Arap dünyasındaki parlamento seçimlerinin bir faydası var mı?

Siyaset biliminde hükümetin var oluş nedeninin halk, toprak ve egemenlikten oluştuğu konusunda bir fikir birliği vardır

Irak'ın başkenti Bağdat'ta görevli bir sandık kurulu (Reuters)
Irak'ın başkenti Bağdat'ta görevli bir sandık kurulu (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki parlamento seçimlerinin bir faydası var mı?

Irak'ın başkenti Bağdat'ta görevli bir sandık kurulu (Reuters)
Irak'ın başkenti Bağdat'ta görevli bir sandık kurulu (Reuters)

Fidel Sbeity
Arap ülkelerinde düzenlenen parlamento seçimleri, herhangi bir ülkedeki gibi genel seçimlerin demokrasinin doruk noktası olarak kabul edildiği ya da halkın parlamentodaki temsilcilerini seçtiği seçimler olmamıştır. Tüm güçlerin kaynağının ve siyasi otoritedeki temsilcilerini seçenin halk olduğu fikrinin binlerce yıllık geçmişi vardır. Halk, siyasi otoritedeki temsilcilerini seçer. Bu temsilciler de, halklarını ve ülkelerini, parlamentonun halkın çıkarına olan yasaları denetleme, yasama ve yürürlüğe koyma gibi görevleri yerine getirmesi koşuluyla yönetecek hükümeti ve ilgili yürütme organını seçerler.

Demokrasi ve uyum
Hükümet, halkının çıkarlarına hizmet etmek için çalışır. Bu yüzden hükümetin çoğunluk ya da belli bir kesim tarafından seçilmesi demokrasinin temsil edilmesi bakımından dünya genelinde büyük önem kazanmıştır. Hükümetin, daha doğrusu devletlerin varoluşlarının halk, toprak ve egemenlikten oluşan üç koşul bir arada bulunmadan gerçekleşemeyeceği tüm dünyada siyaset bilimi tarafından kabul görmüştür. Bu koşullardan birinin dahi sağlanamaması hükümetin varoluş nedenini kaybetmesine yol açar. Buradaki en önemli unsur halktır. Halksız bir hükümet yok sayılabilir. Egemenliği olmadığında başarısız bir hükümet olduğu ya da örneğin dışarıdan bir düşmanın müdahalesi nedeniyle tüm topraklarında egemenliğini dayatamadığı takdirde işgal edilmiş sayıldığı da söylenebilir. Ayrılmayı talep eden yahut devletten daha güçlü mali ve askeri imkanlara sahip olan bir grup insan nedeniyle hükümetin tüm bölgeyi kontrol edemediği veya yöneticilerinin gücü zorla ele geçirdiği ya da seçim yoluyla iktidara gelmelerine rağmen devletin mali ve siyasi imkanlarını zorla gasp ettiği zaman da bunlar başarısızlık olarak kabul edilebilir.
Arap dünyasında 2011 yılında başlayan ve Arapların ‘Arap Baharı’ mı yoksa ‘Arap Sonbaharı’ mı olarak adlandıracakları konusunda anlaşamadıkları ayaklanmalardan önce parlamento seçimlerinin, ya tek partinin ve onun lideri olan diktatörün egemenliğinden ya da ‘uzlaşı’ veya ‘uzlaşmaya dayalı demokrasiden’ dolayı pek etkili oldukları söylenemez.
Arap devrimlerinden önce çoğu Arap ülkesinde en üst makamdaki lider, parlamentonun tüm yetkilerini sınırlandırır, hatta seçimlerde kimin aday olacağını bile seçerdi. Böylece parlamento onun emri altında olurdu.
Arap ülkelerinde diktatör rejimlerini devirmek ve halkın insana yakışır bir hayat sürmesini ve ifade özgürlüğü kazanmasını sağlayan demokratik rejimler kurmak amacıyla patlak verdiği düşünülen halk ayaklanmalarının ardından yapılan ve herkesin şeffaf ve hilesiz olduğunu düşündüğü seçimlerin sonuçları çoğu kez iptal edildi.
Bu durum daha önce Mısır, Libya ve Cezayir için olduğu gibi şu an Irak, Lübnan, Tunus ve Sudan için de geçerli. Bu saydıklarımız, devrimlerden sonra bile halkın iktidarı eski rejimlerin tekellerinden kurtarmak için önceki devrimlerin üzerine başka devrimler yapmak zorunda kaldıkları ülkelerdir. Tüm bunlara rağmen, bahsi geçen ülkeler, halen parlamento seçimleri yapılması yahut yapıldıysa sonuçlarına uyulması konusunda büyük sıkıntılar yaşıyorlar.

Lübnan ve pasif seçimler
Lübnan’daki uzlaşmacı demokrasiyi örnek olarak ele alalım. Adı, ülkedeki tüm kesimlerin ve grupların arasındaki uyumluluğa dayandırılsa da, çoğu zaman bu küçük ülkede normal siyasi hayatın bozulmasının nedeni uzlaşmacı demokrasidir.   
Irak'ta olduğu gibi bazı Arap ülkeleri, bazı durumları ‘Lübnanlaştırıyorlar’. Yani fiili seçim sonuçları yerine uzlaşmacı demokrasiye başvuruyorlar.  Taraflar, bir grup siyasi partinin temsil edilememesinin ulusal ‘uzlaşı’ terazisinde dengesizliğe yol açacağı gerekçesiyle seçim sonuçlarını ve hükümetin bu sonuçlara göre kurulmasına karşı çıkıyorlar. Sanki seçimler hiçbir değeri olmayan birer formaliteden ibaretmiş ya da demokratik bir folklormuş gibi yahut sonuçlar, kazanan ya da kaybeden taraflardan bağımsız olarak önceden biliniyormuş gibi davranıyorlar.
Eski Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri'nin 2005 yılında uğradığı suikast sonucunda hayatını kaybetmesinin ardından yapılan parlamento seçimleri, Hariri’nin katillerinin uluslararası bir mahkeme karşısına çıkarılmasını isteyenler ile o dönem Lübnan'ın hamisi olan Suriye rejimine yakınlıklarıyla bilinen ve doğrudan Refik Hariri suikastıyla suçlananlar arasında, açık bir rekabet içinde gerçekleşti. Seçimler sonucunda Başbakan Hariri’nin katilleri ve Lübnan’daki Suriye askerleri ile müttefikleri karşısında ayaklanan Lübnanlıları temsil eden 14 Mart İttifakı mecliste çoğunluğu sağladı.
Ancak bu meclis çoğunluğu, Lübnan'ın tarihindeki o dönüm noktası olan, çoğunluğu elde edemeyenler partilerin dahi yer aldığı bir hükümetin kurulmasına engel olmadı. Dönemin Başbakanı Fuad Sinyora, Refik Hariri ve arkadaşlarının katillerinin yargılanması için hükümet aracılığıyla Uluslararası Mahkemeye başvurulmasına karar verdi. Seçimlerde kaybeden (Şii) Hizbullah ve (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareketi, bir buçuk yıl boyunca başkent Beyrut’un merkezini işgal ederek bu karara karşı çıktılar.
Sinyora’dan sonra göreve gelen Başbakan Saad Hariri’nin hükümetindeki Şii milletvekillerinin istifa etmesinin ardından bir hükümet krizi yaşandı. Bu esnada dönemin Başbakanı Hariri, Beyaz Saray'ı ziyaret ediyordu. Eski ABD Başkanı Barack Obama ile başbakan olarak girdiği görüşmeden Lübnanlı tarafların ‘uyumsuzluk’ olarak adlandırmayı tercih ettikleri durum çerçevesinde ‘tüzük dışı’ bir hükümetin istifa eden başkanı olarak çıktı.
Ancak Lübnan'daki uzlaşmacı demokraside mesele burada bitmedi. Ülkede, 17 Ekim 2019’da halk protestoları başladı. Tüm siyasi partiler, Hizbullah'ın Lübnan’ın egemenliği ve otoriteleri üzerindeki mutlak kontrolüne itiraz ettiler. Hizbullah Hareketi Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım’ın seçimlerin değişim için son demokratik araç olduğuna inanan tüm Lübnanlılara “Bundan sonra seçim sonuçlarını beklemesinler, çünkü sonuçlar ne olursa olsun, bu mevcut statükoyu bir zerre dahi olsa değiştirmeyecek” diyene kadar sistemin yeniden rayına oturması için 15 Mayıs 2022 tarihinde yapılması planlanan parlamento seçimleri bekleniyordu. Hatta Kasım, seçimleri bekleyenleri yabancı büyükelçiliklerin ajanları olmakla ve Hizbullah'ın devletin eklemleri üzerindeki mutlak kontrolünü kaldırmak için onlardan fon almakla suçladı.
Irak’taki durum da Lübnan'daki duruma oldukça benziyor. Çünkü seçim sonuçlarını reddeden taraf, Hizbullah'ın müttefiki olmakla ve İran'dan mali ve siyasi destek almakla açıkça övünen tarafla aynı.
Irak’taki parlamento seçimleri, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği öne sürülen büyük bir halk hareketinin ardından gerçekleşti. Bu halk hareketine katılan Iraklılar, değişimin yanı sıra Araplara yakın ve Lübnan gibi Arap-İran çatışmasında yer almayan bir Irak Arap devleti inşa edilmesini talep ettiler.
Irak halkı seçimlerde bu arzularını dile getirdiğinde ve Iraklıların beklentilerine uygun hareket edenleri seçtiğinde, kaybedenler sonuçları reddetti. Oylar yeniden sayıldıysa da sonuçlar değişmedi. Bu nedenle, yukarıda bahsi geçen taraf, siyaset sahnesinde yer alabilmek için başka bir yol izledi ve sonuçları kabul etti. Ancak Irak hükümetinin tıpkı Lübnan'da olduğu gibi tüm partileri içeren uzlaşmacı bir hükümet olması şartıyla hükümete katılmayı talep etti. Bu da parlamento seçimlerinin sonuçlarının pratikte bir değeri olmadığı anlamına geliyor.

Tunus, Sudan ve Libya
Tunus'ta ise durum tamamen farklı. Doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilen parlamentonun çalışmalarını askıya aldı. Tunus demokrasisinin ve siyasi partilerinin tutumlarının bozulmasına katkıda bulundu. Halen tüm meseleler gelinen bu noktada tıkanmış durumda.
Cumhurbaşkanı tarafından alınan ‘olağanüstü kararlar’, Tunusluları bu kararları destekleyenler ve karşı çıkanlar olarak ikiye böldü. Peşinen destekleyenler, yani Nahda Hareketi’ne karşı çıkanlar olduğu gibi Nahda Hareketi’nin yanında yer aldıkları halde kararlara karşı çıkanlar da var. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in olağanüstü kararları nedeniyle ortaya çıkan bu durumun yakında bitmesi beklenmiyor.
Sudanlıların, bağımsızlığından önce Güney Sudan'da ve Darfur'da yaşanan iç savaşları desteklemekten geri durmayan Ömer el-Beşir'in askeri rejimini devirmeyi başardıkları Sudan'da da yeniden ortaya çıkan budur.
20 yılı aşkın bir süredir iktidarda olan ordu, meseleyi isyancı halkın seçimlerine bırakmadı.  Devrimden sonra bile sadece yönetime katılmayı değil, ülkeyi yönetmeyi istedi. Bu durum, askeri yönetime karşı yeni devrimlerin yaşanmasına yol açtı. Sanki Sudan halkı, halkların kendilerini yönetecek kişileri seçebilecek kapasitede olmadığına ve onlara doğru yolda rehberlik edecek birine ihtiyaç duyduklarına inananların liderliği altında yaşamaya mahkummuş gibi ülkede halen kaos durumu hakim.
Libya'nın ne halde olduğunu gündeme getirmeye bile gerek yok. Çünkü Libya'da mutlak yetkiye sahip eski Devlet Başkanı Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesinden bu yana, Libya halkı ülkenin doğusu ve batısı arasında bölünmüş durumda. Uluslararası güçler arasında Libya'nın muazzam petrol zenginliğinin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık da halen devam ediyor.
Öyle görünüyor ki Arap dünyasında ister seçimlerle olsun, ister olmasın bir hükümetin kurulmasının temel koşulları olan toprak, halk ve egemenlik şartları yerine getirilemiyor. Arap ülkelerinin halklarına, sanki gelişmiş ve refah içinde ülkeler inşa etmekte yetersizlermiş gibi davranılıyor. Bu genellemenin dışında tutulan Körfez Arap ülkeleri ise devletlerin kendilerini yönetmek için aşiret, kabile ve devlet öncesi sistemleri yeniden kurmasına ve halkların özlemlerini yok saymasına rağmen, ‘uzlaşı’ ve ‘yetki paylaşımı’ kaçınılmaz bir gerçekmiş gibi halklarını öncelikleri ve çıkarları haline getiren gelişmiş dünya ülkelerini yakalamaya çalışıyorlar.



Suriye sahil kentlerinde yaşanan olaylar: BMGK’daki öfkeyi SDG ile yapılan anlaşma dindirdi

Güvenlik Konseyi toplantısında, Suriye hükümetinin Esad'ın kalıntılarıyla yaşanan çatışmanın yol açtığı krizi kontrol altına almak için aldığı önlemler ele alındı (Independent Arabia)
Güvenlik Konseyi toplantısında, Suriye hükümetinin Esad'ın kalıntılarıyla yaşanan çatışmanın yol açtığı krizi kontrol altına almak için aldığı önlemler ele alındı (Independent Arabia)
TT

Suriye sahil kentlerinde yaşanan olaylar: BMGK’daki öfkeyi SDG ile yapılan anlaşma dindirdi

Güvenlik Konseyi toplantısında, Suriye hükümetinin Esad'ın kalıntılarıyla yaşanan çatışmanın yol açtığı krizi kontrol altına almak için aldığı önlemler ele alındı (Independent Arabia)
Güvenlik Konseyi toplantısında, Suriye hükümetinin Esad'ın kalıntılarıyla yaşanan çatışmanın yol açtığı krizi kontrol altına almak için aldığı önlemler ele alındı (Independent Arabia)

Terörle mücadelenin ve ülkenin birliğinin vurgulandığı karar taslağında uluslararası müdahaleye karşı çıkılırken, soruşturma komisyonu kurulması takdirle karşılandı.

BMGK toplantısında Suriye hükümetinin Beşşar Esed rejiminin kalıntılarıyla çatıştığı dönemde krizi kontrol altına almak için aldığı önlemlere değinildi.

Independent Arabia, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Suriye’nin kıyı illerinde yaşanan trajik olayların ele alındığı, kapalı kapılar ardında gerçekleşen toplantısındaki görüşmeleri yakından takip eden kaynaklardan çeşitli bilgiler edindi. Bu bilgilere göre ilgili ülkeler, sert ifadeler içermesi beklenen bir karar tasarısı üzerinde anlaşmaya vardı. Ancak Suriye hükümetinin soruşturma komitesi kurma yönündeki adımları ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile varılan sürpriz anlaşma, söylemin yumuşamasına ve uluslararası öfkenin dinmesine neden oldu.

Aynı kaynaklar, Suriye'nin batısında yaşanan ve Şam'ın kendi verilerine göre yüzlerce kişinin hayatına mal olan yasa dışı şiddet olaylarını kınamasına rağmen, dün açıklanan karar taslağının ‘geçici Suriye hükümetinin çabalarına karşı dengeli ve adil’ bir şekilde hazırlandığını söylediler.

Independent Arabia'nın bir kopyasına ulaştığı taslağa göre kararda ihlaller kınansa da ‘Suriye'nin istikrarı ve toprak bütünlüğüne’ yönelik uluslararası bir teyit ve taahhüt yer alıyordu. Suriye'nin istikrarı ve toprak bütünlüğü, Arap ülkelerinin Suriye'ye yönelik kararlarının ve tutumlarının yanı sıra, federalizmi ya da ülkenin mezhep, etnik köken ya da coğrafi olarak bölünmesine yönelik her türlü tavizi açıkça reddeden Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara hükümetinin de odaklandığı başlıca nokta olmuştur.

Diplomatlar pazar günü yaptıkları açıklamada, ABD ve Rusya'nın BMGK’dan Suriye'deki şiddet olaylarını görüşmek üzere pazartesi günü kapalı kapılar ardında bir toplantı yapmasını istediklerini ve toplantının sonucunun çarşamba günü açıklanmasının beklendiğini ifade ettiler.

Taslak, ‘Suriye'de terörizmle mücadele’ ihtiyacını vurgulayarak, Suriye meselesinin en hassas yönü olan ‘terörizm’ konusunu ele alırken bu yaklaşımın inandırıcılığı konusunda uluslararası taraflardan ve bölge ülkelerinden Suriye hükümetine yoğun eleştiriler yapılıyor. Çünkü halen güvenlik güçleri arasında yabancı savaşçılar bulunuyor ve bunların bir kısmı, görgü tanıklarının bazı ihlallere karıştıklarını söyledikleri aşırılık yanlısı geçmişlere sahip olsalar da bunlar ancak nihai soruşturmalarla belgelenebilir. Suriye Cumhurbaşkanlığı’ndan pazar günü yapılan açıklamada, kıyı illerindeki olayları soruşturmak üzere bağımsız bir komite kurulması kararı alındığını belirtildi. Cumhurbaşkanı Şara, ülkesinin ‘hiçbir yabancı ya da yerel gücün ülkeyi kaosa ya da iç savaşa sürüklemesine izin vermeyeceğini’ vurguladı. Yönetiminin sivillere zarar veren herkesten hesap soracağına dair söz veren Şara, eski rejimin kalıntılarının derhal adalete teslim olmaktan başka seçenekleri olmadığının altını çizdi.

Karar taslağında BMGK, Şam'ın hesap verebilirlik için bir soruşturma komitesi kurmakla başlayarak attığı adımlara övgüde bulundu. Taslakta eski rejim taraftarlarının azınlıkları destekleme kılıfı altında yapmak istedikleri gibi Suriye'ye yönelik herhangi bir uluslararası müdahale iması ya da tehdidi yer almadı.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, daha önce yaptığı bir açıklamada, Suriye’nin kıyı şehirlerinde işlenen tüm suçlar için hesap verilebilirlik çağrısında bulunmuş ve Suriye geçici yönetimi yetkilileri tarafından bağımsız bir soruşturma komitesi kurulmasına yönelik yapılan açıklamayı memnuniyetle karşılamıştı. Türk, soruşturmaların hızlı, kapsamlı, bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütülmesi gerektiğini de vurguladı.

BM yetkilisi, bu tür korkunç ihlallerin ve istismarların tekrarlanmamasının sağlanması için silahlı grupların incelenmesi ve devletin askeri kurumlarına entegre edilmesi sürecinin, ülkenin uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülükleriyle uyumlu olması ve Suriye'de geçmişte ya da yakın zamanda meydana gelen insan hakları ihlallerine karışan herkesin hesap vermesi için kesinlikle bir gereklilik olduğunu söyledi.

Independent Türkçe, Independent Arabia