Sudan ve Güney Sudan yeniden karşı karşıya mı geliyor?

Hartum ve Cuba hükümetleri, bölünmenin düzgün bir şekilde düzenlenmediğini ortaya koydu

Güney Sudan, bir kriz mirası devraldı (Independent Arabia - Hasan Hamid)
Güney Sudan, bir kriz mirası devraldı (Independent Arabia - Hasan Hamid)
TT

Sudan ve Güney Sudan yeniden karşı karşıya mı geliyor?

Güney Sudan, bir kriz mirası devraldı (Independent Arabia - Hasan Hamid)
Güney Sudan, bir kriz mirası devraldı (Independent Arabia - Hasan Hamid)

Mana Abdulfettah
Ocak 2011’de yaşandığı gibi, ayrılması ve bağımsız bir devlete dönüşmesi öngörülen Güney Sudan’ın durumu hakkında Francis Deng, ‘Cry of the Owl (Baykuşun Çığlığı)’ adlı ünlü romanını yazdı. Kitap, güneydeki Dinka kabilesinin kuzeydeki Misseriya kabilesi ile çatışma mirası ile karışmış, çözülmez bir Siyahi-Arap kimlik kavramını ele alıyor. Deng’in ilk düşüncesi, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi lideri John Garang’ın ‘Kuzey ve Güney arasındaki birlik’ fikriyle kesişiyor. Ancak bu fikir, eşit vatandaşlık, çeşitliliğe saygı, sosyal ve politik adalet ve kalkınmada marjinalleşme olmamasını şart koşuyor. Sudan’ın bağımsızlık öncesinden bu yana altın bir barış dönemi yaşamadığı kanıtlandıktan sonra ülkenin bu bölgesinde ayrılık şaşırtıcı olmadı. Kendi kaderini tayin hakkı talebi yükseltilirken, her barış müzakeresinde güç ve zenginliği paylaşma sorunu ortaya çıktı, kökleşmiş kabile çatışması ve devletin oradaki isyanla mücadele etmek için yürüttüğü savaşın körüklediği şiddet patlak verdi.
Sudan’ın kendine özgü siyasi, coğrafi, dini ve sosyal yapısı göz önüne alındığında Güney Sudan devleti, ortaya çıkan krizlerin mirasını devraldı. Ayrılık en iyi çözüm değildi. İki farklı kimlik arasındaki krizden kurtulduktan sonra güneydeki kabileler arasındaki iç anlaşmazlık, etnik ve siyasi karmaşalar ortaya çıktı. Başbakan Salva Kiir Mayardit, muhalefet lideri Riek Machar ve her iki tarafa sadık kalan kabileler arasında imzalanan anlaşmalar, bu anlaşmazlığı sona erdirmeyi başaramadı.
Güney Sudan, devlet görevlerini yerine getirmesini engelleyen iç çatışmalara ek olarak, Sudan’ın kendi iç meseleleriyle ve bölge ülkelerinin de kendi krizleri ve çatışmalarıyla meşgul olması nedeniyle kendisini bölgesel bir izolasyon içerisinde buldu. Ancak ayrılmayı tebrik eden ve Güney Sudan devletini tanımak için aceleci davran ABD, Rusya, Çin ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri de dahil olmak üzere uluslararası topluma gelince, BM kuruluşlarının çabalarıyla güvenlik ve gıdanın bozulmasını durdurmayı başaramadı. Bu koşullar, atmosfer ‘bir tartışma için’ uygun olmasa bile, iki ülke arasında ortaya çıkan sorunların ara sıra yeniden gündeme gelmesini engellemedi.

İltica sorunu
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Güney Sudan’daki siyasi şiddet ve çatışma, ülke içinde yerinden edilmenin artmasına neden oldu ve çatışma tarafları, ‘kavrulmuş toprak’ stratejisini kullandığı için bu da güvenlik ve ekonomik açıdan sorunlar yarattı. Tarım arazileri, mahsuller, kaynaklar, otlak alanlarını yok oldu, hatta bazı durumlarda misilleme olarak hayvanlar yakıldı. Bu durum, ekonomik ve manevi kayıplara neden oldu. Bu da komşu ülkelere sığınmaya yol açtı. Sudan, birlik ve ‘birleşik devlet çerçevesinde’ Sudan’a dönmek isteyen güneyliler için tercih edilen yerdi. Öyle ki halk referandumunda lehine oy verdikleri ‘bölünmeden’, modern devletler içindeki diaspora dışında bir kazanç elde edemediler. Güneyin sorunları hala her geçen yıl daha karmaşık hale geliyor ve dünya, buradan yalnızca çatışmalar, kıtlık ve sığınma haberleri duyuyor.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Örgütü (WFP), bu yıl zirveye ulaşan kuraklık konusundaki uyarılarını sürdürdü. Güney Sudan nüfusunun yüzde 70’inden fazlası hayatta kalmak için mücadele edecek. Ülke, çatışmalar, iklim değişimi, koronavirüs ve artan maliyetler nedeniyle benzeri görülmemiş düzeyde gıda güvensizliği ile karşı karşıya.
Güney sınırlarını çevreleyen Sudan şehirleri, sığınma dalgalarına tanık olmaya başladı. Bazıları, Eylül 2021’de Kosti Limanı üzerinden Sudan ile Güney Sudan Devleti arasındaki nehir taşımacılığının yeniden başlamasından yararlanarak başkent Hartum’a ulaştı. Taşımacılık, yaklaşık 8 yıl süreliğine askıya alınmıştı. Burası, Güney Sudan vatandaşları için Dünya Gıda Programı tarafından işletilen bir yardım köprüsü olarak kaldı. Daha sonra ekonomik bir proje ve mal taşımacılığı ve turizmi canlandıran bir arter olduktan sonra, iki ülkeyi birbirine bağlayan nehir hattının ilticanın şiddetlenmesiyle birlikte birçok idari, mali ve güvenlik engelle karşılaşacağı görülüyor.

Sınırın çizilmesi
Geçiş hükümeti, güneydeki taraflar arasındaki barış görüşmelerine katılımını artırdı. Hartum’da Cuba hükümeti ile Birinci Başkan Yardımcısı Riek Machar liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin bölünmüş bir grubu arasında görüşmeler yapıldı. Daha önce ise Cuba’da geçiş hükümeti ile silahlı hareketler arasında yapılan görüşmeler, hükümet ile bazı hareketler arasında ‘Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil’deki savaşı sona erdirmek’ için 3 Ekim 2020’de barış anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlandı.
İki ülke arasındaki iç uyumsuzluk konusunda ise geçiş hükümetinin ‘bu tartışmalı meseleleri eski rejimden miras almış ve çeşitli nedenlerle çözümüne girmekten kaçınmış olması’ nedeniyle sınır sorunu gündeme geldi. Sudan ve Güney Sudan devletlerini ayıran sınırların karmaşıklığı, bu sınırların uzunluğu kadar. Bu sınırlar, hareket, göç ve çiftçilik nedeniyle iki ülkedeki çatışan kabilelerin nüfuz hatları sayılıyor.
Eski rejimin bu konuyu ele almaktan kaçınması, sınır belirleme komisyonunun çalışmasını engelledi. 2005 yılı Kapsamlı Barış Anlaşması (Naivasha) ve daha sonra Abyei Protokolü de bu sorunu çözemedi. Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Muhammed Hamdan Dagalu (Hemedti), Güney Sudan Devlet Başkanı’nın Güvenlik İşlerinden Sorumlu Danışmanı Tut Galwak ile sınır çizme konusunu görüşmesi sonrasında Egemenlik Konseyi, 11 Ocak’ta ‘sınır ticaretini canlandırmak ve Babanusa- Wau şehirlerini birbirine bağlayan demiryolunu onarmak’ için iki ülke arasındaki geçişlerin yeniden açılması ve nehir ve kara taşımacılığı hareketinin etkinleştirilmesi amacıyla bir karar yayınladı. Hartum ve Cuba, ‘iki ülke arasındaki sınır bölgelerinde geçişlerin açılması, ticaret ve vatandaşların dolaşımı üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması ve bu bölgelerdeki sivil çatışmaların çözülmesi için çalışma’ konularında uzlaşı sağladı.

Çakışan sorunlar
Yalnızca prosedürel gibi görünen sınır sorunu, ‘hükümetin bir anlaşma çerçevesinde çözemediği petrol zengini Abyei bölgesi sorunu’ gibi daha derin bir sorunla bağlantısı nedeniyle göründüğünden daha karmaşık. Şu an mevcut hükümet, bir yanda Ngok Dinka halkının ve diğer yanda Misseriya halkının ‘iki kabile arasında kalıcı barışı imkânsız hale getiren’ sert tavırlarını sürdürmesi dolayısıyla bir çözüm arıyor. İki kabile, hayvancılığın hâkim olduğu çeşitli ekonomik faaliyetleri paylaşıyordu. Bu durum, kanun gücüyle dayatılan bir ortaklıktı. Ayrılık olmadan önce kuzey-güney ortak yönetimi, hayvancılık sınırlarının aşılmaması esasına itimat ediyordu. Ancak genel olarak çatışmalar meydana geldi. Bu da bu çözümlerin geçici olduğu anlamına gelirken, yerel anlaşmalar da bu sorunu çözemedi. Sorun, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda uluslararası tahkime sunuldu.
Sınır sorunu, güneyin ayrılmasından bu yana çözülmemiş olan milliyet ve vatandaşlık sorunuyla birleşti. Öyle ki anlaşmanın ayrılık sonrası ‘milliyet’ ile ilgili metni muğlak ve net bir tanım içermiyor. Sınır bölgelerinde yalnızca kabile yüzleri veya özellikleriyle ayırt edilebilen çok sayıda vatandaşın olduğu gerçeğinin, bu belirsizliği dayatmış olması muhtemel. Zira bu vatandaşların birçoğu, kuzeyde doğdu ve kimlik belgesi bulunmayanlar var.  Bu konuya ilişkin bakış açıları ve değerlendirmeler ise farklı.

Güvenlik karmaşası
İki ülkenin hükümetleri, kuzey- güney ayrılığının düzgün bir şekilde düzenlenmediğini bildirdi. Hükümetler, siyasi ve ekonomik karmaşalara ek olarak güvenlik boyutu nedeniyle de birçok müzakere oturumundan kaçınıldığını söyledi. Ancak güvenlik konusuyla en ilgili konu silahlanma sorunudur. Eski rejim, kendisine sadık kuzey kabilelerini güneye bağlı kabilelere karşı silahlandırarak bu konuda aktif bir rol oynadı. Bu gerçeğin yinelenmesi ise uzak bir ihtimal değil. Kabilelerin doğası ve kendilerini her yönden ve her şekilde silahlandırma eğilimleri nedeniyle anlaşmazlık, yeniden baş gösterebilir.
Bu konu çerçevesinde güvenlik karmaşasının artması ve yeni çatışmaların patlak vermesi spekülasyonları ortasında bu anlaşmazlığın, yüzeye çıkmasına neden olabilecek üç faktör tanımlanabilir. İlk olarak, iki ülkedeki siyasi istikrarsızlık, Güney Sudan’da silahlı çatışmaların devam etmesi, Sudan’ın Darfur, Nubia Dağları ve Mavi Nil bölgelerindeki devrimci halin ve savaşın devam etmesi. İkinci olarak, iki ülke arasındaki ekonomik sıkıntı petrol sorununun yeniden patlamasına neden olabilir. Sudan, ayrılıktan sonra güneye giden petrolünün yaklaşık yüzde 75’ini kaybetti. Hartum, kalan yüzdeyi yönetemedi. Daha sonra ise güneydeki savaş, bölgedeki üretimi kesintiye uğrattı. Bu çerçevede iki hükümet, bu konuda bir talebe başvurabilir. Nihayetinde de petrolün kuzeyden doğu Sudan’daki Beşair Limanı’na ihracatı için geçiş ücretleri konusunda bazı karışıklıklara neden olabilir. Üçüncü olarak, şu anda iki ülkenin hükümetleri arasındaki uyuma ve hükümet ile muhalifleri arasındaki müzakerelere katılıma rağmen her iki tarafta da muhalif güçlerin iktidara gelmesiyle koşulların değişmesi ihtimali var. Hatta bu olasılık, sert çatışmalara ve barışçıl çözümlere itimat etmemeye yol açabilir.



21'inci yüzyılda sınırlı savaş ve kapsamlı savaş

İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
TT

21'inci yüzyılda sınırlı savaş ve kapsamlı savaş

İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)

Bazı uzmanlar ister sınırlı ister kapsamlı (topyekun) olsun, savaşların biçim ve türlerinin uluslararası sistemin şekli, yapısı (çok taraflı, iki taraflı veya hatta tek taraflı) ve güç dengesiyle doğrudan ilişkili olduğuna inanırken bunun yanında savaşta, askeri stratejilerin oluşturulmasında teknolojinin rolü göz ardı edilemez.

Telgraf ve demiryolu ağları 20’nci yüzyılda savaşların yapılış şeklini değiştirmedi mi? Evet, elbette değiştirdi. Demiryolları, Birinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca askerin cepheye taşınmasına yardımcı olsa da aynı zamanda savaşın 10 milyon asker ve 7 milyon sivilin hayatına mal olan dört buçuk yıllık bir insanlık eziyetine dönüşmesine de doğrudan katkıda bulundu.

21’nci yüzyıl, bir güç çarpanı haline gelen teknolojinin yatay ve dikey olarak yayılmasıyla öne çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında makineli tüfekler, kurbanların yüzde 20 ila 40'ının ölümüne katkıda bulundu. Peki yapay zekanın savaşlardaki rolü, özellikle de etkisi nükleer düzeye ulaşırsa ne olacak hiç düşündünüz mü? İçinde bulunduğumuz yüzyılda belki de en tehlikeli olan durum, savaşmanın maliyetinin herhangi bir devlet dışı aktörün (non state actor) savaşabileceği bir seviyeye düşmüş olmasıdır.

Soğuk Savaş sırasında, nükleer silahlar büyük güçler arasında dünya sahnesinde önemli bir caydırıcı unsur oluşturuyordu. Her zaman karşılıklı yıkım korkusu (MAD) vardı. Bundan dolayı söz konusu güçler vekalet savaşlarına (by proxy) başvurdular. Bu nedenle Soğuk Savaş döneminde sadece sınırlı (limited) savaşlar yaşandı. Sınırlı savaştan bahsederken, bu savaşın hedefleri, kullanılan araçlar ve dolaylı olarak bu savaşın süresi kastediliyor. 1950 yılındaki Kore Savaşı, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, küresel düzeyde gerçek anlamda kapsamlı bir savaş olan ilk sınırlı savaştı.

fghyu
Geçtiğimiz haziran ayında 12 gün süren İran-İsrail savaşı sırasında ABD tarafından bombalanan Fordo Nükleer Tesisi’nin çevresinin uydu görüntüsü (Reuters)

Yazar Andrew Davidson, Soğuk Savaş sırasında süper güçlerin olası savaşlar için çeşitli senaryolar hazırladığını söylüyor. Ancak insanlığın şansına, bu savaşlar gerçekleşmedi. Zira bu senaryoların güç ölçütü, hassasiyet değil, büyüklüğe dayanıyordu. Başka bir deyişle, ölçünün temelinde büyük güçlerin sahip olduğu uçak, tank, denizaltı ve diğer askeri araçların sayısı yer alıyordu. Nükleer silahlar, geleneksel silahların en büyük koruyucusu konumundaydı.

Sınırlı savaş ile kapsamlı savaş

İsrail'in İran'a karşı başlattığı Yükselen Aslan Operasyonu, süresi (sadece 12 gün sürdü), kullanılan araçlar ve hatta hedefler açısından sınırlı bir savaş olarak nitelendirilebilir. İsrail, bu savaşta elindeki en iyi silahları kullandı, ancak sahip olduğu tüm silahları (örneğin nükleer silahlar) kullanmadı. İran ise sahip olduğu en iyi füzeler ve insansız hava araçlarıyla (İHA) karşılık verdi. Öte yandan İsrail, Gazze Şeridi'nde Arap-İsrail çatışmasının tarihindeki en uzun savaşı sürdürüyor. Savaş 21 aydır devam ediyor. İsrail bu savaşta ise sahip olduğu en iyi silahları her boyutta kullandı. Peki bu savaş kapsamlı mı yoksa sınırlı mı olarak sınıflandırılabilir? Eğer savaşlar havadan sonuçlanmıyorsa, İsrail ordusunun bu savaşı sonuçlandıramamasını nasıl açıklayabiliriz? Oysa İsrail ordusu şimdiye kadar kara, hava ve deniz kuvvetlerini kullandı. Ayrıca siber savaş yönetimini ve dolayısıyla yapay zekayı da kullandı.

Birçok uzmana göre bu sorunun cevabı şu şekilde olabilir:

21’inci yüzyılda savaşın özellikleri değişti ve bu durum, birçok ülkenin, özellikle de büyük ve güçlü ülkelerin askeri doktrinlerinde bir dönüşüme (doctrinal shift) yol açacak.

Öte yandan asimetrik savaş, 21’inci yüzyılda büyük güçler için en büyük ve en tehlikeli zorluk olarak öne çıkıyor.

Teknoloji, özellikle İHA’lar, coğrafi derinliği değersizleştirirken siber savaş ve elektronik savaş lehine büyüklük ve kitle değerini de ortadan kaldırdı.

tyu7ı8
Tayvan’ın başkenti Taipei'deki bir Patriot bataryası... Tayvan, ABD ile Çin arasında bir çatışmaya neden olabilir (EPA)

ABD’li komutan Douglas MacArthur, “Asya'da asla kara savaşı yapılmamalı” diye meşhur bir sözü vardır. Peki, özellikle Washington'ın Pekin'in önümüzdeki yıllarda Tayvan'ı kontrol altına almaya çalışacağından endişe duyduğu bir ortamda, ABD-Çin çatışması nasıl olacak? Bu çatışma nasıl gerçekleşecek, askeri mi olacak? Nerede yapılacak? Kapsamlı mı, sınırlı mı, yoksa vekiller aracılığıyla mı olacak?

Bugün bu sorular, uzmanların Çin ve ABD arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğunu teyit etmesiyle birlikte güçlü bir şekilde gündemde yer tutuyorlar. ABD’li düşünür Graham Allison, görüşünü ‘Tukidides tuzağı’ olarak bilinen teoriye dayandırarak, dünya düzenine hakim olan güç (ABD) ile bu hegemonyayı tehdit eden yükselen güç (Çin) arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğunu savunuyor.

Bu analizŞarku'l Avsat için bir askeri analist tarafından yapıldı