri yöneten otoritelere göre ve onlar aracılığıyla kuruluyor ve biriktiriliyor.

Bu ayrımların ve sembolik farklılıkların pek çok yüzü ve ifadesi var ve bunların her biri kamusal yaşam ve toplumun gidişatı, ardından da şimdi ve gelecekteki siyasi tercihler üzerinde ciddi etkiler yaratıyor. Bunlar örneğin iktidardaki otoritenin konumu, kadınlara ilişkin genel kanunları, kamusal alandaki rolleri ve varlıkları ile erkekler karşısındaki ekonomik ve hukuki konumları, aile hukuku ile ilgili yasaları gibi şeyler etrafında şekillenen hususlardır. Sivil özgürlüklerin anlamı ve uygulamaları, medeni kanunun türü, yönetici otoritenin toplumla paylaştığı gelenekler ve söylemler, toplumun dayandığı, biriktirdiği ve bunları değer ve geleneklere dönüştürdüğü otoriter tasnifler, din adamı sınıfının iktidardaki etkisi ve rolü ile gibi diğer konular etrafında da yoğunlaşmaktadır.

Bu ayrımların ve sembolik farklılıkların pek çok yüzü ve ifadesi var ve bunların her biri kamusal yaşam ve toplumun gidişatı üzerinde ciddi etkiler yaratıyor.

Bu ayrıntılar, Suriye'nin bugününe ve geleceğine dair görüşlerini tek bir ayrıntı ile sınırlayan ve tekelleştiren, siyaset, kültür ve sosyal alanlardaki muhalif Suriyeli elitlerin nadiren ilgisini çekiyordu. O ayrıntı da iktidardaki rejime veya kendisini çevreleyen her şeyden yalın bir yapı olarak otoriteye muhalefettir.

Ancak elitlerin bu ayrıntıyı ihmal etmesine karşın, rejimin kontrolü dışındaki bu iki Suriye bölgesinin yönetici güçleri, kendilerini totaliter rejime karşı otoriteler, güçler ve deneyimler olarak sınıflandırmalarına dayanarak, bu değer sistemlerini ve sembolik uygulamaları, toplumlarına sunmaları gereken ve özellikle siyasi olan tavizlere ve siyasi pazarlıklara karşı yeterli ve kalıcı bir alternatif olarak görme eğilimindedirler.

Otoriteler açısından bu sembolik uygulamalar, Suriye rejiminin kararlılık ve direniş söyleminin kapladığı alanı kaplıyor. Zira Colani liderliğindeki Kurtuluş Hükümeti, dayattığı ve Ortaçağa ait davranış ve yaşam tarzlarının, din adamlarını ve din kurumlarını devasa bir otoriter yönetim aygıtına dönüştürmenin, bu sınıfa ve mezhepçi eğilimlerine tabi olan bir kurumlar, söylemler ve davranışlar ağı inşa etmenin, elde ettiği ve topluma sunabileceği “siyasi öz”müş gibi takdim edebileceğini varsayıyor.

Yıllar süren devrim ve fedakarlıkların ardından Suriyeliler, ya değerlerden yoksun mutlak otorite ya da her türlü siyasetten yoksun yüzeysel sembolizmlerin temsil ettiği tam bir boşluğa ulaştılar.

Bu sözde dindar otoriteler, demokratik uygulamalar ve kamusal alanın açılması, topluma sivil ve medya özgürlüklerinin tanınması, otoriteyi denetleyen ve kontrol eden sivil örgütler ile yasama ve yargı kurumlarının kurulması gibi kendilerine dayatılan bir dizi yükümlülüğü unutuyormuş gibi yapıyor ve hatta reddediyorlar. Kendilerini bunlar gibi pek çok sorumluluktan azade olarak görüyorlar.

Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi ise yukarıda sayılanların çoğunu yerine getiriyor. Ancak bunları gerçekleştiren ve pekiştiren bir otorite ile kadınların ve sanatın kamusal yaşamdaki rolünü reddetme eğiliminde olan bir otorite arasında büyük ve temel bir fark olsa da, sonuçta ikisi de aynı mantıkta buluşuyorlar. O mantık da, siyaseti iktidara, mekanizmalarına, araçlarına ve nasıl oluştuğuna odaklanan bir konu olarak yok saymak ve onun yerine, Suriye rejiminin uzun süredir yaptığı pek çok şeyin büyük bir kısmının yanı sıra bir dizi değersel eylem ve sembolik söylemleri yerleştirmektir.

Bu, daha önce de Suriye'de geleneksel bir tartışmaydı. Zira iktidardaki siyasi rejim sunduğu bazı sosyal sivil özgürlükleri, Suriyeli milletler, mezhepler ve dini gruplar arasındaki bir arada yaşama ve toplumsal barışa dair sunduğu bazı görüntüleri, ek olarak kadınlara ve daha iyi eğitimli sınıflara verdiği bazı sivil hakları, siyasi alanda sunması ve yapması gerekenlerin tam anlamıyla alternatifi varsayıyordu. Suriyeli muhalif güçler ise tam aksine çevrelerindeki dünyada iktidar koltuğunun temsil ettiği yalın otoriteden başka bir şey görmüyorlardı. Kendisini çevreleyen, belirlenmesi ve dikkat edilmesi gereken tüm sembol ve değerlere dikkat etmiyorlardı.

Tam da bu nedenle, yıllar süren devrim ve fedakarlıkların ardından Suriyeliler, ya değerlerden yoksun mutlak otorite ya da her türlü siyasetten yoksun yüzeysel sembolizmlerin temsil ettiği tam bir boşluğa ulaştılar.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.