ABD-Rusya-Körfez üçgeninde Esed rejimiyle normalleşme mümkün mü?

Şam’ın Tahran ile ilişkisinin doğası, onu Araplara muhtaç kılıyor aynı zamanda da onu Araplardan uzaklaştırıyor

Ukrayna krizi sonrası Körfez- Rusya yakınlaşmasından ilk yararlanan Şam olabilir (Reuters)
Ukrayna krizi sonrası Körfez- Rusya yakınlaşmasından ilk yararlanan Şam olabilir (Reuters)
TT

ABD-Rusya-Körfez üçgeninde Esed rejimiyle normalleşme mümkün mü?

Ukrayna krizi sonrası Körfez- Rusya yakınlaşmasından ilk yararlanan Şam olabilir (Reuters)
Ukrayna krizi sonrası Körfez- Rusya yakınlaşmasından ilk yararlanan Şam olabilir (Reuters)

Mustafa el-Ensari
Suriye, 2011’den bu yana ülkede yıllardır akan kandan kaçan milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yapan Arap ve Körfez bölgesini göz ardı etmedi. Ancak rejimin piramidinin en tepesinde temsil edilen ‘Körfez’e dönüş’, şaşırtıcı olmasa da bölgede önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor. Öyle ki Ukrayna krizi, hızlı bir şekilde Körfez’e uzanan yolu açmadan önce birkaç resmi ve ilan edilmemiş toplantı bu yolu açmıştı.
Ancak Esed’in ‘Suudi Arabistan ve Mısır gibi büyük Arap ülkeleriyle koordineli bir şekilde gerçekleşmesi muhtemel olan’ Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ziyaretinin etkisine dair birçok analistin sorduğu soru şu; Suriye rejimi, son on yılda tüm ağırlığını (bölgenin istikrarına yönelik en büyük tehdit sayılan) İran’a veren Arap çevresine karşı ne ölçüde bir ‘dönüş hattına’ sahip
Suudi Arabistanlı analist Halid ed-Dahil, Şam’daki rejime yönelik yeni açılımın ‘Arapların kapılarını kapatmasının, Rusya ve İran’a olan bağımlılığını derinleştireceği’ gerçeğinden kaynaklandığını söyledi. Dahil, bunu ‘rasyonel bir hipotez’ olarak görüyor. Bununla birlikte rejimin ‘Lübnan Hizbullah’ına bağımlılığından, Hariri suikastından ve kendi halkı karşısında Rusya ve İran’a bağımlılığından’ bu yana’ İran ile bir güvenlik ve siyasi ittifak haline gelmesinin ardından, rejime bir ‘geri dönüş hattı’ bırakılıp bırakılmadığına ilişkin bir soru da hala askıda.

Tek maliyet
Ancak Körfez devletlerinin Rusya ile (özellikle ‘OPEC+’ anlaşmasının ardından) bir süredir gelişen ilişkisi ve ABD’nin Afganistan’dan ve bölgeden çekilmesinin yarattığı boşluk, Moskova’nın bir denge kurabileceğine dair bölge açısından güven verici bir atmosferin oluşmasına olanak sağladı. Bu atmosfer, İran rejiminin siyasi ve kültürel olarak Şam’ı dışlamasını önlemesini de içine alıyor. Ama Araplar, Şam boykotlarına son vermedikçe İran rejiminin nüfuz şansı artmaya devam edecek.
Bu çerçevede Carnegie Enstitüsü’nde analist Karim Sadjadpour, Suriye’ye müdahalenin yüklerinin, ekonomik olarak Tahran’ın ve kültürel olarak Sünni çoğunluğa sahip Şam’ın omuzlarına yük bindirdiğini söyledi. Analist, bu çerçevede herhangi bir Arap dönüşünün memnuniyetle karşılanabileceğini ve tüm tarafların arzularını gerçekleştirebileceğini belirtti.
İran’ın uzun zamandır Suriye’ye sübvansiyonlu petrol sağladığını belirten Sadjadpour, ancak İran’ın finansal cömertliğinin 2011’de savaşın başlamasından bu yana çarpıcı bir şekilde arttığını vurguladı. Her iki ülkedeki resmi medya organları ise İran’ın, ‘görünürde benzin ve ilgili ürünleri finanse etmek üzere’ Suriye’ye 4 milyar doları aşkın kredi sağladığını açıkladı. Doğrulanamayan tahminler ise İran’ın Suriye’ye ayda yaklaşık 700 milyon dolar sağladığını gösteriyor.

Araplar, İsrail kadar genişleyebilir mi?
Bu çatı altında İsrail, zaman zaman Suriye’de Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları’na bağlı unsurları hedef alabildi. Bu durumsa oyunun iplerini elinde tutan Rusları endişelendirmedi. Yani Suriye ile ilişkisi, İran’ın Suriye üzerindeki hegemonyasıyla uzlaşmayı gerektirmiyordu. Aksine birçok analiste göre 14 yüzyıl önce Emevi döneminden bu yana en eski Arap başkentlerinden birindeki İran nüfuzunu kuşatmanın en iyi yolu buydu.
Reuters.jpg
2012'de göründüğü şekliyle Humus'un yıkılan sokaklarından biri (Reuters)
Bu nedenle Körfez’in İran’a karşı endişesini paylaşan Tel Aviv, Arapların Şam boykotuna son verecek ilk girişimlerini memnuniyetle karşıladı. İsrail, bu adımı ise ‘ülkedeki İran varlığını azaltmak için bir fırsat’ olarak görüyor. Ancak ona göre yerel arenadaki en büyük zorluk, ekonomik zorluktur, çünkü kriz, bu düzeyde herhangi bir ilerlemenin karşısında bir engel teşkil ediyor.
Washington’un insan hakları baskısı ve sivil baskı altında onayladığı Caesar (Sezar) Yasası’na rağmen ABD de İsrail’in konumundan çok da uzakta değil. Başkan Obama’nın Suriye krizine ve yaşanan ihlallere karşı kayıtsız duruşu meşhurdu. Aynı şekilde ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin büyük memnuniyetsizliğinin ardından Suriye’nin kuzeyindeki ABD güçlerini geri çekmekten zar zor geri adım atan Trump’ın tavrı da biliniyordu. Müttefikler, çok geç olmadan, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı sırasında Suriye’yi Moskova ve Tahran’a bırakmanın affedilmez bir stratejik hata olduğunu fark etti.

Moskova ve Washington çatışması
Ukrayna krizine karşı duruşu ABD’yi öfkelendiren Körfez ülkelerine gelince Rusya, bu ülkelere en iyi selamını verdi. Öyle ki Dışişleri Bakanlığı, Moskova’da açıkça Yemen, Libya, Suriye ve hatta neredeyse umutsuz bir konu olan Filistin davaları da dahil, zorlu olan Arap sorunlarına Körfez ile çözüm aramaya hazır olduğunu söyledi. Aynı şekilde Rus ve Körfez tarafları bir anda kendilerini alışılmadık bir şekilde görüşlerinin yakınlaştığı bir alanda buldular. Bu durumdan ilk yararlanan taraf ise, ‘Arap Birliği’ne dönüşü, bölge ülkeleri arasında sürekli tartışılan bir konu olan’ Şam olabilir. Öyle ki Şam, Körfez ülkeleri dışında hiçbir taraftan güvence alamayacak olan devasa yeniden yapılanma bütçelerine ihtiyaç duyuyor.
Ukrayna sahnesi ve orada yaşanan çatışmaların arka planı, Washington’un Beşşar Esed’in BAE’ye ziyaretine ilişkin tonuna en yakın yorum olabilir. Öyle ki ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü, Esed’i meşrulaştırmaya yönelik bu açık girişim karşısında derin bir hayal kırıklığı ve endişe duyduklarını ifade etmişti.
Sözcü, “Esed, sayısız Suriyelinin ölümünden, çektikleri acılardan ve savaştan önce de var olan Suriye halkının yarısından fazlasının yerinden edilmesinden sorumlu ve suçlu olmaya devam ediyor. 150 binden fazla erkek, kadın ve çocuğun keyfi olarak tutuklanması ve kaybolmasından dolayı da suçludur” dedi.
Sözcü ayrıca, Esed rejimiyle diyalog kurma niyetinde olan ülkeleri, rejimin gerçekleştirdiği vahşetlere ciddi bir şekilde bakmaya çağırdı. Diğer yandan Emirates Haber Ajansı’nın (WAM) aktardığına göre BAE, Esed’i kabul etmesinin ‘iki ülke arasındaki kardeşlik ilişkilerini ve Arap bölgesinde ve Ortadoğu’da güvenlik, istikrar ve barışı güçlendirme’ çabalarını görüşme amacı taşıdığını söyledi.
WAM, iki tarafın ‘Suriye’yi ve kardeş halkını siyasi ve insani olarak desteklemenin yanı sıra, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve yabancı güçlerin ülkeden çekilmesi’ meselelerini ele aldığını belirtti.

Ukrayna bu yola hizmet mi ediyor?
Ancak ziyaret, Suriye’nin Arap Birliği’ne giden yolunun dikensiz olduğu anlamına gelmiyor. Mısır, Cezayir ve BAE, Arap dünyasında Suriye rejimini rehabilite etme çabalarına öncülük ederken, diğer Körfez ve Arap ülkeleri ise aşırılık ve geçmişe takılma arasında değişen bir duruş sergiliyor. Ama bugün birçok kişi, Ukrayna krizinin bu dikenleri ortadan kaldırdığına, adımları Körfez’e doğru hızla ilerlerken Şam’ın Arap Birliği’ne doğru uzanan yoluna hizmet ettiğine inanıyor.
Tüm bunlara rağmen, Suriye’ye komşu bir Körfez ülkesi bulunmuyor ve Suudi Arabistan ile önemli kabile bağları dışında Körfez ve Suriye toplumları arasındaki toplumsal etkileşim, diğer doğu bağlarına kıyasla donuk. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde araştırmacı olan Emile Hakim, Suriye’nin kültürel çöküşüne, ihraç edilebilir profesyonel yeteneklerin eksikliğine ve elit çevrelerde Suriye ile ilişkileri sınırlandıran bir mesele olarak Körfez ülkelerinin giriş vizeleriyle ilgili politikalarına dikkati çekti.
Araştırmacıya göre Suriye’yi Körfez ülkeleri açısından önemli kılan şey, ‘bölgesel denge’. Hakim, bu çerçevede “Bölgesel güç dengesi, Irak’ın siyasi dönüşümü, ardından İran’ın Körfez'de yükselişi ve doğuda Suriye ve Hizbullah üzerinde artan nüfuzuyla temelden bozuldu” dedi.
Bu nedenle daha önce ise Emile Hakim, “Çökmekte olan Arap düzeni korunurken İran’ın gücünün nasıl ortadan kaldırılması gerektiği, Suriye’yi Körfez’deki stratejik kaygıların merkezine koyuyor. Son yıllarda bu seçenekler, ‘Suriye’yi izole etmek ve onunla savaşmak’ konularından başlayarak, ‘onu birliğe dahil etmek, onunla diyalog kurmak, onu yanlarına çekmek ve İran’dan uzaklaştırmaya çalışmak’ konularına kadar sıralandı. Irak’ın kaybını Suriye’de iktidar geçişiyle telafi etme olasılığı kavramı, Körfez’de çekici bir güç kazanıyor” ifadelerini kullandı.

Körfez’in Suriye amacı farklı
Öte yandan araştırmacı, Körfez ülkelerinin önceki tırmanışının arkasındaki itici gücün ‘jeopolitik gereklilik’ olduğunu söylerken, “Zayıf bir Suriye kaçınılmaz olarak dış müdahaleyi gerektirecek. İran’ın değerli bir müttefiki destekleme çabalarını ikiye katlayan şey, (o dönemdeki) Maliki hükümetinin Sünni radikalizm yanlısı bir hükümetin, iktidarı devralacağı korkusuyla Esed rejimini destekleme kararıydı. Bir diğer endişe ise Suriye’nin kuzeydeki güçlü komşusu Türkiye’nin Şam’da yaşanan dönüşüme sponsor olan ve geleceğini şekillendiren önemli bir ülke olarak ortaya çıkmasıydı” dedi.
Körfez’in endişeleri, Suriye’deki ayaklanmayı takip eden yıllarda ortaya çıktı.
Körfez halkı, Suriye’yi birliğe geri alma amacı taşıdığı sürece daha önce ortaya koyulanlar ve bugün ortaya koyulanlar arasında bir çelişki olmadığına inanıyor.
Öte yandan Carnegie Center’de bir başka araştırmacı olan Marc Pierini, Ukrayna’daki savaşın kaçınılmaz olarak Rusya’nın Ortadoğu, Akdeniz ve Afrika’daki nüfuzunun şeklini tanımlayacağını belirtti.
Pierini, Rus modelinin, Ortadoğu ülkelerindeki, özellikle de Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali (ayrıca bir dereceye kadar Türkiye) dahil Suriye ve Sahra altı Afrika ülkelerindeki birçok lider açısından büyük olasılıkla çekici olacağına inanıyor. Araştırmacı, elbette Çin, büyük Körfez ülkeleri ve Hindistan gibi önde gelen aktörlerin Rus pozisyonlarını desteklemeyi değil, anlamalarını gerektiren jeostratejik çıkarlarına dikkati çekti.
Ukrayna savaşı öncesinde bile Rusya hükümeti, Sergey Lavrov’un Riyad ziyaretinde, Suudi Arabistan ile ‘Suriye’nin Arap kucağına dönüş gerekliliği’ konusunda uzlaşı sağladığını açıklamıştı. Lavrov ayrıca, bu uzlaşının ‘Suriye halkının güvenliğini sağlamayı ve halka hizmet eden gerçek çözümlere erişimi engelleyen terör örgütleri ve mezhepçi milislerden halkı korumayı’ kapsadığını da dile getirmişti. Ancak bu durum, Suriye’ye uzun süredir yatırım yapan İran’ı göz ardı etmek anlamına gelmiyor. Ancak Arapların umudu bu yöndeyse Şam’ı İran ve Türk egemenliğinden kurtarmak için Ruslarla iş birliği yapacaklar.

Şam hala Körfez’in elinde bir seçenek mi?
Öte yandan Şam rejiminin, ‘İranlıları ve vekillerini sınır dışı etmek için’ artık onların ellerinde bir seçenek olmadığı konusunda endişeler tekrarlanıyor. Kaldı ki sınır dışı etme konusu, Şam’ın birliğe dönüşü için Arapların sessiz bir şartı olarak görülüyor.
Bu durum, Suriye kaynaklarını, Beşşar Esed Körfez’e gitmeden önce İran ve milislerinin hegemonyasını azaltmak için ortaya koyulan uygulamaları kamuoyuna sızdırmaya teşvik etti. Kuveyt ‘Al-Jarida’ gazetesine göre bu durum, rejimin kendi topraklarındaki İran varlığına karşı aldığı kararların bir sonucu. Bu da İran’ın Esed’in Arap ülkeleriyle yakınlaşma olasılığı konusundaki endişesine neden oluyor.
Ali Memluk.jpg
Ali Memluk (sağda) Tahran'da Ali Şemhani ile buluştu (AFP)​
Kuveyt Emiri ile Mısır ve Cezayir cumhurbaşkanlarını büyük olasılıkla Suriye meselesini görüşmek üzere bir araya getiren üçlü bir zirveye ev sahipliği yapmıştı. Ancak 27 Şubat’ta İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani ile Suriye Ulusal Güvenlik Ofisi Başkanı Ali Memluk arasında bir toplantıya tanık olan Tahran’dan tarafından bilinmeyen bir durum değildi.
Şemhani, Memluk ile görüşmesi sırasında Tahran’ın bu desteği sağlamaya devam edeceğini belirtti. Resmi IRNA haber ajansına göre İranlı yetkili, “Suriye hükümetine ve halkına en zor koşullarda ve terör gruplarının hareketlerinin arttığı bir zamanda destek veren İran, Suriye hükümetine ve halkına verdiği desteği sürdürmeye kararlıdır” dedi.
Suriye resmi haber ajansı da toplantıda, ‘uluslararası arenadaki son gelişmeler ve bunların bölgedeki yansımalarının’ ele alındığını belirtirken, ayrıntıya ise yer vermedi. Ancak “Şam ve Tahran’ın terörle mücadele alanındaki işbirliği, bölgedeki bölgesel güvenliği desteklemeye hizmet ediyor” denildi. SANA haber ajansı ayrıca, iki tarafın ‘ABD’nin Suriye’deki terör örgütlerini yeniden barındırmayı ve canlandırmayı amaçlayan çabalarıyla’ mücadelesini de görüştüğünü vurguladı.

Arap rolünü kutsama
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre BAE Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Karkaş da Esed’in ülkesine yönelik ziyareti hakkında yorum yaparken, adımın ‘Suriye hususundaki Arap rolünü kutsamayı’ amaçlayan bir eğilim çerçevesinde geliştiğini söyledi. Karkaş, bu çabanın ‘bölgenin krizlerine çözüm bulmaya çalışılan gerçekçi bir yaklaşım’ çerçevesinde geldiğini vurguladı. Bakan ayrıca, “Karmaşık bölgesel koşullar, zorluklarla mücadele etmek ve krizlerin ve çekişmelerin kötülüklerinden kaçınmak üzere ortaya koyulmuş Arap çabalarının marjinalleştirilmesini kabul etmeyen pratik ve mantıklı bir yaklaşımın benimsenmesini gerektiriyor” dedi.
O halde eğer Körfez, Suriye’deki Arap rolünü kutsamak istiyorsa gözlemcilerin gözünde bu durum, ‘önce Şam’daki rejimin bağımsızlığını elde etmesi için elinden geleni yapmasını’ gerekli kılıyor. Peki bunu istiyor mu ve istiyorsa da bir ‘dönüş hattı’ var mı?
Bu mesele kapsamında Arapların hafızası, onlarca yıl öncesine, İran- Irak savaşına geri döndü. Öyle ki Suriye rejimi, İran’ın Irak’la olan savaşını kazanan tek Arap idi.
Bu noktadan yola çıkarak, milliyetçiliğe ve partizan kimliğe dahiliyetin, rejimin İran’ın zaferine engel olmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Bu çerçevede analist Halid ed-Dahil’e göre Şam rejiminin tarihi, önceliğin, ‘hanedanın ve ulusal bağlılığın üzerinden mezhepçiliğin zaferi’ olduğunu kanıtladı.



Rapor: Hizbullah lideri Ali Musa Dakduk, İsrail'in Suriye'deki saldırısında öldürüldü

Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)
Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)
TT

Rapor: Hizbullah lideri Ali Musa Dakduk, İsrail'in Suriye'deki saldırısında öldürüldü

Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)
Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)

ABD'li üst düzey bir savunma yetkilisi, Irak Savaşı sırasında ABD güçlerine karşı en cesur ve karmaşık saldırılardan birinin planlanmasına yardımcı olan Lübnanlı üst düzey Hizbullah komutanının, Suriye'de bir İsrail saldırısında öldürüldüğünü söyledi.

ABD güçleri Ali Musa Dakduk'u 2007 yılında ABD güvenlik ekibi kılığına giren ajanların beş Amerikan askerini öldürdüğü bir operasyonun ardından gözaltına almıştı. NBC'ye göre daha sonra Iraklı yetkililer tarafından serbest bırakıldı.

Şarku’l Avsat’ın NBC'den aktardığına göre ABD'li savunma yetkilisi, İsrail hava saldırısının ayrıntılarının, ne zaman gerçekleştiğinin, Suriye'nin neresinde yapıldığının ve özellikle Dakduk'u hedef alıp almadığının bilinmediğini ifade etti.

Dakduk'un planlanmasına yardım ettiği karmaşık saldırı, 20 Ocak 2007'de Kerbela'daki ABD-Irak ortak askeri yerleşkesinde gerçekleşti.

ABD askeri güvenlik ekibi kılığına girmiş, Amerikan silahları taşıyan ve bazıları İngilizce konuşan bir grup adam, ABD ve Irak askerlerinin bulunduğu bir binanın yakınına gelene kadar çeşitli kontrol noktalarından geçtiler.

Tesis, Irak'ta ‘Ortak Güvenlik İstasyonları’ olarak bilinen ve ABD askerlerinin Iraklı polis ve askerlerle birlikte yaşadığı, çalıştığı bir grup tesisin bir parçasıydı. Silahlı saldırganlar geldiğinde tesiste yirmiden fazla ABD askeri bulunuyordu.

Silahlı unsurlar binayı kuşattı, güvenliği aşmak için el bombaları ve patlayıcılar kullandı. El bombasının patlaması sonucu bir ABD askeri öldü. Militanlar içeri girdikten sonra iki ABD askerini binanın içinde, diğer ikisini de dışarıda esir aldı ve kendilerini bekleyen dört çeker araçlarla hızla kaçtı.

ABD saldırı helikopterlerinin konvoyu takip etmesi üzerine militanlar araçlarını terk ederek yaya olarak kaçmaya başladılar ve bu sırada dört ABD askerini vurdular.

Saldırının ardından ABD'li yetkililer, operasyonu gerçekleştirmek için gereken koordinasyon, eğitim ve istihbarat seviyesine dayanarak militanların İran'dan doğrudan destek aldığından şüphelendi.

Dakduk Mart 2007'de ABD güçleri tarafından yakalandı. NBC'nin bildirdiğine göre, Kerbela saldırısının planlanmasında Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) bağlı Kudüs Gücü'nün yer aldığı kanıtlandı. Sorgulama sırasında Dakduk, operasyonun Kudüs Gücü'nün doğrudan desteği ve eğitimi sonucunda gerçekleştiğini itiraf etti.

ABD ordusu Dakduk'u Irak'ta birkaç yıl gözaltında tuttuktan sonra, Aralık 2011'de Iraklı yetkililere teslim etti.

ABD'li yetkili şunları söyledi: “Iraklı yetkililer Dakduk'u yargılayacaklarını söylediler ama ABD'li yetkilileri çok kızdıracak şekilde birkaç ay içinde serbest bırakıldı. Kısa bir süre sonra tekrar Hizbullah ile çalışmaya başladı.”