Mali Başbakanı Maiga, Fransa’yı ülkesini bölmekle suçladı: ‘Teröristler için bir güvenli bölge tesis etmiş oldular’

Avrupa Birliği, Mali’deki cunta yönetimine yaptırım uygulama kararı aldı.

Mali'nin geçiş hükümeti Başbakanı Choguel Kokalla Maiga. (Reuters)
Mali'nin geçiş hükümeti Başbakanı Choguel Kokalla Maiga. (Reuters)
TT

Mali Başbakanı Maiga, Fransa’yı ülkesini bölmekle suçladı: ‘Teröristler için bir güvenli bölge tesis etmiş oldular’

Mali'nin geçiş hükümeti Başbakanı Choguel Kokalla Maiga. (Reuters)
Mali'nin geçiş hükümeti Başbakanı Choguel Kokalla Maiga. (Reuters)

Mali'nin geçiş hükümeti Başbakanı Choguel Kokalla Maiga, Fransa’nın 2013’teki askeri müdahalesinin ardından ülkeyi bölme girişiminde bulunduğunu savundu.  
Mali’deki akredite diplomatik temsilcilerle Başbakanlık Merkezi’nde bir araya gelen Maiga yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:
“Fransızlar 2013’te Mali’nin kuzeyinde El-Kaide güçlerine müdahalede bulundu. Bu olumlu bir adımdı. Ancak El-Kaide tehlikesi bittiğinde yeni bir aşamaya geçtiler ve emrivaki ile ülkenin bölünmesi için girişimde bulundular. Hükümetin kontrolünde olmayan bir bölge yaratarak teröristler için bir güvenli bölge tesis etmiş oldular. Böylece terör 2014’te eskisinden olduğundan daha güçlü bir şekilde döndü.”
Başbakan Maiga söz konusu açıklamasıyla ülkenin kuzeyinde, Cezayir sınırında yer alan Kidal şehri merkezli bölgeyi kastediyor. Kidal Mali’deki Tuarek (Touareg) kabilelerinin merkezi olarak addediliyor. Tuarekler 6 Nisan 2012’de söz konusu bölgede bağımsızlıklarını ilan etmiş ve kamu binalarına ‘Azavad’ bayrağını çekmişti. ‘Azavad devleti’ herhangi bir ülke tarafından tanınmamış olsa da bu bölge Mali ordusunun kontrolü dışında. Mali devleti Cezayir’deki Tuarek kabileleri ile ‘çatışmasızlık anlaşması’ imzalamıştı. Malili Tuarekler Fransız ordusuyla birlikte İfogas Dağları’nda saklanan El-Kaide ve DEAŞ üyelerine karşı operasyon düzenliyor. Mali devlet yetkilileri ise ‘tarihi düşman’ olarak nitelediği Azavad Tuarekleri ile ilişki kuran Batılı devletleri eleştiriyor.  
Başbakan Maiga konuya dair şunları söyledi:
“Mali’nin bölünmesini sadece Fransa değil, Avrupalı bazı ülkelerin desteklediği Takuba Görev Gücü de hedefliyor. ABD’liler  Paris’i kurtarmadı mı? Fransızlar, ülkelerinde artık Amerikan varlığına ihtiyaçları olmadığını anlayınca onlara gitmelerini söyledi. O zaman Amerikalılar Fransa'ya küfürler edip hakaretler mi yağdırdı? Bağımsızlığımızın üzerinden 60 yıl geçti, Fransa halen bize egemen olduğunu ve vesayet uygulayabileceğini sanıyor. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu üzerinden ekonomimizi boğmaya çalışıyor. Yaptırımların arkasında kimin olduğunu herkes biliyor”  
Fransa'nın Barkhane Operasyonu'na destek amacıyla kurulan Takuba Görev Gücü’nde Fransa, İsveç, Estonya, İtalya, Belçika, Hollanda, Portekiz ve Çekya'dan 500'e yakın asker görev yapıyor. Mali'deki cunta yönetimi, Takuba Görev Gücü kapsamında ülkede konuşlanan 100 Danimarka askerinin ülkeden ayrılmasını istemiş, bunun üzerine Danimarka da ülkedeki askerlerini çekeceğini duyurmuştu.
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) darbenin ardından Mali’ye sert ekonomik diplomatik yaptırımlar uyguladı. Yaptırımlar arasında, ülke sınırlarının kapatılması, ticari anlaşmaların askıya alınması ve Mali devletinin ECOWAS üyesi ülkelerdeki mal varlığının dondurulması da yer alıyor. Avrupa Birliği geçen cuma günü Mali’de darbeyle ilişkili isimleri ‘kara listeye’ alarak Avrupa’ya girişlerini yasaklamıştı.  
1960’ta Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Mali, bugüne kadar birçok istikrarsızlık dönemi ve darbeye sahne oldu. 18 Ağustos 2020 ‘de Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita askeri darbeyle indirildi ve Ulusal Geçiş Konseyi kuruldu. Askeri cunta lideri Albay Assimi Goita, kendi kontrolünde kurulan Konsey’de usullere uygun kabine değişikliği yapılmadığını gerekçe göstererek 24 Mayıs 2021'de tekrar darbe yaptı. Cunta yönetimi geçiş dönemi süresini 5 yıl olarak belirledi.
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian'ın Mali'deki geçiş hükümetini ‘gayrimeşru’ olarak nitelemesinin ardından Mali, Fransa'nın Bamako Büyükelçisi Joel Meyer'den ülkeden ayrılmasını istemişti. Meyer geçtiğimiz haftalarda Mali’den ayrıldı.
Fransa ile Mali’deki cunta yönetimi arasındaki gerginlik, Fransız bir bakanın Mali’deki ‘geçiş yönetiminin’ iktidarlarını pekiştirmek için Rus güvenlik şirketi Wagner'in paralı askerlerinden destek aldığını söylemesiyle daha da arttı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova’da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la görüşmesinin ardından bir soruya verdiği yanıtta şu ifadeleri kullandı:
“Wagner’le ilgili şunu söyleyebilirim; Rusya devletinin bu şirketle bir ilişkisi yoktur. Bununla birlikte NATO’nun mantığına göre Mali gibi bir devlet güvenliğini sağlamak için istediğini seçebilir. Yerel yöneticiler onların varlığından memnun ancak bunun Rus devletiyle bir ilgisi bulunmuyor.” 



Ortadoğu'nun çehresini değiştiren Suriye değişimi

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Ortadoğu'nun çehresini değiştiren Suriye değişimi

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kayali

Esed rejiminin çöküşünün birçok nedenden dolayı Ortadoğu'nun tamamında, özellikle de Arap Maşrık (Levant) ülkelerinde büyük etkileri olacaktır. Bu nedenlerin arasında, çirkinlikleri ve zulmüyle o korkunç ve ürkütücü rejimin, 60 yıldır bölgedeki genel siyasi dönüşümlerde olumsuz bir siyasi aktör olması, Suriye'de ve Suriye toplumunda siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınma olanaklarını engelleyen devasa bir engel görevi görmesi de var. Buna ilaveten, iddialarıyla, şantajlarıyla ve aşırılıklarıyla, baskıcı bir vesayet yönetimi olarak Lübnanlılar ve Filistinliler üzerinde, hatta Arap siyasi alanlarında büyük bir kontrole veya etkiye sahipti.

Karmaşık olayların ve müdahalelerin yaşandığı bu zor dönemde, Suriye'de yaşanan değişimin niteliğini veya yönelimlerini tahmin etmenin çok erken ve zor olduğu aşikar. Ancak Esed'in “ebedi rejimi”nin sonsuza kadar yıkılması nedeniyle bu değişim yalnızca kaçınılmaz bir olumlu adım olarak görülebilir. Esed rejiminin yıkılması imkansız gibiydi ve onun zulmü altında yaşayan, canavarlıklarına ve onlara yabancılaşmasına tanık olan Suriyelilerin hayal bile edemeyeceği bir şeydi. Uzun bir süredir (Lübnanlılar ve Filistinlilerle birlikte) üzerlerine çökmüş ağır bir taş kalktı ve bu da tüm çekincelere, korkulara, müdahalelere ve meşru zorluklara rağmen Suriye'de kalkınmanın yolunu döşüyor.

Ayrıca Suriye'de yaşanan değişime ilişkin olumlu bakış, ilgili güçlerin askeri çatışmalardan ve kan dökmekten uzak durmasından, sürecin sakin, sorunsuz ve barışçıl bir şekilde gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Şiddetli çatışmaların yaşanmaması rejimin yapısının kırılganlığı ile bünyesine yerleşmiş yozlaşmışlığı ortaya çıkardı. Bu bakış aynı zamanda Suriye'nin tüm bölgelerinde özgürlük özlemiyle yaşayan Suriyelilerin değişimi büyük bir memnuniyet ve sevinçle karşılamalarından da kaynaklanıyor. Suriyeliler rejimin vücutlarına yerleştirdiği ve ötekinden duyulan korku, nefret ve mezhepçi fanatizm ruhunun temsil ettiği çıbanı boşaltmaktan uzak durdular. Suriye şehirleri mezhepçi ve intikam amaçlı saldırılara tanık olmadı. Rejimin yandaşları dahi yaşanan dönüşümü, devlet adamı gibi davranmak yerine sadece şahsı ve yakın ailesi için endişelenen biri gibi davranan firari cumhurbaşkanının ortaya çıkan adiliğini şaşkınlıkla karşıladılar. Sonsuza kadar mirasçı bir cumhuriyet ya da bir aile çiftliği olarak görülen Esed Suriyesi’nde, 24 yıl önce başkan olması amacıyla nasıl kendisine uygun olması için anayasanın birkaç dakika içinde değiştirilmesiyle göreve geldiyse, dakikalar içinde de ülkeyi terk etti.

Esed rejiminin yıkılması, aynı zamanda ABD'nin Irak'ı (2003) işgal etmesiyle birlikte, yani 20 yıl boyunca artan İran nüfuzunu da zayıflattı.

Artık yeni bir Suriye'nin doğuşuyla birlikte, kuruluşuna ilişkin belirsizliklere ve çeşitli iç ve dış müdahalelere rağmen Ortadoğu'nun da değiştiğini belirtmek mümkündür. Suriye'deki değişim, esas olarak İran rejiminin Irak'tan Lübnan'a kadar bölgedeki statüsünün ve rolünün azalmasıyla temsil edilen bölgesel bir değişime yol açtı. Suriye, İran nüfuzunun en önemli unsuruydu ve onun temel bağlantısı olarak hizmet ediyordu.

Bunun anlamı, Esed rejiminin yıkılmasının, ABD'nin Irak'ı (2003) işgaliyle birlikte Arap Maşrık bölgesinde artan İran nüfuzunun da zayıflamasına yol açtığıdır. Maşrık ülkelerinde devlet ve toplum yapılarının yerle bir olmasına yol açan, İran'ın Ortadoğu politikalarına Amerikan (ve İsrail) yatırımı dönemi, bu politikalar kendi kendini tüketip üzerine düşeni yaptıktan sonra sona erdi. Arenalar birliği ve İsrail’in çöküşünün yakın olduğu sloganlarının, saatler veya günler içerisinde İsrail’i yerle bir edebilme gücüne dair iddialarının yanılsamalar olduğu açığa çıktı. Zira İran, İsrail Gazze'yi yok ederken, ardından Lübnan'a karşı yıkıcı bir savaşa girişirken, sonra da Suriye'ye saldırırken, kendisini tüm bunlardan uzak tuttu.

Sonuç olarak, İran'ın Arap Maşrık bölgesindeki nüfuzunu tamamen zayıflatmak veya sınırlandırmak, Lübnan'ın bu nüfuzdan ve Hizbullah’ın devlet ve toplum üzerindeki baskısından kurtulması anlamına geliyor. Bu kurtuluş Irak’ı ve hatta er ya da geç Husilerin olduğu Yemen’i de kapsayabilir.

Şimdi Maşrık’ı kontrol eden iki güçlü bölgesel devletle karşı karşıyayız; bir yanda güncel verilere göre galip görünen İsrail. Diğer yanda ise göz ardı edilemeyecek bir Ortadoğu ülkesi olarak itibarını yeniden kazanmış görünen Türkiye var.

Dolayısıyla Arap Maşrık ülkelerindeki İran nüfuzunun devrilmesi anlamına gelen Suriye rejiminin devrilmesi, Türkiye'nin bölgede nüfuzunun arttığına işaret ediyor ve bu bir ilk. Bölgesel bir güç olarak İsrail 1967-2003 döneminde, Ortadoğu'da bölgesel mimarlığı üstlenirken, İran, ABD ve İsrail’in kendisine izin verdiği veya kendisini kullandığı 2003-2023 arasındaki dönemde, yani Irak’ın altın tepside sunulduğu andan Aksa Tufanı anına (7.10.2023) kadar geçen sürede, buna liderlik etti. Bugünse Türkiye, değişim için acılar çeken, fedakarlıklar yapan ve mücadele eden  Suriye halkıyla birlikte şüphesiz önemli bir katkısının bulunduğu Suriye değişimi yoluyla Ortadoğu'nun şekillenmesinde lider pozisyonunu üstlenmiş görünüyor (el-Mecelle dergisinde yayınlanan “Arap Maşrık bölgesinin yeni mimarı olarak İsrail savaşı” başlıklı makalemi inceleyebilirsiniz - 09.11.2024)

Şimdi Maşrık’ı kontrol eden iki güçlü bölgesel devletle karşı karşıyayız; bir yanda Gazze'deki direnişi çökerttiği, nehirden denize kadar Filistinliler üzerinde doğrudan hegemonyasını dayattığı, ayrıca Lübnan'da Hizbullah'ı zayıflattığı ve İran'ın bölgedeki nüfuzunu parçaladığı için güncel verilere göre galip görünen İsrail var. Diğer yanda, Suriye’deki değişim üzerinden bölgede göz ardı edilemeyecek güçlü ve etkili bir Ortadoğu ülkesi olarak itibarını yeniden kazanmış görünen Türkiye var.

Bütün bu değerlendirmelere göre pek çok şey, Suriye'deki değişimin yönelimlerine bağlı olacak. Bunlar öncelikle Suriye'de özgür ve eşit vatandaşlardan oluşan bir devlet mi kurulacağına yoksa önceki rejimin yeniden üretilmesiyle veya yeni bir Suriye'nin kuruluşunu engelleyen iç ve dış etkileşimlerin varlığıyla bu sürecin sekteye mi uğrayacağına bağlı. İkincisi, ön planda olan iki bölge ülkesi olarak İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkinin şekline bağlı. Bu karmaşık ve birçok senaryoya açık bir ilişki. Üçüncüsü, konu aynı zamanda Arap siyasi sisteminin Suriye'deki dönüşüme nasıl tepki vereceği, bunu nasıl ele alacağı, ayrıca iki bölgesel devlet, yani İsrail ve Türkiye ile ilişkilerini nasıl ele alacağı, esas olarak da Arap sisteminin kendi çıkarları ve öncelikleri konusundaki farkındalığı ile de ilgili olacak. Dördüncüsü, bu arada bölge için İsrail sömürgeci, ırkçı ve yerleşimci bir devlet olarak kalacak ve kendisi de bu durumda Batılı ülkeler tarafından desteklenen zorba bir devlet olarak Ortadoğu'da gerilim ve istikrarsızlık kaynağı olmaya devam edecek. Bu da pek çok şeyin İsrail’in Filistin halkının meşru haklarını ne kadar kabul edip etmeyeceğine bağlı olacağı anlamına geliyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.