Kızıldeniz ülkeleri krizlere karşı birleşiyor mu?

Bu bölgenin, bölge ülkelerinin çıkarları pahasına nüfuzu paylaşmak için gerçek veya hayali bir çatışma alanına dönüşeceğinden farklı bir endişe mevcut

Kızıldeniz ve Aden Körfezi Kıyısındaki Arap ve Afrika Ülkeleri Konseyi’nin en belirgin hedefleri, ‘küresel ve uluslararası ticareti ve denizciliği korumak, güvenlik, yatırım ve kalkınma yönlerini geliştirmek, taraf ülkeler için istikrarı sağlamak, ortak çıkarlarını desteklemek ve bölgede olumsuz rol oynamaya çalışan dış güçleri caydırmaktır’ (Independent Arabia- Hasan Hamed)
Kızıldeniz ve Aden Körfezi Kıyısındaki Arap ve Afrika Ülkeleri Konseyi’nin en belirgin hedefleri, ‘küresel ve uluslararası ticareti ve denizciliği korumak, güvenlik, yatırım ve kalkınma yönlerini geliştirmek, taraf ülkeler için istikrarı sağlamak, ortak çıkarlarını desteklemek ve bölgede olumsuz rol oynamaya çalışan dış güçleri caydırmaktır’ (Independent Arabia- Hasan Hamed)
TT

Kızıldeniz ülkeleri krizlere karşı birleşiyor mu?

Kızıldeniz ve Aden Körfezi Kıyısındaki Arap ve Afrika Ülkeleri Konseyi’nin en belirgin hedefleri, ‘küresel ve uluslararası ticareti ve denizciliği korumak, güvenlik, yatırım ve kalkınma yönlerini geliştirmek, taraf ülkeler için istikrarı sağlamak, ortak çıkarlarını desteklemek ve bölgede olumsuz rol oynamaya çalışan dış güçleri caydırmaktır’ (Independent Arabia- Hasan Hamed)
Kızıldeniz ve Aden Körfezi Kıyısındaki Arap ve Afrika Ülkeleri Konseyi’nin en belirgin hedefleri, ‘küresel ve uluslararası ticareti ve denizciliği korumak, güvenlik, yatırım ve kalkınma yönlerini geliştirmek, taraf ülkeler için istikrarı sağlamak, ortak çıkarlarını desteklemek ve bölgede olumsuz rol oynamaya çalışan dış güçleri caydırmaktır’ (Independent Arabia- Hasan Hamed)

Mana Abdulfettah
Kızıldeniz ve Aden Körfezi Kıyısındaki Arap ve Afrika Ülkeleri Konseyi (Kızıldeniz Birliği) su yollarınıngüvenliği ve enerji güvenliği ile ilgili, stratejik öneme sahip ve birkaç gergin ve çalkantılı bölgede yer alan Kızıldeniz’in güvenliğini çevreleyebilecek tehlikeyi idrak etmek için bir dizi etkileşim çağrısında bulundu.Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’in Kızıldeniz’e kıyısı olan ülkeler için güvenlik ve kalkınma amaçlı bir oluşum kurulmasının önemine dair açıklaması sonrasında bu durum, Suudi Arabistan başta olmak üzere Kızıldeniz’e kıyısı olan ülkelerin, ‘Kızıldeniz ve Aden Körfezi Kıyısındaki Arap ve Afrika Ülkeleri Konseyi’ni kurup yönetmesi için bir gerekçe olarak görülüyor. Konseyin kuruluş sözleşmesi, 6 Aralık 2018’de Riyad’da komşu sekiz Arap ve Afrika ülkesinin (Suudi Arabistan, Sudan, Mısır, Yemen, Ürdün, Cibuti, Somali ve Eritre) dışişleri bakanları tarafından imzalandı. Sözleşmede ayrıca, konseyin ‘küresel ve uluslararası ticareti ve denizciliği korumayı, güvenlik, yatırım ve kalkınma yönlerini geliştirmeyi, taraf ülkeler için istikrarı sağlamayı, ortak çıkarlarını desteklemeyi ve bölgede olumsuz rol oynamaya çalışan dış güçleri caydırmayı’ amaçladığı ifade edildi.
Konseyin kurulma gerekliliği, bazı uluslararası güçlerin varlıklarını güvence altına alma ve çıkarlarını gözetme amaçlarına bakılmaksızın hareketlerini öngörerek, askeri üslerin kurulduğu noktalardan yararlanılmasından doğdu. 

Uluslararası varlık
Kızıldeniz bölgesindeki çatışmanın itici güçlerinin başında, bazı ülkelerin siyasi kırılganlıklarından ve sağlam bir güvenlik altyapısına duyulan ihtiyaçtan yararlanan, ekonomik sebeplerle bölgesel ve uluslararası güçlerin rekabeti geliyor. ABD, Cibuti’nin stratejik konumu ve Batı yanlısı yönelimi nedeniyle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra terörle mücadele operasyonları başlatmak için Cibuti’deki askeri üssünü tercih etti. Daha önce ise ABD Barış Enstitüsü (USIP), Orta Doğu ve Afrika Boynuzu’nu birbirine bağlayan bölgeler arası dinamiklerin analizindeki boşluğu kapatmak için Kızıldeniz Girişimi’ni başlattı. Bu boşluk, bölge ülkeleri arasında köprü kurmak amacıyla bir anlaşmaya varılmadığı sürece siyasi, toplumsal ve etnik bölünmeler tarafından yönetiliyor. Bölge ülkeleri arasında bu açığı kapatmak için bir anlaşmaya varılmadığı takdirde Kızıldeniz bölgesindeki olası çatışmayı azaltmak zorlaşıyor ve ABD’nin dikkati, bu bölgedeki jeopolitik manzaranın hızla değişmesine kayıyor. Öyle ki Washington, geçtiğimiz yıllarda geri çekilmesinin bir sonucu olarak bir tehlike sezmeye başladı. Daha sonra belirli görevler ve belirli bir zaman çerçevesi ile bölgeler arası konularda koordinasyon sağlamak amacıyla Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz’deki temsilcilerine odaklanarak, yavaş yavaş bölgesel diplomasi yoluyla geri döndü. Çin açısından ise Kızıldeniz, Deniz İpek Yolu’nun önemli bir parçası ve Çin projesinin (Kuşak ve Yol Girişimi) iki tarafından biri olarak sayılıyor. Bu nedenle Çin, diğer askeri üslerin de kendisine katılması beklentisiyle Babu’lMendeb Boğazı yakınında Cibuti’de bir askeri üs kurdu. Kendisi, başta ABD olmak üzere diğer uluslararası güçlerle herhangi bir çatışmadan uzak durmayı amaçlıyor. Ancak diğer taraftan Çin, bir yanda İran diğer yanda da İsrail ile ilişkilerini de genişletiyor. Aynı şekilde Cibuti’de Rusya, Türkiye ve askeri üs kurmak isteyen diğer ülkelerin varlığının yanı sıra Fransa, Japonya, İspanya ve İtalya’nın da üsleri bulunuyor.  
Türkiye, Somali’de askeri bir üs kurdu. Eski Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in devrilmesinden önce Sudan’ın Sevakin şehrinde de bir başka üs kurmaya çalışıyordu. Ayrıca Eritre’deki ‘Massava’ limanı da askeri bir varlığa tanık oluyor. Ancak söz konusu varlık, sınırlı düzeyde.

Bölünmelerin etkisi
Bu yoğun varlık, iki türlü. İlk olarak daha önce bazı Husi saldırılarında olduğu gibi, gemi trafiğini tehdit ederek ve yabancı gemileri hedef alarak olası terör eylemlerini engelleyebilecek bu üslere yönelik yarı askeri alarm durumuyla ilgili. Ancak ikincisi ise bu bölgenin, Somali’deki çatışma, Eritre’ye yayılması muhtemel olan ‘Tigray’ çatışmaları, Sudan’daki siyasi istikrarsızlık ve Yemen savaşının diğer yakası Afrika Boynuzu’ndakisavaş ve çatışma bölgelerine yakınlığıyla ilgili. Kızıldeniz havzasının uluslararası nüfuzunun, kendisini çevreleyen ülkelere yansıyan ve Kızıldeniz’in jeopolitik kavramına dayanan, Kızıldeniz’deki güvenlik sistemine girme tehdidinden kaynaklanması dikkat çekici. Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan önemli bir su yolu olarak çevresindeki herhangi bir istikrarsızlık belirtisi, doğrudan ona yansıyacak.
Her ülkeye özgü bu faktörlere ek olarak her ülkenin komşularının siyasi, güvenlik ve ekonomik koşullarından etkilenmesine ilişkin güvenlik endişeleri nedeniyle bu ülkeler arasında ayrılık belirtileri görülüyor. Batı politikası, yükselen siyasi İslam akımlarına ve Somali gibi kırılgan ülkelerdeki terörist hareketlerin faaliyetlerine karşı koymak için Mısır gibi etki alanlarına odaklanarak ve bölgeyi Afrika Boynuzu’na kadar çevreleyerek, ‘Arap Baharı’ olaylarından bu yana bu harekete odaklandı.
Bölünme ortamı, ülkelerin birbirlerine karşı ‘içeride gerilim yatakları oluşturma’ suçlamalarından, tarafları patlatmaya yönelik girişimlerden ve siyasi, etnik ve bazen de ekonomik iddialara dayalı düşmanlık tohumlarının ortaya çıkmasından da kurtulmuş değil. Anlaşmazlıklar yalnızca bunlarla da sınırlı değil. Aksine tehlike, bölgenin ve Kızıldeniz’i batıdan çevreleyenülkelerin, özellikle etnik, siyasi ve dini bölünmelerle çekişen bir bölge olması nedeniyle, ayrı devletlere ve bölgelere ayrılma olasılığında yatıyor. Bu bölünmüş bölgelerin bölge dışından ülke ve kuruluşlarla ittifak kurmaları mümkün, zira bölgede bir dayanak bulmak istiyorlar. Tüm bu nedenlerle uluslararası güçler modellerini sunmaya çalışıyor. Bu noktada ABD’nin argümanı, demokrasi ve insan hakları, Çin’in argümanı ise kalkınma ve yatırımdır. Rusya ve Türkiye gibi diğer güçler ise ekonomik, askeri ve güvenlik modelleri arasında bölünmüş durumda.

Çatışma sahnesine dönüşüm
Bu uluslararası yaklaşım, İran’ın Basra Körfezi, Kafkaslar, Orta Asya ve Batı Asya’ya ek olarak Kızıldeniz’in emperyal rüyasının beş sütunundan biri olacağına dair hırsını canlandırmak amacıyla Kızıldeniz ve su yolları yakınında fiili varoluş rekabeti oluşturuyor. İran, Kızıldeniz’i, ‘Basra Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı’ndan Kızıldeniz’de Yemen’e yakın Babu’lMendeb Boğazı’na kadar’ gerginliği aktarabilecek hayati bir alan olarak görüyor. Eğer bu olursa burada, varlığını gösterebilecek ve dünya petrolünün yüzde 30’unun geçtiği hayati koridorun güvenliğini tehdit edebilecek. 
Aynı şekilde bu hırs, Umman Denizi ve Basra Körfezi’ni çevreleyen İran kıyılarından, ardından Kızıldeniz’den geçerek Eilat limanının eteklerinde Süveyş Kanalı’na kadar deniz yayının bir uzantısını oluşturacak. Bu durumun, İran’ın son zamanlarda Afrika Boynuzu ve Sudan’dan başlayıp Batı Afrika’ya kadar uzanan Afrika Kıtası’ndaki müdahalelerle açıklanması mümkün.
Bu bölgenin, bölge ülkelerinin çıkarları pahasına, nüfuzu paylaşmak ve uluslararası çıkarları gözetmek için gerçek veya hayali bir çatışma alanına dönüşeceğinden farklı bir endişe mevcut. Kızıldeniz’in ve su yollarının güvenliğine dair bir güvence bulunmaması, Körfez ülkelerinin en önemli endişelerinden biri olmaya devam ediyor. Herhangi bir olası tehdide karşı ancak entegre bir siyasi, güvenlik, askeri ve ekonomik yol içerisinde bir strateji çizilerek bu endişeyle karşı karşıya gelinebilir. 

Stratejik Öngörü
Kızıldeniz’deki stratejik duruma dair öngörü, küresel petrol talebinin gerçeği ve geleceği, enerji güvenliği ikilemi, küresel ticaret hareketi ve güvenlik seviyelerinin ölçülmesi ile belirleniyor. Bunların tamamı, hayati su yollarının güvenliğini tamamen bozmanın zor olduğunu ve bir kaza sonucu bile olsa herhangi bir şekilde kapanmalarının imkânsız olduğunu bize gösterecek kadar iç içe geçmiş verilerdir. Zira ‘Ever Given’ konteyner tankerinin başına gelenler ve Süveyş Kanalı’nı diğer gemilerin trafiği ve ihracat hareketliliği için ağır kayıplar bırakan bir süre boyunca kapatması iyi biliniyor. Ayrıca deniz trafiğinin korsanlık ve silahlı milislerin saldırısı gibi isyanlarla karşı karşıya kalabilmesi de olası. Ancak bölgedeki uluslararası güçlerin hedef birliği eksikliği nedeniyle tam askeri operasyonların başlatılabileceği bir arena olması pek mümkün değil. 
Mantıklı ve acil nedenlerle Kızıldeniz’e kıyısı olan ülkeler, çıkarlarına uygun tek bir güç olmak için topraklarını savunmaya ve ekonomik güçlerini jeopolitik ve ekonomik hedeflerin bir karışımıyla güçlendirmeye çalışıyorlar. Hatta bu ülkeler, geleneksel ittifakta bir silaha dönüşebilecek ve çatışmaya yol açabilecekekonomik ihtiyaç boşluklarını istismar etmemeye çalışıyor. 
Uluslararası güçler, ekonomik güç için bölgesel işbirliğini güçlendirmeden, uluslararası kuruluşlar aracılığıyla, ‘savaş başlatarak ticaret alışverişlerini ve yoksullaşmayı izlemek, Etiyopya ve Somali gibi bazı ülkelerde yaşananlara benzer şekilde bu durumu sona erdirme ve barış getirme çabalarına sessiz kalmak ve şu anda Sudan’da olduğu gibi siyasi şiddet eylemlerine zımni bir destek vermek’ gibi çeşitli araçlar kullanabilirler. Bu durum, tarafları sıkılaştırma politikası olarak biliniyor. Ayrıca başta ekonomik olmak üzere çeşitli türlerde uluslararası yaptırımlar, kuşatma ve hegemonya dayatması da söz konusu.



İsrail, Filistin Yönetimi liderlerinin hareketlerine yönelik kısıtlamaları sıkılaştırıyor

Filistin Başbakanı Muhammed Mustafa salı günkü kabine toplantısında (WAFA)
Filistin Başbakanı Muhammed Mustafa salı günkü kabine toplantısında (WAFA)
TT

İsrail, Filistin Yönetimi liderlerinin hareketlerine yönelik kısıtlamaları sıkılaştırıyor

Filistin Başbakanı Muhammed Mustafa salı günkü kabine toplantısında (WAFA)
Filistin Başbakanı Muhammed Mustafa salı günkü kabine toplantısında (WAFA)

İsrail, sahada gerilimin arttığı ya da Filistin Yönetimi'nin çeşitli siyasi kazanımlar elde etmeye çalıştığı dönemlerde yıllardır sürdürdüğü bir politikanın parçası olarak Filistinli yetkililerin iç ve dış hareketlerini kısıtlamaya geri döndü.

Gazze savaşının başlamasından bu yana İsrail bu yaklaşımını yoğunlaştırdı. İsrail makamları dün Filistin Başbakanı Muhammed Mustafa'nın Batı Şeria'daki Ramallah ve Nablus vilayetlerinde bir dizi kasaba ve köyü ziyaret etmesini engelledi.

Duvar ve Yerleşim Direniş Komisyonu’nun Facebook sayfası üzerinden yapılan paylaşımda, “İsrail işgal yetkilileri, önceden uyarıda bulunmaksızın, Başbakan Muhammed Mustafa'nın Nablus vilayetindeki Duma ve Kusra kasabalarını, Ramallah vilayetindeki Berka ve Deyr Dibvan kasabalarını ziyaret etmesini engelledi” denildi.

Paylaşımın devamında, “Bu keyfi adım, işgal makamları tarafından Filistin hükümetine karşı alınan bir dizi ırkçı tedbirin devamı niteliğinde olup, hükümet ile Filistin vatandaşları arasındaki güveni sarsmaya yönelik umutsuz bir girişimdir” ifadesi yer aldı.

Abbas'ın seyahatinin engellenmesi

Geçtiğimiz günlerde İsrail, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Suriye'ye yapacağı ziyarete hazırlık amacıyla Ürdün'e gitmesini de engellemeye çalıştı. Ancak yoğun çabaların ve çeşitli tarafların temaslarının ardından Abbas, İsrail'in oyalamasının ardından Ürdün'e karayoluyla gitmek zorunda kaldı.

y6jukı
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Reuters)

Filistin Yönetimi bu konuda resmi bir açıklama yapmadı. Bazı yetkililer son dakikaya kadar ve birden fazla kez Abbas'ın hava yoluyla seyahat edeceğini teyit etmeye çalıştı, ancak sonunda yıllardır nadiren gerçekleşen bir şey olarak Abbas karayoluyla gitti.

İsrail'in bu kısıtlamasının, Filistin Devlet Başkanı'nın Suriye'yi ziyaret etme ve İsrail'in halen ‘terörist’ olarak tanımladığı ve ülkesinin topraklarına saldırdığı Suriyeli mevkidaşı Ahmed eş-Şera ile görüşme niyetinden mi yoksa Filistin'in ‘iki devletli çözüm’ çerçevesinde bir Filistin devletinin uluslararası alanda tanınması için başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleriyle ve Suudi Arabistan'la koordinasyon içinde hareket etmesinden mi kaynaklandığı bilinmiyor.

Elbette bu tutum İsrail hükümetini ve Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu kızdırdı ve Fransa'nın çabalarına ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un açıklamalarına saldıran açıklamalar yapmasına neden oldu.

Sessiz kalmak

Filistin hükümeti Mustafa'nın Batı Şeria'daki bazı kasabaları ziyaret etmesinin engellenmesi konusunda sessiz kalırken, Filistin Devlet Başkanlığı da Suriye ziyareti öncesinde Başkan Abbas'a karşı İsrail tarafından yapılan girişimler konusunda sessiz kaldı.

dfrgthy
İsrail askerleri askeri operasyonlar sırasında Batı Şeria sokaklarında (İsrail ordusu)

İsrail'de hiçbir resmi kurum İsrail'in attığı bu adımlar hakkında yorum yapmazken, bazı medya kuruluşları Netanyahu hükümetinden resmi bir yorum almaksızın Filistin Devlet Başkanı'nın Suriye ziyaretini engelleme girişimlerini haber yaptı.

Gözlemciler, Filistinli yetkililerin hareketlerine getirilen bu kısıtlamanın, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten bu yana Batı Şeria şehirlerine uyguladığı siyasi ve fiziki kuşatma çerçevesinde gerçekleştiğini düşünüyor.

Geçtiğimiz birkaç ay içinde Batı Şeria bir dizi yoğun askeri operasyona maruz kaldı. İsrail ordusu gece gündüz baskınlar düzenliyor, daha fazla kontrol noktası kuruyor, bölge sakinlerine yaptırımlar uyguluyor ve bir bölgeden diğerine veya bir vilayetten diğerine hareketlerini kısıtlıyor. İsrail polisi çeşitli yollarda konuşlanmış durumda ve Filistinlilere hiç de azımsanmayacak miktarlarda trafik cezaları uyguluyor.

Batı Şeria'nın coğrafi yapısının değiştirilmesi

İsrail askeri operasyonları üç aydır ağırlıklı olarak Cenin Mülteci Kampı’nda, aynı süre zarfında Tulkerim Mülteci Kampı’nda ve yaklaşık 70 gündür Tulkerim vilayetindeki Nur Şems Mülteci Kampı’nda yoğunlaştı. Bu operasyonlar, ‘silahlı terörizmin yuvası’ olarak tanımlanan bu kampların coğrafi yapısını değiştirmeye yönelik olarak evleri buldozerle yıkmayı ve yeni yollar inşa etmeyi içeriyor.

Söz konusu operasyonlar, yaklaşık 18 aydır acımasız bir savaşa maruz kalan Gazze Şeridi'nde yaşananların bir tekrarı olarak on binlerce Filistinlinin bu kamplardan göç etmesine neden oldu. Diğer vilayetlerdeki köyler, kasabalar ve kamplar da her gün daha fazla yerleşim karakolu kuran, yerleşim yolları inşa eden, Filistinli çiftçilere ait ekipmanlara el koyan ve onlara saldırarak aralarında çok sayıda kişinin yaralanmasına neden olan yerleşimcilerin saldırılarına maruz kalıyor.

DFRGTYH
Batı Şeria'nın El Halil kentinde Yahudi yerleşimine bakan bir tepede yürüyen Filistinli adam, 3 Nisan 2025. (AFP)

İsrailli yerleşimciler dün sabah Nablus'un doğusundaki Beyt Decen köyünde bir elektrik hattını uzatmak için çalışırken Filistinlilerin ekipmanlarına ve üç kamyona el koydu. Başka bir grup yerleşimci de Ürdün Vadisi'nin kuzeyinde mahsulleri sulamak için kullanılan su pompalarını çaldı.

Filistinlilere göre yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen bu saldırıların çoğu İsrail ordusunun koruması altında gerçekleştiriliyor. Bu durum, Tel Aviv'de yerleşimi ve yerleşimcileri teşvik eden Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi aşırılık yanlısı bakanların yer aldığı aşırı sağcı hükümet altında bu tür saldırıları meşrulaştırarak İsrail'de açık ve net bir yaklaşım değişikliğine işaret ediyor.