Arap Birliği Genel Sekreteri Şarku’l Avsat’a konuştu: İran, Batı’yla görüşmelerinde Arap sorunlarını baskı aracı olarak kullanıyor

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, New York’ta Şarku’l Avsat’a konuştu
Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, New York’ta Şarku’l Avsat’a konuştu
TT

Arap Birliği Genel Sekreteri Şarku’l Avsat’a konuştu: İran, Batı’yla görüşmelerinde Arap sorunlarını baskı aracı olarak kullanıyor

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, New York’ta Şarku’l Avsat’a konuştu
Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, New York’ta Şarku’l Avsat’a konuştu

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, Viyana’da devam eden nükleer müzakerelerde ABD ve İran arasında bir anlaşmanın sağlanmasının Tahran’ın nükleer tehdidini ‘sonlandırmayacağını’ belirterek, İran’ı Arap topraklarındaki ‘maceralarına’ bir son vermeye ve batı dünyasına ve İsrail’e baskı yapmak için Arap ‘dosyalarını’ kullanmaktan kaçınmaya davet etti.
Ebu Gayt “Bu anlaşma İran’ın nükleer tehdidini sona erdirmeyecek sadece birkaç sene için durduracak. Arap dünyasının nükleer silahlanmanın bırakılacağına dair her iki taraftanda -İran ve İsrail- güvenceler alması gerekiyor. Arap dünyası, 40 senedir nükleer silahlardan ve kitle imha silahlarından arındırılmış bir Ortadoğu talebinde bulunuyor. Bu kilit nokta” diye konuştu.
Ebu Gayt, New York ziyareti sırasında Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Husi milislerinin Suudi Arabistan petrol tesislerine düzenledikleri saldırıları şiddetle kınadı.
Genel Sekreter, İran rejiminin dünyaya, petrolü üzerindeki yaptırımların kaldırılmasının önemini göstermeye çalıştığını belirterek, “Bu, 2019’dan beri şok edici ve tamamen kınanan bir durum” ifadelerini kullandı.
Arap Birliği Genel Sekreteri, Rusya-Ukrayna savaşının çok sayıda Arap ülkesinde istikrar ve gıda güvenliği konusunda olumsuz etkileri olacağını ifade etti.
Ebu Gayt şu ifadeleri kullandı:
“Öncelikle bu savaş uluslararası barışı ve güvenliği tehdit eden büyük bir uluslararası kriz. Bir şeyler ters giderse, daha büyük bir savaş çıkabilir. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı kazara başladı. O dönem tarafların hesaplamaları savaşa yönelik değildi… Bu, dünya güvenliğiyle ilgili bir endişe.”
Çok sayıda Arap ülkesinin gıda ihracatında Rusya ya da Ukrayna’ya bağımlı olduğunu belirten Gayt şunları dile getirdi:
“Bu iki ülke, Araplara buğday ve ekin sağlıyor. İlerleyen zamanlarda tedarik sorunları yaşayacaklar. Bu da Arap dünyasındaki istikrarı ve gıda güvenliğini olumsuz etkileyecek.”
Arap Birliği Genel Sekreteri, Rusya-Ukrayna savaşının, dikkati Arap dünyasındaki önemli sorunlardan çekeceğini vurguladı.
Ebu Gayt, “Bu savaş, Arap dünyasını olumsuz etkileyecek. Çünkü biz Suriye, Yemen ve Libya’da bir çözümün istemenin yanı sıra Lübnan’ın durumda da ilerleme görmek istiyoruz” diye konuştu.
Husilerin, geçtiğimiz günlerde Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından yapılan ‘görüşme’ davetini ret etmesi konusunun sorulması üzerine Genel Sekreter, İran’ın etkisini vurguladı.
Ebu Gayt şu ifadeleri kullandı:
“5+1 ülkeleriyle henüz anlaşmaya varmadığı için bu sorunların hiçbirinin çözülmesi İran’ın lehine değil.  Bu da, İran’ın Arap sorunlarını batı dünyasıyla görüşmelerinde bir baskı aracı olarak kullandığının kanıtı.”
Ebu Gayt, “İran, Arap topraklarındaki Arap sorunlarına müdahil oluyor ve bunun durması gerekiyor.  İran, Yemen’de Husiler aracılığıyla güçlü bir şekilde kendine alan buldu. Silahlı güçler vasıtasıyla Suriye topraklarında da varlık gösteriyor. Lübnan’da çok açık bir şekilde İran etkisi var. Irak’ta, İran Devrim Muhafızları’yla bağı olduğu söylenen militanlar var. Bunların hepsi durmalı” dedi.
Arap Birliği Genel Sekreteri, Tahran’ı yüzlerce yıl öncesine uzanan tarihi ilişkiye dayanarak Arap dünyasıyla olumlu ilişkiler kurmaya davet etti.
Ebu Gayt, İranlı yetkililere seslenerek, “Arap dünyasına karşı iyi niyet gösterin… Çünkü bu bölgenin ekonomik gelişmeye, gelişmiş yaşam standartlarına ve modernleşmeye ihtiyacı var.  Bombalanmaya ve silahlı çatışmaya değil” ifadelerini kullandı.
Arap Birliği Genel Sekreteri, İran ile Viyana’da bir anlaşmaya varılırsa, bunun Tahran’ı bölgenin sorunlarına müdahil olmayı bırakmaya teşvik etmesini umuyor.
Genel Sekreter, “2004-2006 yılları arasında, Mısır Dışişleri Bakanı olduğum dönemde, İran’ın Batı dünyasına ve İsrail’e baskı yapmak için birçok Arap sorununu kullandığını gördüm. Bu artık sona ermeli” dedi.
Ebu Gayt ayrıca, olası bir nükleer anlaşmaya varılması durumunda İran’ın milyarlarca dolarının serbest kalacağını ve bunun İran’ın yeteneklerini göstermesine neden olacağını ifade etti
Arap Birliği Genel Sekreteri şunları dile getirdi:
“Eğer para kalkınma, ekonomik gelişme ve yaşam standartlarının iyileştirilmesi gibi İran halkının yararı için kullanılacaksa, bunu memnuniyetle karşılarız. Ancak sorun, İran’ın Arap topraklarındaki maceraları. Bu çok talihsiz bir durum ve İran artık durmalı. Bu özel konu hakkında güvenlik konseyiyle konuştum.”
Arapların Suriye’yle ilişkilerini normalleştirme eğilimi ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Abu Dabi’ye yaptığı son ziyareti yorumlayan Ebu Gayt, Irak, Cezayir ve Lübnan gibi Arap ülkelerinin Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşüne ilgi gösterdiklerini ifade etti:
“Diğer ülkeler, Şam’daki kardeşleriyle konuşuyor. İyi ve makul ilişkiler kuruyorlar.  Ancak kısa süre içinde Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesini sağlayacak mevcut bir eğilim gözlemlemedim. Bir sonraki zirve, 1-2 Kasım tarihlerinde Nijerya’da düzenlenecek, yani önümüzde yaklaşık 8 aylık bir süre var.”
Ebu Gayt, bu bağlamda Suriye’ye yapılacak bir davetin Araplar arası bir mutabakata dayanması gerektiğini belirtti.
Ebu Gayt sözlerine şu ifadelerle devam etti:
“Günün birinde, Suriye tabi ki Arap Birliği’ndeki koltuğuna dönecek. Bu normal çünkü Suriye, üyeliği mevcut durum nedeniyle dondurulmuş bir Arap ülkesi. Arap Birliği Genel Sekreteri olarak Suriye’ye davet göndermeden önce Arap Bakanlar Konseyi tarafından bir karar çıkarılması gerekiyor. Ancak bu, Birliğin koridorlarında dahi konuşulmamış bir konu. Bunun gerçekleşmesi için yapılan etkili bir çalışma görmedim.”
Arap Birliği Genel Sekreteri Lübnan konusunda, ülkeyi, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile görüşme, adil bir seçim yapma, yeni bir hükümet kurma ve yeni bir başkan seçerek ‘kendini kurtarmaya’ davet etti.
Hizbullah’ın Lübnan krizindeki rolü sorulduğunda ise Genel Sekreter, “Lübnan’ın iç işlerine karışmıyorum. Parti’nin hükümette temsiliyeti var.  Arap Birliği Genel Sekreteri olarak, hükümetteki bir partinin tarafında duruş sergileyemem. Bu gerekli uzlaşmalara varmayı kolaylaştırmamalıdır” ifadelerini kullandı.
Ebu Gayt, Irak konusunda da ülkenin ‘Arap Birliği’ne karşı sorumluluğunu tam olarak üstlendiğini’ vurguladı:
“Irak, senelerdir birlikle iletişim halinde ve ülke içindeki herhangi bir siyasi durum tarafından kısıtlanmıyor.”
Ebu Gayt, Ortadoğu’da istikrar ve huzurun sadece Filistin sorunun çözülmesiyle mümkün olduğunu ifade etti:
“Filistin meselesini Arap-İsrail yerleşimleri üzerinden sonuca bağlamak, Arap ülkelerinin kendi menfaatlerini bu yönde görmesi anlaşılabilir bir durum. Ancak bu, Filistin meselesinin unutulduğu anlamına gelmiyor. Filistin unutulmamalı.”
Ebu Gayt, eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin aksine, mevcut yönetimin Filistinlilerle görüşmeye ilgi gösterdiğini ifade etti.
Arap Birliği Genel Sekreteri konuyla ilgili şunları dile getirdi:
“Ancak sorun şu ki, Filistinlilere gerekli önlemleri almadan ve gerçek bir eylemde bulunmadan hitap ediyorsunuz, neden? Çünkü İsrail hükümetinin sıkı ve katı bir yaklaşımı var. İsrail Başbakanı sorunla ilgili harekete geçmeye, barıştan bahsetmeye hatta Filistinlilerle müzakerelere bile hazır olmadığını yineledi.”
Sudan’daki durum hakkında da yorum yapan Ebu Gayt, “Sorunun Sudanlılar arasında çözümü, diyalog, muhalif güçlerin taleplerinin anlaşılması, istikrar ve Sudan ordusunda güvenlik ve istikrarın sağlanmasına ihtiyaç olduğunu” belirtti:
“Bu yönde bir eğilim olduğu konusunda iyimserim.”

 



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir