Lübnan: Parlamento seçimlerinde aday listesi 100’ü aştı

Adaylar seçmenleri sandığa çekme sorumluluğu taşıyor  

Parlamento seçimlerindeki aday listeleri 100’ü aştı. (Lübnan haber ajansı)  
Parlamento seçimlerindeki aday listeleri 100’ü aştı. (Lübnan haber ajansı)  
TT

Lübnan: Parlamento seçimlerinde aday listesi 100’ü aştı

Parlamento seçimlerindeki aday listeleri 100’ü aştı. (Lübnan haber ajansı)  
Parlamento seçimlerindeki aday listeleri 100’ü aştı. (Lübnan haber ajansı)  

Lübnan'da yaklaşan parlamento seçimleri öncesi aday listelerinde önemli bir artış yaşanması dikkati çekti. İçişleri Bakanlığı’na bağlı seçim kuruluna şu ana kadar 103 ‘aday listesi’ ile başvuru gerçekleşti. Bir önceki seçimde 77 aday listesi bulunmaktaydı. Veriler incelendiğinde, Beyrut’un Sünni seçmenin ağırlıklı olduğu ikinci seçim bölgesinde, Daniye, Munye, Akkar, Sayda ve Trablus’taki aday listelerinde artış olduğu görüldü. Ayrıca Devrim ve Değişim Güçleri’nin ortak adaylar üzerinde uzlaşamaması da ‘aday listelerindeki’ artış üzerinde etkili oldu.  
Beyrut İkinci Seçim Bölgesi, Akkar, Trablus ve Sayda’daki ‘aday listelerindeki artışın’ başlıca sebeplerinden biri olarak, Müstakbel Hareketi Başkanı Saad Hariri’nin seçimleri boykot kararı alması gösteriliyor. Müstakbel Hareketi ve Hariri, Sünni seçmen nezdinde adeta rakipsiz sayılmaktaydı. Hariri’nin kararının ardından, Başbakan Necib Mikati ve eski başbakanlar Temmam Selam ve Fuad Sinyora da seçimlerde aday olmama kararı aldı. Ancak, Mikati, Selam ve Sinyora, özellikle Beyrut bölgesinde seçime girecek Sünni adayları belirlemede aktif rol üstlenmiş durumda.  
Başbakan Necib Mikati seçimlerde aday olmasa da Trablus’ta Kerim Kabbara başkanlığında oluşturulan liste ile Akkar’da Azm Hareketi başkanı Heysem İzzeddin tarafından oluşturulan ‘milletvekili aday listesini’ desteklediğini gizlemiyor. Eski Başbakan Saad Hariri’ye yakın kaynaklar, Hariri’nin Müstakbel Hareketi liderlerini tek tek aradığını ve kendilerinden tarafsız kalarak, ‘aday listelerine’ müdahil olmamalarını istediğini bildirdi. Hariri, daha önce aldığı boykot kararının delinmesine ses çıkarmasa da Mavi Akım’ın (Müstakbel Hareketi) seçim mekanizması içinde doğrudan yer almasına karşı çıkmaya devam ediyor.  
Sünni ağırlıklı ilçelerdeki ‘aday listelerinin çokluğu’ bazıları tarafından demokratik rekabet çerçevesinde yorumlansa da buna karşı çıkanlar, Sünni seçmenin oylarının bölüneceğini ve bunun rakiplere yarayacağını savunuyor. Sünni adayların büyük çoğunluğunun, İran ve Suriye destekli ‘Direniş Ekseni’ karşıtı söylemleri benimsediği görülüyor. Müstakbel Hareketi ve Saad Hariri’nin seçimlere katılmayacak olmasının, Sünni oyların temsil gücüne olumsuz bir etki yapacağına kesin gözüyle bakılıyor. Müstakbel Hareketi’nin seçimlere katılmama kararı, bu boşluğu doldurma iddiasında olan birçok maceraperestin de aday olmasına olanak sağladı. Böylelikle Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın, Hizbullah’ın desteğiyle, Sünnileri siyaset sahnesinde daha da etkisiz kılma girişimleri karşılık bulacak gibi görülüyor. Nitekim Avn, parlamentonun Hariri’nin hükümet kurması yönündeki kararını veto ederek bu arzusunu gün yüzüne çıkarmıştı.
Öte yandan şu önemli sorunun cevabı merak ediliyor. Sünni seçim bölgelerindeki adayların çokluğu Sünnilerin seçime katılım oranlarını olumlu yönde etkileyebilir mi? Son seçim anketlerine göre, Sünniler bu adaylar arası bölünmeden ötürü seçimlere katılma noktasında isteksizlik sergiliyor. Bazıları bu anket sonuçlarının ‘yönlendirme’ içerdiğini savunarak, sonuçlarına şüpheyle yaklaşıyor. Sünnilerin siyaset sahnesinden dışlanmamak adına daha önce olmadığı kadar seçimlere rağbet göstereceğini iddia ediyorlar. Böylelikle yönetim denkleminde onlara yer olmadığını düşünenlere bir ders verme fırsatları olduğu düşünülüyor. Bu nedenle ‘seçim düellosunda Sünni referansların bulunmamasının yarattığı boşluğu doldurmak, aday sayısını artırmakla değil, seçmenleri toplu oy kullanmaya teşvik etmekle olacaktır’ diyorlar.
Sünni seçim bölgelerinde aday olanlar doğrudan Hariri’nin yerini alma niyetleri olduğunu göstermeyerek, seçim çalışmalarını Hizbullah öncülüğündeki mevcut yönetim karşıtlığına dayandırıyor. Mevcut siyasi denklemin değişmesini isteyen Sünni seçmenlerin, 15 Mayıs’ta seçimlere geniş katılım sağlamasını umuyorlar. Öte yandan bazı taraflar, belki de Ramazan ayının etkisiyle, Sünni seçmenlerde yeni adaylara yönelik henüz bir coşku gözlemlemediklerini, onlarında tıpkı diğer Lübnanlılar gibi ekmek derdine düşmüş durumda olabileceğini ifade ediyorlar.
Öte yandan Şii İkili (Hizbullah ve Emel), Baalbek-Hermel ve güney bölgelerinde, birbirine karşı aday olan Sünnilerin bölünmüşlüğü nedeniyle, seçim sonuçlarını şimdiden garantiledikleri için durumdan memnun görünüyorlar. Güneyde Devrim ve Değişim Güçleri ile sol tandanslı partiler arasında, her iki tarafta Hizbullah’a karşı olsa da bir uzlaşı sağlanamadı. Sünni seçmenler de birbirine karşı güçlü adaylar öne sürerek oyların bölünmesine neden oldu. Hizbullah, Şii seçmenin olmadığı bölgelerde de aktif bir şekilde seçim çalışması yürütüyor. Kendi adayının olmadığı bölgelerde, müttefiki olan Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtseverler Hareketi’ni (ÖYH) destekliyor. Cumhurbaşkanı Mişel Avn’da tarafsızlığını bir yana bırakarak, eski Milletvekili Emel Ebu Zeyd’i, adaylıktan çekilerek Cezin-Sayda bölgesinde ÖYH’nin adayı Ziyad Esved’i desteklemesi yönünde ikna etti.



Lübnan’da federalizmi savunanlarla karşı çıkanlar arasındaki tartışma yeniden başladı

Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)
Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)
TT

Lübnan’da federalizmi savunanlarla karşı çıkanlar arasındaki tartışma yeniden başladı

Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)
Lübnan'da federalizm önerisinin nedenleri arasında Hizbullah'ın silahları da yer alıyor. Bir askeri geçit töreni sırasında silahlarıyla görülen Hizbullah üyeleri (DPA)

Lübnan’da bir yılı aşkın bir süredir günlük hayatta federalizmden bahsetmek artık alışılagelmiş bir durum haline gelirken ister savunsunlar ister karşı çıksın federalizm hakkındaki tartışmaya katılanların çoğu başka bir konuyu; tanımı olmayan, ancak bölücülükle ilişkilendirilen her zamanki ünlü ‘komployu’ da tartışıyorlar.

Lübnan'daki diğer siyasi grupların aksine federalistler için iki durum söz konusu. Bunlardan biri, Lübnan'ın merkezi yapısında her kademede kendi gözlerimizle gördüğümüz derin ve yapısal bozulmanın olduğunu söylemeleri, diğeri ise ölen bir yapının tıpkı ölülere yapıldığı gibi defnedilmesi gerektiğini savunmaları.

Ancak federalizmi savunanları eleştirenler, birkaç istisna dışında bir cesetle yaşamaktan rahatsızlık duymuyor gibiler. Bu yüzden ölümü ve bozulmayı inkar ettiklerini görüyoruz. Vatana ve birliğine adeta tapan ve onu insandan, iradesinden ve hürriyetinden üstün tutanlar, 19. yüzyıl marşlarını tekrarlayanlar, geçmişi en iyi gelecek olarak gören nostaljik insanlar, mevcut yapıyı yeniden gözden geçirmenin kendilerini düşmanları karşısında yalnızlaştıracağından korkan acizler ve boyun eğenler, parmağını bile kıpırdatmayanlar, sanrılara kapılıp gidenler ve sonuçları sistemin yapısında, ekonomisinde ya da kültüründe ele almanın sebepleri ortadan kaldırabileceğini savunanlar da bu kategoride yer alıyorlar. Fakat hepsine göre kötü niyetliler aynı saftalar ve masumların benimsediği inkar politikasından da yalnızca onlar yararlanıyorlar. Bu kötü insanlar, iki yönlü bir dil kullanıyorlar. Bu dillerden biri Lübnan'ı koruduklarına dair kullandıkları dil, diğeri Lübnan'ı tamamen bir hendeğe çevirecek üstü kapalı dil. Bu onlar için aynı zamanda o bizi korusun, biz de onu koruyalım diye bu açık hendeğin üstünü örten ‘birlik’ şemsiyesinin genişletilmesini gerektiren bir görevdir.

Sahte birlik

Gerçekte Lübnanlıların çile çektikleri bu sahte birlik, Ortadoğu'da farklı isimler ve adreslerle bildiğimiz bir birliktir ve Lübnanlılara özel bir durum değildir. Burada ‘kader düşmanına’ karşı vatanseverlik, milliyetçilik ve birlik sloganlarıyla yaşatılan otoriter merkeziyetçilik, nüfusun geniş kesimlerinin sıkıntıları ve üzerlerindeki baskı gözler önüne serildi. Irak’ın Halepçe’si ile Suriye’nin Duma’sı arasında, baskı ve zorluk açıkça soykırıma varan biçimler aldı.

Bunun alternatifine ya federalizm dedik ya da başka bir isim verdik. Fakat kesin olan bir şey var ki, Lübnan halkının daha düşük maliyetlerle ve daha özgür bir şekilde kendini yeniden canlandırabileceği bir alternatif düşünmeliyiz. Burada yanlış bir şey yok, hepimizin bildiği bazı şeylerin hızlı bir şekilde toparlanmasıyla birlikte, bu da çöküşün devam etmesinin Lübnan ‘halklarının’ birliği için mevcut tek ufuk olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hepimizin bildiği bazı şeylerin hızlı bir şekilde toparlanması gerekiyor. Bunun da Lübnan’daki ekonomik çöküşün devam etmesinin ülkedeki ‘halkların’ birliği için mevcut tek çözüm olduğu açıkça görülüyor. Devlet güçsüzleşti. Bölgeler birbirinden uzak ve farklı hale geldi. Suç cezasız kalmaya başladı. 14 Şubat 2005 tarihinde Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri´nin Beyrut'ta hayatını kaybettiği bombalı saldırı ve Beyrut limanı patlaması olaylarıyla ilgili soruşturmalar yapılamıyor ve davalar görülmüyor. Yasadışı silahlar ülkeyi etkin bir şekilde yönetmeye ve ülkeyi halkın iradesinin hiçe sayıldığı durumlara sürüklemeye devam ediyor. Yolsuzluk ve ekonomik felaket, merkezi mezhepsel kotalar ve yasadışı silahların desteğiyle sürüyor. Lübnan’da kapsamlı ve kurtarıcı bir vatanseverlik yaratmaya yönelik umutları yeşerten sonra girişim 2019 yılında başarısız olurken, Lübnan’a ve hatta bölgeye uluslararası ilginin olmaması, ‘Lübnan’ın dirilişi’ söylemi üzerindeki umutsuzluğa yeni bir neden daha ekledi.

xsef
Beyrut limanındaki patlama, Lübnan’dan göç eden Hristiyanların sayısını yukarıya çekti. Beyrut limanında 4 Ağustos 2020'de meydana gelen patlama sonucu yanan bir gemi (AFP)

Dahası, yukarıda belirtilenlerin yanında başka olgular da ülkenin çeşitli kesimleri arasında tıpkı bugün olduğu gibi modern tarihinin tüm önemli dönüm noktalarında yaşanan derin bir anlaşmazlıktan kaynaklanıyor. Lübnan’da Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve Fransız Mandası'nın kurulmasından Hizbullah'ın direnişine ve aralarında 1920'de ‘Büyük Lübnan’ın kurulmasına, 1943’te bağımsızlığını ilan etmesinden, 1958 Lübnan krizine ve Filistin direniş örgütlerinin silahları konusundaki anlaşmazlığa ve ardından 1975 iç savaşı, işgaller ve Refik Hariri suikastına kadar tüm bu büyük olayların her biri için en az iki yorum, iki hatıra ve iki sonuç vardır.

Eski Cumhurbaşkanı Şarl Helu’nun iktidarının ortalarına kadar uzanan yüksek fiyatlara rağmen istikrar ve uyumun olduğu 1960’lardaki (Fuad Şehab’a atıfla) Şehebçı yıllarda ise Mısır’ın eski Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın dış politikasından vazgeçmekten, 1964 seçimlerinde, Camille Chamoun'un 1957 yılında önde gelen Müslüman liderlerden bazılarını devirdiği seçimlerde yaşanana benzer şekilde Camille Chamoun ve Raymond Eddeh gibi önde gelen Maruni liderlerden bazılarını devirmeye kadar, gazeteci Kamel Mrowa suikastına göz yumulmasından ‘İkinci Büro’nun (Şehab tarafından kurulan ve orduya bağlı olan istihbarat servisi) bazı kamusal ve özel özgürlükleri kısıtlamasına kadar birçok olguya tanık olundu ve sonunda Şehabçılık, tabutuna son çiviyi çakan Filistin direnişinin yükselişiyle cezalandırıldı.

Bu büyüklükteki, bu derinlikteki ve bu süre zarfındaki tartışma, zenginliğin kaynağı olan bir çoğulculuk değil, çok kanlı bilançosuyla amansız bir mücadele ve sonu gelmeyen savaşların kaynağı oldu. En nihayetinde halk, herhangi bir grubu, koşulları ve gelecek vizyonu hakkında görüşlerini ifade etme hakkına sahiptir. İki kişinin kavga ettiğini görenlerin onları birbirinden az da olsa uzaklaştırmaya çalışmaları gayet doğal ve normal bir davranıştır.

Bununla birlikte federalizme karşı olanlar, amaçlarına hizmet eden bir şey yapmış olsalardı, yani Şiiler Hizbullah'a karşı sağlam bir blok oluştursalardı ya da Sünniler Hizbullah'a karşı sağlam ve kapsamlı tutumlar sergileselerdi, federalizmin Hıristiyanlar üzerindeki baskısını sınırlayabilirlerdi. Fakat hiçbiri yapılmadı. Bu yüzden kadının tacize uğradığı ve sadece ona karşı ısrarla kullanılan ‘Mutlu yuvayı mahvediyorsun!’ çığlıklarının daha yüksek olduğu zorlayıcı bir evliliğe daha yakın bir yerde duruyoruz.

Kasıtlı ruminasyon (zihinde tekrarlanan olumsuz düşünceler) ve kapalı kimlik

Geriye bu satırların ölü bir birliğin kırılmasını ifade eden, ancak geliştirdiği stratejiler ve taşıdığı değerlerle ve dolayısıyla başkalarından önce kendilerine açtıkları imkanlarla bu birliğin bozulduğunu söyleyenleri mazur göstermeyen durağanlığın terk edilmesi kalıyor. Bu birlikten merkezi sistemle ayrılma çağrısı anlaşılır ve haklı bir çağrıdır. Bu çağrıya, özgürlüklerin ve çoğulculuğun korunduğu bir vatan inşa edemediğimizi kabul etmekten kaynaklanan bir acı duygusu eşlik ediyor. Bu yüzden mesele, bir zaferden ve birçok sorumluluğun bulunduğu üniter gerçekliğin bloke edilmesinin ve parçalanmasının dikte ettiği bir zorunluluktan daha pratik hale geliyor.

Fakat bu birliğin bozulmasının gerektiğini kabul etmek, meseleleri basitleştirmekten çok daha karmaşık bir durum. Bu birliğin imkansız bir çözüm haline geldiğini söylemek de önerilen alternatifin pratik bir çözüm demek değildir.

Öncelikle federalizmle konuyu takip edenlerin bildiği temel bir açıklama yapılması gerekiyor. Federalizm, tek başına dış politika ve savunma politikalarıyla ilgili Lübnan-Lübnan çatışmalarının köküne inemez. Federalizm önerisini düzeltici yapan tarafsızlık ilkesiyle ilişkilendiren de budur. Federalistler ya da en azından bazıları, bunun farkında olarak iki talebi şu ya da bu şekilde tek bir çağrıda birleştirirler.

Öte yandan federalizmin anlaşmazlık durumları için olduğu şeklindeki rahat ve doğru söylemle küçük düşürülmeyen Lübnan'daki bölünmüşlüğün aşılması üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olmaya devam edecek. Bunun nedeni, örneğin, Bosna'daki parçalanmayı zorlukla kontrol etmeye ve onu federal olarak yeniden ayağa kaldırmaya yönelik Washington ve Dayton anlaşmalarının formülünün, Lübnan karşısında çok zayıf ve çaresiz kalmasıdır.

Diğer taraftan federal proje önerileri, Lübnanlıları belli bir mezhebe mensup olarak doğdukları ve alt kültürlerini taşıdıkları için otomatik olarak eşit olarak gördüğü sürece bu projelerin temelini oluşturan felsefeye dair haklı endişeler uyandırıyor. Yani bir mezhebe mensup olmak ve bu mezhebin kültürünü taşımak istemeyenlerin varlığını asla hesaba katmıyor. Bunun da ötesinde burada önceden belirlenmiş olan, bireylerin özgür seçimlerinin her şeyi geçersiz kılmasıdır. Bunun özgürlük, liberalizm ya da ilerleme olarak tarif edilmesi zor olan tehlikeli bir görüş olduğuna şüphe yok. Federal yapıların, ötekileştiren mezhepçi kimlikleri ifade ettikleri sürece bu kimliklerin mezheplerin reddettiği liberal ve laik politikaları benimseyebilecekleri de şüpheli.

Bunun yanında Federal yapının, kendi içindeki mezhepçi ve bölgesel çatışmalardan muaf olmadığını söyleyen şantajcı ruhani yapıdan uzakta böyle bir olasılık, şantajcı ruhani yapıdan arındırılarak ciddi bir şekilde ele alınmalı.

Bu endişelerin ifade edilmesinin amacı insanların umutsuzluğa kapılması ve cesaretlerinin kırılması değil, daha çok kapalı kimlik şeytanlarının salıverilmesi tehlikesine karşı uyarmaktır. Bu uyarının bir başka gerekçesi daha var. Hiçbir federalizm savunucusu, büyük olasılıkla şiddet aracılığıyla ve şiddetin kendi içinde nefret uyandıran bir şey olduğu yanılgısına kapılıp her ikisini birden başarmak şöyle dursun ya federalizmi ya da tarafsızlığı elde edeceğini bile düşünmez. Burada esneklik yerine, nesnel koşulların olmayışını, iradeciliğe ve onun çizdiği kimlik folkloruna abartılı bir bağlılıkla telafi etme yanılgısına düşmekten korkulur.

Federalizm destekçileri, federalizm isteyenlerin kendi salt iradeleri ile yerine getirilmediği ve birden fazla tarafın onayının alınması şart koşulduğu sürece bugün federalizm destekçilerinden gereken ilgiyi görmeyen iki adrese değinmek gerekiyor. Bunlardan biri etkili dış güçler. Bu güçler bir an önce Lübnan için federalizme ve tarafsızlığa ikna edilmeliler. Diğer adres ise federalizmin kendisiyle ilgili çekinceleri olsa da kamuoyunda federalizm destekçileriyle makul derecede aynı fikirde olan aktif Müslümanlardır. Etkili dış güçlerin şu an gözle görülür şekilde Lübnan’a ilgi göstermedeki ilgisizlikleri ve ülke nüfuzundaki düşüş, son maddenin önemini ikiye katlıyor.

Bu yüzden ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar, ortak paydaları yalnızca Hizbullah düşmanlığı olan bu Müslüman çevrelerle diyalog, dost çevresini genişletmek ve kapsamlı bir anlayış tabanı oluşturmak için kesintisiz ve sürekli yükselen bir süreç bağlamında kaçınılmaz bir görev haline geldi. 14 Mart ve ardından 17 Ekim'de çoğunluğu eski ortak olanlarla anlaşamayanlar, takas aracı olarak geriye çatışmadan başka neredeyse hiçbir şey bırakmadan hiçbir Müslümanla uzlaşamayacaklar.

Eğer kapalı ve mutlak fanatizme güvenmenin potansiyel müttefikleri kışkırtmak için bir giriş noktası olduğunu söyleyebiliyorsak değerlere güvenmenin de onlarla diyalog kurmak için bir giriş noktası olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü federalizm ve tarafsızlık, çıkarlar, özgürlükler, adalet ve ırkçılık ya da toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili şeyler gibi federalistlerin bu konuda neredeyse ses bile duyamayacağı tutumların yerine geçmemelidir.

Bu ‘ana çelişkinin’, daha doğrusu ‘tek çelişkinin’ etrafında yoğunlaşmak, federalizm savunucuları istemese bile onları aşırı romantik popülist sağcı bir gruba, dağımız, haçımız ve kilise çanlarımız hakkındaki kırsal çığlıklarını Batı ve medeniyet hakkındaki eski, dini ve sömürgeci bir imajla ilişkilendiren bir gruba dönüştürmekle tehdit ediyor.

Böyle bir söylem, Lübnanlıların büyük kısmını yabancılaştırıp kışkırtmakla kalmıyor, bazıları biraz çabayla tarafsızlık ve federalizm çağrısını anlayan bir arkadaş kazanabiliyor. Aynı zamanda, eski dini ve sömürgeci söylemin artık hitap etmediği geniş ve etkili Batı kesimlerini de provoke ediyor. 

Bu yüzden “Bunlar bizi ilgilendirmiyor” cümlesini tekrarlamak hem ahlaki zayıflık hem de faydasız olacaktır. Zira Lübnan gibi coğrafyası etkili dış güçler tarafından yönetilen bir ülkede hak ve özgürlüklerle ilgili tüm konular kamu işleriyle meşgul olan herkesi ilgilendirir. Filistin, ya da Suriye ya da Ermeni meselesini Lübnan'ın silahlı çatışmalara sürüklenmesi için kullanılmasına karşı çıkmak anlaşılır görünse de, bu meseleler hepimizi ‘ilgilendiriyor’. Federalizmin ve tarafsızlığın birleşimi, söz konusu meselelerle ve haklarla özel bir şekilde ilgilenilmesini öngören yeni bir değer olarak ortaya çıkarabilir.

Ateşli bir federalizm savunucusu, bunların lüks nitelikte şeyler olduğunu ve bunları yerine getirmenin uzun zaman alacağını söylemek yerine Ortadoğu’nun geri kalan ülkelerinde olduğu gibi Lübnan'da da Hizbullah'ın genişlemesi, art arda gelen felaketler ve göç eden Hıristiyanların sayısının artmasının her şeyi etkilediğini söyleyebilir. Bunun ve daha kötüsünün olmasını önlemek için mezhep kitlemizin özverili ve seferber olması yetecekken son yıllarda siyasete yön veren ve ölüme, göçe, yerinden edilmeye ve işgale neden olan savaşlara dönüşmesine eşlik eden bu gönüllü olarak baskıya boyun eğiş değil miydi?

Büyük ihtimalle lanetlenmiş halklardan biri olarak bizler (Lübnanlılar) maalesef yavaşlığa mahkumuz. Bu yeterince kötü ve acı verici olsa da geçmişteki hızlı süreçlerin yenilendiği herhangi bir hız daha kötü ve daha acı verici sonuçlar doğuracaktır.