LUO askeri bir çöküş ve bölünmenin yeniden ortaya çıkmasına kaşı uyardı

Washington’dan, seçimlerin ‘acil bir şekilde’ düzenlenmesi çağırısı

Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi’nin, Trablus’ta UBH’nin Maliye Bakanı Abdullah Halid el-Mebruk ile görüşmesinden bir kare (Başkanlık Konseyi Basın Ofisi)
Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi’nin, Trablus’ta UBH’nin Maliye Bakanı Abdullah Halid el-Mebruk ile görüşmesinden bir kare (Başkanlık Konseyi Basın Ofisi)
TT

LUO askeri bir çöküş ve bölünmenin yeniden ortaya çıkmasına kaşı uyardı

Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi’nin, Trablus’ta UBH’nin Maliye Bakanı Abdullah Halid el-Mebruk ile görüşmesinden bir kare (Başkanlık Konseyi Basın Ofisi)
Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi’nin, Trablus’ta UBH’nin Maliye Bakanı Abdullah Halid el-Mebruk ile görüşmesinden bir kare (Başkanlık Konseyi Basın Ofisi)

Libya Ulusal Ordusu (LUO), geçici Ulusal Birlik Hükümeti’nin Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe’yi bir kez daha askerlerin maaşlarını geciktirmekle suçlayarak bunun ‘askeri süreçte bir çöküşe’ neden olabileceği konusunda uyardı.
Libya’nın doğusunu merkez edinen LUO’nun temsilcileri tarafından yapılan beklenmedik açıklamada, 5+5 Ortak Askeri Komite’den, LUO mensuplarının maaşlarının bir an önce ödenmesini ve siyasilerin komitenin çalışmalarına müdahale etmemelerini talep ederek, aksi takdirde bu durumun askeri sürecin çöküşüne ve kaos, bölünme ve güvenlikte istikrarsızlığın geri dönüşüne yol açabileceği konusunda uyardı. LUO temsilcileri, tüm bunların sorumluluğunu UBH ve Başbakanı Dibeybe’nin taşıdığını öne sürdüler.
Açıklamada, UBH, Ramazan ayının yaklaşmasına rağmen üç aydır ordu üyelerinin maaşlarını ödemeyi geciktirmekle suçlandı. LUO Komutanlığı, tüm verileri, bu verileri gözden geçiren ve daha önce harcanan tüm miktarları belirleyen İdari Gözetim Otoritesi’ne sunmasına rağmen, bunun ilk kez yaşanmadığını belirttikten sonra Libya halkına ve Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu’na (UNSMIL), ‘UBH’ye ve bu sorumsuz davranışına karşı net bir tutum sergilenmesi’ çağrısında bulundu.
Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Salı günü UBH’nin Maliye Bakanı Abdullah Halid el-Mebruk ile yaptığı görüşme sırasında, UBH'nin askerlerin maaşlarının ödenmesi talebine değindi. Menfi, ülkenin doğusunda, batısında ve güneyinde görevli ordu mensuplarının maaşlarının, Ramazan ayından önce daha fazla gecikmeden ödenmesi gerektiğini vurguladı.
Menfi, cumhurbaşkanlığına aday isimlerden oluşan bir heyet ile yaptığı görüşmede, Başkanlık Konseyi'nin parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üzerinde uzlaşıya varılan seçimlerin anayasal temel çerçevesinde aynı anda düzenlenmesini sağlama sözünü bir kez daha yinelemişti. Menfi’nin ofisinden yapılan açıklamada, heyetin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Libya Özel Danışmanı Stephanie Williams’ın seçimlerin yapılmasını desteklemeye yönelik önerisini memnuniyetle karşıladıkları belirtildi. Açıklamaya göre heyet ayrıca Yüksek Mahkeme’deki Anayasa Dairesi’nin faaliyetlerinin yeniden başlamasının ve Yüksek Seçim Komisyonu tarafından seçimlere aday olan isimlerin nihai listesinin açıklanmasının önemini vurguladılar.
Bu arada UNSMIL dün, BM Genel Sekreteri’nin Libya Özel Danışmanı Williams’ın liderliğinde Tunus'ta Libya Devlet Yüksek Konseyi (DYK) üyeleriyle gerçekleştirilen ve ertelenen seçimler için bir uzlaşıya varılmasını hedefleyen istişare toplantıların ikinci gününde de devam ettiği ve Temsilciler Meclisi (TM) heyetinin toplantıya halen katılmadığı belirtildi.
Öte yandan Fethi Başağa hükümetinin Sözcüsü Osman Abdulcelil, Salı günü televizyon ekranlarından yaptığı açıklamada, Abdulhamid ed-Dibeybe hükümetine ‘seçimlerin yapılmasını hiçbir zaman istemediğini’ öne sürerek suçlamalarda bulundu. Abdulcelil, Başağa hükümetinin, Yüksek Seçim Komisyonu’nun daha sonra tarihlerini açıklayacağı seçimlerin yapılması için çalışacağını da sözlerine ekledi.
Tüm Libyalıların isteklerini yerine getirecek ve tüm bölgeleri kontrol edecek bir hükümetin yakında başkent Trablus'taki hükümet merkezini devralacağını bir kez daha vurgulayan Abdulcelil, “Orada (Trablus) iktidarı devralırken herhangi bir şiddet veya savaş yaşanmasını istemiyoruz” dedi. Abdulcelil, bunun ne zaman olacağına ise değinmedi.
Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanlığı İdari İşlerden Sorumlu Müsteşarı Büyükelçi John Bass, ülkesinin Libya’daki çeşitli kurumların ve yetkililerin bir anlaşmaya varmasını ve bu anlaşma ile ilerlemesini sağlayacak sağlıklı bir formül bulunması konusunda BM Özel Temsilcisi Williams’ı desteklemeye devam ettiğini belirterek halen ABD’nin Libya’da seçimlerin yapılması yolunda ilerlemenin önemine bağlı olduğunu vurguladı.
Libya’nın resmi haber ajansı Cemahiriye Haber Ajansı’nın (JANA) aktardığı açıklamasında Bass, ‘mevcut çıkmazın bir çözüm olmadığını’ vurguladı. ABD’li yetkili Salı günü yaptığı açıklamada, fırsatı değerlendirmeye, uluslararası toplumun Libya meselesindeki çıkarlarından yararlanmaya ve ilerleme kaydetmeye çağırdı.
Başkent Trablus'a yaptığı ziyaretin, ABD büyükelçiliğinin Libya’daki faaliyetlerinin sorumluluğunu üstlenmesinden bu yana gerçekleştirdiği ilk dış görevi olduğunu belirten Bass’a göre bu da ABD’nin Trablus Büyükelçiliği’nin Libya’daki çalışmalarına geri dönmesi meselesine verdiği önemi ortaya koyarken büyükelçinin Tunus üzerinden değil, doğrudan Libyalılarla çalışmasına izin vereceğine işaret ediyor. Bass, bu gelişmenin Libya’nın güvenlik durumundaki iyileşme çerçevesinde, büyükelçiliğin yeniden Trablus'taki faaliyetlerinin fiilen başlamasının bir göstergesi olduğunu ifade etti.
ABD'nin Trablus Büyükelçisi ve Libya Özel Temsilcisi Richard Norland ise Libya'da seçimlerin bir an önce yapılması çağrısını yineledi. Seçimler bir an önce düzenlenmezse bunu garipseyeceklerini söyleyen Norland, “Seçimleri uzun süre ertelemek isteyenler yanılıyor” dedi.
Avrupa Birliği (AB) Libya Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Sabadell Jose ise Libya Ulusal Petrol Kurumu (NOC) Başkanı Mustafa Sanallah ile yaptığı görüşmenin ardından Salı günü Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Libya'da ve dünyada istisnai koşullar çerçevesinde ‘sorumluluk almanın ve uzlaşmanın zamanının geldiğini’ vurgulayarak, “Libyalılar, gerekli harcamaların nasıl karşılanacağı konusunda anlaşmaya varmalı ve gelirin tüm Libyalıların yararına kullanılmasını sağlamalı” ifadelerini kullandı.
Bir başka gelişmede üç haftadır ülkenin batısı ile doğusu arasındaki uçak seferlerinin yapılmadığı Libya’da Salı günü 32 yolcusuyla Mitiga Uluslararası Havaalanı’ndan Bingazi'deki Benina Uluslararası Havalimanı'na ilk uluslararası havayolu uçağı iniş yaparken, daha sonra 25 yolcuyla benzer bir uçak seferinin daha yapılması planlandı.



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.