Portekiz, Rus oligark Roman Abramoviç ile ilgili tartışmaların da etkisiyle Sefarad Yahudilerine yönelik vatandaşlık kurallarını sertleştirdi.
Portekiz gazetesi Publico'nun verdiği haberle gün yüzüne çıkan değişikliğin, 2021 yılı sonunda Bakanlar Kurulu'nda onaylandığı ancak Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa tarafından 9 Mart'ta imzalandıktan sonra yürürlüğe girdiği bildirildi.
Söz konusu kanun hükmündeki kararnameyle Sefarad Yahudileri bundan sonra Portekiz'den vatandaşlık talebinde bulunurken, bu ülke ile gerçek ve somut bağlantıları olduğunu göstererek burayı ziyaret ettiklerini veya bir mülk sahibi olduklarını kanıtlamak zorunda kalacak.
Abramoviç, 2021'de vatandaşlığı almıştı
Portekiz'den 500 yıl önce sürülen Sefarad Yahudileri, 2015'te yürürlüğe giren kanunla sadece Musevi cemaati liderlerinden (Haham) aldıkları belgeyle vatandaşlık başvurusu yapabiliyordu.
Son 7 yılda 56 binden fazla Sefarad Yahudisi Portekiz vatandaşlığı alırken, bunlardan biri de Nisan 2021'de vatandaşlığı alan Roman Abramoviç olmuştu.
Rus oligarklardan olduğu için bazı Avrupa ülkelerinde yaptırım uygulanan Abramoviç hakkında Portekiz Savcılığı da verilen vatandaşlıkta usulsüzlük olduğu iddiasıyla soruşturma açmıştı.
Soruşturma kapsamında, Abramoviç'e Sefarad Yahudileri soyundan geldiğine ilişkin belgeyi veren Porto Musevi cemaati lideri Haham Daniel Litvak geçen hafta gözaltına alınmıştı.
Portekiz Dışişleri Bakanı Augusto Santos Silva, Abramoviç'in Portekiz vatandaşı olması sebebiyle olası bir ülkeye girişinin engellenemeyeceğini çünkü bunun anayasaya aykırı olacağını söylemişti.
Demokratik ülkeler genellikle iklim liderleri olarak görülüyor ancak yeni araştırmalar çevre dostu sicillerinin kirliliği tamamen azaltmak yerine yurtdışına kaydırmaktan kaynaklanabileceğini öne sürüyor.
Çarşamba günü PLOS Climate adlı akademik dergide yayımlanan araştırmaya göre, demokrasiler tüketimlerinin çevreye verdiği zararı otokratik devletlere kıyasla daha fazla başka ülkelere aktarma eğiliminde.
"Çevre kirliliğinin ihale edilmesi", küresel çevre yükü devam ederken kendi sınırları içindeki sera gazı emisyonlarını azaltmalarına olanak tanıyor.
Yazarlar, "Demokrasilerde yerel (bölgesel) emisyon seviyeleriyle 'kirlilik dışa aktarımının' ne kadar ilişkili olduğuna dair ilk sistematik çalışmalardan birini sunuyoruz" dedi.
Ana sonuç, kirliliğin ihale edilmesinin demokrasilerde 'evde' daha düşük sera gazı emisyonlarıyla önemli ölçüde ve temelde bağlantılı olduğu.
Çalışma, çevreye etkilerin küresel ticaret yoluyla nasıl yeniden dağıtıldığını araştırmak için sera gazı verileri, ticaret kayıtları ve demokrasi puanlarını kullanarak 1990'dan 2015'e kadar 161 ülkeyi analiz etti. Bulgular, demokratik ülkelerin sadece diğerlerinden daha fazla kirliliği dışarıya ihale etmekle kalmadığını, aynı zamanda bunun yurt içinde daha düşük kişi başına düşen emisyonlarla güçlü bir şekilde bağlantılı olduğunu gösteriyor.
Sierra Leone (AP)
Sera gazı emisyonları, daha az demokratik olan muadillerine kıyasla daha fazla kirliliği dışarıya aktaran demokrasilerde kişi başına ortalama 1 metrik ton daha düşüktü.
Kirliliğin yurtdışına aktarılması, ülkelerin kirletici malları kendileri üretmeyi bırakıp bunun yerine ithal ederek çevreye zararı üretici ülkelere kaydırması anlamına geliyor. Bu durum küresel ticarette, özellikle de daha zengin demokrasilerle daha zayıf çevre düzenlemelerine sahip düşük gelirli ülkeler arasında yaygın.
Araştırmacılar, Japonya ve Almanya gibi ülkelerin yurt içinde emisyonlarını azaltırken, yurtdışında, özellikle Çin gibi ülkelerden yaptıkları ithalat yoluyla, etkin bir şekilde sorumlu oldukları emisyonları nasıl artırdıklarını belgeleyen daha önceki BM raporlarına atıfta bulundu.
Önceki çalışmalar, demokrasilerin daha fazla kamusal hesap verebilirlik ve daha güçlü düzenlemeler nedeniyle çevresel ölçütlerde daha iyi performans gösterdiğini öne sürüyordu. Yeni analiz, bu ölçütlerin gerçekten neyi yakaladığı hakkında soruları gündeme getiriyor. Daha temiz iç hava ve azaltılmış yerel emisyonlar daha iyi kamu talebini ve politikasını yansıtıyor olabilir ancak aynı zamanda kirliliğin ticaret yoluyla küresel olarak yeniden dağılımını da yansıtıyor olabilir.
Yazarlar yaptığı basın açıklamasında "Bu durum, çevreyi koruma açısından demokrasilerin otokrasilere karşı ahlaki üstünlük iddialarını sorgulatıyor" dedi.
Bulgular, özellikle daha varlıklı demokrasiler Küresel Plastik Anlaşması ve COP29 gibi uluslararası iklim anlaşmalarını müzakere ederken, çevresel adalet ve sorumlulukla ilgili artan tartışmaların ortasında geldi. Bu forumlarda genellikle ulusal hedefler vurgulanırken, tüketimin küresel etkileri göz ardı ediliyor.
Bu makale, zengin ulusların yaşam tarzlarının gerçek çevresel maliyetini olduğundan düşük gösterebilen bölgesel temelli iklim hesabına meydan okuyan ve giderek artan bir araştırma grubuna katkıda bulunuyor.
Yazarlar, özellikle yüksek gelirli demokrasilerin çevre politikalarını sadece kendi sınırları içindeki emisyonları değil, aynı zamanda yurtdışındaki tüketimlerinin tüm etkilerini de hesaba katacak şekilde yeniden yönlendirmeleri gerektiğini savunuyor.