Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Başağa, Dibeybe’yi iktidarı gasp etmekle suçladı

Libya Başbakanı Dibeybe iktidarı bırakmamakta kararlı. Hafter Ukrayna savaşına asker gönderdiği iddialarını yalanladı

Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter, Moskova’yı ziyaret ettiği iddialarını yalanladı. (LUO)
Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter, Moskova’yı ziyaret ettiği iddialarını yalanladı. (LUO)
TT

Libya İstikrar Hükümeti Başbakanı Başağa, Dibeybe’yi iktidarı gasp etmekle suçladı

Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter, Moskova’yı ziyaret ettiği iddialarını yalanladı. (LUO)
Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter, Moskova’yı ziyaret ettiği iddialarını yalanladı. (LUO)

Libya’da Temsilciler Meclisi tarafından atanan Libya İstikrar Hükümeti (LİH) Başbakanı Fethi Başağa, Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’yi, ‘iktidarı gasp etmek’ ve başkent Trablus’taki hükümet binalarını işgal etmekle suçladı. Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Halife Hafter’in, Moskova’ya ziyaret gerçekleştirdiği ve Rus saflarında savaşmak üzere Ukrayna’ya asker gönderdiği yönünde çıkan haberler yalanlandı.  
İstikrar Hükümeti Başbakanı Fethi Başağa, Birleşmiş Milletler Libya Özel Temsilcisi Stephanie Williams’ın, Temsilciler Meclisi ile Başkanlık Konseyi’nin, seçimler için anayasal zemin oluşturulması hususunda uzlaşması yönündeki girişimini desteklediğini açıkladı.  
Başağa yaptığı açıklamada, Dibeybe’nin, iktidar gasp ettiğini ve Trablus’taki hükümet binalarını işgal ettiğini söyledi. Dibeybe’nin ateşkes anlaşmasını baltalamak istediğini savunan Başağa, yeni hükümetin zor kullanarak Trablus’a girmeme kararının, Dibeybe tarafından istismar edildiğini belirtti. ‘’Bir emri vaki ile iktidarda kalabileceklerini düşünüyorlar, süresi bitmiş hükümetin sorumsuz davranışları ateşkesin bozulmasına, seçimlerin gerçekleştirilmesi yönündeki ulusal ve uluslararası çabaların sekteye uğramasına neden olabilir.’’ ifadelerini kullanan Başağa, hükümetinin, seçimlerin yapılabilmesi için gerekli koşulların sağlanması için her türlü siyasi, teknik ve lojistik desteği sağlamayı taahhüt ettiğini vurguladı.  
Bu arada Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Yusuf el-Akuri, ABD’nin Libya Büyükelçisi Yardımcısı Leslie Ordman ile video konferans yoluyla yaptığı görüşmede, demokratik sürece saygı duyulmasını istedi. Libya halkının siyasi iradesini temsil eden Temsilciler Meclisi’nin rolüne vurgu yapan Akuri, Libyalıların yeni hükümeti seçtiğini ve ülkelerinde yabancı savaşçı istemediğini belirtti. Akuri, bu hususların dikkate alınmamasının, demokratik sürece ciddi zararlar vereceğini ve iktidarın barışçıl yollarla devredilmesinin önünde engeller çıkaracağını söyledi.  
LUO Komutanı Halife Hafter’in sözcüsü Ahmed el-Mismari, Hafter’in Moskova’yı ziyaret ettiği ve Rus saflarında savaşmak üzere Ukrayna’ya asker gönderdiği iddialarının asılsız olduğunu belirtti. Bingazi’de basın toplantısı düzenleyen Mismari, ‘’Dibeybe’nin etki altına almak istediği 5+5 ortak askeri komitesinin çöküşünden endişe ediyoruz. Dibeybe milisleri memnun etmek için komite kararlarını ihlal ediyor. Birleşmiş Milletlere kaosu desteklememesi yönünde çağrı yapıyoruz. Yeni kurulan hükümet Libyalıların iradesini yansıtmaktadır” dedi.  
 Öte yandan Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, dün bazı siyasi parti yöneticileriyle bir araya geldi. Dibeybe burada yaptığı açıklamada, görevinin başında olduğunu, iktidarı devretmeyi düşünmediğini ve seçimlerin zamanında yapılması için çaba gösterdiğini kaydetti.
 Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Libya Ulusal Petrol Şirketi (NOC) Başkanı Mustafa Sanallah’ı kabul etti. Menfi görüşmede yaptığı açıklamada, Libya petrolünün tüm Libyalılara ait olduğunu, dolayısıyla Ulusal Petrol Şirketi’nin siyasi çekişmelerden uzun tutulması gerektiğini söyledi. Sanallah’ın kendisine, kurumun çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi verdiğini ifade etti.  



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.