Kissinger Ukrayna krizinin çözümüyle ilgili ne düşünüyor?

ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Kissinger: Ukrayna krizini çözmek için diğerinden başlayın!

ABD'li diplomat Henry Kissinger (Reuters)
ABD'li diplomat Henry Kissinger (Reuters)
TT

Kissinger Ukrayna krizinin çözümüyle ilgili ne düşünüyor?

ABD'li diplomat Henry Kissinger (Reuters)
ABD'li diplomat Henry Kissinger (Reuters)

ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 5 Mart 2014 tarihinde, yani Rusya'nın Ukrayna'nın Kırım Bölgesi’ni ilhak etmesinden yaklaşık iki hafta sonra Washington Post’ta kaleme aldığı bir makalede, şu an kendi toprakları üzerinde egemenliğini savunmak için Rusya ile bir savaşan Ukrayna’daki çatışmayı ele aldı. Bazı basın kuruluşları, mevcut krizi önceki olaylar üzerinden öngören bu makaleyi yeniden yayınladılar.
O dönem yaşanan kriz kamuoyunda tartışma başlatırken Kissinger, “Her şey çatışmaya işaret ediyordu, ama nereye gideceğimizi biliyor muyduk?” dedi.
1973-1977 yılları arasında ABD’nin dışişleri bakanlığı görevini üstlenen Kissinger, okuyucularına, uzun yaşamı (şu an 98 yaşında) boyunca ‘büyük bir coşku ve halk desteğiyle’ başlayan, fakat nasıl bitireceklerini bilemedikleri için üçünden tek taraflı olarak çekildikleri dört savaşa tanık olduğunu söyledi. İster Rusya ister Batı’dan bir taraf olsun taraflardan her birinin diğerine üstünlük sağlama peşinde koşmasının, sonunda bir iç savaşa ve parçalanmaya yol açacağını belirten Kissinger, “Siyasetin sınavı, bir olayın nasıl başladığı değil, nasıl bittiğidir” diye ekledi.
Kiev’in Doğu'ya mı yoksa Batı'ya mı katılacağı sorusu nedeniyle Ukrayna krizinin, bir çatışma olarak gösterildiğine dikkat çeken Kissinger, Ukrayna'nın bekası ve refahının, onu Batı karşısında Doğu'nun bir ‘ileri operasyon üssü’ haline getirmemesine ve ‘iki taraf arasında bir köprü görevi görmesine’ bağlı olduğunu vurguladı. Kissinger, makalesinde, “Rusya, Ukrayna'yı kendi yörüngesindeki bir ülke olmaya zorlayarak sınırlarını genişletmenin, Moskova'yı, Avrupa ve ABD ile karşılıklı olarak yaşanan baskı döngüleri tarihini tekrarlamaya mahkum edeceğini kabul etmeli” ifadelerini kullandı.
ABD’li eski diplomat, yazısını şöyle sürdürdü:
“Batı'nın ise, Rusya'nın gözünde Ukrayna'nın sadece yabancı bir ülke olamayacağını anlaması gerekiyor. Rusya'nın tarihi, Kiev Knezliği (Kiev Dükalığı) ile başladı. Rus dini (Rus Ortodoksluğu) buradan yayıldı. Ukrayna yüzyıllarca Rusya'nın bir parçası oldu. Tarihleri ​​ iç içe geçmiş durumda. Rusların özgürlüğü için 1709 yılında Poltava Muharebesi ile başlayan en önemli savaşlardan bazıları Ukrayna topraklarında yapıldı. Rusya Karadeniz Filosu (Rusya'nın Akdeniz'deki gücünü artırma aracı), uzun bir süreliğine kiralanan Kırım'ın kıyı kenti Sivastopol'daki limanda duruyor. Aleksandr Soljenitsin ve Joseph Brodsky gibi ünlü Rus muhalifler, Ukrayna'nın, Rus tarihinin ve aslında Rusya'nın ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda ısrarcılardı.”
Kissinger, Washington Post'taki makalesinde, Avrupa Birliği’nin (AB), Ukrayna'nın Avrupa ile ilişkilerinin müzakeresinde stratejik unsurun iç politikayı kapsamasının ve bürokratikleştirilmesinin müzakerelerin krize dönüşmesine katkıda bulunduğunu anlaması gerektiğini belirterek, “Dış politika, öncelikleri belirleme sanatıdır. Asıl belirleyici unsur da Ukraynalılardır. Zira karmaşık bir tarihe ve çok dilli bir yapıya sahip bir ülkede yaşıyorlar. Batısı, 1939 yılında (Josef) Stalin ve (Adolf) Hitler'in ganimetleri paylaştığı Sovyetler Birliği'ne dahil edildi. Nüfusunun yüzde 60'ını Rusların oluşturduğu Kırım, ancak 1954 yılında Ukrayna'nın bir parçası oldu. Ukrayna doğumlu (eski Sovyetler Birliği Hükümet Başkanı) Nikita Kruşçev, o yıl Rusya'nın Kazaklarla anlaşmasının 300. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde Kırım’ı Ukrayna'ya verdi” yazdı.
Batı'nın genel olarak Katolik, Doğu'nun ise genel olarak Rus Ortodoksluğu’na inanmış olduğuna dikkat çeken Kissinger, “Genel olarak Batı Ukraynaca konuşur, Doğu ise Rusça konuşur. Bir tarafın diğerine üstünlük sağlama girişimi (bugün olduğu gibi) sonunda iç savaşa veya parçalanmaya yol açacak. Ukrayna'yı Doğu-Batı çatışmasının bir parçası olarak ele almak, genelde Rusya ve Batı'nın, özelde ise Rusya ve Avrupa'nın olası bir uluslararası iş birliği sistemine katılmalarını engelleyecektir” dedi.
Kissinger’a göre Ukrayna, 14. Yüzyıldan bu yana çeşitli yabancı yönetim biçimleri altında kaldıktan sonra 1991 yılında kadar gerçekten bağımsızlığını kazanamadığından, liderleri, olaylara tarihi açıdan bakmak bir yana uzlaşı sanatını da öğrenmediler.
Kissinger, bağımsızlıktan sonra Ukrayna'daki siyaset sahnesine bakıldığında sorunun nedeninin, bir partideki politikacıların,  diğer partideki meslektaşları onlara karşı çıkan diğer taraflara aynı şeyi yapmadan önce ülkenin muhalif bölgelerine kendi iradelerini dayatma çabalarında yattığını açıkça görüldüğünü belirtti. Kissinger, bu makaleyi yazdığı sırada dönemin Ukrayna’nın eski Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç ile eski Başbakanı Yuliya Timoşenko’nun iktidarı paylaşmayı reddeden bu iki tarafı temsil ettiğini söyledi.
O dönem ABD'yi Ukrayna'ya karşı ‘ülkenin iki tarafının birbiriyle iş birliği yapmasının bir yolunu arayan ihtiyatlı bir politika’ izlemeye çağıran Kissinger, “taraflardan sadece birinin egemenliğini değil, uzlaşmayı aramalıyız” vurgusu yaptı. Rusya, Batı ve Ukrayna'daki çeşitli grupların bu prensibe göre hareket etmediklerini düşünen Kissinger, “Her iki taraf da durumu ağırlaştırdı. Rusya, sınır bölgelerinin çoğunun çalkantılı olduğu bir dönemde kendisini izole etmeden askeri bir çözüm getiremeyecekti. Batı’ya göre Vladimir Putin'in şeytanlaştırılması siyaset değil, siyasetin olmadığının bir bahanesiydi” yazdı.
Putin’i askeri çözümler düşünmekle suçlarken, yeni bir soğuk savaşın patlak vereceği konusunda uyaran Kissinger, ABD’yi ‘Rusya'ya Washington tarafından kararlaştırılan davranış kurallarının öğretilmesi gereken başıboş bir ülke muamelesinde bulunmamaya’ çağırdı.
Washington’ın uygulamalarının, tarafların değerlerine ve güvenlik çıkarlarına uygun bir çözüm üreteceğine inandığı birkaç noktaya değinen Kissinger şunları yazdı:
“Öncelikle Ukrayna, Avrupa da dahil olmak üzere ekonomik ve siyasi bağlarını seçmekte özgür olmalıdır. Yedi yıl önce ilk önerildiğinde de söylediğim gibi Ukrayna NATO'ya katılmamalı. Ukrayna’nın akıllı liderleri, ülkenin farklı bölgeleri arasında bir uzlaşı politikası yürütmeden önce, Ukrayna'ya halkının iradesi çerçevesinde bir hükümet kurma özgürlüğü verilmeli. Uluslararası alanda, bağımsızlığı konusunda hiçbir şüphe bırakmayan ve çeşitli alanlarda Batı ile iş birliği yapan Finlandiya'ya benzer bir pozisyon aramalılar. Ancak Rusya'ya karşı kurumsal düşmanlıktan dikkatle kaçınmalı.”
Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesinin, mevcut dünya düzeninin kurallarına uymadığını, ancak Kırım'ın Ukrayna ile ilişkilerindeki gerilimin daha az olması gerektiğini düşünen Kissinger, şöyle devam etti:
“Bunun için Rusya, Ukrayna'nın Kırım üzerindeki egemenliğini tanımalı ve Ukrayna'nın uluslararası gözlemcilerin huzurunda yapılacak seçimlerde Kırım'ın özerkliğini güçlendirmeli. Aynı zamanda Rusya’nın Sivastopol'daki Karadeniz Filosu’nun durumuyla ilgili tüm belirsizlikler ortadan kaldırılmalı. Bunlar soruna yönelik reçeteler değil, ilkelerdir. Bölge meselelerinde uzman olanlar, çeşitli tarafların bütün bu ilkelerden memnun kalmayacağını elbette biliyorlar. Ancak ilke mutlak memnuniyet değil, dengeli (dengeleme memnuniyetsizliği) memnuniyetsizliktir. Tüm bu unsurlara yahut bunlara yakın unsurlara göre bir çözüm sağlanamaması durumunda çatışmaya doğru sürüklenme hızı artacak ve yakında çatışma zamanı gelecek.”



Ukrayna’dan Afrika ve Tayvan'a jeopolitik açıdan Avrupa-Çin ilişkileri

Çin Devlet Konseyi Başkanı Li Keqiang ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pekin'de düzenlenen AB-Çin İş Liderleri Sempozyumu’na katıldı, 24 Temmuz 2025 (AFP)
Çin Devlet Konseyi Başkanı Li Keqiang ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pekin'de düzenlenen AB-Çin İş Liderleri Sempozyumu’na katıldı, 24 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Ukrayna’dan Afrika ve Tayvan'a jeopolitik açıdan Avrupa-Çin ilişkileri

Çin Devlet Konseyi Başkanı Li Keqiang ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pekin'de düzenlenen AB-Çin İş Liderleri Sempozyumu’na katıldı, 24 Temmuz 2025 (AFP)
Çin Devlet Konseyi Başkanı Li Keqiang ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pekin'de düzenlenen AB-Çin İş Liderleri Sempozyumu’na katıldı, 24 Temmuz 2025 (AFP)

Hattar Ebu Diyab

Çin ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin 50’nci yıldönümü vesilesiyle Avrupa ile Çin arasında gerçekleşen son zirve Pekin ile Brüksel arasında stratejik bir uçurum olduğunu ortaya koydu. Çin'in artık Avrupa Birliği'ni (AB) stratejik bir muhatap olarak görmediği anlaşılırken bu durum, Avrupa'nın başarısızlıklarından dersler çıkarmasını ve küresel stratejik çalkantıların yaşandığı bu dönemde Çin-Avrupa diyaloğunun neden bu kadar zorlu olduğunu anlamasını gerektiriyor.

Jeopolitik ve ekonomik boyutların taraflar arasındaki hayati ve karmaşık ilişkilerin geleceğini aynı anda belirleyeceğine şüphe yok. Bu yüzden Afrika'daki şiddetli rekabet ve Avrupa'nın Tayvan konusundaki tutumu, ekonomik kesişim ve çıkarların karşılıklı olması potansiyeline rağmen, ikili ilişkilerin gelişmesini engelleyen unsurlar olarak görülüyor.

Avrupa'nın yaklaşımı ve Ukrayna savaşının etkisi

Avrupa'da bazıları Çin ile ilişkilerin önemini erkenden farkına vardı. Eski Fransa Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle, 1964 yılının başlarında, Soğuk Savaş doruk noktasındayken ve Moskova ile Pekin arasındaki ideolojik-siyasi anlaşmazlığın şiddetlendiği bir dönemde, Çin Halk Cumhuriyeti'ni ilk tanıyan kişi oldu. ABD ise ancak on yıl sonra, Nixon-Kissinger döneminde Fransa'nın izinden gitti.

Bu jeopolitik konumlandırma, şu an Ukrayna meselesi ve bunun ABD-Avrupa-Çin ilişkilerine etkisi etrafında şekilleniyor.

Oluşmakta olan çok kutuplu dünyada, bölgesel ve küresel hedefleri olan eski ve yeni güçler, kalkınması için ihtiyaç duyduğu ortakları arayan Afrika'ya ilgi gösteriyor.

Ancak, AB’nin Çin'in dünyada artan etkisine karşı yavaş tepki verdiğini burada belirmeden geçmeyelim. Avrupa Komisyonu, bu konuyla ilgili bir strateji önerisini ancak 2019 yılında sunabildi. Bu strateji, Çin'i ‘ortak, ticari rakip ve sistematik rakip’ olarak gören üçlü bir yaklaşıma dayanıyor.

Son dönemde, Ukrayna meselesi, 2022 yılında yaşlı kıtaya savaşın geri dönmesiyle birlikte ortaya çıkan keskin bir küresel bölünme nedeniyle, jeopolitik açıdan Avrupa-Çin ilişkilerine gölge düşürdü. Bu bölünme, bir tarafta ABD, NATO ve AB, diğer tarafta ise Rusya, Çin, Kuzey Kore ve müttefikleri arasında yaşandı.

cıo
Çin Devlet Konseyi Başkanı Li Keqiang ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Pekin'deki Büyük Halk Salonu'nda düzenlenen AB-Çin İş Liderleri Sempozyumu’na katıldılar, 24 Temmuz 2025 (AFP)

Bu bağlamda, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Pekin'de düzenlenen AB-Çin Zirvesi sırasında Çin'den Rusya'yı Ukrayna'da ateşkes kabul etmeye ikna etmek için nüfuzunu kullanmasını talep etmesi dikkati çekti. Avrupa tarafı, ‘Çin'in Ukrayna'daki savaşın sonucuna ilişkin tutumunun, Çin ile ilişkilerin geleceğini belirlemede belirleyici bir faktör olacağını’ vurgularken, Pekin, Moskova'ya doğrudan askeri destek sağlamayacağını ve Rusya'yı destekleyen bakış açısına göre adil bir siyasi çözüm için çalışacağını vurguladı.

Daha genel bir düzeyde, Avrupa Birliği ve Çin, Pekin Zirvesi sırasında nadir metallerin ihracatını kolaylaştırmaya yardımcı olacak yeni bir mekanizma üzerinde anlaşmaya vardı. Ayrıca, 2016 Paris Anlaşması ruhuna uygun olarak iklim değişikliğiyle mücadele konusunda ortak bir bildiri yayınladılar. Bununla birlikte, ikili ticaret ve Rusya-Ukrayna anlaşmazlığı gibi alanlardaki farklılıklar, çözülmesi için ek görüşme turları gerektirecek.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında 15 Ağustos'ta gerçekleşen zirve, Ukrayna konusunda yaşanan çatışmada bir dönüm noktası oldu. Avrupa'nın tutumu bu süreç üzerinde büyük bir etkiye sahip olmasa da AB’nin Çin ile olan ilişkisi, dünyanın jeopolitik satranç tahtasında nispeten önemli bir faktör olmaya devam ediyor.

Afrika'nın gelecek vaat eden gücünün testi

Oluşmakta olan çok kutuplu dünyada, bölgesel ve küresel hedefleri olan eski ve yeni güçler, çeşitli araçlar (siyasi, ekonomik ve mali nüfuz, askeri varlık, kültürel etki, demografik yapı vb.) aracılığıyla, kalkınması için ihtiyaç duyduğu ortakları arayan Afrika'ya ilgi gösteriyor.

Çin’in 2017 yılında yurtdışındaki ilk askeri üssünü Cibuti'de kurması Pekin'in Afrika'ya olan stratejik ilgisini ortaya koydu.

Böylece, geleneksel olarak Avrupa ve Fransa'nın nüfuzunun kalesi olan Afrika kıtası, jeopolitik ve ekonomik olarak Batı dışı güçlerin, özellikle Rusya ve Çin'in nüfuzuna doğru bir dönüşüm yaşıyor. Çin'in yeni kazandığı nüfuzun, mevcut yüzyılın ilk on yılının sonlarından itibaren, Çin'in sessiz bir güç konumundan dünya sahnesinde etkili bir güç konumuna geçişiyle aynı zamana denk geldiğine şüphe yok.

Fransa merkezli Uluslararası İlişkiler Enstitüsü araştırmacısı Alice Ekman'a göre, Pekin'in büyük stratejisi üç alana odaklanıyor. Bunlardan birincisi, Çin Komünist Partisi (ÇKP) iktidarı, ulusal gücünü (ekonomiden orduya, teknoloji ve inovasyon dahil) güçlendirmek, ardından ABD'nin baskısını engellemek ve Avrupa'nın tarihsel nüfuzunu zayıflatmak, aşmak ve son olarak ‘güney ülkelerinin’ kararlarını domine ederek küresel güç konumunu pekiştirmek. Bu bağlamda Afrika, Pekin için bu sistemde Batı'ya karşı ortak bir dayanak noktası ve ticari, teknolojik ve diplomatik çıkarlarını güçlendirmenin bir aracı olan bu heterojen grup sayesinde benzersiz bir konuma sahip. Eskiden kendi nüfuz alanı, hatta ‘arka bahçesi’ olarak bilinen bölgede, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri, Afrika üzerinde Çin başta olmak üzere birçok güçle rekabet, hatta çatışma ve çatışmalar içinde bulunuyor. AB, son on yılda Afrika'ya yönelik stratejisini güncelledi.

xdfgthy
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Pekin'de düzenlenen Çin-Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC) açılış töreninde konuşma yaparken, 5 Eylül 2024 (AFP)

Afrika ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, özellikle güney ülkeleri arasındaki ilişkiler alanında, uluslararası ilişkilerin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bu yüzden Pekin, Afrika'nın önde gelen ticaret ortağı olarak konumunu sağlamlaştırıyor. Buna karşın, Afrika'nın Çin'in dış ticaretinin sadece yüzde 3'ünü oluşturması, Afrika'nın bağımlılığını ve dengesizliği ortaya koyuyor.

Çin’in 2017 yılında yurtdışındaki ilk askeri üssünü Cibuti'de kurması Pekin'in Afrika'ya olan stratejik ilgisini ortaya koydu. Ancak Çin'in askeri yayılımı, bir yandan Çin'in varlığının yoğunlaşması, diğer yandan Pekin'in stratejik ve güvenlik algısının gelişmesi ile birlikte, Afrika'daki güvenlik bağlamındaki gelişmelere de yanıt veriyor. Çin'in BM barış gücü misyonlarına katılması, görev bölgelerindeki güvenlik ortamını daha iyi anlaması, batılı güçlerin, özellikle de Avrupa güçlerinin varlığını daha iyi kavraması gibi çeşitli şekillerde kendini gösteriyor.

Washington, Asya'daki varlığını güçlendirmek için öncelikle Avustralya, Japonya ve Güney Kore'yi çekmeye odaklanıyor, ancak Avrupa'nın varlığı ikinci sırada yer alacak.

Son olarak Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Halk Silahlı Polisi'ne bağlı, daha yaygın ve gizli, ancak sayıca fazla olan ağlar bulunuyor. Bu ağlar, Çin'in madenler, elçilikler ve konsolosluklar, şirketler, petrol ve gaz platformları, maden çıkarma sahaları gibi çıkarlarının korunması, askeri ve güvenlik eğitimi vermek, savaş malzemeleri satışı ve ‘yurtdışındaki Çinlilerin can ve mal güvenliklerinin sağlanması’ ile ilgileniyor. Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Çinli özel askeri şirketlerin on binlerce üyesinin askeri üniforma giyme zorunluluğu olmadan Afrika kıtasında faaliyet gösterdiği tahmin ediliyor. Bu şirketler, Pekin'in çıkarlarına hizmet etmek için kıtanın her yerinde faaliyet gösteriyor. Afrika’nın otuzdan fazla ülkesi, Avrupa'nın taahhütlerinin azalması karşısında Çin Halk Cumhuriyeti ile stratejik anlaşmalar imzaladı.

Bunun yanında Çin Halk Cumhuriyeti, Afrika'ya silah tedarik eden üçüncü büyük ülke konumunda. Bu konumunu ABD ve Rusya ile paylaşıyor. Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri bazı bölgelerde önemli bir rol oynamaya devam etse de eskisi kadar baskın bir konumda değiller.

Avrupa'ya göre Çin Halk Cumhuriyeti, uluslararası sistemi dönüştürme planını uygulamak için aktif bir şekilde çalışıyor ve kendi benzeri görülmemiş hakimiyetine rakip olabilecek herhangi bir kutbu ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Tayvan çevresindeki çatışmanın etkileri

Başka bir jeopolitik sahnede, Doğu Asya'da, özellikle de Çin'in güneydoğu kıyısı karşısında, Pasifik Okyanusu'nda, Çin Halk Cumhuriyeti'ni dünyadan ayıran düğüm noktasında, ABD ile Çin arasında savaşa dönüşebilecek bir çatışmanın işaretleri görülüyor. Çünkü Tayvan Boğazı'nın kontrolü (tıpkı İstanbul Boğazı ve Hürmüz Boğazı'nın doğrudan veya dolaylı kontrolü gibi) uluslararası dengelerin bir kısmını belirliyor.

dfgthy
Tayvan'ın Kinmen Adaları kıyısı boyunca, Çin anakarasının kıyısından (arka planda) sadece 3,2 kilometre uzaklıkta bulunan, hizmet dışı bırakılmış tanklar ve iniş önleyici çivilerin havadan görünümü (AFP)

Avrupalıların böyle bir savaş senaryosuna ilgi duymaları gayet doğaldır ve bu, Avrupa ve Asya'daki iki temel stratejik sahnede iki çatışmanın patlak verme olasılığına karşı uyanık ve hazırlıklı olunmasını gerektirir. Bu da, Avrupa'nın Hint Okyanusu ve Pasifik bölgesine katkısı ve Avrupalıların kendi kıtaları dışında ve kendilerini doğrudan ilgilendirmeyen bir çatışmaya karışmaları olasılığını gündeme getirir.

Washington, Asya'daki varlığını güçlendirmek için öncelikle Avustralya, Japonya ve Güney Kore'yi çekmeye odaklanıyor, ancak Avrupa'nın varlığı ikinci sırada yer alacak.

Geçtiğimiz mayıs ayı sonlarında Singapur'da düzenlenen Asya'nın en önemli güvenlik forumu Shangri-La Diyaloğu’nun son oturumunda, Avrupa'nın bölgedeki güvenlik dinamikleri üzerinde etkisi ya da etkisizliği zirvenin ana konularından biriydi.

Çin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Ukrayna'daki durumu Batılıların Pekin'in işgalinden korktuğu Tayvan'ın durumuna benzeten açıklamalarını kınadı. Çin’in Singapur Büyükelçiliği’nden yapılan konuyla ilgili açıklamada “Tayvan meselesini Ukrayna'daki çatışmayla karşılaştırmak kabul edilemez. İki mesele farklıdır ve kesinlikle karşılaştırılamaz” ifadeleri yer aldı.

Avrupalılar, tarihin hızlanmasına ve Çin'in dünya çapındaki karmaşık çatışmalarda artan rolüne karşı karşıya kalıyor. Bu durum, dinamik ve değişime ayak uydurabilen bir Avrupa stratejisinin geliştirilmesini gerektiriyor.

Bu örnek, Tayvan'daki herhangi bir çatışmanın Avrupa-Çin ilişkileri üzerindeki olası etkilerini ve durumun hassasiyetini gösteriyor. Çin'in stratejik nüfuz alanı konusunda oldukça açık sözlü davranan Macron, Pekin'i “Çin, NATO'nun Güneydoğu Asya veya Asya'ya müdahale etmesini istemiyorsa, Kuzey Kore'nin Avrupa topraklarına müdahale etmesini açıkça engellemelidir” sözleriyle uyardı. Pyongyang, Ukrayna'daki savaşta Rus ordusuna destek olmak için asker gönderiyor. Ancak Pekin, büyükelçiliği aracılığıyla “Tayvan meselesi tamamen Çin’in iç meseledir” şeklinde hızlı bir yanıt verdi.

Çin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise “Dünyada tek bir Çin vardır ve Tayvan Çin topraklarının ayrılmaz bir parçasıdır” denildi.

Hatırlanacağı üzere Macron, 2023 yılının nisan ayında Avrupa'yı Tayvan konusunda mesafeli davranmaya ve savunma alanında ‘ABD’ye olan bağımlılığı azaltmaya’ çağırmış, Fransa'nın Tayvan konusunda esnek bir tutum sergilediği görülmüştü. Ancak Almanya, o dönemde dışişleri bakanı aracılığıyla, ‘Tayvan Boğazı'nda herhangi bir askeri tırmanışın tüm dünya için felaket senaryosu oluşturacağını ve tek taraflı herhangi bir değişikliğin Avrupalılar tarafından kabul edilmeyeceğini’ vurgulayarak sert bir tutum sergilemişti.

Elbette Avrupalılar, Çin'i Asya ve Pasifik bölgesinde ‘askeri güç kullanma olasılığını’ planlamakla ve Tayvan'ı ‘işgal etmek’ amacıyla ‘her gün tatbikatlar gerçekleştirmekle’ suçlayan Amerikan söylemini yakından takip ediyorlar. Shangri-La Diyaloğu sırasında, Asya'nın küresel jeopolitik rekabetin ana odak noktası haline geldiği sonucuna varıldı.

Shangri-La Diyaloğu’nın Singapur’da gerçekleşen oturumunda ve diğer etkinliklerde, Avrupa'nın Hint Okyanusu ve Pasifik bölgesinin güvenliğine olan ilgisinin arttığı ve ‘Çin ve Rusya'dan gelen artan tehditlere karşı, kurallara dayalı uluslararası düzeni korumak için koordinasyonu ve ortak çalışmayı güçlendirmeliyiz’ şeklinde tek ve net bir mesaj benimsediği gözlemlendi. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Çin'i doğrudan ‘Rusya’nın savaş yanlılığını desteklemekle’ suçladı ve ABD Savunma Bakanı'nın Çin'in Asya ülkeleri için artan tehdidi konusunda yaptığı uyarıcı açıklamalara atıfla Rusya'nın da en az Çin kadar ciddi bir tehdit kaynağı olarak görülmesi gerektiğini vurguladı.

ABD ve Avrupa, ‘Çin ve Rusya’dan gelen tehditler’ konusunda benzer görüşlere sahip. Avrupalılar genel olarak tarihin hızlı akışı ve Çin'in dünya çapındaki karmaşık çatışmalarda artan rolü karşında birtakım zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar. Bu durum, dinamik ve değişime ayak uydurabilen bir Avrupa stratejisinin geliştirilmesini gerektiriyor.