Rusya’nın komşularını işgalinin arka planındaki jeopolitik düğüm ve imparatorluk hırsı

Rus ayısı, sürekli olarak sıcak sulara inmenin yollarını ararken NATO'nun genişlemesini ulusal güvenliğine yönelik en büyük tehdit olarak görüyor

Rusya’nın komşularını işgalinin arka planındaki jeopolitik düğüm ve imparatorluk hırsı
TT

Rusya’nın komşularını işgalinin arka planındaki jeopolitik düğüm ve imparatorluk hırsı

Rusya’nın komşularını işgalinin arka planındaki jeopolitik düğüm ve imparatorluk hırsı

Bahaddin İyad
Rusya’nın, yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük ülkesi olmasına, bol ve çeşitli kaynaklara ve kendisini ‘dünyanın kalbi’ haline getiren stratejik bir konuma sahip olmasına rağmen, komşularına yönelik işgal ve askeri müdahale konusunda uzun bir geçmişi var. Rusya’nın, Çarlık Rusyası dönemi (1547-1721), Rus İmparatorluğu (1721-1917) ve ardından Sovyetler Birliği (1922-1991) dönemi boyunca tüm tarihi, topraklarını genişletmeye yönelik attığı adımlarla doludur ve bunlara dayanmaktadır. Gözlemcilere göre Rusya, özellikle Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2000 yılında göreve gelişi ve ‘Putin dönemi’nin başlamasıyla birlikte gücünü geri kazanmaya çalışıyor.
Yayılmacı büyük imparatorluklar çağının modası geçmiş olsa da 1979 yılında Afganistan'ın 10 yıllık işgali, 1990'lardaki Birinci ve İkinci Çeçen Savaşları, eski Sovyet cumhuriyetlerinden Çekoslovakya'yı işgali, 1999 Kosova Krizi, 2014'te Doğu Ukrayna’ya askeri müdahale ve Kırım'ın ilhakı, 2008 yılında Gürcistan'a ve 2015 yılında da Suriye'ye yönelik askeri müdahale gibi askeri adımlar, onlarca yıldır Rusya’nın özellikle komşu ülkelere yönelik politikasının değişmez bir özelliği olmaya devam etti. Yakın geçmişte ise geçtiğimiz ay Kazakistan'daki protestoları ve kaosu bastırmak için askeri müdahalede bulunan Rusya, şu an Ukrayna’yı her an işgal etmekle tehdit ediyor. Bu da dış politika hedeflerine ulaşmak için güç kullanımına yönelik Rusya’nın bu daimi eğilimini yöneten faktörlere ilişkin sorunun sorulmasına neden oluyor.

Sıcak denizlere inme düğümü
Sıcak sulara inme düğümü, Moskova'nın dış politikasını yöneten ve Rus ayısının her zaman sıcak sulara ulaşabilme imkanını güvence altına almaya çalışmasına neden olan şaşırtıcı ilk jeopolitik gerçeği temsil ediyor. Rusya, üç okyanusa bağlı 13 denizle çevrili bir yarım ada ülkesi olmasına rağmen çoğunlukla karla kaplı soğuk bir ülkedir. Doğusunda Japonya Denizi’nde Batılı güçler ve müttefik ülkelerle deniz limanlarını paylaşıyor. Bunlardan en önemlisi Vladivostok Limanı’dır. Batıda ise Baltık Denizi'nde St. Petersburg ve Kaliningrad limanları yer alıyor. Ayrıca İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz’den Akdeniz'e ulaşabiliyor. Ancak bu limanların çoğu, bir numaralı düşmanı olan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeleri tarafından çevrilidir. Bu da Ukrayna ile yaşadığı mevcut krizi ve Ukrayna’nın NATO’ya katılma arayışının bir sonucu olarak onu işgal etmekle tehdit etmesini açıklarken Rusya’nın 2014 yılında Kırım'ı askeri olarak ilhak ettikten sonra liman kenti Sivastopol’u ele geçirmesinin ve 2015 yılında Şam rejimini desteklemek için Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasının ardından Tartus Limanı’na entegre askeri bir deniz üssü inşa etmesinin önemini de ortaya koyuyor.
Rusya merkezli Realist Araştırma Merkezi Direktörü Amr ed-Deeb, The Independent Arabia’ya yaptığı değerlendirmede, Rusya’nın 2015 yılındaki askeri müdahalesinin sebepleri arasında yer alan Suriye'de bir deniz üssüne sahip olmasına rağmen, Kızıldeniz'de bir deniz üssüne sahip olma arayışı içersinde olduğunu belirterek, “Rusya, sürekli olarak sıcak sulara ulaşmanın arayışı içerisinde. Bu da Akdeniz ve Kızıldeniz ile çevrili Ortadoğu'daki varlığının neden arttığını açıklıyor. Ancak Port Sudan'daki son olaylar, Rusya'nın bu lojistik askeri deniz üssü ile ilgili nihai kararını engelledi. Rusya’nın bu bölgelerde bulunma arzusu, çıkarları olan büyük bir ülke ve büyük bir deniz filosu olduğundan meşru bir arzudur ve dolayısıyla çıkarlarını korumak için var olma hakkına sahiptir.

Arka bahçesini ve Rus dünyasını güvence altına almak
Sovyetler Birliği liderliğinde NATO'ya karşı kurulan Varşova Paktı ülkelerinin oluşturduğu orduda bulunan yaklaşık 250 bin asker, 1968 yazında, Prag Baharı'nın ‘liberalleşme’ adıyla anılan reformlarını yıkmak için eski Çekoslovakya'yı işgal etmek üzere harekete geçti. Çünkü Moskova, büyük bir kısmı işgali kınayan ve yüzlerce sivilin ölmesine ve yaralanmasına neden olan uluslararası komünist hareketin kırılmasının önemli bir nedeni olarak kabul edilen savaş hakkındaki görüş ayrılıklarına rağmen, bu değişikliklerin Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin stratejik derinliğinin kaybolmasına yol açabileceğini düşünüyordu.
Orta Asya meselelerinde uzman olan araştırmacı yazar Ahmed Tarabeik, başta Orta Asya ülkeleri ve eski Sovyet cumhuriyetleri olmak üzere Rusya'nın komşu ülkelerinin, jeopolitik düzeyde Moskova'nın arka bahçesi olarak ve Rus ulusunun tarihi ve sosyal derinliği açısından Rusya’nın dış ve güvenlik politikasında önceliğe sahip olduğunu söyledi. The Independent Arabia’ya özel açıklamalarda bulunan Tarabeik, Rusya’nın bu ülkelere yönelik askeri müdahalelerinin, Moskova'nın komşu ülkelerden kendisine bir güvenlik kemeri ve Batılı güçlerle arasında bir tampon bölge oluşturma arzusundan kaynaklandığını belirtti. Rusya geçmişte, Afganistan'a girerek burada monarşiyi kaldırdı. Burada Afganistan'ın stratejik konumu ve maden kaynaklarıyla ilgili stratejik ve güvenlik çıkarlarının yanı sıra ekonomik çıkarlarını korumak için Batı yanlısı olmayan bir müttefik hükümet kurdu. Rusya, Çeçenistan ise topraklarının ve egemenliğinin bir parçası olarak görüyordu. Dolayısıyla Moskova 1990'lı yıllarda patlak veren Birinci ve İkinci Çeçen Savaşı sırasında Çeçenistan’ın bağımsızlığını kazanmasını engellemek için müdahale etti. Bu durum, Rusya'nın kendisine bağlı olan, demografik yapı ve dil olarak kendisiyle örtüşen Ukrayna ve Belarus gibi ülkelerin yanı sıra Kazakistan için de geçerlidir. Zengin kaynakları ve Moskova'nın kiraladığı uzay üssü ile ilgili Rus milliyetçiliği ve ekonomik çıkarlarının bulunduğu Kazakistan, geniş alanı ve Rusya ile arasında uzun kara sınırlarıyla Rusya’nın kanatları altına girmekten kaçamayan hayati bir bölgedir.

2017 yılında yayınlanan “Geleceğe giden yol: Kazakistan” adlı kitabın yazarı olan Ahmed Tarabeik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Rusya, söz konusu bu ülkelere, hükümeti sosyalist sistem için siyasi reformlar arayışı içerisinde olduğundan Sovyetler Birliği’nin işgaline tanık olan Çekoslovakya'da olduğu gibi Rusları korumak ve yakın çevresinde Batılı herhangi bir askeri varlığın olmasını yahut Batı yanlısı hükümetlerin yükselişini ya da Rusya'yı ideolojik olarak tehdit eden reformların benimsenmesini engellemek amacıyla etkisini ve ekonomik çıkarlarını korumak için sık sık müdahale ediyor.”
Tarabeik’e göre Rusya, son olaylara müdahalesi ile Kazakistan’ın bağımsız dış politikasına ve uluslararası düzeyde kendisini temsil etme eğilimine duyarlı olduğunu, olayları ve çekişmeleri ateşleyebildiğini ve aynı zamanda onları bastırabildiğini göstermek istedi. Kazakistan’da sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) fiyatlarına yapılan zammın ardından başlayan olayları, liderliğini yaptığı Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) güçleri aracılığıyla sona erdirmesi tüm dikkatleri Rusya'nın oynadığı role çekti.
Şarku’l Avsat’ın The Independent Arabia’dan aktardığı habere göre  gazeteye değerlendirmelerde bulunan Rus siyasi analist Andrei Antikov ise şunları söyledi:
“Rusya’nın geçmişteki askeri müdahalelerinin çoğu, Moskova'nın bölgedeki çıkarlarına veya ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit hissetmesinin sonucunda gerçekleşti. Afganistan ve Çekoslovakya dahil tüm savaşlarda ve müdahalelerdeki ana faktör, Moskova'nın çıkarlarına başka meydan okumalarında önünü açabileceği düşünülen oralardaki Sovyet etkisinin yok olma tehdidiydi. Gürcistan'da ise Ruslara ve oradaki Rus barışı koruma güçlerine yönelik devam eden saldırılar askeri müdahalenin nedeni oldu. Çeçenistan'a yapılan müdahalenin nedenini de sadece eski Sovyetler Birliği'nin bir parçası olması değil, Rusya topraklarının ayrılmaz bir parçası olarak görüşmesi ve Moskova'daki terör saldırıları başta olmak üzere Ruslara karşı ayrılıkçı hareketler ve terör eylemleri olarak açıklayabiliriz.”
Ancak Rus analiste göre Rusya, Ukrayna'ya askeri müdahalede, muhtemelen ağır olacak insani ve ekonomik kayıplara karşısında büyük bir çıkar sağlayamayacağını düşündü.

NATO’nun doğuya genişlemesi
Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından 2000, 2008, 2013 ve 2016 yıllarında Moskova'nın ulusal güvenliğini güçlendirmek ve güvenlik tehditlerine karşı adımlar atmak amacıyla imzalanan Rusya’nın dış politikasıyla ilgili dört kararname, kendisine yönelik düşmanca eylemlere güçlü bir şekilde yanıt verme hakkını saklı tuttuğunu gösteriyor. Putin tarafından Aralık 2014'te imzalanan yeni askeri doktrinde, Ukrayna’nın NATO üyesi olması, askeri üsler ve füze sistemleri de dahil olmak üzere NATO’nun askeri olarak Rusya sınırlarına yakın bir ülkede konuşlanması, Moskova için en büyük tehdit olarak görüldü.
ABD merkezli RAND Corporation tarafından yayınlanan “Rusya’nın ABD ve NATO'nun Bölgedeki Konumunun Güçlenmesine Yönelik Tepkilerine İlişkin Bir Değerlendirme’ başlıklı rapor, Rusya'nın NATO tehditlerine yönelik algılarının ne kadar güçlü olduğuna işaret ediyor. Rapora göre Rusya’nın seçkinleri, Moskova'nın NATO üyesi bir ülkeye karşı hayata geçirmeyi düşünebileceği bir saldırının başarı olasılığını azalmak ve böyle bir saldırının pahalıya patlayabileceğini göstermek amacıyla Baltık ülkeleri gibi Rusya'yı çevreleyen bölgelerdeki kemikleşmiş yetersizlikten rahatsız olan NATO’nun doğu kanadındaki konumunu güçlendirme çabaları arasında ABD ve NATO'nun Moskova'daki mevcut rejime uzun vadeli siyasi ve muhtemelen askeri tehditler oluşturduğu sonucuna artık daha rahat bir şekilde varıyor gibi görünüyorlar.

Realist Araştırma Merkezi Direktörü Amr ed-Deeb, konuyla ilgili olarak şunları söyledi:
“Rusya’nın ulusal güvenlik savunması coğrafi sınırlara değil, güvenlik sınırlarına dayanmaktadır. Örneğin Suriye, Rusya ile coğrafi olarak ortak bir sınıra sahip değilse de Moskova, ulusal güvenlik risklerine ilişkin algılarına göre Suriye’yi güvenlik sınırları içinde görüyor. Aynı durum, coğrafi olarak Rusya'dan uzak, ancak Rus Milletler Topluluğu veya eski Sovyet cumhuriyetlerinin sınırlarında bulunan Afganistan için de geçerli. Moskova’ya göre orada olanlar, Rusya'nın ulusal güvenliğini doğrudan etkiler. Rusya'nın son 15 yılda attığı tüm adımların, Rus dış politikasının ilkeleri ve ulusal güvenlik doktrini çerçevesinde atıldığını görüyoruz. Bu da Rusya'nın sınırlarının coğrafi değil güvenlik sınırları olduğunu ve tehditlerin proaktif olarak ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor. Örneğin, Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’a yaptığı askeri müdahale, Rusça konuşan nüfusun korunması anlamına gelen ulusal güvenlik ilkesi çerçevesinde gerçekleşti. O zamanlar Gürcistan'ın savaştığı Abhazyalılar Rusça konuşan bir topluluktur. Bu durum şu an Ukrayna için de geçerli. Çünkü Ukrayna’nın doğusunda büyük bir Rus nüfusu yaşıyor. Moskova ise bir şekilde onların taleplerine yanıt vermek ve korumak zorunda. Ukrayna'nın yakın gelecekte NATO'ya katılma olasılığı da Rusya için gelecekte bir tehdidi teşkil ediyor. Çünkü Moskova Ukrayna, Gürcistan ve hatta Finlandiya ve İsveç'i Rusya sınırındaki ülkeler oldukları için NATO üyesi olmaktan alıkoyan çeşitli güvenlik garantileri talep ediyor.”

İmparatorluk geçmişi ve Putin'in hırsları
Rusya, tüm kültürel ve medeniyet alanlarında büyük bir başarı dengesine sahip olsa da bu başarıyı dünya ülkeleriyle olan ilişkilerini desteklemekte faydalı bir şekilde kullanabildiği söylenemez. Çünkü bu ilişkiler, Rusya’nın askeri gücüne ve Rusya Devlet Başkanı Putin’İn vizyonlarına ve kişisel hırslarına dayanıyor. Putin’in, ülkesini sadece Batı ile rekabet eden bir güç değil, uluslararası bir kutba dönüştürerek Rusya’nın ihtişamlı geçmişini diriltmeye çalıştığı söyleniyor.
Araştırmacı yazar Ahmed Tarabeik ise Moskova'nın bir süper güç olarak etkisini yeniden kazanmanın ve çok kutuplu uluslararası sistemi yeniden tesis etmenin yanı sıra eski Sovyet cumhuriyetleri ile ilişkileri güçlendirerek komşu ülkelerdeki hegemonyasını ve etkisini yeniden kurmaya, ekonomik yaptırımları ve Batı’nın hırslarını engellemesini kabul etmediğini göstermeye çalıştığını düşünüyor. Tarabeik’e göre Rusya’nın düşük gelirli olması ve dünyanın önüne sanki hegemonyasını kaybetmiş gibi görünmesi ‘ona ve halkına karşı bir hakaret’ anlamına geliyor. Rusya’nın geçmişinin güdüsüne ve küresel rollerine ilişkin algısına işaret eden Tarabeik, Putin'in şahsi düşüncesinin, sadece Sovyetler Birliği'nin geçmişini değil, Rus İmparatorluğu'nun ihtişamını yeniden canlandırmayı amaçladığı için önemli bir faktör olduğunu da sözlerine ekledi.
Rusya meselelerinde uzman Muhammed ed-Deyhi, tarihteki tüm Rus imparatorluklarının bıraktığı mirasın Rusların çevredeki bazı coğrafyalara genişlemesinin nedenlerini açıklayan en önemli faktörlerden biri olduğunu söyledi. Rusya haritasının, dünyadaki kapitalist ülkeler tarafından reddedilen Moskova'yı sosyalist düşünceyi yaymaya zorlayan Sovyet döneminde Rus siyasi ideolojisinin rolü gibi sürekli değiştiğine işaret eden Deyhi, ancak Rusya'yı her zaman sıcak sulara ulaşımı olan ülkelere yönelmeye iten tutumunun oynağı rolün görmezden gelinemeyeceğini buna bir de herhangi büyük bir ülkenin bölgesel bir nüfuz elde etmek ve bölgenin zenginliğini sömürmek amacıyla başka bir bölge üzerinde kontrol sağlama hırsının eklendiğini vurguladı.

Deyhi, değerlendirmesine şöyle devam etti:
“Rusya’nın askeri müdahalesi veya etkisi, her zaman bir taraf için diğer tarafın pahasına askeri destek verme şeklinde olmuştur. Rusya'nın ülkelerle ilişkilerinde yumuşak güç araçlarını nadiren kullandığı söylenebilir. Suriye örneğinde olduğu gibi, Rusya’nın desteği her ne kadar Şam rejimini destekleyerek devletin bekasını amaçlasa da bu Rusya'nın askeri varlığı için savaşı bahane eden bir destek şeklidir. Rusya'nın Ukrayna ve Orta Asya'daki hedefleri Suriye'deki hedeflerinden fazla bir farkı olduğu söylenemez. Ayrıca bu, Batılı ülkeler ve ABD’ye Rusya'nın uluslararası bir kutup haline geldiğini ve kendisine karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmaması gerektiğini kabul ettirme girişimidir. Buna Moskova'nın Batı ve ABD arasında Rusya’nın eski nüfuz bölgelerinde veya Sovyet cumhuriyetlerinde olarak tanımlanan yerlerde genişlememelerini ön gören toplu bir askeri anlaşmaya varma girişimleri de ekleniyor. Bunlar Orta Asya'daki fazla farklılıklar göstermeyen güdülerdir. Orta Asya, bir yanda Çin ve Rusya, diğer yanda Batı arasında tarihi bir baskı ya da diğer bir deyişle nüfuz alanı olmasından ötürü, mevcut uluslararası çatışmada kazançlı olan taraf olduğu söylenebilir. Kim Orta Asya'da varlığa ve nüfuza sahip olursa, Afrika'ya ve dünyaya yayılarak diğerinin çevreleyebilen de o olur.”



Kahire'nin Trump'ın Ortadoğu stratejisindeki konumu nasıl görülmeli?

ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)
TT

Kahire'nin Trump'ın Ortadoğu stratejisindeki konumu nasıl görülmeli?

ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu'na katıldı (AFP)

Ahmed Abdulhakim

ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar'ı kapsayan bölgesel ve uluslararası turu ne kadar önemli olsa da Mısırlı çevrelerde Kahire'nin ABD'nin Ortadoğu stratejisindeki konumu ve Washington'ın başlıca müttefiklerinden biri olmaya devam edip etmediği ya da son dönemde bazı dosyalar ve meselelerle ilgili farklı görüşlerin iki ülke arasındaki uçurumu genişletip genişletmediği konusundaki tartışmalara yeni bir boyut kattı.

ABD-Mısır ilişkilerine dair tartışmalar, Kahire'nin hem iç hem de dış krizler ve zorluklar nedeniyle karşı karşıya kaldığı büyük güçlükler çerçevesinde bölgedeki krizlerle ilgili olarak oynadığı rol ve bunu sürdürme kabiliyetine dair soruların gölgesinde kaldı. Öyle ki bazı çevreler sorunların karışıklığının ve karmaşıklığının yanı sıra hızlı jeopolitik değişimler ve bunlara dahil olan aktörlerin değişen dinamikleri çerçevesinde yeniden formüle edilmesi çağrısında bulundu.

Bu soruların sayısı, bazılarına göre Başkan Trump'ın, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile ilk başkanlık döneminden (2017-2021) bu yana ‘mükemmel bir şahsi ilişki’ içinde olmasına rağmen, Kahire'yi son Ortadoğu turundan dışlaması, Kahire'nin bölgesel bağlamda ‘marjinalleşmesinin’ bir işareti olarak görüldükten sonra daha da arttı. Bir ABD başkanının Mısır'a yaptığı son resmi ziyaret, 2009 yılının haziran ayında eski Başkan Barack Obama döneminde gerçekleşmiş, eski Başkan Joe Biden ise 2022 kasımında iklim zirvesine katılmak üzere Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentine birkaç saatliğine uğramıştı.

ABD ile Mısır arasındaki stratejik bağlar, Kahire'nin Sovyet kampından Batı'ya kaydığı 1973 Ekim Savaşı sonrasına kadar uzanıyor. Washington, Kahire’yi çeşitli şekillerde desteklemesi karşılığında 1979 yılında Kahire ile Tel Aviv arasında imzalanan barış anlaşmasını destekledi. O tarihten sonra iki ülke arasındaki ilişkiler Soğuk Savaş yılları boyunca güçlendi. Mısır, ABD'nin bölgedeki barış, istikrar ve terörle mücadele vizyonu çerçevesinde stratejik bir ortak haline geldi. Ancak son aylarda ve Başkan Trump'ın ocak ayında Beyaz Saray'a dönüşünden bu yana iki ülke arasındaki ilişkilere bazı tartışmalı konular hâkim oldu. Bunlar arasında İsrail'in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaş ve ‘Filistinlilerin Gazze Şeridi'nden sürülmesi’ meselesi, Kızıldeniz'deki seyrüsefer krizi ve ABD'nin Kahire ile hem Moskova hem de Pekin arasında artan yakınlaşmadan duyduğu rahatsızlık yer alıyor.

İniş ve çıkışlara rağmen devam eden stratejik ortaklık

ABD ile Mısır arasındaki ilişkilerin 1974 martında yeniden başlamasından bu yana her iki ülke de ilişkilerini ‘stratejik ve vazgeçilmez’ olarak tanımlamış, birbirlerinin önemini ve bunun sürdürülmesinin her iki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet ettiğini kabul etmiştir.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre  ABD Dışişleri Bakanlığı Bölgesel Sözcüsü Samuel Warburg yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“ABD, Mısır ile uzun yıllara dayanan ortaklığına büyük değer vermekte ve Mısır'ın bölgesel güvenlik ve istikrarın desteklenmesinde oynadığı önemli rolün farkında. İki ülke arasındaki ilişki güvenlik, terörle mücadele, bölgesel arabuluculuk ve ekonomik kalkınma gibi birçok alanda onlarca yıllık stratejik iş birliğini kapsıyor.”

Warburg'a göre Başkan Trump, Mısır yönetimine büyük saygı duyuyor ve iki taraf arasındaki koordinasyon, gerek yetkililer arasında doğrudan iletişim yoluyla gerekse bölgedeki en aktif misyonlarımızdan birini temsil eden ABD’nin Kahire'deki Büyükelçiliği aracılığıyla en üst düzeyde devam ediyor. Mısır'ın önemli bölgesel meselelerde hayati bir rol oynamaya devam ettiğini vurgulayan Warburg, Mısır’ın başta Gazze'deki ateşkes çabalarının desteklenmesi ve bölgesel diyaloğun teşvik edilmesi olmak üzere birçok dosyadaki yapıcı katkılarını takdir ettiklerini belirtti.

rgthyu7
Cumhurbaşkanı Sisi, Trump'ın ilk başkanlığı döneminde Beyaz Saray'ı iki kez ziyaret ederken 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana karşılıklı resmi ziyaretler henüz gerçekleşmedi (AFP)

Warburg, Başkan Trump'ın bölgeye gerçekleştirdiği turda duraklar arasında Kahire'nin yer almamasının Mısır’ın marjinalleşmesini mi yoksa ABD'nin Ortadoğu stratejisinin yeniden formüle edilmesini mi yansıttığı sorusuna şu yanıtı verdi:

Her cumhurbaşkanlığı ziyareti belirli hedeflere ve koşullara dayanır. Ancak bu durum Mısır'ın, iş birliğimizi derinleştirmeye devam etmek istediğimiz güvenilir bir stratejik ortak olma özelliğini hiçbir şekilde azaltmaz.

Trump'ın Ortadoğu’ya yaptığı son ziyaret turu Mısır'ı dışarıda bırakıldığı bu türdeki ilk tur değildi. Trump, bir önceki başkanlık döneminde de bölgeye ilk dış ziyaretini 2017 mayısında gerçekleştirmiş, ABD-Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi’ne katılmıştı. Zirvenin ardından İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarına geçti. Ancak Kahire'ye uğramadı.

Ancak ‘stratejik ilişki’, Başkan Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşünden bu yana bazı konularda yaşanan görüş ayrılıklarına rağmen Kahire'nin de benimsediği bir terim. Mısırlı diplomatik kaynaklar, Kahire'nin ABD’nin stratejik bir müttefiki olduğunu ve ABD yönetiminin, özellikle de bölgeyi saran çoklu krizlerin gölgesinde bölgesel istikrarın sağlanmasındaki önemini kabul ettiğini söyledi. Trump'ın ne ilk döneminde ne de son bölge turunda Mısır'ı ziyaret etmemesini Mısır'ın rolünün ‘marjinalleştirilmesi’ olarak değerlendiren aynı kaynağa göre ABD Başkanı'nın Körfez ülkelerine yaptığı tarihi ziyaret ve bunun olumlu sonuçları kaçınılmaz olarak tüm bölgeye yansıyacak ve Mısır'ın çıkarları Arap Körfezi bölgesindeki çıkarlarla doğrudan bağlantılı olacak.

Bir başka diplomatik kaynak ise Mısır'ın, Kahire'nin Filistin-İsrail çatışmasında oynadığı hayati rol başta olmak üzere, ABD ve diğer bölgesel ortaklarla birlikte mevcut savaşta arabuluculuk çabalarını desteklemek ve insani yardım akışını güvence altına almak için çalıştığı birçok dosyada ABD'nin çabaları için kilit bir dayanak olduğunu söyledi. Tüm bu dosyalara Mısır'ın hayati bölgesel rolü ve Ortadoğu'da stratejik bir müttefik olarak uzun geçmişi göz önüne alındığında, ABD yönetiminin hesaplamalarında çok önemli bir konuma sahip olduğu terörizm ve radikalizmle mücadele ve güvenlik ve askeri iş birliği konularının da dahil olduğunu belirten kaynak, buna karşın bu rolün, jeopolitik değişimler ve bölgedeki sıcak meseleler çerçevesinde artan zorluklar ve baskılarla karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Her iki ülke de aralarındaki ilişkinin stratejisi hakkında konuşmaya devam ederken, basında yer alan bazı haberlerde perde arkasında, ortaya çıkan diğer ittifaklar ve ortaklıkların yükselişi lehine bir gerilime işaret edildi.

Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi Hani Süleyman, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“Bir devletin iç ekonomik, siyasi ve kültürel fazlalıkları ile devletin dış düzeyde, özellikle de dış politika ve uluslararası ilişkilerde daha etkin roller oynama kabiliyetlerinin artması arasında yakın ve son derece alakalı bir ilişki vardır. Dolayısıyla Mısır'ın rolündeki göreceli gerileme başta en iyi koşullarda olmayabilecek ekonomik düzeyde olmak üzere kısmen de olsa bu kabiliyetlerle ilgili. Ancak buna rağmen Mısır hala pozisyonlarında ve dış politikalarında tutarlı bir devlet olmaya devam ediyor ve en üst düzeyde olmasa bile büyük ölçüde hareket marjına sahip.”

Bize özel açıklamalarda bulunan Süleyman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Trump yönetiminin Mısır'ı bölgeye yaptığı ziyaretinin dışında tutması, Mısır'ın uluslararası ve bölgesel ağırlığını değerlendirmek için tek başına nesnel bir temel oluşturmaz. Zira bu ilişkilerin stratejik bir statüye ulaşmasına yol açan belirleyiciler yerinde duruyor. Jeostratejik, güvenlik ve kültürel gerçekler Kahire'yi bölge ile herhangi bir angajmanın merkezi haline getiriyor.”

Mısır ve ABD arasındaki yakın iş birliği onlarca yıldır Washington'ın Ortadoğu politikasının temel taşlarından biri oldu. Kırk yılı aşkın bir süre önce İsrail ile Mısır arasında ABD arabuluculuğunda imzalanan barış anlaşmasından bu yana Mısır, İsrail ile birlikte ABD'nin yaklaşık 1,3 milyar dolar değerindeki askeri yardımının en büyük alıcılarından biridir.

“Zorlayıcı” bölgesel koşullar

Kahire ve Washington arasındaki ilişkilerdeki ‘boğuk gerilim’, önceki dönemlerde olduğu gibi ikili dosyalardaki farklılıklardan kaynaklanmadı. Daha ziyade ABD'nin demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve diğer konularda Mısır'a baskı yapmasıydı, ancak birçoklarının nitelendirdiği gibi ilişkilerin soğumasına yol açan şey bölgesel çalkantıların ele alınmasının yanında görüşlerdeki ve algılardaki farklılıktı.

İki ülke arasındaki gerginlik, Trump'ın ikinci başkanlık dönemine başlamasından günler sonra ortaya çıktı. ABD Başkanı, ABD'nin Gazze Şeridi'ndeki ‘2,1 milyon Filistinliyi yerinden etmek’ ve burayı ‘Ortadoğu'nun Rivierası’ yapmak için kontrolü ele geçirmek istediğini söyleyerek dünyayı şoke etti. Kahire bunu reddetti ve ABD'nin bu planını ulusal güvenliğine karşı ciddi bir tehdit olarak gördüğü radikalizmi yayma ve İsrail’in gelecekteki saldırıları için bir bahane sağlama potansiyeli oluşturduğunu vurguladı. Ayrıca Filistinlilere karşı herhangi bir hamleye katılmayacağı ve davalarını sonsuza dek tasfiye etme tehdidinde bulunan ‘tarihi bir adaletsizliğe’ karşı Arap ülkelerinin ve uluslararası toplumun desteğiyle Gazze Şeridi’nin yeniden inşası için alternatif bir plan ortaya koydu.

sdfrgt
Bölgesel çalkantılar ve bölgesel konularda artan dalgalanmalar son aylarda Kahire ve Washington arasındaki ilişkiler üzerinde baskı oluşturdu (AFP)

İki taraf ayrıca Washington'ın ‘uluslararası seyrüsefer güvenliğini sağlamak’ amacıyla Yemen'deki Husilere karşı başlattığı askeri harekât konusunda da görüş ayrılığına düştü. Kahire, krizin çözümünün Gazze'deki savaşı durdurmak ve zaten güvenlik ve siyasi kırılganlıklarla boğuşan bir bölgede daha fazla gerilim ve çatışma olmadan kalıcı ve adil bir barışa ulaşmak olduğuna inanıyordu. Kahire daha sonra Başkan Trump'ın ‘Süveyş ve Panama kanallarının ABD olmadan var olamayacağını’ iddia ederek ülkesinin askeri ve ticari gemilerinin bu kanallardan ‘ücretsiz’ geçmesine izin verilmesi çağrısı karşısında şoke olurken bu çağrı Kahire tarafından resmi düzeyde ele alınmadı.

Tüm bu tutarsızlıklar ve ABD'nin Mısır'ın hem Pekin hem de Moskova ile yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlık, Sisi ile Trump arasında daha önce olan ‘güçlü ilişkiyi’ ABD merkezli Newsweek dergisinin de belirttiği gibi ‘ılık ilişkiye’ dönüştürdü. Newsweek dergisi, Sisi ile Trump arasındaki ilişkinin Trump'ın ilk başkanlığı döneminde (2017-2021) ‘ABD-Mısır ilişkileri için altın bir çağını’ yaşamış olduğunu söyledi. Trump'ın Sisi'yi ‘büyük adam’ olarak ‘aşırı’ övdüğüne işaret eden dergi, bunun Trump'ın Beyaz Saray'da geçirdiği dört yıl boyunca mali desteğe dönüştüğünü ve Kahire'nin büyük bir yardım paketi almaya devam ettiğini belirtti. Sisi'nin güçlü liderliğini, özellikle Sina'da DEAŞ’a karşı terörle mücadele çabalarında bir değer olarak gören Trump, Sisi'nin Mısırını 'siyasal İslam'a karşı bir siper olarak görüyordu. Ancak Trump'ın ikinci başkanlığı döneminde bazı konularda farklı görüşler ortaya çıkmaya başladı.

Mısır hayati öne sahip bir barış ortağı ve NATO üyesi olmayan kilit bir müttefik olmaya devam etse de Washington ile ilişkiler, başta özgürlükler ve insan hakları olmak üzere çok çeşitli konulardaki derin anlaşmazlıklar nedeniyle bir süredir sarsıntı yaşıyor. Washington geçmişte sessiz diplomasi, kamuoyu açıklamaları ve dış yardım fonlarını en ihtilaflı konuların çözümüne bağlama yöntemlerini bir arada kullanmaya çalıştı. Ancak Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’ne (The Washington Institute for Near East Policy/WINEP) göre şimdi işler farklı bir hal almış görünüyor.

Peki iki ülke arasındaki ilişkiye yönelik olası senaryolar neler?

Bölgedeki çalkantıların ve artan istikrarsızlığın Kahire ile Washington arasındaki ilişkiler üzerinde baskı yarattığı bir dönemde Mısır, Beyaz Saray'a geri dönem Başkan Trump’ın çılgın politikalarıyla başa çıkabileceği seçenekleri değerlendiriyor. Ancak asıl soru, iki ülke arasındaki ilişkilerin yakın gelecekte nasıl bir seyir izleyeceği sorusu akılları meşgul ediyor. Mısır eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Reha Ahmed Hasan'a göre Mısır'ın bölgesel bağlamdaki gücünün temel direkleri, herhangi bir büyük ülkenin bölgeselleşme vizyonunda atlanamaz. Hasan, Ortadoğu'daki başlıca güçlerin şu anda Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail'den oluştuğu değerlendirmesinde bulundu.

Independent Arabia'ya açıklamalarda bulunan Hasan, şunları söyledi:

“Mısır'a stratejik açıdan bakarsak, stratejik öneme sahip konumu, 110 milyonu aşan nüfusu, coğrafi alanı, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olması, siyasi istikrarı ve ekonomik kaynaklarının çeşitliliği açısından etkili bir bölgesel devletin kapsamlı güçlerinin tüm bileşenlerine sahip olduğunu görürüz. Bu da Mısır'ın her şeyden bağımsız olarak bölgesel bir güç olduğu anlamına gelir. ABD-Mısır ilişkileriyle ilgili olarak ise özellikle İsrail'le barış süreci, güvenlik ve askeri koordinasyon ve bölgedeki terörizm ve aşırıcılıkla mücadelede ortak çabalar açısından, her iki ülke için de merkezi ve büyük önem taşıyan ilişkilerin temelleri değişmeden kaldı.”

Hasan, her iki ülkenin de askeri ve siyasi düzeylerde iş birliğinin stratejik öneminin bilincinde olduğunu vurguladı.

Bölgesel bazı meselelerde gerilen ilişkiler ve bunun ABD'nin bölgeye yönelik angajmanı bağlamında ‘radikal değişimlere’ yol açıp açmayacağıyla ilgili değerlendirmesinde ise Hasan, şunları söyledi:

“Son gelişmeler ABD'nin iç bağlamından ve mevcut yönetimin Çin ile güçlü ekonomik rekabet karşısında ekonomik ve ticari konulara odaklanma önceliğinden soyutlanamaz.”

Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı, ABD'nin birçok yapısal ekonomik sorundan muzdarip olduğunu ve bu nedenle uluslararası düzeyde Çin ejderhası ile rekabet ritmini ayarlamak için bunların üstesinden gelmeye ve ele almaya çalıştığını da sözlerine ekledi.

ABD'nin önceliklerinin ötesinde, Arap Araştırma ve Çalışmalar Merkezi Direktörü Hani Süleyman’ın da açıkladığı gibi, Mısır'ın hızlı ve karmaşık bölgesel gelişmeleri ne kadar etkin bir şekilde ele aldığı sorusu da yanıt bekliyor.

Süleyman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Uluslararası ilişkilerin mevcut mantığı, diğer aktörleri göreceli ağırlıklarından ve etkilerinden mahrum bırakabilecek şekilde, ekonomik kabiliyetler temelinde bazı bölgesel aktörlere daha fazla alan ve nüfuz etme olanağı sağlıyor. Bu da güç dengesindeki değişimin doğası ve bölgesel aktörlerin kabiliyetleri konusunda sallantılı veya kırılgan bir anlayışa neden oluyor.”

Kahire'ye, hızlanan bölgesel ve uluslararası değişimler çerçevesinde araçlarını ve kabiliyetlerini yeniden amaçlandırma ve Mısır devletinin geleneksel rollerini oynama özgürlüğünün önündeki başlıca engel olan ekonomik zorluğun üstesinden gelme ihtiyacını fark etme çağrısında bulunan Süleyman, “Bu da bir dereceye kadar dürüstlük ve şeffaflık, kartların yeniden karılması ve bölgesel ve uluslararası rollerde daha esnek sonuçlar elde etmek için kurum içi kabiliyetlerden yararlanmaya çalışmayı gerektiriyor” dedi.

Süleyman'a göre bölgedeki güç ve etkinlik dengesinde bazı ülkeler lehine bir değişim söz konusu, ancak bu durum Mısır'ın rolünün sona erdiği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla Kahire bölgesel ağırlığı ve merkezi konumu sayesinde bazı eylem ve etki araçlarına sahip olmaya devam ediyor. Mısır'ın halen yeni ABD yönetiminin hesaplarında vazgeçilmez bir ortak olduğunu düşünen Süleyman, ancak bu ortaklığın sürdürülmesi, mevcut bölgesel ve uluslararası zorluklar çerçevesinde karşılıklı çıkarlar ve artan baskılar arasındaki dengelerin dikkatli bir şekilde yönetilmesini gerektirdiğini vurguladı.