Irak’ta engellemede bulunan kesimlerin kenetlenmesi çoğunluğu endişelendiriyor

Mücadele siyasi rekabet çemberinden iradeleri kırmaya doğru ilerliyor.

Sadr Hareketi çoğunluğu ulusal alan olarak tanımlıyor. (AFP)
Sadr Hareketi çoğunluğu ulusal alan olarak tanımlıyor. (AFP)
TT

Irak’ta engellemede bulunan kesimlerin kenetlenmesi çoğunluğu endişelendiriyor

Sadr Hareketi çoğunluğu ulusal alan olarak tanımlıyor. (AFP)
Sadr Hareketi çoğunluğu ulusal alan olarak tanımlıyor. (AFP)

Hasan Fahs
Irak Parlamentosu’da 26 Mart'ta yeni cumhurbaşkanını seçme gündemi ile düzenlenen oturumun başarısız olmasının sonuçlarından birinin, Sadr Hareketi, Kürdistan Demokrat Partisi, Egemenlik Koalisyonu’ndan (Muhammed el-Halbusi’nin lideri olduğu Takaddum ‘İlerleyiş’ ve Hamis el-Hancar liderliğindeki Azm) oluşan Vatanı Kurtarma İttifakı güçlerinin önündeki kartların yeniden karılması olduğu söylenebilir.
Oturum, beklendiği gibi iktidar için mücadele eden ve Şii partileri temsil eden Koordinasyon Grubu ve müttefiki KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ile bir yanda Sünni bileşenden bazı güçler, diğer yanda Üçlü İttifak ya da Vatanı Kurtarma İttifakı arasında dağılan Iraklı siyasi güçlerin güç ve büyüklük gösterisine evrildi.
Irak siyasetinde İran nüfuzunu temsil eden veya en güçlü aracı olarak tanımlanan Nuri el-Maliki liderliğindeki Şii Koordinasyon Çerçevesi birliğini korumayı başardı. İttifakı oluşturan taraflardan bazıları, yönetime geri dönmenin ve Mukteda es-Sadr’ın bir sonraki hükümette kendilerine teklif ettiği payı kabul etmenin cazibesine direnebildiler. Bu kenetlenme ve birlik, herhangi bir bölünmeyi önlemek için sağlam ve kararlı bir duruş sergileyen İran iradesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yine bu kenetlenme ve birlik, Sadr, Halbusi ve Mesud Barzani üçlüsü liderliğindeki çoğunluk ittifakının cumhurbaşkanlığı seçimlerini gerçekleştirme, başbakanlık görevini üstlenmek ve yeni hükümeti kurmak için yeni bir ismi görevlendirme çabalarının başarısız olmasına yol açtı.
Her bir tarafın Koordinasyon Çerçevesi açısından engelleyici, Üçlü İttifak açısından dışlayıcı taleplere sımsıkı bağlı kalmasının ışığında, Şii Koordinasyon Çerçevesi Grubu ve müttefiklerinin savaşı Üçlü İttifak'ın sahasına veya arenasına taşımayı başardığı ve hesaplarını alt üst ettiği söylenebilir. Bu da aralarındaki mücadeleyi siyasi rekabet çemberinden, siyasi süreç, Irak'ın ve devlet kurumlarının geleceği pahasına bir iradeleri ‘kırma’ savaşına, felce uğratma veya bilinmezliğe doğru sertçe itme çemberine taşıdı.
Parlamento oturumunun başarısızlığının görünen nedeni ‘Kürt’ bileşen ve iki ana parti; Kürdistan Demokrat Partisi ile KYB ‘nin cumhurbaşkanlığı makamı için mücadelesi, Koordinasyon Çerçevesi’nin KYB’nin adayı Berhem Salih’i desteklemesidir. Ancak Koordinasyon Çerçevesi’nin bu pozisyonunun altında yatan asıl faktör, Kürt-Kürt çatışmasının ötesine geçerek başbakanlık makamı için Sadr Hareketi ile kendisi arasındaki şiddetli çekişmeyi gösteriyor. Parlamento oturumunun başarısız olmasını sağlamak Koordinasyon Çerçevesi’nin bir hedefi haline geldi. Zira Sadr'ın akrabası Cafer Sadr'ı başbakanlığa aday gösterme yoluna gitmesi Koordinasyon Çerçevesi’ninbir meydan okuma ile karşı karşıya bıraktı. Cafer Sadr’ın siyasal İslam'ın sistematik kurucusu olarak kabul edilen babası Seyyid Muhammed Bakır es-Sadr'ın merkeziyetine dayanan Koordinasyon Çerçevesi için temsil ettiği fikri, ideolojik ve siyasi sembolizm göz önüne alındığında grubun metodolojik mülahazalar nedeniyle Cafer Sadr’ı reddedemeyeceği görülüyor.
Siyasal İslam'ı temsil eden Şii Koordinasyon Çerçevesi Grubu, Cafer Sadr'ın adaylığını memnuniyetle karşılasa da bunu kabul etmek için bir koşul öne sürdü. O da Sadr’ın Üçlü İttifak’ın adayı olmak yerine Koordinasyon Çerçevesi ve Sadr Hareketi arasındaki bir uzlaşı ve anlaşmanın sonucunda başbakanlığa aday gösterilmesi. Bu nedenle, Üçlü Vatanı Kurtarma İttifakı tarafından deklare edildiğinde bu adaylığı reddettiğini doğrudan açıklaması zordu. Bu çıkmazdan çıkmak için de cumhurbaşkanlığı makamı üzerindeki Kürt-Kürt anlaşmazlığının, Koordinasyon Çerçevesi’nin Sadr Akımı ile konsensüs ve çoğunluk kavramları üzerine mücadelesinin devam ettiği bahanesiyle meclis oturumunun başarılı olmasını engellemeyi tercih etti.
Bu nedenle engellemenin devam etmesi, mevcut ittifakların yeniden düzenlenmesine kapı aralayabilir. İttifakların yeniden düzenlenmesi ise muhtemelen Üçlü İttifakın çıkarına olmayacaktır. Tam aksine, parlamentoyu feshetme ve erken seçim çağrısı seçeneğinden kurtulmak için Sadr Hareketi’nin ulusal alan olarak tanımladığı çoğunluk pahasına, engelleyici Koordinasyon Çerçevesi’nin tercihi ve konsensüs politikasına geri dönme eğilimi daha ağır basacaktır. Zira her iki taraf da parlamento feshedilirse, son seçimlerde elde ettikleri sandalyeleri elde edemeyeceklerini biliyorlar.
Koordinasyon Çerçevesi’nin arkasında duran, pozisyonlarını katılaştırmaya, saflarında herhangi bir gediğin açılmasını veya taraflarından birinin çoğunluk projesinin tarafına geçişini engellemeye çalışan İranlı oyuncunun bu rolünü karanlıkta tutmaya çalıştığına şüphe yok. Perde arkasından oynamayı ve çekişmeyi sanki iki Iraklı yaklaşım, iki yönelim veya iki vizyon arasındaki iradeler mücadelesiymiş gibi yönetmeyi tercih ediyor. Buna karşılık Koordinasyon Çerçevesi liderleri bu savaşın gizli boyutlarını açıklamaktan çekinmiyorlar. Bunun bir yanda İran, diğer yanda Türkiye ile müttefik Arap seçeneği arasındaki bölgesel bir çatışmanın ifadesi olduğunu söylüyorlar. Irak Parlamentosu Başkanı Muhammed Halbusi'nin İranlı mevkidaşı Muhammed Bakır Kalibaf'ın davetlisi olarak 27 Mart'ta Tahran'a yapmayı planladığı ziyaretin Bağdat ile Tahran’ın açıklamalarında öne sürdükleri çelişkili nedenlerle ertelenmesinin asıl sebebi de bu olabilir. Ertelemenin sebebi, büyük olasılıkla Tahran'ın ‘Şii Evi: Koordinasyon Çerçevesi ve Sadr Akımı’ güçlerinin yeni hükümetin kurulması ve başbakanının seçilmesi konusunda bir konsensüse varamamaları ışığında Halbusi'ye herhangi bir İran kalkanı sunma konusundaki isteksizliğidir. Bu, Tahran'ın Kürt lider Mesud Barzani ile uzlaşı çabalarının aksamasından Halbusi'yi kısmen sorumlu tutuyor olabileceğinin bir göstergesidir.
Bu gelişmelerin ve yansımaların belki de en belirgin sonucu, genel olarak Irak güçleri ve partileri, özelde ise siyasal İslam grubu, daha da özelde Şii bileşen içindeki krizi açıkça ortaya koymalarıdır. Muhalif olamadıklarını ve buna güçlerinin yetmediğini, siyasi ve toplumsal varlıklarının devamlılığının ister ellerinde tutarak, kontrol ederek ve tekillerine alarak ister aktif bir ortak olarak iktidar içindeki varlıklarına ve devamlılığına bağlı olduğunu açıkça göstermeleridir.
Görünen o ki tüm bileşenleri (bu genelleme haksız olabilir) ile bu güçlerin muhalefetten anladıkları ilk şey, siyasi hayattan tamamen dışlama yolunda karşı tarafı geçersiz kılma, marjinalleştirme ve tecrittir. Bu, zorba veya hakim ya da çoğunluk ve azınlık, bağlılık ve muhalefet temelinde iktidar devir teslim ilkesini benimseyen tarafların uygulamalarının kökleştirdiği ve pekiştirilmesine katkıda bulunduğu bir anlayıştır. Zira iki taraf da eski Baas rejimi ve Devlet Başkanı Saddam Hüseyin yönetimine muhalif oldukları dönemde benimsedikleri uygulamalardan yola çıkarak bu iki kavrama – bağlılık ve muhalefete- ulaşıyorlar.
Çeşitli kurucu bağlantılarıyla bu güçler ve partiler tarafından yürütülen muhalefet, askeri boyutun siyasi hatta sosyal boyutlara göre maksimize edilmesine dayanıyordu. Sünni muhalefetin çabaları, ordu içinden Baas rejimine karşı tekrarlanan askeri darbe hazırlıklarına odaklanıyordu. Kürt muhalefetin çabaları, öz yönetimin tanınmasını sağlamak için rejim ve ordusuyla savaşı benimsemişti. Ana spektrumları (Dava Partisi, Irak İslam Devrimi Yüksek Kurulu'nun askeri kanadı olan Bedir Tugayı) ile Şii bileşeninin muhalefeti ise dışarıdan, yani Irak’ın sığındığı komşularından, özellikle de İran’dan içeriye yönelik askeri eylemlerle sınırlı kaldı. Bu eylemlerin amacı, içeriden bir darbe hazırlamayı düşünmeye olanak tanıyacak şekilde güvenlik sistemine sızılamadığı ve bunda aciz kalındığı için rejimin liderlerini hedef alarak tasfiye etmekti.  Dolayısıyla halen aşiret devleti fikrinin ötesine geçemeyen Kürt deneyiminin kısmi başarısı dışında bu muhalefetin ideolojik vizyonuyla uyumlu ve iktidara geldikten sonraki aşamanın meydan okumalarına cevap veren bir devlet anlayışı inşa edemediği söylenebilir.



Hizbullah'a "çağrı cihazı" operasyonunun detayları ortaya çıktı

Hizbullah destekçileri, çağrı cihazlarının patlatılmasıyla öldürülenler için dün cenaze töreni düzenlemişti (AFP)
Hizbullah destekçileri, çağrı cihazlarının patlatılmasıyla öldürülenler için dün cenaze töreni düzenlemişti (AFP)
TT

Hizbullah'a "çağrı cihazı" operasyonunun detayları ortaya çıktı

Hizbullah destekçileri, çağrı cihazlarının patlatılmasıyla öldürülenler için dün cenaze töreni düzenlemişti (AFP)
Hizbullah destekçileri, çağrı cihazlarının patlatılmasıyla öldürülenler için dün cenaze töreni düzenlemişti (AFP)

Lübnan'da Hizbullah'ın çağrı cihazlarının ardından telsiz, radyo ve güneş enerjisi panellerinin patlatılmasıyla bölge topyekun savaşa doğru sürükleniyor. 

17 Eylül'de Hizbullah'ın kullandığı çağrı cihazlarında eş zamanlı patlamalar yaşanmış, ikisi çocuk 12 kişi hayatını kaybetmiş, 2 bin 800 kişi de yaralanmıştı. 

Dün de ülkedeki telsiz, radyo ve güneş enerji sistemlerinde patlama gerçekleşti. En az 20 kişinin öldüğü, 450'den fazla kişinin de yaralandığı bildiriliyor. Lübnanlı yetkililer, olaydan İsrail'i sorumlu tutarken Tel Aviv'den henüz açıklama gelmedi.

Diğer yandan saldırıyla ilgili bilgiye sahip olan fakat adlarının gizli tutulmasını isteyen kaynaklar, Amerikan gazetesi New York Times'a (NYT) operasyonun ardında İsrail'in olduğunu doğruluyor. 

Mossad'ın BAC Consulting adlı bir paravan şirket kurduğu ve çağrı cihazlarını bubi tuzağına dönüştürerek Lübnan'a soktuğu iddia ediliyor. Macaristan merkezli bu paravan şirket, kağıt üstünde Tayvanlı Gold Apollo firması adına çağrı cihazı üretiyor. Kimliklerinin açıklanmasını istemeyen İsrailli istihbaratçılar, buna ek olarak operasyonda en az iki paravan şirket daha oluşturulduğunu belirtiyor. 

Kaynaklar, AR-924 model numaralı cihazların bataryalarına patlayıcı bir madde olan pentaeritritol tetranitrat (PENT) yerleştirildiğini ve bunların 2022 yazında Lübnan'a gönderildiğini ifade ediyor.

Hizbullah, İsrail istihbaratı tarafından takip edilmemek için cep telefonlarını bırakıp çağrı cihazı kullanmaya başlamıştı. Kaynaklar, bu kararın ardından milyonlarca dolarlık yatırımla üretimin artırıldığını ve Lübnan'a bubi tuzağı haline getirilmiş binlerce cihaz sokulduğunu söylüyor.

Öte yandan ikinci dalga saldırıda telsiz ve güneş enerji panellerinin nasıl patlatıldığı henüz bilinmiyor.

NYT'nin patlayan telsizlerin görüntülerinden yola çıkarak yaptığı analizde, bunların çağrı cihazlarından daha ağır ve büyük olduğuna, bu yüzden daha fazla hasar yarattığına işaret ediliyor. 

Ayrıca telsizlerin patlamasıyla daha büyük yangınlar çıktığına, bunun da çağrı cihazlarına kıyasla telsizlere daha fazla patlayıcı yerleştirilmiş olabileceğini gösterdiğine dikkat çekiliyor.

Lübnan'ın açıkladığı rakamlara göre telsizlerin patlatılmasıyla en az 71 ev ve dükkanla 18 sivil araç ve motosiklet yandı. 

Telsizlerden bazılarında Japon firması Icom'un amblemi görülüyor. Ancak şirket, IC-V82 model numaralı telsizlerin ve bunlarda kullanılan bataryaların üretiminin neredeyse 10 yıl önce durdurulduğunu belirtiyor. Patlayıcıların bu cihazlara nasıl yerleştirildiğiyse henüz netleştirilemedi. Icom, bu telsizlerin sahte olabileceğini öne sürüyor.

Lübnan medyasındaki haberlerde, saldırıda en az iki güneş enerjisi panelinin de alev aldığı bildiriliyor. Saldırılarda çıkan küçük çaplı yangınların söndürüldüğü bildirilirken, patlamada bir kız çocuğunun yaralandığı aktarılıyor. Ancak bu panellerin infilak ettirilen diğer cihazların etkisiyle mi alev aldığı yoksa uzaktan kumandayla mı patlatıldığı belli değil. 

Amerikan düşünce kuruluşu Soufan Center'dan Clara Broekaert, CNN'e açıklamasında saldırı dalgasının Lübnan halkının psikolojisini olumsuz etkilediğini ve Hizbullah üzerinde misilleme baskısı oluşturduğuna dikkat çekerek şunları söylüyor:

Saldırılarda günlük hayatın böylesine korkunç, beklenmedik ve geniş ölçekte kesintiye uğratılması, misilleme yapılmasına yönelik ekstra bir baskı yaratacaktır diye düşünüyorum. İnsanlar yaşananların hesabının sorulduğunu görmek istiyor.

Üst üste gelen saldırıların ardından dün Hizbullah, İsrail sınırındaki el-Merc bölgesine füze fırlattı. İkisi ağır 8 İsraillinin yaralandığı bildirilirken, bu kişilerin sivil veya asker olduğuna ilişkin bilgi paylaşılmadı.

Independent Türkçe, Times of Israel, New York Time, Japan Times, CNN, France 24