Arap Birliği Genel Sekreteri Ebu Gayt: Cezayir zirvesi Kasım’da yapılacak

Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü hakkında henüz bir uzlaşma söz konusu değil. Ukrayna’daki krizi takip etmek için altı ülkeden oluşan bir Arap komitesi kuruldu

Arap dışişleri bakanları dün Kahire'de bir araya geldi (EPA)
Arap dışişleri bakanları dün Kahire'de bir araya geldi (EPA)
TT

Arap Birliği Genel Sekreteri Ebu Gayt: Cezayir zirvesi Kasım’da yapılacak

Arap dışişleri bakanları dün Kahire'de bir araya geldi (EPA)
Arap dışişleri bakanları dün Kahire'de bir araya geldi (EPA)

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt “Cezayir’in Arap dışişleri bakanlarına, ev sahipliği yapacağı gelecek Arap zirvesini 1-2 Kasım’da düzenlemeyi planladığını bildirdiğini” ve Arap dışişleri bakanlarının da bu tarihi onayladığını açıkladı.
Arap Birliği’nin bakanlar düzeyindeki 157. oturumunun çalışmalarına Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib’in başkanlığında başlandı.
Oturumun ardından düzenlenen basın toplantısında Ebu Gayt, Cezayir Dışişleri Bakanı Ramtane Lamamra'nın istişare toplantısında ülkesinin Arap zirvesinin yapılması için 1-2 Kasım tarihini önerdiğini ve hazırlıklara ilişkin bir raporu incelediğini söylediğini belirtti.
Ebu Gayt yaptığı açıklamada “Arap ülkeleri, zirvenin yapılacağı tarih için Cezayir'in sunduğu öneriyi kabul ettiler ve itiraz eden olmadı. Böylece 1-2 Kasım, Cezayir'deki Arap zirvesi için kararlaştırılan tarih oldu. Öncesinde bir dışişleri bakanları toplantısı ve iki gün boyunca Arap ülkelerinin daimi delegelerinin toplantısı olacak” ifadelerini kullandı.
Ebu Gayt, 24-25 Ekim'den 2 Kasım'a kadar Cezayir'de ortak Arap faaliyetlerine yönelik yoğun bir çalışma dönemi olacağını da sözlerine ekledi.
Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğuna geri dönmesi hakkında Ebu Gayt şu ifadeleri kullandı:
“Bu konu dün ne genel bağlamda ne genel Arap çerçevesinde ne istişare toplantısında ne de Arap Birliği'nin olağan oturumunun bakanlar düzeyindeki toplantılarında tartışıldı. Çünkü bu konu Arap ülkeleri arasındaki ikili temaslara bırakılacak. Üyeliğin iade edilmesi konusunda bir uzlaşma olursa gereği yapılacaktır. Ancak böyle bir uzlaşma henüz göremedim.”
Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu el-Gayt, Cezayir'in bir sonraki Arap zirvesinin etkili bir Arap birliği sağlamanın ve zorluklarla mücadele etmenin başlangıcı olmasını arzuladığını vurguladı. Cezayir’in bu zirveyi, önceki toplantıları ve Arap liderleri ile Arap dışişleri bakanları arasındaki istişare oturumunu düzenleme konusundaki fikrini sunduğuna işaret ederek bununla Arap çalışmalarının performansının iyileştirilmesinin umulduğunu kaydetti.
Ebu Gayt bugün 18 Arap ülkesinin dışişleri bakanlarının toplantıya katılmasının Arap ülkelerinin ortak Arap eylemini canlandırma arzusunu yansıttığına işaret etti. Rusya'nın Ukrayna'daki askeri operasyonunun yansımalarını tartıştıklarını ifade eden Ebu el-Gayt, bunun başta enerji ve tahıl fiyatları ile ilgili olarak ekonomik alanda olmak üzere çeşitli Arap ülkeleri üzerindeki etkileri konusunda uyarı bulundu ve bu konunun geniş çaplı tartışmalar ile ele alındığını söyledi.
Ukrayna krizini takip etmek, ilgili tüm taraflarla iletişim kurmak ve onları krize siyasi bir çözüm bulmaya teşvik etmek için altı Arap ülkesinden (Cezayir, Sudan, Irak, Mısır, Ürdün ve BM Güvenlik Konseyi'nin Arap üyesi (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)) oluşan bakanlar düzeyinde bir iletişim komitesi oluşturulduğunu açıkladı.
Ebu Gayt “Arap dışişleri bakanları, 28 Şubat'ta daimi delegelerin krize diplomatik ve siyasi bir çözüm bulunması çağrısında bulunduğu açıklamasına dahil edilmek üzere ek bir açıklama yayınlama konusunda anlaştılar” dedi.
Ebu Gayt “Krizi sona erdirmek için hızlıca bir uzlaşmaya varılması gerekiyor. Zira bu, durumların istikrara kavuşmasını sağlayacaktır. Küresel sistemin değişmesi ile ilgili çok fazla konuşma dönüyor. Ancak küresel sistem, Dünya Savaşı'ndan sonra üç tarafın (ABD, Sovyetler Birliği ve Birleşik Krallık) üzerinde anlaşmaya vardığı şey ile yönetilmekte, ki Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve tüm büyük kurumlar ve düzenlemeler buna göre oluşturulmuş durumda” dedi.
Ebu Gayt açıklamasının devamında “Uluslararası sistemin değiştirilmesinden yani BM Güvenlik Konseyi'nin statüsünün değiştirilmesinden söz ediliyor. Batı dünyasında bazılarının dile getirdiği bu düşünceleri sınırlayan şeyler var. Zira BM şartları ancak BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin onayı ile değiştirilebilir. Yine de Ukrayna krizinden dolayı uluslararası durum risk altında. Çünkü askeri çatışmalara, yani nükleer güce itilen bir taraf var. Bu dikkat edilmesi gereken bir durum. Ne kadar sürerse sürsün uzlaşmalara yol açan diplomatik çalışmalardan yanayım” dedi.
Öte yandan Lübnan Dışişleri Bakanı “Arapların Ukrayna krizine karşı ortak bir duruş benimsediklerini ve ayrıca uluslararası kurumları politize etmeme vurgusu yaptıklarını” kaydetti.
Arap Birliği tarafından yapılan açıklamada Arap ülkelerinin dışişleri bakanları “Arap ülkeleri, devletlerin egemenliğini, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumaya dayanan uluslararası hukuk ilkelerine ve BM Şartı'na bağlıdır. Diplomatik bir çözüme ulaşmak için mümkün olan en kısa sürede çalışmalar yapılması gerekiyor. Arap Birliği, masumların akan kanlarını durduracak ve trajik insani durumun kötüleşmesini engelleyecek şekilde bu krizden çıkmanın tek yolunun diplomasi olduğuna inanmaktadır” ifadelerini kullandılar.
Arap Birliği “Arap ülkeleri, tansiyonu yükseltme eğilimini sürdürme tehlikesinden ötürü çeşitli alanlarda teknik yapıdaki uluslararası ve uzman örgütlerin çalışmalarını politize etmemeye, artan siyasi ve diplomatik çatışmalardan kaçınmaya ve uluslararası standartların çifte standartlığından uzak durmaya bağlılıklarını teyit etmektedirler” ifadelerini kullandı.
Filistin meselesi hakkında ‘Arap bakanları toplantısı’ kapsamında üçlü bir görüşme yapan Mısır, Ürdün ve Filistin dışişleri bakanları “1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışa ulaşmak amacıyla Filistinli ve İsrailli taraflar arasında ciddi müzakerelerin başlatılması için uygun bir ortam oluşturmaya yönelik çabaların sürdürülmesi” çağrısında bulundular.
Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, Ürdün Başbakan Yardımcısı, Dışişleri ve Yurtdışında Yaşayan Ürdünlüler Bakanı Eymen es-Safadi ve Filistin Dışişleri ve Yurtdışında Yaşayan Filistinliler Bakanı Riyad el-Maliki, bu amacı gerçekleştirmek amacıyla ilgili tarafların barış süreci dosyasına aktif olarak katılmaları ve iki devletli bir çözüme ulaşılması ve bölgede arzu edilen barışı tesis etme fırsatlarını baltalayan her şey ile mücadele etme arzularını dile getirdiler.
Öte yandan Arap Birliği’nin dışişleri bakanları düzeyindeki toplantısında İran'la yaşanan krizdeki gelişmelerin takibi ve İran’ın Arap ülkelerinin iç işlerine müdahalesine karşı koymanın yollarıyla ilgili Arap Dörtlüsü Bakanlar Komitesi tarafından alınan bir karar onaylandı. Komite İran'ın Arap ülkelerinin iç işlerine müdahalesinin devam etmesini ve aynı zamanda İranlı yetkililerin Arap ülkelerine yönelik devam eden kışkırtıcı açıklamalarını kınadı.
Komite, Arap Birliği’nin 157. oturumunun toplantılarının aralarında Suudi Arabistan başkanlığındaki toplantısının akabinde yaptığı açıklamada “İran'ın Arap ülkelerindeki mezhepsel ve partizan duyguları körüklemesinden, Arap ülkelerindeki terör ve sabotaj eylemlerine destek vermeye devam etmesinden, balistik füze programını ve diğer füze türlerini geliştirmeyi sürdürmesinden ve bunları terörist Husi milislerine tedarik etmeye devam etmesinden duyduğu derin endişeyi” dile getirdi.
Aynı zamanda ‘Türkiye’nin Arap ülkelerinin iç işlerine yönelik müdahalelerini takip eden Arap Bakanlar Komitesi’ de “Türkiye’nin birçok Arap ülkesinin topraklarında askeri varlığının devam etmesinden, Arap ülkelerinin iç işlerine yönelik müdahalelerinden ve BM Güvenlik Konseyi’nin Libya'ya silah ambargosu uygulanmasıyla ilgili kararlarını tekrar tekrar ihlal etmesinden” endişe duyduğunu dile getirdi.
Komite, Türk kuvvetlerinin Irak, Libya ve Suriye'de bulunmasının meşru olmadığını ve “Türkiye'nin kuvvetlerini kayıtsız şartsız derhal geri çekmesi gerektiğini” vurguladı.



Hizbullah'ın ekosistemini yok etmek

Görsel: Aliaa Aboukhaddour
Görsel: Aliaa Aboukhaddour
TT

Hizbullah'ın ekosistemini yok etmek

Görsel: Aliaa Aboukhaddour
Görsel: Aliaa Aboukhaddour

Husam İtani

Demografik yapının siyasi olduğu Lübnan'da 1,2 milyondan fazla insanın yer değiştirmesi, etkileri uzun sürmeyecek bir olaydır. Daha önceki deneyimler, İsrail’in 1970'li yılların başlarında saldırılarına başlamasından bu yana devam eden yerinden edilme ve göç dalgalarının Lübnan'ın istikrarsızlaşmasına ve ardından iç savaşın patlak vermesine katkıda bulunduğunu ve bunun sonuçlarının iç savaşın sona ermesinden sonra yeniden inşa projesini engellediğine işaret ediyor.

İsrail'in geçtiğimiz eylül ayının ortalarında binlerce Hizbullah üyesinin çağrı cihazlarını patlatarak ilk darbeyi indirdiği mevcut savaşın başlamasından bu yana Hizbullah'ın kontrolündeki bölgelerde yaşayan çok sayıda insan buraları terk etmeye ve Lübnan içinde ve dışında başka sığınaklar aramaya başladı. Hizbullah'ın 8 Ekim 2023 tarihinde Gazze Şeridi'yle dayanışma amacıyla başlattığı ‘destek savaşı’ ve bölgeyi bir dizi dramatik değişime sürükleyen Hamas Hareketi’nin düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından güney Lübnan'ın dış köylerindeki kasabalarını terk eden yaklaşık 100 bin kişiye katıldılar.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) verilerine göre 15 Ekim'de 1,2 milyona ulaşan yerinden edilmiş insan sayısı giderek artıyor. Bu sayıya on yılı aşkın bir süredir Lübnan'da yaşayan yaklaşık 1 milyon Suriyeli mülteci ve aynı şekilde Filistinli mültecilerin de eklenmesi durumu daha da trajik hale getiriyor.

Lübnan’ın küçük bir yüzölçümüne sahip olması, kalabalık nüfusu ve kaynakların kıtlığı nedeniyle yaşanan demografik değişimlere, mezhepsel gerilimlerin tırmanması ve bunların silahlı çatışmalara dönüşme riski eşlik ediyor. Beş yıldır kamusal ve özel yaşamın tüm yönlerini etkileyen tam bir ekonomik çöküş yaşayan bir ülkenin, son mülteci dalgası büyüklüğünde yeni bir felaketle başa çıkması hiç kolay değil.

Bir yılı aşkın süredir artan mültecilere, daha önce ülkelerindeki savaştan kaçıp Lübnan’a sığınan Suriyeliler ve 1948 yılında İsrail tarafından topraklarından sürülen Filistinliler de dahil.

Çok sayıda Lübnanlının farklı mezheplerin çoğunlukta olduğu bölgelere yerleştirilmesinin, yerinden edilenler arasında geniş bir desteğe sahip olan Hizbullah'ın geçmiş yıllarda körüklediği kin ve nefret göz önüne alındığında bunun kolay bir iş olmadığı vurgulanmalı. Hizbullah ile İsrail arasında 2006 yılında yaşanan savaştan sonra tırmanan olayların detaylarına girmeden, Hizbullah'ın kontrolünün genişlemesinden ve etkisinden etkilendiklerini düşünen mezheplerin en katı isimleri, bir önceki savaşta olduğu gibi yeniden yerlerinden edilmeleri halinde güneylilerin kendi aralarında ikamet etmelerine izin vermeyeceklerini sık sık dile getirdiler. Lübnanlıların çoğu, İsrail ile yeni bir savaşın Hizbullah'ın güneydeki silahlı varlığı nedeniyle kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Bununla ilgili herkesçe bilinen sebepler, son yıllarda ‘meydanların birliği’ argümanıyla daha da güçlendi.

Neyse ki bu tehditler gerçekleşmedi ve yerinden edilen kişiler sığındıkları bölgelerin çoğunda kalacakları yerler buldular. Yine de bu, bazı sorunların, çatışmaların ve olayların yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Ancak olayların sayısı, eski hesaplaşmalar çerçevesinde Şiilere kapıları kapatılacağına dair tehditlerden daha azdı.

Lübnan'da geçmişteki göç dalgalarına dönecek olursak örneğin, başkent Beyrut'un güney banliyösünün 1970'li yıllarda Lübnan solundan Emel Hareketi ve Hizbullah'a kadar Şiilerin ittifak kurduğu siyasi güçlerin kalesi haline gelmesinin iç savaş olmadan gerçekleşemeyeceğini söyleyebiliriz. İç savaş aynı zamanda başkentin ‘sefalet kuşağı’ olarak adlandırılan doğu ve kuzey banliyölerinde yaşayanları güney banliyölerine göç etmeye zorladı. İsrail'in Lübnan’ın güney köylerine yönelik saldırılarının artması ve Bekaa Vadisi bölgesinde iş imkanlarının olmaması üzerine iş ve konut arayışıyla bu kuşağa geldiler. Bu iki Şii bölgesi, silahlı Filistinli grupların 1960'lı yılların sonlarından itibaren güneye gelmeye başlamasından önce ‘mahrumiyet bölgesi’ olarak tanımlanan ve resmi makamlarca ihmale uğrayan bölgelerdi.

xsdfrgt
İsrail'in Beyrut'un güney banliyösüne düzenlediği saldırıda hasar gören bir bina, 7 Kasım 2024 (Reuters)

Örneğin, 1983 yılındaki Harbu’l-Cebel (Dağ Savaşı) sırasında Hıristiyanların yerlerinden edilmesi doğu bölgelerindeki siyasi tabloyu değiştirmiş ve Hıristiyanların büyük bir kısmının dağdan sürülmelerinden ve (Dürzi) İlerici Sosyalist Parti (İSP) tarafından askeri yenilgiye uğratılmalarından kendilerini sorumlu tutmalarına rağmen (Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi (LK) saflarını güçlendirdi.

Bu iki olay, iç savaş sırasında meydana gelen ve tüm bölgelerde bir tür mezhepsel temizlik oluşturan, daha zayıf mezheplerden sakinleri kendi mezheplerinin çoğunlukta olduğu yerlere taşınmaya zorlayan birçok olaydan sadece birkaçı. Herkes bu tür etnik temizliklerin yanında sosyal ve ekonomik değişimlerin ve etkileşimlerin bir sonucu olarak siyasi temsil düzeyinde derin etkileri olacağını bilir. Bugün herkesin gözü önünde toplumsal ve demografik mühendislik gerçekleşiyor. Bunun sonuçlarının Lübnanlı siyasi güçler arasında daha fazla mezhepsel gerilim ve kargaşa olacağı aşikar.

Bir yılı aşkın bir süredir artan mülteci sayısına daha önce ülkelerindeki savaştan kaçıp Lübnan'a sığınan Suriyeliler ve 1948 yılında İsrail tarafından topraklarından sürülen Filistinliler de dahil. Lübnan’da nüfusun çoğunluğunu Şiilerin oluştursa da Hıristiyanlar ve Sünniler de bulunuyor. Yerinden edilmenin zorluğunu ve acımasızlığını en fazla hisseden Şiiler aynı zamanda İsrail'in bu savaştaki birincil hedefi olan Hizbullah'ı da kucaklayan kesim.

İsrail'in bu denli yoğun bir tempoda saldırıya geçmesi, Lübnan’ın zaten felç haldeki siyasi ortamında kaçınılmaz olarak büyük bir kaosa yol açtı.

Hizbullah’ın etrafında toplanan ‘destekleyici çevre’ Lübnan'ın dört bir yanında, Akkar'ın kuzeyine ve hatta Lübnan'ın ötesinde Suriye ve Irak'a gitmek zorunda kaldı. Dürzi ve Maruni mahallelerinde bulunan Ba’deran, el-Maasira ve İtu köylerinde olduğu gibi birçok yerde İsrail’in onların gittikleri yerlere de hava saldırıları düzenleyeceği korkusuyla kuşku ve şüpheyle karşılandılar. İçerideki bu şüpheci yaklaşımın yanında 2006 yılındakinin aksine yurt dışından yardım gelmemesi de Arap ülkelerinin yardıma ihtiyaç duyanlara sempatisinin derecesinde yaşanan değişime işaret etti. Hizbullah, Arap ülkeleriyle savaşlarına ve çatışmalarına o kadar daldı ki, 2000 yılında Lübnan'ın kurtuluşuna katkıda bulunan bir direniş hareketi olma özelliğini kaybetti ve birçoklarının uzun uzun anlattığı ve analiz ettiği gibi İran’ın bölgesel projesinin bir aracı haline geldi.

Bir yandan İsrail’in güneydeki banliyölere düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkım ve yeniden inşa için ya da 2006 yılında olduğu gibi mültecilere yıllık kira yardımı fonlarının olmaması, diğer yandan Litani Nehri'nin güneyindeki köylerin zorla boşaltılması ve İsrail'in bu kişilerin geri dönüşünü engellemeyi planlaması, başka mülteci dalgalarına da yol açacaktır. Hizbullah, 2006 yılında evlerinin yeniden inşasını bekleyen binlerce ailenin aylık kirasını ağırlıklı olarak Arap ülkeleri tarafından sağlanan fonlarla ödemiş, ayni ve gıda yardımları da kesintisiz devam etmişti.

defrgtyh
Görsel: Aliaa Aboukhaddour

Ancak mevcut savaşta tablo çok farklı. Dost ve kardeş ülkelerden gelen insani yardımlar yerlerinden edilenlere dağıtılsa da yerinden edilenlerin bir kısmı ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yardım alamadıklarını söylüyor.  Fakat ‘el-Vaat es-Sadık’ savaşında (2006 Lübnan Savaşı) yaşananların çok ötesine geçen yıkımın ardından yeniden inşadan söz edilmeye hala başlanamadı.

Mevcut savaş, bankacılık sektörünün çöktüğü ve siyasi sınıfın reform için hiçbir adım atamadığı 2019 yılından bu yana Lübnan'ın başına art arda gelen felaketlerden ayrı tutulamaz. Ardından 2020 yılının ağustos ayında Beyrut Limanı’nda büyük bir patlama meydana geldi. Patlamanın ardından ülke genelinde başlayan protesto gösterilerinde protestoculara ve patlamada ölenlerin yakınlarına karşı aldıkları katı önlemler alan yetkililer, Hizbullah'ın tehditlerine boyun eğip patlamayla ilgili soruşturmaları askıya aldılar ve doğrudan olaya karışanları serbest bıraktılar. Bu durum, kendisine sadık olamayan ve emirlerini yerine getirmeyen bir cumhurbaşkanının seçilmesini engelleyen Şii ikilisinin (Emel Hareketi ve Hizbullah) diktalarına boyun eğilmesine yol açtı.

Tüm bu karmakarışık olaylar arasında belki de en önemli gelişme, İsrail’in Hizbullah'ın nefes almasını, üyelerinin ve üst düzey liderlerinin hayatta kalmaktan ötesini düşünmesini engellemeyi ve askeri planlarını karıştırmayı amaçlayan bu yüksek tempodaki yoğun saldırılarıydı. Bu saldırılar, Lübnan’ın zaten felç haldeki siyasi ortamında kaçınılmaz olarak büyük bir kaosa sebep oldu. Ekonomik, maddi ve kentsel alanlardaki muazzam hasara ve İsrail'in sistematik yıkımının Nebatiye, Tire, Bint Cubeyl ve diğerleri gibi Şiilerin yoğun olduğu şehirlere odaklandığına dikkat çekilmeli. Bu durum Şii vatandaşları kalıcı bir yerinden edilme ve yeniden inşa edilse bile bu barbarca bombardımanlardan sonra özellikleri değişecek olan bölgeye kendilerini ait hissedememelerine neden olacaktır.

Hizbullah’ın bilinen muhalifleri ve düşmanları bir yana onunla yakın ilişkilere sahip olan (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) lideri Cibran Bassil gibi bir zamanlar kendilerini Hizbullah'ın müttefiki olarak görenlerin Hizbullah’tan uzaklaşıp onu katı bir şekilde eleştirmeleri kimseyi şaşırtmadı.

Şii nüfusun yoğun olduğu köylerdeki ve kasabalarındaki büyük yıkım, bazı öfkeli kişilerin diğer Lübnanlıları Şiileri ‘Birinci Cumhuriyet’ döneminde içinde bulundukları sefil koşullara geri döndürmeye çalışmakla suçlamalarına yol açtı.

ÖYH’nin tutumunun, Hizbullah'ın 2006 şubatında kendileriyle o meşhur anlaşmayı imzalamasından bu yana eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın taraftarlarına yaptığı iyilikler karşısında fırsatçılık ve nankörlük olup olmadığı tartışması bir kenara ÖYH'nin Hizbullah'a Hıristiyanların desteğini sağlaması karşılığında cumhurbaşkanı seçmelerini ve kamu fonlarının yağmalanmasında önemli bir ortak olmalarını sağlayan bu anlaşma, Lübnanlı siyasetçilerin düşünme ve hareket etme biçimlerini anlamamıza yardım ediyor. Lübnan siyasetinde ihanet, zayıflık anında terk etme ve arkadan bıçaklama, siyasi pratiğin meşru araçları olarak görülüyor.

frtbgynuj
İsrail'in Lübnan'ın doğusundaki Bekaa Vadisi'nde bulunan Baalbek bölgesini hedef alan hava saldırısında meydana gelen yıkımı inceleyen bir adam, 7 Kasım 2024 (AFP)

Öte yandan Şii İkilisi’ni destekleyen Şii kamuoyunun nasıl tepki vereceği henüz bilinmiyor. Hizbullah ve yakın çevresinin ilk tutumları, sadece İsrail'e değil diğer Lübnanlılara da meydan okuma içeriyor. Şii köylerinin ve kasabalarının büyük ölçüde tahrip edilmesi ve bunun sonucunda bu bölgelerdeki nüfusun büyük bir kısmının geçim kaynaklarını kaybetmesi, bazı öfkeli kişilerin diğer Lübnanlıları, Şiileri Lübnan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki ‘Birinci Cumhuriyet’ döneminde içinde bulundukları sefil koşullara geri döndürmeye çalışmakla ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın 27 Eylül'de öldürülmesinin ardından Şiilerin içinde bulunduğu zayıflıktan faydalanmakla suçlamalarına yol açtı.

İsrail, Hizbullah’ın ekosistemini hedef alarak sadece onu İsrail’in kuzeyindeki yerleşim birimlerine saldırmaktan uzak tutup burada ikamet eden İsraillilerin geri dönmelerini sağlamaya çalışmıyor, aynı zamanda Lübnan siyasi haritasını değiştirerek onu daha kırılgan hale getirip yeni tehlike kapıları açıyor ve kaosun daha da uzamasına katkıda bulunuyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.