Maliyetini kurtarsaydı Eyfel Kulesi hurdacılara satılacaktı

Hiçbir sanatsal değeri olmayan, Fransız aydınları ve halkının büyük çoğunluğu tarafından bir ucube olarak görülen Eyfel Kulesi, işgalcilerin hedefi olunca bir anda Fransız kimliğinin de ayrılmaz parçası oluvermişti

Kolaj: Independent Türkçe
Kolaj: Independent Türkçe
TT

Maliyetini kurtarsaydı Eyfel Kulesi hurdacılara satılacaktı

Kolaj: Independent Türkçe
Kolaj: Independent Türkçe

Mehmed Mazlum Çelik/Independent Türkçe
1887 yılında, iki sene sonra Fransız İhtilali'nin 100. yılı anısına gerçekleştirilecek Paris Fuarı'na damga vurması hedeflenen mimari bir yapı için yarışma ilanı duyuruldu.
Bu ilana göre mimarlardan şehrin kapısı olacak bir yapı tasarlamaları isteniyordu.

1889 Paris Fuarı  (Görsel: Wikipedia)
Bu kapı hem fuarın hem de Paris'in ruhuna uygun ve büyük bir yapı olarak inşa edilecekti.
Avrupa'nın en seçkin 700 mimarı, sayısız proje ile bu ilana başvurdu. 

1889 Paris Fuarı (Görsel: Wikimedia )
 Yarışmayı Gustave Eiffel'in sahibi olduğu Eiffel firması kazandı.
Bu firma; demir ve mekanikten müteşekkil yapıları mimari sahaya taşımasıyla tanınıyordu. 
 
Gustave Eiffel (Görsel: Monnaie de Paris)
Ticaret ve Sanayi Bakanı Edouard Lockroy, büyük bir törenle 1887 yılın halka şehrin kapısı olacak kuleyi tanıttı. 
Yaklaşık 130 işçinin gece gündüz çalışarak bitirdiği demir yığının açılışı 30 Mayıs 1889 yılında yapıldı.

Eyfel yapım süreci  (Görsel: toureiffel.paris)
Aynı tarihte ABD'nin New York şehrinde yapımı başlanan Özgürlük Anıtı ile karşılaştırıldığında ortaya çıkan yapı tam bir hayal kırıklığıydı.
İddialara göre Eiffel projesi ABD'liler tarafından saçma bulunarak reddedilmişti.
Bir başka söylenti ise Eiffel'in Özgürlük Anıtı'nın iskeletindeki demirlerden yapılmış olmasıydı.
Tüm bu iddialar kulenin kendisinin önüne geçiyordu. 

(Fotoğraf: toureiffel.paris)
Aydınların Eyfel öfkesi
Yapı daha inşa edilirken Fransız aydınlar, kentin siluetini bozacak bu yapıyı engellemek için harekete geçti ve bir bildiri yayımlayarak öfkelerini ortaya koydular:
"Biz, yazarlar, heykeltıraşlar, mimarlar, ressamlar, Paris'in bugüne kadar hiç dokunulmamış güzelliğinin tutkun âşıkları, değeri bilinmemiş Fransız zevki adına, tehdit altındaki Fransız sanatı ve tarihi adı­na, başkentimizin tam ortasına yararsız ve canavar görünümlü Eiffel Kulesi'nin dikilmesine var gücümüzle, tüm öfkemizle karşı çıkıyoruz. Paris kenti, giderilemeyecek biçimde alçalmak ve çirkinleşmek için, bir makine yapımcısının tuhaf ve ticari hayallerine daha uzun süre katlanabilecek midir? Ticari Amerika'nın bile istemediği Eiffel Kulesi, Paris'in ayıbıdır, bundan hiç kuşkunuz olmasın.Herkes hissediyor, herkes söylüyor bunu, herkes derin üzüntü duyuyor bundan ve bizler de bu kadar yerinde bir telaşa kapılmış dünya kamuoyunun zayıf bir yan­kısından başka bir şey değiliz. Ve nihayet, yabancılar sergimizi ziyarete geldiklerinde şaşırıp 'Ne yani? Fransızlar o kadar övündükleri zevkleri konusunda bizlere bir fikir vermek için bu berbat şeyi mi buldular?' diye haykıracaklardır. Bizlerle alay etmekte haklı olacaklardır, yüce gotik yapıların Paris'i, Puget'nin Paris'i, Germain Pilon'un Paris'i, Jean Goujon'un Paris'i, Barye'nin, vd'nin Paris'i Mösyö Eiffel'in Paris'i haline gelecektir."
Bildiriyi imzalayanlar arasında ise birbirinden seçkin isimler vardı: Guy de Maupasssant, Alexander Dumas, Emile Zola, Charles Gounod, ve Paul Verlaine bu isimlerden sadece birkaçı idi. 
Roland Barthes'in Eyfel Kulesi hakkındaki denemesini YKY yayınları Türkçeye tercüme etti.
Aydınların bu kuleye karşı duyduğu öfkeyi en iyi Barthes sözleri açıklar:
"Hiç sevmediği halde sık sık öğle yemeği yermiş Maupassant Kule'nin lokantasında: Paris'te onu görmediğim tek yer burası dermiş. Gerçekten de Paris'te Kule'yi görmemek için bitmez tükenmez önlemler almak gerekir; hangi mevsim olursa olsun, sisler, alacakaranlıklar, bulutlar arasında, yağmurda, güneşte,  hangi noktada olursanız olun, sizi ondan ayıran çatıların, kubbelerin ya da yeşil dalların görünümü ne olursa olsun Kule oradadır; öylesine girmiştir ki gündelik yaşama, bundan sonra artık Kule için özel bir nitelik yaratmamız olanaksızdır; sadece varlığını sürdürmekte inatçıdır o, taş gibi ya da ırmak gibi; tıpkı anlamı pekala sınırsızca sorgulanabilen ama varlığı tartışılamayan bir olgu gibi gerçektir o. Paris'te hiçbir bakış yoktur ki günün belirli bir anında ona takılmamış olsun; ben bu satırları yazarken on­dan söz etmeye başladığım sırada, o, penceremle çerçevelenmiş olarak karşımda durmakta; ocak ayında gecenin onu silikleştirdiği, sanki onu görünmez kılmak, varlığını yalanlamak istermiş gibi olduğu anda bile bakın işte iki küçük ışık yanıyor ve hafifçe göz kırpıyor dönerek…"

(Fotoğraf: toureiffel.paris)
Aydınların ucube ve işe yaramaz olarak tanımladıkları bildiri sonrası inşaatı sürdüren firma, ileride kulenin türlü mekanik işlerde kullanılabileceğine dair tarihin en saçma cevaplarından biriyle karşılık verecekti.
Barthes'in kaleminden okuyoruz:
"Kendisini bir tür bütünsel anıt haline getiren bu büyük hayalci işlevi karşılamak için, Kule'nin aklın denetiminden kaçıp kurtulması gerekir. Bu başarılı kaçışın ilk koşulu, Kule'nin bütünüyle yararsız olmasıdır. Kule'nin yararsızlığı her zaman belli belirsiz biçimde bir skandal olarak, yani değerli ve itiraf edilemez bir gerçeklik olarak hissedilmiştir. Daha inşa edilmeden önce bile, yararsız olduğu söyleniyor, bu da Kule'nin mahkûm edilmesi için yeterlidir diye düşünülüyordu o sıralarda. Büyük burjuva girişimlerinin usçulluğuna ve ampirizmine genel olarak bağlı olan bir dönemin anlayışında, yararsız bir nesne fikrine katlanmaya yer yoktu (meğerki açıkça bir sanat nesnesi olmasın; böyle bir şeyin de Kule için söz konusu olduğu düşünülemezdi). Bu nedenle Gustave Eiffel, Sanatçıların Bildirisi'ne yanıt olarak projesini kendi savunurken, Kule'nin gelecekteki bütün kullanımlarını özenle bir bir sayar: Bunların tümü de, bir mühendisten bekleneceği gibi, bilimsel kullanımlardır: Aerodinamik ölçümler, kullanılmış olan gerecin direncine ilişkin incelemeler, tırmanıcının fizyolojisi, radyoelektrik konusundaki araştırmalar, telekomünikasyon sorunları, meteoroloji gözlemleri, vb.  Bu yararlıklar, tartışma kabul etmez hiç kuşkusuz; ama müthiş Kule mitinin yanında, onun bütün dünyada üstlenmiş olduğu insansı anlamın yanında çok gülünç kalır. Çünkü burada, yararcı nedenler, Bilim miti tarafından ne kadar yüceltilmiş olurlarsa olsunlar, insanların tam anlamıyla insan niteliği taşımalarına yarayan büyük hayal işlevi ile karşılaştırıldıklarında bir hiç kalırlar. Ama yine de her zaman olduğu gibi yapıtın nedensiz anlamı hiçbir zaman doğrudan doğruya açıklanmaz: Kullanım başlığı altında usçullaştırılır: Eiffel, Kule'sini ciddi, usa uygun, yararlı bir nesne biçiminde görüyordu; insanlar ise Kule'yi ona, doğal olarak usdışının sınırlarına varan büyük bir barok düş biçiminde geri gönderirler." 

Eyfel'in alternatif çizimleri  (Görsel: toureiffel.paris)
Henüz elektriğin bile yaygın olmadığı yıllarda tüm şehrin radyo sorunlarını çözecek bir çözüm getirecek olması Eyfel Kulesi'ni pek de kullanışlı kılmıyordu.
Aydınlar, kısaca şehrin ortasındaki bu demir yığının ne işe yaradığını bilmek istiyordu; nitekim hiçbir sanatsal değeri olmadığından emindiler. 
Tartışmaların arasında, nihayet 1913 yılında tüm kamuoyu Eyfel Kulesi'nin yıkılması konusunda mutabakat sağladı.
Şehrin ortasına bir karabasan gibi çöken bu demir yığınını ortadan kaldırmak hayli masraflıydı.
Birkaç büyük hurda şirketi gerekli tetkikleri yapmış ama çıkan sonuç maliyeti kurtarmayacak bir işlem olduğunu gösteriyordu.
Yani Eyfel Kulesi'nden çıkacak hurda, söküm maliyetini karşılamayacağı için bu fikir bir süre ertelendi. 

Gustave Eiffel (Görsel: Wikipedia)
Eyfel'in taşıdığı anlam: Yeni bir Babil kulesi mi?
Aydınların bir kısmı Eyfel Kulesi'ni, Babil Kulesi'ne benzetmişse de Eyfel Kulesi'nin taşıdığı anlamlar Babil Kulesi'nden keskin hatlarla ayrılmasına neden olur.
Bilindiği üzere Babil Kulesi, insanoğlunun göklerde olduğuna inandığı Rabbine ulaşma gayesinin bir sonucudur.
Oysa Eyfel Kulesi devasa bir metal yığını, elektrik ve mekaniği temsil eder.
Özetle Paris'teki kule yaratıcıya ulaşma gayesinden ziyade Tanrı'ya bir meydan okumadır.
Bilim çağını ve aklı temsil eden bu yapı; insanı Tanrı'ya ulaştırmaktan ziyade, Tanrı'ya ulaşabildiğini düşünen aklın kibri olarak yorumlanmıştır. 
Eyfel Kulesi ile ilgili sayısız teori birbirini izler. Kimileri 'Bilim Tapınağı' der; kimileri ise demir yığınından müteşekkil bir ucube olarak görür.
Bu tartışmaların arasında 1923 yılında tekrar yıkılması gündeme gelir. Kulenin yıkılmak istenmesinin nedeni bu kez bakım masraflarıdır. 
Tarihin gördüğü en büyük dolandırıcılardan birisi olan Victor Lustig'in, bu tartışmalar arasında aklına dâhiyane bir fikir gelir.

Victor Lustig (Fotoğraf: Wikipedia)
Hükümetin ve yerel yetkililerin beceriksizliğinin aksine Lustig, Eyfel Kulesi'ni satın alacak hurda tüccarını bulur. 
Andre Poisson isimli demir ve hurda tüccarına hatırı sayılır bir fiyata Eyfel Kulesi'ni satar.
Bir başka hurdacıya daha kuleyi satmak üzereyken çevirdiği dolaplar ortaya çıkan Lustig, kaçarak ABD'ye gider.
Orada da büyük dolandırıcılık faaliyetlerine girişince yakalanarak Alcatraz Hapishanesine gönderilir.
1940 yılına gelindiğinde ise Eyfel Kulesi'nin taşıdığı anlam bambaşka bir şekle bürünecekti.
 Fransa'yı işgal eden Nazi lideri Adolf Hitler, Paris'e geldiğinde ilk ziyaret duraklarından birisi Eyfel Kulesi olacaktı.
Bu ziyaret Fransızların izzet-i nefsini hayli yaralayacak ve kuleyi Fransızlar için bir milli nesneye dönüştürecekti.

(Fotoğraf: National Archives)
Velhasılıkelam; yapıların haşmeti ve biçiminden ziyade sahip oldukları hikaye onlara gerçek anlamını veriyordu.
Hiçbir sanatsal değeri olmayan, Fransız aydınları ve halkının büyük çoğunluğu tarafından bir ucube olarak görülen Eyfel Kulesi, işgalcilerin hedefi olunca bir anda Fransız kimliğinin de ayrılmaz parçası oluvermişti.
Eyfel Kulesi bugün dünyanın her yerinden milyonlarca turist çektiği gibi Paris'in en önemli simgesi konumunda. 
 



Groove'un kitabını yazan grup: Electro Deluxe

Groove'un kitabını yazan grup: Electro Deluxe
TT

Groove'un kitabını yazan grup: Electro Deluxe

Groove'un kitabını yazan grup: Electro Deluxe

Bozcaada, yazın son günlerinde cazın büyüsüne ve festival coşkusuna teslim olmaya hazırlanıyor. Bu yıl festival programının en parlak yıldızlarından biri Fransa'dan geliyor: Electro Deluxe. 25 yıla yaklaşan kariyerini hâlâ ilk günkü enerjiyle sürdüren grup, son albümleri NEXT'le çıktıkları yolculuğun mühim bir durağı için Bozcaada Caz Festivali sahnesinde olacak.

Vokaldeki James Copley'yle, grubun Türkiye'deki hayranları arasında heyecan yaratan konser öncesi sohbet etme fırsatı bulduk. Röportajımızı yaptığımız günlerde grup yıllık yaz molasında. "Hepimizin aileleri var ve bu zaman dilimi, geri çekilip yeniden şarj olduğumuz, onlarla yeniden bağ kurduğumuz dönem" diyor Copley. Şu sıralar, İbiza'da ailesi ve yakın dostlarıyla güneşin tadını çıkarıyor: 

Bu molalar müziğin kendisi kadar önemli. Nefes alıyor, ilham topluyor ve sahneye taze bir enerjiyle dönüyoruz.

Electro Deluxe'ün sahnedeki bitmeyen enerjisi düşünüldüğünde bu cümle o kadar şey anlatıyor ki...

25 yıllık yolculuk

Electro Deluxe'ün müziği yıllar içinde elektronik caz füzyonundan daha organik soul-funk tınılarına evrildi. Bu değişim, bilinçli bir stratejiden çok, grubun yaşamla birlikte olgunlaşmasının doğal bir sonucu. "Her albümümüz, o dönemde yaşadığımız duyguların bir yansıması oldu. Ama kalbimiz hep groove'la attı" diyor Copley ve ekliyor: 

Sahnede samimiyeti korumak bizim için değişmeyen tek şey.

Grup, yaratıcılık enerjisini korumak için özel formüllere başvurmuyor. Copley, bunu "Neden nefes alıyorsun?" sorusuna benzetiyor: 

Bazı şeylerin cevabı olmaz, onlar sadece vardır işte... Bizim için müzik yapmak da öyle. Enerji, onu sürdürmeye çalıştığımız için değil, içimizden geldiği için akıyor. Biz buyuz...

Copley'nin gruba katılması, önemli bir dönemeç olmuş. Öncesinde her albümde farklı şarkıcılar, rap'çiler ve konuk sanatçılarla çalışan Electro Deluxe, onun gelişiyle daha bütünlüklü bir yola girmiş. "Bana kendi dokunuşumu katmam için alan açtılar. O bağ, müziğimizi kendiliğinden yeni bir yöne taşıdı" diye anlatıyor.

Bu organik değişim, grubun sahneye bakışında da belirgin. Stüdyodaki her düzenleme, her deneme, aslında sahnede yaşanacak o an için. "Sahne, müziğimizin nefes aldığı yer" diyor Copley: 

Ne trend kovaladık ne de birilerine yaranmaya çalıştık. 25 yılda bizimle birlikte büyüyen, her değişimimizi kucaklayan bir topluluğumuz var. O bağ, enerjimizi hep diri tutuyor.

Pandemiden sonra daha yüksek voltaj

Electro Deluxe, yüksek enerjili canlı performanslarıyla tanınıyor. Onları daha önce sahnede izleme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Performanslarını tarif etmek gerekirse... Belki de sadece "Sahne alev alıyor" demeli ve sözü Copley'ye bırakmalıyım. "Keşke size turnelere zihinsel ve fiziksel olarak hazırlanmak için ciddi bir antrenman sürecinden geçtiğimizi söyleyebilsem..." diyerek başlıyor söze: 

Bu bir noktada doğru ama sahneye getirdiğimiz enerji tek başımıza yarattığımız bir şey değil. Bu, bir dans partneriyle dans etmek gibi; ateşin malzemelerini biz getiriyoruz ama alevi büyüten seyirci.

Pandemi sonrası konserler daha da yoğun geçmeye başlamış, sahnedeki enerji de başka bir boyuta taşınmış. Copley, bunun nedenini izleyicide gördüğü "özgürlük ve ifade açlığı"na bağlıyor:

İnsanlar üzerlerine boca edilen olumsuzluğu silkip atmak istiyor. Bu açlık, konserlerimizin enerjisini başka bir seviyeye taşıdı. Biz sahneye açık yürekle, savunmasız ve tamamen kendimiz olarak çıkıyoruz. Bu, seyirciye de aynı şekilde davranma izni veriyor. Bir kez bu bağ kurulduğunda, gerisi sihir oluyor.

Türkiye'nin yeri çok başka

Türkiye, grup için her zaman özel bir yer olmuş. İlk turnelerinde beklenenin ötesinde bir ilgiyle karşılaşmışlar: Kapalı gişe konserler, parçalara kelimesi kelimesine eşlik eden dinleyiciler hatta henüz yayımlanmamış şarkılara bile hakim bir kitle...

"İstanbul'da bir restorana girdiğimizde müziğimiz çalıyordu, üstelik bizim orada olduğumuzu bile bilmiyorlardı. Arnaud'yu yolda durdurup imza isteyenler oldu. O saf güzellik, o yoğun sevgi... Bizi sonsuza kadar etkiledi" diye hatırlıyor Copley.

Fransız seyircisiyle kıyasladığında Türk dinleyicisinin farkını da şöyle anlatıyor:

Fransa'da konserler bazen yavaş yavaş açılan bir diyalog gibi ilerler. Ama Türkiye'de ilk andan itibaren herkes bizimleydi: Hazır, açık ve anın içinde.

"Groove'un kitabını yazmak"

Electro Deluxe için Türkiye nasıl özel bir yere sahipse, buradaki müzikseverler için de onların yeri ayrı. Hayranlar, grubu överken abartıya kaçmayan ama ışıl ışıl methiyeler düzüyor. Hak vermemek elde değil.

dfgty
James Copley (en arkada) "Stevie Wonder ya da Herbie Hancock’la çalışmak hepimizin rüyası" diyor (Electro Deluxe)

Hatta kimi dinleyiciler, onların "groove'un kitabını yazdığını" söylüyor. Bu yorumu Copley'ye aktardığımda yüzündeki ifade değişiyor; belli ki derinden etkileniyor. Kısa bir sessizlik oluyor, sanki o anın tadını çıkarıyor. Ardından, kelimelerini özenle seçerek konuşmaya başlıyor:

Biz Fransız bir grubuz, İngilizce söylüyoruz ama groove tüm sınırları ve dilleri aşıyor. Türk izleyicisi bize sevgisini tüm açık yüreklilikleriyle veriyor. Evimizden çok uzakta, kelimeler olmadan aynı dili konuşuyoruz. Bu, bize verilen en büyük hediye.

Bozcaada'ya sürprizlerle geliyorlar

Copley, Bozcaada Caz Festivali konseri için çok fazla detay vermese de şunu vurguluyor:

Bir şey beklemeyin. Açık bir kalp ve zihinle gelin, gerçek sihir o zaman olur. Sürprizler elbette olacak; sizi ansızın yakalayan, harekete geçiren, belki biraz da utandıran anlar...

Electro Deluxe'ün etkileyici sahne performanslarından biri de Big Band formatıyla yaptıkları konserler. Copley, daha kalabalık bir orkestrayla çalışmanın hem zorluk hem de özgürlük getirdiğini söylüyor:

Böylesine güçlü bir ekip sahnede olduğunda şarkıları olduğu gibi çalamazsınız, tamamen yeniden düşünmeniz gerekir. Herkesin parlaması için alan açarken o durdurulamaz funk gücünü de korumak zorundasınız. Doğru yaptığınızda ise sadece 'daha büyük' olmaz, bambaşka bir seviyeye çıkar.

Electro Deluxe'ün müziğini şekillendiren etkiler saymakla bitmiyor. 5 üyenin farklı müzik geçmişleri, kültürel referansları ve yaşam deneyimleri, ortaya benzersiz bir karışım çıkarıyor. Copley'ye göre grubun büyüsünün altında, her parçayı birlikte yazmaları yatıyor. Ona göre, müziklerinin lezzetini veren işte bu çeşitlilik. "Sayısız sanatçı, müzisyen, filozof, dost, aile üyesi ve yaşam deneyimi bizi şekillendirmiş olabilir ama günün sonunda ortaya çıkan şey bir Electro Deluxe şarkısı oluyor" diyor. Miles Davis'in sözünü hatırlatıyor Copley: 

Yaratıcılık, kaynaklarını ne kadar iyi sakladığındır.

Gelecek planları konusunda kesin bir takvimleri yok. "Bizim için tek zaman 'şimdi'" diyor Copley ve ekliyor: 

Büyük planlar yapmıyoruz; müziğin, groove'un ve hayatın bizi götürdüğü yere gidiyoruz. Gelecek, o an kim olduğumuzdan doğacak. Hep olduğu gibi...

"Türkiye'ye dönmek, eski bir sevgiliyle buluşmak gibi"

Copley ve arkadaşları Türkiye'deki müzikseverlerle buluşmak için sabırsızlanıyor. Türk hayranlarına mesajını ise duygusal bir benzetmeyle veriyorlar:

Türkiye'ye dönmek, uzun zamandır görmediğimiz eski bir sevgiliyle kavuşmak gibi... Heyecan, biraz gerginlik ve bolca mutluluk var. Çok uzun zaman oldu ama tekrar buluştuğumuzda ortaya gerçekten çok güzel bir şey çıkacak. O muhteşem enerjiyi yeniden hissetmek ve birlikte müzik dolu bir gece paylaşmak için sabırsızlanıyoruz.

Electro Deluxe, 6 Eylül akşamı Bozcaada Caz Festivali sahnesinde olacak. Eğer siz de groove'un kalbinin nasıl attığına şahit olmak istiyorsanız, James Copley'nin dediği gibi yüreğinizi açın ve kendinizi adanın rüzgarı eşliğinde ritme bırakmaya hazırlayın. Ya da sadece orada olun yeter, nasılsa gerisini Electro Deluxe halleder.

Independent Türkçe