Cancavid’in eski lideri Kuşayb, Darfur’da ‘vahşet eylemleri’ işlediğini yalanladı

Davada, aralarında cinayet, işkence ve tecavüzün de yer aldığı 31 savaş suçu yöneltildi.

Cancavid milislerinin eski lideri, Ali Kuşayb’ın davası  6 Nisan’da görüldü. (EPA)
Cancavid milislerinin eski lideri, Ali Kuşayb’ın davası  6 Nisan’da görüldü. (EPA)
TT

Cancavid’in eski lideri Kuşayb, Darfur’da ‘vahşet eylemleri’ işlediğini yalanladı

Cancavid milislerinin eski lideri, Ali Kuşayb’ın davası  6 Nisan’da görüldü. (EPA)
Cancavid milislerinin eski lideri, Ali Kuşayb’ın davası  6 Nisan’da görüldü. (EPA)

Cancavid milislerinin eski lideri, Ali Kuşayb olarak da bilinen Ali Abdurrahman 17 yıldan uzun bir süre önce Darfur’da işlenen savaş suçlarıyla ilgili Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanan ilk Sudanlı oldu.
65 yaşındaki Kuşayb, savcının tarihi olarak nitelendirdiği davaya lacivert takım elbisesi ve kırmızı kravatıyla katıldı. Orta Afrika’da tutuklanıp Lahey’e teslim edildikten sonra iki yıldır Hollanda’da tutuklu bulunan Kuşayb, mahkemenin atadığı Avukat Cyril Laucci başkanlığındaki savunma ekibiyle birlikte duruşmada yer aldı.
Ali Kuşayb oturum sırasında yargıç ve savcıyı Arapça tercüme yapılan kulaklıklarla dinledi. Kuşayb, duruşmanın başlamasından birkaç dakika sonra  kendisine yöneltilen ve savaş suçu teşkil eden 31 suçlamaya karşı yargıcın sorduğu bir soruya Arapça “Tüm suçlamalar reddedildi. Ben bu suçlamalardan beraat ettim” yanıtını verdi. Ali Kuşayb’a yöneltilen suçlamalar arasında ‘kasıtlı öldürme, sivillere karşı saldırılar düzenleme, tecavüz, Darfur bölgesinde yüzlerce kişiye işkence yapmak’ da bulunuyor.
Duruşma, yargıç Joanna Korner’ın Kuşayb aleyhindeki suçlamaları okumasıyla başladı. Daha sonra Başsavcı Kerim Han, davanın ilk gününe ilişkin bir sunum yaptı. Duruşmanın başladığı günü, 2003- 2004 yılları arasında Darfur’da Cancavid tarafından öldürülen kurbanların aileleri için ‘tarihi’ olarak nitelendirdi. Kerim Han “Bugün tarihi bir gün. Çünkü milyonlarca Sudanlının beklediği bir gün” diyerek mahkeme sonunda Darfur’da işlenen suçlar için bağımsız ve adil bir kararın alınacağını vurguladı.
Başsavcı sunumunda, suçların Ali Kuşayb liderliğindeki Cancavid güçleri tarafından hedef alınan bölgedeki çocuklar üzerindeki etkisine odaklandı ve buna dair örnekler verdi. Bir görgü tanığından alıntı yapan Başsavcı, Cancavid milislerinin bir köye girip annesinin kollarından aldığı bir bebeği yere atarak öldürdüğüne dikkat çekti.
Savcılar, mahkemede bir video kaydı da izlettirdi. Bunların kanıtlardan olmadığını ancak Darfur’daki olayları hatırlattığını ifade etti. Görüntüler arasında BBC’nin Panorama programında gösterilen ve Cancavid milislerinin kasabasına saldırısından kurtulan el-Fur kabilesi mensubu bir kadınla yapılan bir röportaj da vardı. Kadın röportajda kasabasına yönelik saldırıların etnik temelli olduğunu dile getirdi.
Savcılık, Cancavid operasyonlarının Sudan silahlı kuvvetleri ve Sudan hükümeti ile doğrudan bağlantılı olduğunu söylerken hükümetin bölgedeki her türlü isyanı bastırmak gibi belirli bir hedefle milisleri finanse ettiğini ve silahlandırdığını savundu. Savcı, savaşın esas olarak Darfur’daki el-Fur, el-Mazalit ve ez-Zağur kabilelerinden gelen Sudanlı Araplar ve Sudanlılar arasında olduğunu belirtmesine rağmen Darfur’daki tüm Arapların, başka kabilelere karşı askeri operasyondan yana olmadığına dikkat çekti.
Savcılık ayrıca Kuşayb’ın Darfur’daki gücüne, otoritesinin kapsamına ve hükümetteki Sudanlı yetkililerle temasına da değinirken o dönemde savunma ve içişleri bakanlarıyla güçlü bir kişisel ilişkisi olduğunu ifade etti. Ali Kuşayb’ın Sudan hükümetinin büyük bir şekilde güven duyduğu üst düzey bir Cancavid lideri olduğunu ve kişisel olarak da Kuşayb’a itimat ettiğini söyleyen Savcı, işlenen suçlara katıldığını ve neler olduğunun farkında olduğunu vurguladı. Savcı konuşmasında “Gücü ve nüfuzu vardı. Başkalarının korkmuş olduğu ününden zevk alıyordu” dedi. Savcılık ayrıca tanıklara atıfta bulunarak, bir görgü tanığından aktardığına göre Kuşayb’ın ‘mahkumların kişisel olarak bile aşağılanması, işkence edilmesi ve öldürülmesine’ karıştığını doğrulayan başka örnekler de verdi. Söz konusu örnekler arasında ‘halkın iradesini kırmak için bir hücrede yaşlıların darp edilmesi’ ve ‘adamlarına mahkumların insanlığını hiçe sayarak derilerini yakmalarını emretmesi’ de yer alıyor. Başsavcı ayrıca tanıkların, Kuşayb’ın mahkumları aşağılamak için ‘sırtları üzerinde durmaları’ gibi yöntemler kullandığını belirttiğini de ifade etti.
Bunun yanı sıra savcılık, 15- 16 Ağustos 2003’te Kaddum ve Ben Disi’ye yönelik saldırılar da dahil olmak üzere Kuşayb yönetiminde kişisel olarak işlenen bir dizi suçu sıraladı. Saldırılarda 16 kıza tecavüz edilmiş, onlarca sivil öldürülmüş, malları çalınmış  ya da tahrip edilmişti. Savcılık, Kuşayb’ın kişisel olarak dahil olduğunu belirttiği eylemlerin yanı sıra Mart 2004’te Makcar’a da saldırdığını ifade etti. Milisler söz konusu saldırılarda bir karakola baskın düzenledi, Kuşayb’ın kendisi bir dizi tutukluyu darp etti, el-Fur kabilesinden aralarında çocukların da bulunduğu 122 kişi idam edildi.
Savcı söz konusu mağdurların ‘yalnızca çiftçi, tüccar veya sivillerden oluşmadığını’ söyledi. Savcılık ayrıca Kuşayb’ın 5- 7 Mart 2004’te Dling’de düzenlenen saldırıdaki doğrudan rolüne dikkat çerekerek tutuklu erkekleri darp ettiğini, silahla vurarak öldürdüğünü, öldürülmeleri için bir yere nakledilme operasyonlarını takip ettiğini ve el-Fur kabilesinden yaklaşık 137 kişinin öldürülmesi emri verdiğini dile getirdi.
Aynı şekilde iddia makamı, mahkemede, Sudan hükümeti tarafından yayınlanan ve Darfur’daki isyanı bastırmayı amaçlayan bir plan çerçevesinde hükümet kararlarını şart koşan belgeleri de yayınladı. Planda, kabile liderlerini ve etkileyicilerini öldürmekten ve hedef almaktan bahsediliyordu. İddia makamı, Darfur’da Cancavid milisleri ve Sudan silahlı kuvvetlerinin işlediği suçları ‘söz konusu dönemde Sudan hükümeti tarafından bölgeden gelen herhangi bir isyanı bastırmak üzere alınmış siyasi bir karar’ olduğunu söyledi.
Savcılık ayrıca çatışmanın arka planına da dikkat çekti. Sudan hükümetinin 2003 yılında ‘Darfur’da ciddi bir silahlı isyan sorunu’ ile karşı karşıya kaldığını belirtti. İsyancılar arasında, Adalet ve Eşitlik Hareketi ve Sudan Kurtuluş Ordusu da dahil olmak üzere bir dizi isyancı grubun bulunduğunun altı çizildi. Söz konusu isyancıların hükümet güçlerine saldırılar düzenlediğine dikkat çeken Savcılık, bu yüzden hükümetin isyanı ortadan kaldırmak için bir plan benimseyerek karşılık verdiğini savundu. Savcılık planın ‘Darfur’un sivil nüfusuna yönelik acımasız bir saldırıyı’ da içerdiğini ve hükümetin bu aşiret üyelerini isyancıları desteklemek üzere değerlendirdiğini de vurguladı.
Söz konusu durum, hükümetin askeri güçlerin yanında Cancavid milislerini kullanarak kasabalara bir saldırı başlatmasına neden oldu. İddia makamı, sivillere yönelik saldırının düzensiz bir şiddet eylemi olmadığını, daha çok hükümet tarafından Vadi Salih ve Makcar bölgelerinde belirlenen hükümet politikası olduğunu ve bu resmi politikanın, 2004 Ulusal Güvenlik Planı’na da yansıdığını vurguladı.  



UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
TT

UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)

Hayfa: Asad Ghanem

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı, İsrail'de büyük tepkiye yol açarken, kararı reddettiğini açıklamayan hiçbir yayın organı, makam sahibi ve gazeteci kalmadı.

Burada kararın analizine, yansımalarına ve olası sonuçlarına girmeyeceğim. Zira hem karardan önce hem de sonra bunlar üzerine derinlemesine incelendi, düşünüldü ve analiz edildi. Fakat ben burada İsrail'in karar karşısındaki öfkeli tutumunu anlatmakla ilgileniyorum. Bunun için kendi aralarında iç meselelerde anlaşmazlıklar yaşayan, ama UCM’nin kararını reddetme konusunda birleşen resmî kurumlardan gelen bazı tepkilere bakmamız yeterli.

Bir yandan bizzat suçlanan Netanyahu'nun tepkisi, diğer yandan her gün Netanyahu'yu yolsuzluk, dolandırıcılık ve diğer suçlardan sanık sandalyesine oturtmaya ve İsrail mahkemeleri önünde hesap verdirmeye çalışan İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara tepkisi.

Netanyahu'yu yolsuzluk yapmakla ve İsraillilerin yaşadıklarıyla ilgilenmemekle eleştiren Yeş Ahid Partisi lideri Yair Lapid ve Mavi-Beyaz İttifakı (Kahol Lavan) Lideri Benny Gantz gibi İsrailli merkez ve sol parti liderlerinin Gazze Şeridi’nde Hamas Hareketi tarafından kaçırılıp rehin alınanların geri dönmesi için bir esir takası anlaşmasına varılamamasına karşı verdikleri tepkilere hızlıca bir göz atacak olursak, Netanyahu ve Baharav-Miara’nın tepkilerinden temelde farklı olmadıklarını görebiliriz. İç meselelerde farklı düşünseler de Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'daki suç politikalarını destekleme ve uluslararası meşru kararları reddetme konusunda hemfikirler.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

İç meselelerdeki anlaşmazlıklarda, önemli ve ciddi meselelerde bunlar tartışılır, protesto edilir, gösteri düzenlenir. İşte tamda bu yüzden birçok ayrıcalığa sahip olan ülkenin yarısı, ülkenin diğer yarısına karşı soluğu mahkemede alıyor. Devletin kuruluşundan günümüze kadar geçen süre zarfında kendilerine yapılan haksızlıkların intikamını diğer yarıdan almak istiyorlar.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

Dolayısıyla bu, muhalefetin ‘yargıya yönelik bir darbe’ olarak değerlendirdiği, hükümetin ‘yargı düzenlemesi’ reformu bağlamında olup bitenlerin ya da en azından olayın bir kısmının temel açıklamasıdır ve tarihte ezilmiş toplulukların daha fazla güç kazanmaya ve kendi görüşlerine göre kurucularının, kabilelerinin ve çevrelerindekilerin çıkarlarını gözeten kurumlara saldırarak siyasi zaferin meyvelerini toplamaya çalışırken ayrıcalıkların korunmasıyla ilgilidir. Bu tür anlaşmazlıklar, Arap basınındaki bazı analistlerin İsrail'in çöküşe doğru gittiğini ve bunun çok yakında gerçekleşeceğini öngörmelerine yol açtı.

Ancak İsrail'in kendisi, Filistinlilerden intikam almada, komşularıyla savaş ve barış konularında ve İsrailli liderleri suçlayan UCM kararı karşısındaki tutumunda bunu bize tekrar tekrar gösteriyor. İsrail, ordusuyla, halkıyla, güvenlik, siyasi ve yargı kurumlarıyla 7 Ekim 2023 tarihinden sonra soykırım suçları, yerinden etme, etnik temizlik, aç bırakma, aşağılama ve devletin doğuşundan bugüne kadar insan aklının tüm ahlaksızlıklarını içeren topyekûn bir savaşa girişti. Bu konuda birlik ve beraberlik içinde bir tutum sergileyen İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

Tüm bunlar temelde Avrupa'dan ve başka yerlerden Filistin topraklarına zorla ya da seçilerek getirilen Yahudi yerleşimcilerin özüne ilişkin uluslararası toplumda, Arap dünyasında, akademik çevrelerde ve halk arasındaki tartışmalarla ilgili. Bu tartışma esasen şiddetin Siyonizm'in doğasında var olduğu fikri ile şiddetin siyasi gelişmeler bağlamında ve aşamalı olarak edinilen bir durum olduğu fikri arasında yapılıyor. Bu tartışma, sonuçlanması ve çözüme kavuşturulması mümkün olmadığından uzun yıllar daha devam edecek.

Yerleşimci-sömürgeci bir hareket olarak Siyonizm’in amacı yerli Filistinlilerin yerine Yahudileri ve diğerlerini geçirmekti. 1948 yılında yaşanan Nekbe (Büyük Felaket) öncesinde, sırasında ve sonrasında Filistinlilere karşı çeşitli şiddet yöntemleri geliştiren İsrail’in bu şiddeti geçtiğimiz yıldan bu yana Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da eşi ve benzeri görülmemiş suçlarla doruğa ulaştı.

Öte yandan, Siyonizm'in şiddete, Filistinlilerin ve Arapların kanına bulaşmayan başka bir yol izleyip izleyemeyeceğini anlayamayız, çünkü bunu yapmadı. Örneğin 1979 yılında Mısır'la, 1994 yılında Ürdün'le ve Oslo'da Filistinlilerle yapılan barış anlaşmalarından sonra bu konuda umut veren aşamalar ya da dönüm noktaları olduysa da bunların hepsi geçiciydi. Hatta İsrail barış ve göreceli olarak sakin denilebilecek zamanlardan faydalanarak başka bölgelerde başka suçlar da işledi.

xcsvfg
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant (AFP)

İsrailli, Filistinli ve uluslararası çevrelerden akademisyenlerin Filistin'in Siyonizm tarafından sömürgeci bir kolonizasyon hareketi olarak kontrol edilmesine ilişkin gelişmeleri belgeleyen çalışmalarını ele alırsak Nekbe'den önce ve sonra Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin devam eden şiddetine dair önemli belgelere ulaşmış oluruz.

Princeton Üniversitesi’nden Filistinli akademisyen Areej Sabbagh-Khoury tarafından kaleme alınan ve 2023 yılında yayınlanan Colonizing Palestine: The Zionist Left and the Making of the Palestinian Nakba (Filistin'in Kolonileştirilmesi: Siyonist Sol ve Filistin Nekbesi Süreci) adlı kitap, Siyonist solun ve genç muhafız Hashomer Hatzair'in, Nekbe'ye giden iki dünya savaşı arasındaki ve sonrasındaki dönemde Filistin topraklarının orta kesimlerinde yer alan Emir Vadisi’ne bağlı Filistin köylerinin ele geçirilmesindeki ve Filistinlilerin coğrafi olarak bu önemli bölgede neredeyse tamamen etnik temizliğe uğramasındaki rolüne ilişkin önemli belgeler içeriyor.

İsrail'in kuruluşundan önce ve sonra ‘halkların kardeşliği’, ‘çoğulculuk’ ve ‘eşitlik’ sloganları atan Siyonist hareketin sol kanadından isimler, Ben Gurion ve haleflerinin hükümetlerine katıldılar. Başka bir deyişle, sömürgeci projenin başlangıcından bu yana Filistinlilere karşı işlenen suçlara ve devletin kuruluşundan bu yana Filistinlilere ve Araplara karşı işlediği suçlara dahil oldular. Bu da iç meselelerde kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşayan, ancak iş Filistinlilerin anavatanlarını kontrol etmek, onları sürüp yerlerine başkalarını getirmek ve kapsamlı bir ırksal üstünlük sistemini pekiştirmek için Filistinlileri ve diğer Arapları ezmek, öldürmek, terörize etmek ve sürgün etmek olunca bunda hemfikir ve bunu yapmak için en iğrenç suçları işlemeye hazır olan Siyonist hareket ve İsrailli akımlar arasındaki bu birlik ve beraberlik halinin bir diğer tezahürü.

İsrail'in UCM’nin kararına verdiği tepkileri gözden geçirirken, bunu İsrail'in iç meselelerdeki ciddi anlaşmazlıkları ve Filistinlileri ezmek, anavatanlarını kontrol etmek ve hatta Filistin'den en uzak noktada olsalar bile onları destekleyen ya da onlara yaklaşanları anti-Semitizmle suçlayarak haklarında soruşturma başlatmakla ilgili konularda tamamen hemfikir olmaları bağlamına oturtmak gerekir. Kısacası İsrail, içeride birbirinden kopuk görünen -ki bu doğru değildir- ve dışarıda ya da dışarıdan düşman olarak gördükleri karşısında uyumlu görünen -ki bu doğrudur- bir makinedir.

Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir.

İsrail’in hem dışarıdan hem de içeriden gelen baskılara karşı çok hassas ve duyarlı olduğuna şüphe yok. Bu da İsrail'i siyasi olarak kuşatmayı amaçlayan adımlar arasında en üst düzeyde koordinasyon ya da en azından bir homojenleşmenin olmasını gerektiriyor. İsrail'in Filistinli vatandaşlarına olduğu kadar organize ve etkin bir Filistin ulusal hareketinin yeniden canlandırılmasında Filistinli politikacılara, kararlılıklarını güçlendirmede Batı Şeria ve Kudüs’ün Filistinli sakinlerine, Filistinlilerin bu kararlılıklarını ortaya koymaları için sarf edilen diplomatik çabalarda ve destekte Arap dünyasına ve Filistin mücadelesini destekleyen ülkelere, rasyonelleştirilmesi ve devam ettirilmesi büyük önem taşıyan protesto gösterilerine ve boykot çabalarında Birleşmiş Milletler (BM) organları, uluslararası insan hakları kurumları, Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı alan UCM ve İsrail'in Gazze'de soykırım suçu işlediğine dair Güney Afrika tarafından açılan davada yakında benzer bir karar alması beklenen Uluslararası Adalet Divanı (UAD) da dahil olmak üzere İsrail uygulamalarını ifşa eden uluslararası kurumlara çok önemli bir siyasi rol düşüyor. Filistin'de adaleti sağlamaya ve İsrail'in Filistinli, Lübnanlı, Arap ve Müslüman komşularına karşı kontrolsüz canavarlığını engellemeye yönelik diğer faaliyetlerin ve çabaların da rolü büyük.

Tüm bunlar, Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin sonuçlarını ortadan kaldırmayı, öncelikle Siyonizm’in ve İsrail'in işlediği suçlara bir son vermeyi ve ırksal üstünlük (apartheid) sistemini ve yansımalarını gidermeyi amaçlayan birikmiş bir süreç bağlamında bir gelişme olarak anlaşılmalı. Hedefleri olan, bunun için gerekli araçları içeren bir Filistin stratejik projesi geliştirmek ve çabaları, özelde Filistinlilerin, genel olaraksa Arapların çektiği acıların sona erdirecek açık bir yola ulaşacak şekilde organize etmek ve düzenlemek önemli.

Tüm bunlar için, meseleleri yönetebilecek bir liderlik ekibine sahip olunması büyük önem taşıyor. Filistinli ve Arap liderlerin bunu yapabilecek kapasitede olmaları önemli. Arapların performansı yetersiz ve Filistinlilerin şimdiye kadar sergiledikleri performans tam bir fiyasko. Ortak, yetenekli ve etkili bir Filistin liderliği inşa etmek, UCM kararının da bir parçası olduğu birikmiş sürecin Filistinlileri içinde bulundukları durumdan çıkarmayı amaçlayan başarılara ulaşmasının ön şartıdır. Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir. Her şeyden önce, Filistinliler olarak bu yönde çalışmaya başlamamız ve aynı anda hem iç hem de dış zorluklarla başa çıkma konusundaki başarısızlıklar serisine bir son vermemiz gerekiyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla tarafından çevrilmiştir.