ABD’nin Libya'da istikrara ulaşmak için ‘on yıllık’ planı

ABD’nin planını memnuniyetle karşılayan Başağa başarmak için işbirliği sözü verirken, geri kalan yerel partilerin tutumu bekleniyor.

Libya Başbakanı Fethi Başağa, ABD’nin ‘on yıllık’ planını memnuniyetle karşıladı ve içeriğine uyma söz verdi (Reuters)
Libya Başbakanı Fethi Başağa, ABD’nin ‘on yıllık’ planını memnuniyetle karşıladı ve içeriğine uyma söz verdi (Reuters)
TT

ABD’nin Libya'da istikrara ulaşmak için ‘on yıllık’ planı

Libya Başbakanı Fethi Başağa, ABD’nin ‘on yıllık’ planını memnuniyetle karşıladı ve içeriğine uyma söz verdi (Reuters)
Libya Başbakanı Fethi Başağa, ABD’nin ‘on yıllık’ planını memnuniyetle karşıladı ve içeriğine uyma söz verdi (Reuters)

Zayed Hediyye
ABD, Libya dosyasına olan ilgisini son dönemde belirgin bir şekilde artırdı. Bunu da iktidar için rekabet eden iki hükümet arasında yeni bir bölünmenin eşiğinde duran ülkedeki mevcut siyasi krizi çözmek için birçok teklifle ifade etti. ABD, bu ilgisini ifadeye petrol gelirlerini yönetme teklifiyle başladı ve devamı geldi. Libya'nın yıllardır ulaşamadığı istikrara kavuşmak için ‘on yıllık’ bir plan önerisinde bulunması teklifi ise ülkede yeni bir tartışma yarattı.
Washington, on yıllık planının ayrıntılarını ya da aşamalarının doğasını şu ana kadar açıklamamış olsa da Libya'nın yeni Başbakanı Fethi Başağa bu teklifi memnuniyetle karşıladı. İçeriğine bağlı kalacağına söz verdi. Öte yandan, farklılıkları çözmek için herhangi bir proje üzerinde nadiren anlaşmaya varan diğer tarafların konumu ise bekleniyor.

10 yıllık plan
ABD'nin Trablus Büyükelçisi ve Özel Temsilcisi Richard Norland, ayrıntıları açıklanmayan ve bütün bir ülkeyi kapsayan, ABD’nin Libya'da ve birçok başka ülkede istikrarı destekleyecek 10 yıllık bir plan aracılığıyla Libya'da tarafların uzlaşması için çalıştığını duyurdu. Norland, "ABD, Libyalılara karşı sorumlu, seçilmiş bir hükümet altında yeniden birleşme istiyor" dedi. ABD Büyükelçisi, ülkesinin önerdiği 10 yıllık stratejinin, mevcut aşamanın ötesine geçen ve Libya'da sürdürülebilir istikrarı sağlamaya çalışan bir ABD taahhüdünü gösterdiğine işaret etti.
Büyükelçi’nin açıklaması, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in Washington'ın, Libya ve diğer ülkelerdeki çatışmaları önlemek için ‘10 yıllık bir strateji’ uygulamaya hazırlandığını açıklamasından günler sonra geldi. Blinken, resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Ortaklarımızla birlikte, çatışmaları önlemek ve istikrarı teşvik etmek için 10 yıllık strateji uygulayacağız. ABD, Haiti, Libya, Mozambik, Papua Yeni Gine ve Batı Afrika kıyılarında istikrar oluşturmak için ortak hükümetler, işletmeler ve sivil toplumla birlikte çalışacak” ifadelerini kullandı.

Başağa’nın memnuniyet duyması
Parlamento tarafından Başbakan olarak görevlendirilen Fethi Başağa, Libya çatışmasını sona erdirmeyi hedefleyen ABD projesine ilk tepki veren isim oldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, Başağa, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Libya'da ve benzer çatışmalar yaşayan birçok ülkede istikrarı desteklemek için açıkladığı stratejiyi memnuniyetle karşıladı. Başağa, ‘Libya halkının yerel ve bölgede istikrarı desteklemek için ABD Dışişleri Bakanlığı ile çalışma fırsatını memnuniyetle karşıladığını’ ifade etti. Libya'nın ‘dostları ve komşuları için barış ve refahta bir ortak olacağını’ vurguladı.

Eylem beklenirken
Siyasi bir analist olan İzzeddin Akil, ABD’nin girişimi hakkında yorumda bulunurken, “Libyalılar ABD'den söz değil eylem bekliyor, çünkü ABD hegemonya empoze etme davranışından ve çıkarlarından başka bir şey bilmeyen bir ülke. Libya dosyası, üzerinde birkaç tarafın boğuştuğu ve Washington'un ülkeyi bir ondalık veya yüzdelik tekeline almasına izin vermeyecek bir uluslararası anlaşmazlıklar arenasına dönüştü” dedi. Blinken ve Norland'ın tweetlerinin, Washington'un Libya üzerinde 10 yıl çalışmayı planladığı anlamına geldiğine işaret eden Akil, “Bu da kaosun devam edeceği, tahakküm ve müdahalenin tahmin edilenden daha uzun süre devam edeceği anlamına geliyor. Bu strateji sadece Libya ile değil, birkaç ülke ile yürütülecek. Bu, genel hegemonik bir siyasi eğilim olduğu ve Blinken'in bahsettiği ülkelerdeki diğer uluslararası çıkarlarla kaçınılmaz olarak çatışacağı anlamına gelir” dedi.

Ayrılıkçılığı teşvik etme
Libya Ulusal Güvenlik Danışmanı İbrahim Buşnaf, Libya'daki geçiş aşamalarının süresinin uzunluğunun ayrılıkçı eğilimleri teşvik edeceğinden ve Libya'nın parçalanmasına ve birliğinin dağılmasına doğru ilerleyeceğinden duyduğu endişeyi dile getirdi. Buşnaf, ‘seçim sürecini tamamlayan bir mini yetkiler hükümetinin kurulmasının, ülkedeki çatışan iki hükümeti gölgede bırakan kota hükümetlerinden daha iyi olduğunu’ vurguladı. Buşnaf, bir an önce gerçekleşmesi gereken çözüm için uluslararası fikir birliğini gerekli kılan Libya dosyasına uluslararası müdahalenin boyutu ve etkisini eleştirdi.

Ukrayna savaşının yansımaları
Öte yandan Libyalı gazeteci Ömer el-Ceruşi, Washington'un Libya dosyasına artan ilgisi ve şimdi öne sürdüğü teklifler dizisini, Libya dosyasında ABD ile Avrupa kıtasındaki müttefikleri ve Rusya arasında Libya sorunu da dahil olmak üzere birçok uluslararası konuda Batı ile farklılıklarını derinleştirecek olan Ukrayna'daki Rus savaşının yansımalarından biri olarak kaçınılmaz bir şekilde yaklaşan bir hegemonya çatışmasının başlangıcı olarak nitelendirdi. Ceruşi, “ABD yönetiminin son birkaç yıldır Libya'ya olan dikkat çekici ilgisi, Washington'un, Moskova'nın yıllardır peşinde olduğu Libya'daki hedeflerine ulaşmasını engellemeye yönelik proaktif bir hareketidir. Suriye gibi başka alanlarda da iki taraf arasında siyasi bir tartışmanın başlangıcı olmasını bekliyorum. Washington tarafından açıklanan 10 yıllık stratejinin, özellikle Birleşmiş Milletler'in (BM) beklendiği gibi Trablus'taki misyonu aracılığıyla bunu benimsemesi halinde, Libya krizi bağlamında temel değişiklikler getireceğini umuyorum. Bu, Amerikan planıyla çatışabilecek yerel tarafları zor durumda bırakacak ve isteksizce kabul etmekten başka bir şeylerinin olacağını sanmıyorum” dedi.

Suçlular cezasız kalmaya devam ediyor
Öte yandan BM uzmanları Libya'daki yaygın olan suçluların cezadan kurtulması kültürünü barışa ulaşmak, demokratik yolu ilerletmek ve ülkenin çeşitli bölgelerinde adil seçimler yapmakla ilişkilendirdi. BM müfettişleri, ‘ülkenin barış ve demokrasiye geçişini engelleyen bir cezasızlık kültürünün yayılması sırasında, insanlığa karşı olası suçları da içeren Libya'nın birçok yerinde ciddi insan hakları ihlallerinin devam etmesine’ vurgu yaptılar.
Bu, Libya'daki bağımsız bilgi toplama misyonunun Uluslararası İnsan Hakları Konseyi'ne sunulan ara ve ek raporunda belirtildi. Gerçekleri Araştırma Heyeti, geçtiğimiz Kasım ayından Mart ayına kadar olan dönemi kapsayan raporda, ‘çok sayıda ve yaygın ihlallerin seçim sürecinin bütünlüğünü ve demokrasiye doğru ilerleme çabalarını tehdit ettiği’ konusunda uyardı. BM Heyeti Muhammed Uccar (Aoujjar), yaptığı basın açıklamasında, “Bu ihlaller sona ermeden barış olmayacak ve suçluların cezasız kalması sona ermeden demokrasi olmayacak" dedi.

Kapsamlı ihlaller
Üç üyeden oluşan misyon, ‘aktivistlerin sindirilmesi ve taciz edilmesine, avukatlara ve hakimlere yönelik saldırılara ve göçmenler, kadınlar ve tutuklular gibi savunmasız gruplara yönelik toplu suiistimallere’ dikkati çekti. Uccar’a göre misyonun geçtiğimiz Ekim ayında yayınlanan ilk raporunda, ‘Libya hapishanelerinde öldürme, işkence, hapis, tecavüz ve zorla adam kaçırma eylemlerinin insanlığa karşı suç teşkil ettiği’ sonucuna varıldı. Muhammed Uccar, “O zamandan beri, Libya'da tutuklulara yönelik insan hakları ihlallerinin yaygın veya sistematik ya da her ikisinin birden olduğuna dair daha fazla kanıt ortaya çıkardık” dedi.
Bağımsız BM Misyonu’nun Başkanı, "BM İnsan Hakları Konseyi tarafından 2020 yılının Haziran ayında kurulan Gerçekleri Araştırma Misyonu, ülkedeki siyasi gelişmeler hakkında yorum yapmayacak. Ancak, özellikle Libya'nın barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne geçişi engelleyebilecek ihlaller ve suçlara odaklandı" dedi. Uccar, "Bize göre Libya'nın farklı yerlerinde hüküm süren cezasızlık kültürü bu dönüşümü engelliyor" şeklinde konuştu.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.