Rusya ve Ukrayna saflarında savaşan Müslüman Çeçenler, ölmeleri halinde İslam hukukuna göre şehit sayılır mı?

Rusya saflarında cepheye gelen ve toplu halde namaz kılan Çeçenlerin görüntüsü çok tartışıldı. İlahiyatçılar farklı bir inanca mensup bir devletin emrinde savaşırken ölen Müslümanların İslam hukukuna göre şehit sayılıp sayılamayacaklarını yorumladı

Ukrayna saflarında savaşan Çeçenler / Fotoğraf: Twitter
Ukrayna saflarında savaşan Çeçenler / Fotoğraf: Twitter
TT

Rusya ve Ukrayna saflarında savaşan Müslüman Çeçenler, ölmeleri halinde İslam hukukuna göre şehit sayılır mı?

Ukrayna saflarında savaşan Çeçenler / Fotoğraf: Twitter
Ukrayna saflarında savaşan Çeçenler / Fotoğraf: Twitter

Rus ordusunun Ukrayna'ya müdahalesinin ardından bölgeden gelen görüntülerden bir tanesi Türk kamuoyunda çokça tartışıldı.
Görüntülerde Rus ordusuna destek için bölgeye giden Çeçen taburunun ormanlık bir alanda toplu halde namaz kılıyor.
Gazeteci Fehim Taştekin'e göre görüntüde yer alanlar, Rusya'ya bağlı Çeçenistan Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov'un emriyle bölgeye gelen Çeçen savaşçılar, Yug (güney) taburuna bağlı ve Hüseyin Mecidov komutasında yer alıyor.
Kimi görüntülerde de geleneksel zikir ayinlerini cephe hattında da sürdürdükleri görülen Çeçen savaşçıların özellikle Kiev'deki sokak çatışmalarında aktif rol oynayacakları öne sürülüyor.

Ukrayna saflarında da Çeçenler var
Independent Türkçe'nin haberine göre, Ruslarla birlikte omuz omuza vererek savaşan Çeçenler olduğu gibi Ukrayna safında da Şeyh Mansur ve Dzhokhar Dudaev isimli Çeçen taburlarına bağlı oldukları belirtilen Çeçen savaşçıların görüntüleri medyaya düştü.
Yani her iki savaşan ülkenin safında da Müslüman Çeçenler yer alıyor.

Rusya'yı ilk savaşta yendiler, ikincisinde yenildiler
Çeçenler dindarlıklarıyla ve geleneklerine bağlılığıyla bilinen bir toplum. Kadirilik, Çeçenler arasında yaygın bir tarikat.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Cevher Dudayev'in başkanlığındaki Çeçenistan, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiş ancak bunun Rusya Federasyonu tarafından kabul edilmemesi ve devamında askeri müdahalesi ile Aralık 1994'ten itibaren çetin bir savaş başlamıştı.
Cevher Dudayev'in 21 Nisan 1996'da Rus bir senatörle görüşürken telefon sinyalinin tespit edilerek Rus savaş uçağından atılan füze ile yaşamını yitirmesine karşın devam eden savaşta Çeçenler başarı göstermiş, kaybettikleri başkentleri Grozni dahil şehirleri geri almayı başarmıştı.
Bunun üzerine 31 Ağustos 1996'da taraflar arasında önce ateşkese ardından bir anlaşmaya varılmış, Rus birlikleri Çeçenya'da çekilirken bağımsız denebilecek daha gevşek bağlarla da olsa Rusya Federasyonu'na bağlı kalmaya devam etmişti.
Çeçenya'daki barış ise uzun sürmemiş Çeçen lider Şamil Basayev komutasındaki bir gücün Dağıstan'daki bağımsızlık yanlısı gruplara yardım için bu ülkeye girmesini bahane eden Rusya, bu sefer de 29 Eylül 1999'da başlayan ikinci harekatı başlattı.
Daha büyük bir kuvvetle şiddetli saldıran Rusya, Çeçenler arasındaki görüş farklılıklarını da iyi değerlendirdi.
Bir kesim Rusya yanlısı bir tutum takınırken geri kalan yerleşim yerlerinin düşmesinin ardından kırsala çekilerek direnişi sürdürdü.

Bağımsızlık savaşına katıldı sonra Rus tarafına geçti
Rusya yanlısı tutum takınanların arasında Kadirov'un babası Ahmet Kadirov vardı.
Kadirov, Çeçenya'da (Çeçenistan) kurulan Rus yanlısı yönetimin ilk cumhurbaşkanı olarak 5 Ekim 2003'te göreve başladı. 
Ancak bu görevi çok sürmeden 9 Mayıs 2004'te stadyumdaki bir tören sırasında bağımsızlık yanlısı Çeçenlerin düzenlendiği bombalı saldırıda yaşamını yitirdi.
Onun ölümüyle birlikte oğlu Ramazan Kadirov, ön plana çıktı. Kadirov, ilk savaşta babası Ramazan Kadirov gibi bağımsızlık yanlısı güçlerle birlikte çarpışmıştı.
Fakat daha sonra yeni dönemde Ramazan Kadirov, Ruslarla birlikte bağımsızlık yanlısı Çeçenlere karşı mücadeleye başladı.
Bu nedenle önce 2004'te Putin tarafından "Rusya Federasyonu Kahramanı" ilan edilen Kadirov, 2007'de Rusya'ya bağlı özerk Çeçenistan Cumhuriyeti'nin başkanlığına getirildi.
Çeçenistan'daki bağımsızlık yanlısı grupların azalarak devam eden silahlı faaliyetleri 2009 tamamen sonlandı.

Rus ordusu nerede Kadirov'un gücü orada
Bağımsızlık yanlısı Çeçenler farklı ülkelere dağılarak politik mücadeleye başladı.
Daha radikal çizgide olanlar ise cihatçı hareketlere dahil olarak Suriye, Irak ve Afganistan'daki çatışmalara da dahil oldu.
Çeçenistan'daki hakimiyetini güçlendiren ve görünürde İslami kuralların eskiye oranla daha fazla hakim olduğu bir yönetim kuran Kadirov, dış ilişkilerinde ise Rusya ve Putin'in sıkı bir taraftarı durumunda.
Kadirov'a bağlı güçler Rusya'nın daha önce Gürcistan'a yaptığı müdahalede de Rus ordusuna katılmıştı.
Ayrıca Suriye'de de muhalif saflardaki Çeçenleri tespitte yardımcı olmak için Kadirov'un adamlarından oluşan bir gücün faal olduğu öne sürülmüştü.

İki farklı cephede karşı karşıya geldiler
Çeçenler bir kez daha Rusya ve Ukrayna saflarında karşı karşıya geldi.
Özellikle Rus saflarındaki Çeçenler cephede bile ibadetlerini aksatmamaya çalışırken sosyal medya kimi kişilerce şu soru akıllara düşürüldü.
İslam hukukuna göre bir kişinin şehit sayılması için Allah adına savaşması veya ülkesini savunurken ölmesi gerekiyor.
Bu durumda ana yurtlarından uzakta ve farklı dinden olan Rusya ve Ukrayna'nın saflarında savaşırken ölen Çeçenler ya da diğer Müslümanlar, İslam hukukuna göre şehit sayılır mı?

"Kesinlikle şehit sayılamazlar"
Bu soruyu yönelttiğimiz isimlerden ilahiyatçı Prof. Dr. Şahin Filiz, “Bu durum iki taraf için de geçerli. Kesinlikle sayılamazlar" dedi.
"Müslüman'ım" diyen Çeçenlerin iki farklı Hıristiyan devletin menfaatlerini korumak için çarpıştıkları bu nedenle her iki taraftan da yer alanların "şehit kabul edilemeyeceklerini" belirten Filiz, "Ne Rusya'nın ne Ukrayna'nın savaşı Müslümanları ilgilendiren, onların ideallerini, dini amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik ve şehadeti de beraberinde getiren bir ölümdür. Ölenler şehit, kalanlar da gazi olmazlar. O bakımdan her ikisini de 'İslam mantığı ve İslam dininin inanç kaideleri bakımından' kesinlikle doğru bulmuyorum. Müslümanların burada oyuna getirildiğini düşünüyorum" diye konuştu.

"Almanya savaşa girerse Alman vatandaşı Türkler tarafsız olmalı"
Tabii akıllara şu soru da geliyor. Sonuç olarak Çeçenlerin büyük bir kısmı Rusya vatandaşı.
Örneğin Almanya'da yaşayıp ve bu ülkenin vatandaşı olan Türkler var.

Almanya'nın girdiği bir savaşta bu Türklerden de ölen olsa şehit satılırlar mı?
Filiz bu soruya da şu cevabı verdi:
"Onların savaşa girmemesi, tarafsız olması gerekir. Hitler'e II. Dünya Savaşı'nda yardım eden Müslüman taburları vardı. Ben onları da doğru bulmuyorum. Müslümanların tarafsız olması gerekir. Sonuçta onların vatanı değil. Ancak Müslümanlar yaşadıkları yere ihanet etmemek adına tarafsız olup, sessiz kalmaları en doğru davranış olur bana göre."

"Amaç bir ülkeyi işgal etmek ise kesinlikle şehit olmaz"
Dinler Tarihi Uzmanı Dr. Lütfü Özşahin ise aynı soru üzerine İslam'da savaşın Allah adına yapıldığını hatırlatarak, "Allah adına demenin sosyolojide ve politikada iz düşümü adaleti ikame etmek, zulmü ortadan kaldırmak, mazlumları korumak için savaşmak demektir. Ancak ortada emperyal amaçlar var ise amaç bir ülkeyi işgal etmek oranın toprak bütünlüğünü kaldırmak ise kesinlikle hiç kimse şehit olmaz, cehennemin dibini boylar" yorumunda bulundu. 

"Nefsi müdafaa durumunda şehit sayılır"
Bir Müslüman’ın sadece ve sadece Allah adına savaşırsa şehit olacağını söyleyen Özşahin, sözlerine şöyle devam etti:
"Allah adına şehit olmak da dediğimiz gibi bir yerde adaleti ikame etmek, zulmü ortadan kaldırmaktır. İkinci olarak nefsi müdafaa durumunda yani ülkene, toprağına, milletine, ailene, namusuna saldırıya karşı koyarken de yaşamını yitirirsen şehit olursun. Bunun dışında emperyal amaçlar için, toprak, cariye, köle  kazanmak için savaşta ölen şehit olmaz, affedersiniz niyazi olur."

"Almanya'yı vatan kabul eden Türkler vatanı korurken ölürse şehit olur"
Almanya vatandaşı Türklere durumuna ilişkin soruya yanıt veren Özşahin'in bu konuda farklı bir düşüncesi var.
"Almanya'ya haksız yere, durduk yere saldırılmışsa ve orada yaşayan Türkler, Müslümanlar burayı vatan edinmişlerse tabii ki vatanı korumak onların da görevidir" diyen Özşahin, "O durumda şehit olurlar. Burada şehitliği belirleyen Allah'ın rızası, adalet ve nefsi müdafaadır. İşin içine emperyal amaçlar girdiğinde şehitlik olmaz" diye konuştu. 

"Şehitlik kavramı politik amaçlar için de kullanılıyor"
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ise şehitlik kavramının son yıllarda politik amaçlarla birçok durum içinde kullanılmaya başlandığını, görev başında sağlık sorunu nedeniyle vefat edenlere bile şehit dendiğini hatırlattı. 
Kırbaşoğlu'nu göre bu nedenle şehitlik tanımı konusunda bir kafa karışıklığı var. Ancak Ukrayna savaşındaki Çeçenlerin durumuna bakıldığında burada İslam hukukuna göre Allah yolunda savaşma kavramına çok fazla giren bir durum yok. Kırbaşoğlu, "Burada İslam dünyasının yeryüzünde barışı tesis etmek amacından ziyade emperyal ülkeler arasında bilek güreşi var" yorumunu yaptı. 

"Öldükten sonra Müslüman ise cenaze namazı kılınabilir"
Kırbaşoğlu, kanunlar nedeniyle kişilerin farklı inançlardan dahi olsa vatana ihanetten yargılanmamak için savaş halinde devletin emrettiği şekilde davranmak zorunda da kalabileceğini söyleyerek, şunları kaydetti: 
"Kısaca burada tam olarak siyah-beyaz durumlar yok. En ideal olanı yapabiliyorsa bulunduğu ülkenin kanunları müsaade ediyorsa vicdani retçilik yapacak. Yapamıyorsa kanunlara uymak zorunda kalabilir. Dolayısıyla burada şehitlikten ziyade uluslarası kanunlar geçerli oluyor. Ama öldükten sonra Müslüman ise İslam inanışına göre cenaze namazı kılınabilir."



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.