Dünya düzenini değiştirme girişimi olarak Ukrayna-Rusya krizi

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme ihtimaline karşı askeri bir program çerçevesinde keskin nişancılık eğitimi alan Ukraynalı bir sivil (AP)
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme ihtimaline karşı askeri bir program çerçevesinde keskin nişancılık eğitimi alan Ukraynalı bir sivil (AP)
TT

Dünya düzenini değiştirme girişimi olarak Ukrayna-Rusya krizi

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme ihtimaline karşı askeri bir program çerçevesinde keskin nişancılık eğitimi alan Ukraynalı bir sivil (AP)
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme ihtimaline karşı askeri bir program çerçevesinde keskin nişancılık eğitimi alan Ukraynalı bir sivil (AP)

Ukrayna ve Rusya sınırında neler olduğuna dair dar ve sınırlı bakış açısını artık bir kenara bırakmanın zamanı geldi. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana mevcut durumu değiştirmeye, liberal demokrasinin kalıntılarına dayanan yeni gerçeklikler kurmaya ve uluslararası ilişkilerin düzenleyicisi olarak güçten başka bir şey tanımayan rejimlere son vermekle sonuçlanması beklenen yüzleşmenin devasa boyutları her geçen gün daha fazla ortaya çıkıyor.
Rus tanklarıyla birlikte füze ve mühimmat yüklü kamyonlardan oluşan askeri konvoylar, yeni bir savaşın patlak vermesi muhtemel olan savaş sahasına doğru ilerliyor. Haber ajansları tarafından aktarılan görüntüler, Batı'nın onlarca yıldır gösterdiği ve son olarak Afganistan'dan trajikomik bir şekilde geri çekilmeyle ortaya çıkan tüm zayıflık ve başarısızlık belirtilerini sömürmeyi hedefleyen bir projenin ilk belirtilerinden ibarettir. Yıllardır tartışılagelen Ukrayna'nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılımı herhangi bir gündemde acil koduyla yer almıyor olsa da Moskova'yı kızdırmaya yetiyor. Çünkü Kiev'in NATO’ya katılması Vladimir Putin'in dünya ve Rusya'nın çevresi hakkındaki vizyonunu kıracak bir adımdır.
Rusya, Batı'yı kendisinin meşru güvenlik endişelerini görmezden gelmekle suçluyor ve Batı'nın taleplerine verdiği yanıtın, Rusya'nın Ukrayna'da kısa ve orta menzilli füzeler konuşlandırma olasılığı konusundaki endişelerini gidermediğini, füze savunma sistemlerinin Ukrayna’dan fırlatılabilecek füzeleri tespit etmesine ve onları engellemesine mahal vermeden başkenti Moskova’ya ulaşabileceğini söylüyor. NATO ise doğası gereği savunma konumunda olduğunu ve kimseye saldırma niyetinde olmadığını söylüyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bu durumu, ‘dilsizlerin sağırlarla diyalogu’ olarak niteledi.
Ancak meselenin bir başka yönü daha var. O da Batı'nın sadece Moskova'nın endişelerini anlamakta başarısız olması değil, aynı zamanda onun politikalarına yeterli bir yanıt vermemesidir.
ABD’li gazeteci ve yazar Anne Applebaum, The Atlantic dergisinde kaleme aldığı makalede, Batı'nın başarısızlığını özetlerken Lavrov'un tam olarak neyi kast ettiğini şöyle açıkladı:
“Rus yetkililerle müzakere eden Batılı liderler, ülkeler arasında yapılan uluslararası anlaşma ve mutabakatların mantığına ve Batı'nın ülkeyi büyüme ve gelişme yeteneğinden yoksun bırakarak, ortalama bir Rus vatandaşının yaşam standardına ve yerel ekonomiye uygulayabileceği yaptırımların tehlikeli olabileceğine ikna olacaklarını sanıyorlar.”
Fakat durumun böyle olmadığını vurgulayan Applebaum, “Rus yetkililer, ülkelerinin ve halklarının çıkarlarını değil, yalnızca kendi çıkarlarını önemseyen insanlardır” ifadelerini kullanıyor. Rus yetkililerin ilgi alanlarının, çocuklarını İsviçre’deki okullara göndermekten Londra ve Miami'de lüks gayrimenkuller satın almaya ve Batı bankalarında kara para aklamaya kadar uzandığına dikkati çeken Applebaum, Ukrayna gibi daha küçük ve daha zayıf devletlerin bağımsızlığına saygı gösterme taahhütlerini hatırlatan söylemlerin onlar için herhangi bir tehdit çağrıştırmadığını belirtiyor. Applebaum, eğer Batı, Moskova'ya baskı yapmak istiyorsa, oradaki yönetici oligarkların anladığı dilden konuşması, yani kendilerinin ve ailelerinin Batı'da ve genel olarak tüm dünyada yararlandıkları zenginliklerden ve ayrıcalıklardan yoksun bırakması gerektiğini vurguluyor.
Yazara göre buradaki asıl sorun, Rusya’daki yönetimin, yalnızca ayakta kalmasına yardımcı olan bir ‘kleptokrasi (hırsızlar) rejimi’ olmasıdır. Vatandaşlarının çektiği sıkıntılar ise ABD ve müttefiklerinin, Rusya'nın ekonomisini etkileyen yaptırımlara başvurmaları halinde trajedinin nedeni olarak ortaya çıkacak olan Batı'ya karşı bir nefrete dönüştürerek fayda sağlayacağı bir malzemeden ibaret olacaktır.
Rusya'nın tutumunun tabiri caizse  ‘teorik kökünü’ Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 4 Şubat'ta Çin'e yaptığı ziyaretin ardından yayınlanan ve bir sonraki aşama için önemine ve temel niteliğine rağmen medyada yeterince ilgi görmeden geçilen ortak açıklamada bulabiliriz. Uzun denebilecek ortak açıklamada, demokrasinin evrensel bir değer olarak önemi vurgulansa da demokrasiyi, her bir ülkenin ulusal ve yerel özelliklerinin yanı sıra iç işlerine dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın demokrasiye ulaşmak için uygun yöntemi seçme hakkı bağlamında görülüyor. Açıklamada sadece ekonomide, özgürlüklerde veya güvenlikte hiçbir kutbun diğerine üstünlüğü olmayan çok kutuplu bir dünyaya ve hiçbir ülkenin güvenliğini diğer ülkelerin güvenliği pahasına garanti etme hakkı olmadığına işaret ediliyor.
Açıklamada ayrıca, Çin ve Rusya'nın, yabancı güçlerin, komşu ülkelerinin iç işlerine ‘herhangi bir bahaneyle’ müdahale etme girişimlerine karşı oldukları, ‘renkli devrimleri’ reddettikleri ve söz konusu bölgelerde iş birliğini artıracakları vurgulandı. Bu da bu yılın başlarında Kazakistan'da ve Ukrayna'da yaşananların açık bir göstergesidir.
Açıklama, güç tutkusu konusunda Putin’den aşağı kalır yanı olmayan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından istenen ortak bir dünya vizyonunun en açık ifadesi olduğundan tek başına ve kapsamlı bir okumayı hak ettiği söylenebilir.
Açıklamanın evrensel bir değer olarak demokrasiye odaklanması sizi şaşırtmasın. Çünkü iki lider, esasen kanunlarla, güçler dengesiyle ve birbirleri üzerindeki kontrolleriyle sınırlanan demokrasiye değil, sistemlerini ayakta tutacak sandık demokrasisine işaret ediyorlar.
Batı'nın savunduğu liberal demokrasinin, vatandaşlar arasında büyük kitlelerin, sınıf eşitsizliği ve sosyal marjinalleşme olgusunun ağırlaşmasını önleyecek anlamlı bir değişiklik olmasına yönelik umutsuzluğunun yanı sıra aşırı sağın ve hem sağ hem de sol popülist partilerin yükselişiyle görülür hale gelen derin bir kriz yaşadığı herkesçe biliniyor. Diğer taraftan Putin ve Şi'nin demokrasisi, yönetimin seçim süreci, sandıkta oyların düşürülmesi şeklindeki resmi bir süreç çerçevesinde sorunsuz bir şekilde ilerlediği sürece liberalizmi, demokrasinin bir bileşeni olarak tanımıyor. Gücün zirvesinde kendi halklarının varlığının ülkelerinin geleceğinin garantisi olduğunu düşünen çok sayıda dünya lideri ya da bir başka deyişle ‘güçlü adam’ da buna alkış tutuyor.
Bu yüzden dünyanın geleceğini, iktidarı elinde bulunduranların çıkarlarını ulusal çıkarlarla uyumlu hale getirecek bir yönde değiştirme girişimi çerçevesinde Ukrayna-Rusya krizini asıl olması gereken önemli konumuna oturtmak gerekiyor.



Kanada'nın yeni başbakanı: Amerikalılar ülkemizi istiyor ama Trump'ın kazanmasına izin vermeyeceğiz

Mark Carney, Justin Trudeau'nun Kanada'daki Liberal Parti kongresinde yaptığı konuşmayı dinliyor. (Reuters)
Mark Carney, Justin Trudeau'nun Kanada'daki Liberal Parti kongresinde yaptığı konuşmayı dinliyor. (Reuters)
TT

Kanada'nın yeni başbakanı: Amerikalılar ülkemizi istiyor ama Trump'ın kazanmasına izin vermeyeceğiz

Mark Carney, Justin Trudeau'nun Kanada'daki Liberal Parti kongresinde yaptığı konuşmayı dinliyor. (Reuters)
Mark Carney, Justin Trudeau'nun Kanada'daki Liberal Parti kongresinde yaptığı konuşmayı dinliyor. (Reuters)

Kanada'nın iktidar partisi dün, ülkenin Donald Trump yönetimindeki ABD ile tarihi gerilimler yaşadığı bir dönemde, Justin Trudeau'nun yerine Mark Carney'i yeni lideri ve bir sonraki hükümetin başbakanı olarak seçti. Liberal Parti Başkanı Sachit Mehra, 59 yaşındaki eski bankacı ve siyaset acemisi Carney'in oyların yüzde 85,9'unu kazandığını açıkladı.

Ottawa'da yaptığı zafer konuşmasında, “Amerikalılar ülkemizi istiyor ama Trump'ın kazanmasına izin vermeyeceğiz” diyen Carney, Kanada'nın ‘yeni bir ekonomi ve yeni ticari ilişkiler inşa etmesi’ gerektiğini ifade etti.

Parti destekçilerine yaptığı veda konuşmasında Trudeau, Kanada'nın Trump'ın başkanlığı döneminde komşularından gelen tehditler nedeniyle ‘varoluşsal bir meydan okuma’ ile karşı karşıya olduğunu vurguladı. Trudeau, Liberal Parti'nin yeni liderinin açıklanmasından önce Ottawa'da toplanan kalabalığa “Kanadalılar komşularından gelen varoluşsal ve ekonomik bir meydan okumayla karşı karşıya” dedi.

Sınırlı siyasi deneyime sahip eski bir bankacı olan Carney, dün merkez sol Liberal Parti liderliğini kazanmak için favoriydi. Trudeau geçtiğimiz ocak ayında yaklaşık on yıldır sürdürdüğü görevinden istifa edeceğini açıklamış ve bu hamleyi partinin azalan popülaritesinden yaklaşan genel seçimlere kadar pek çok baskıyla yüzleşirken yapmıştı. Trudeau ile halefi arasındaki devir teslimin yeni hükümetin kurulmasıyla birlikte birkaç gün içinde gerçekleşmesi bekleniyor.

Kanada Merkez Bankası ve İngiltere Merkez Bankası'nın eski başkanlarından Carney, kampanyasına verilen kamuoyu desteği ve finansman açısından rakiplerinin önünde yer aldı. Son haftalarda tartışmalara tek bir soru hâkim oldu: Trump'a ve saldırılarına karşı koyacak doğru kişi kim? Carney cuma günkü son kampanya mitinginde “Hayatımızın en ciddi kriziyle karşı karşıyayız” dedi ve kariyerinde kazandığı her şeyin ‘kendisini bu ana hazırladığını’ vurguladı. Kampanyası sırasında Carney, kriz yönetimi konusundaki deneyimine odaklandı; bu strateji işe yaramış ve kendisine avantaj sağlamış gibi görünüyor.

Trump Kanada'dan yapılan ithalata gümrük vergisi koyarak bir ticaret savaşı başlattı ve bu ülkenin ‘Amerika'nın 51’inci eyaleti’ olması arzusunu yineledi. Bu saldırılar Kanadalıları kızdırdı; birçoğu ABD'yi ziyaret etmekte isteksiz davranıyor ya da Amerikan ürünlerini boykot ediyor.

Deneyim ve ciddiyet

Kanada Kraliyet Askeri Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Stephanie Chouinard, Carney'nin parti liderliği için destek kazanmasına yardımcı olan şeyin deneyimi ve ekonomik ciddiyeti olduğunu söyledi. “Küresel finans sistemlerine ve Kanada ekonomisinin güçlü ve zayıf yönlerine aşina” diyen Chouinard, Carney'in Trudeau ve onun siyasi pozisyonlarıyla arasına mesafe koymayı başardığını belirtti.

Nihai sonuçtan önce analistler, Carney'in en büyük rakibi Chrystia Freeland'in iktidar partisinin liderliğini kazanma şansının çok az olduğunu söylemişlerdi. Freeland, Trudeau'nun maliye bakanıydı ve Trump'la en iyi nasıl yüzleşileceği konusunda başbakanla yaşadığı görüş ayrılığı nedeniyle istifa etti.

ABD ile yaşanan siyasi ve ekonomik gerilimlere ek olarak, Liberal Parti'nin yeni lideri, yaklaşan seçimlere hazırlanırken partiyi yeniden bir araya getirmek gibi göz korkutucu bir görevle de karşı karşıya kalacak. Seçimlerin en geç ekim ayında yapılması gerekiyor, ancak daha erken de yapılabilir. Kanada’nın önündeki bu seçim beklenenden daha çekişmeli geçeceğe benziyor.

Liberallerin popülaritesi önemli ölçüde azaldı ve Kanadalılar başta yüksek enflasyon ve konut krizi olmak üzere pek çok konuda onları sorumlu tutuyor. Bununla birlikte, ocak ayında oy verme niyetinde yüzde 20'lik bir düşüşün ardından, anketler Liberal Parti'yi Muhafazakârlar ile aynı seviyede gösteriyor.

Angus Reid Enstitüsü tarafından çarşamba günü yayınlanan bir ankete göre Carney, Kanadalılar arasında Trump'ın karşısına çıkacak favori isim olarak görülüyor; ankete katılanların yüzde 43'ü onu seçerken, Muhafazakâr lider Pierre Poilievre'ye oy verenlerin oranı yüzde 34.

Son aylarda zemin kazanan yeni siyasi bağlam biraz ivme kaybetmiş gibi görünüyor. Kanada'nın McGill Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Daniel Beland, Poilievre'nin ‘popülist söyleminin’ Trump'ın söylemini anımsattığını ve bazı Kanadalıları üzdüğünü açıkladı. Öte yandan Beland'a göre pek çok Kanadalı Carney'in uluslararası deneyimi ve ‘neredeyse sıkıcı’ sakinliği karşısında güven duyuyor.