Rusya, Suriye’nin merkezine ve kuzeybatısına hava saldırıları düzenledi

Rusya İdlib’in güneyinde kalan Cebel ez-Zaviye bölgesini bombaladı (İdlib haberleri)
Rusya İdlib’in güneyinde kalan Cebel ez-Zaviye bölgesini bombaladı (İdlib haberleri)
TT

Rusya, Suriye’nin merkezine ve kuzeybatısına hava saldırıları düzenledi

Rusya İdlib’in güneyinde kalan Cebel ez-Zaviye bölgesini bombaladı (İdlib haberleri)
Rusya İdlib’in güneyinde kalan Cebel ez-Zaviye bölgesini bombaladı (İdlib haberleri)

Rus ve Suriye rejiminin savaş uçakları geçtiğimiz saatlerde yoğun hava saldırıları gerçekleştirdi. Hedefte doğu Humus, Rakka ve Deyrizor idari bölgeleri içerisinde kalan Suriye Çölü’nde DEAŞ’a ait olduğu düşünülen yerler vardı. Bununla eş zamanlı olarak İdlib ve Halep kırsalı rejim güçleri ve ona bağlı milisler tarafından karadan bombardımana tutulurken, Rusya havadan İdlib'in güneyindeki Cebel ez-Zaviye bölgelerini vurdu. Bu sırada Türk güçlerine ait yeni bir askeri konvoy Suriye'nin kuzeyindeki Kefer Losin Sınır Kapısı’ndan giriş yaptı ve sevkiyat İdlib'in güneyinde kalan Cebel ez-Zaviye’deki bir dizi Türk askeri üsse dağıtıldı.
Doğu Humus'tan bir kaynak gelişmelere ilişkin yaptığı açıklamada:  “Suriye rejim güçlerine ait helikopterlerin eşliğinde Rus savaşçılar, makineli tüfek ve füzelerle yaklaşık 90 hava saldırısı gerçekleştirdi. Saldırılar sırasında güney tarafından Deyrizor ve Rakka kırsalında DEAŞ militanlarının konuşlandığı yerler ve ülkenin merkezindeki Humus Çölü’ndeki hedefler vardı. Rusya’nın ve rejim uçaklarının Suriye Çölü’nün ortasında DEAŞ kalıntılarının konuşlandığı yerlere düzenlediği saldırılar, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) milislerine ve Dördüncü Tümen güçlerine ait büyük askeri takviyelerin gelişiyle eş zamanlı olarak Afgan Fatimiyyun Tugayı'na bağlı bir grupla temasın kesilmesinden sonra yapıldı. Suhne bölgesinden Irak-Suriye sınırına kadar uzanan alanlarda geniş çaplı bir arama operasyonu yapan güçler, gruba ulaşamadı” ifadelerini kullandı.
Kaynak “Rejim güçlerine bağlı Dördüncü Tümen'e ait büyük askeri kuvvetler, İran destekli milislerden oluşan askeri gruplar, Suriye Çölü’ndeki Lübnan Hizbullahı önümüzdeki birkaç gün içerisinde Suriye Çölü’nün ortasında Humus, Rakka ve Deyrizor illerine bağlı idari bölgeler içerisinde yeni bir arama-tarama operasyonu başlatmaya hazırlanıyor. Operasyonun amacı DEAŞ kalıntılarını bulup son faaliyetlerinin bir daha yaşanmasını önlemek. DEAŞ, Humus'un doğusunda Deyrizor-Suhne yolu üzerinde pusu kurup sürpriz saldırılar düzenleyerek rejime ait askeri konvoyları ve İran destekli milisleri hedef alıyor. Her saldırıda rejim ve İran destekli milislerin saflarında ölenler ve yaralananlar oluyor” dedi.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) yaptığı bir açıklamada “Dört gün önce Rus savaşçıları Suriye çölünde, Rusafa, Suhne ve Deyrizor çöllerinde 40'tan fazla hava saldırısı düzenledi. Böylece nisan ayının başından bu yana Rus savaş uçaklarının Suriye Çölü’ne düzenlediği baskınların sayısı neredeyse 172'ye ulaştı” ifadeleri kullanıldı.
İdlib kentinden ve Suriye’nin kuzeybatısından muhalif bir aktivist Mülhim el-Hasan yaptığı açıklamada “9 Nisan Cumartesi günü Rus savaşçıları, İdlib'in güneyindeki Cebel ez-Zaviye’deki Sufuhun, el-Fatira ve Fileyfil beldelerinin çevresindeki bölgelere yüksek patlayıcı etkisi olan termobarik füzelerle bir dizi hava saldırısı düzenledi. Bununla eş zamanlı olarak İdlib’in güneyindeki el-Bera, Deyir Sünbül, Fileyfil ve el-Fatira bölgelerinde top atışları yapıldı. Bu saldırıların sonucunda bir sivil hafif yaralandı. Saldırılarla paralel olarak Rus keşif uçakları, İdlib'in güneyindeki Cebel ez-Zaviye ve Hama'nın kuzeybatısındaki el-Gab Ovası bölgeleri üzerinde yoğun uçuşlar gerçekleştirdi” ifadelerini kullandı.
Hasan “Lazkiye kırsalındaki Cebel el-Ekrad (Kürtlerin Dağı) Kobani bölgesinde muhalif gruplar ile rejim güçleri arasındaki temas hatları, son birkaç saat içinde ağır toplar, tanklar ve roketatarların kullanıldığı şiddetli çatışmalara sahne oldu. Rejim bölgelerinden gelen haberler, rejim güçleri arasında yaralanmaların olduğuna işaret ediyor” dedi.
Hasan “Zırhlı araçlar, personel taşıyıcıları ve lojistik malzeme nakleden tırlardan oluşan yeni bir Türk askeri konvoyu, birkaç saat önce Suriye'nin kuzeyindeki Kefer Losin Sınır Kapısı’ndan Suriye topraklarına girdi. Sevkiyat, İdlib'in güneyindeki Cebel ez-Zaviye’deki bir dizi Türk askeri üssüne, mevzilerine ve Halep'in batısındaki üslere dağıtıldı. Bu, Türk kuvvetlerine ait bir askeri konvoyun 'M4' adıyla bilinen Halep-Lazkiye uluslararası karayolunun yakınındaki askeri mevzilere ulaşmasından birkaç gün sonra gerçekleşti” dedi.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre, Suriye'nin kuzeyindeki Halep kentinde cumayı cumartesiye bağlayan gece rejim güçlerine bağlı askeri güçlerle çıkan çatışmada İran'a bağlı milislere mensup iki kişi öldü ve bazıları da yaralandı. Halep’teki aktivistler olaya ilişkin yaptıkları açıklamada şu ifadeleri kullandılar:
“Rejim güçlerine bağlı Dördüncü Tümene mensubu askeri güçler, Halep'in merkezindeki geçiş bariyerinde durmayı reddeden İran destekli İmam Rıza Tugayları'na ait askeri araçlara ateş açtı. İki taraf arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Çatışmalar İmam Ali Rıza Tugayları'ndan iki unsurun ölümüne ve beş unsurun yaralanmasına yol açtı. Bölgede her iki tarafta da büyük bir teyakkuza geçildi. Ancak Rus askeri güçlerinin müdahalesi ile gerilime son verildi.”



Putinizm Batı'nın korktuğu gibi kalıcı bir tehdide dönüşür mü?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)
TT

Putinizm Batı'nın korktuğu gibi kalıcı bir tehdide dönüşür mü?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)

İnci Mecdi

Önümüzdeki yıllarda Rusya'nın siyasi hayatı ‘yeni Putinizm’ tarafından şekillendirilecek gibi görünüyor. Peki, Batı bunun karşısında nasıl bir tutum sergileyecek?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu ayın başlarında yapılan başkanlık seçimlerini oyların yüzde 87,2’sini alarak kazandı. Putin’in muhalifleri, baskılar ve kısıtlayıcı genel atmosfer nedeniyle seçim arenasından uzak dururken, anketler Putin’in ‘büyük bir halk desteğine’ sahip olduğunu gösterdi.

Almanya merkezli istatistik şirketi Statista'nın yayınladığı son verilere göre Putin'in popülaritesi geçtiğimiz şubat ayında yüzde 86'ya ulaştı. Aynı veriler, 10 Rus'tan 8’inin Putin’i desteklediğini gösterirken rakamlar, Putin’in popülaritesinin Ukrayna savaşı öncesine kıyasla arttığını ortaya koydu.

Batı'nın Rusya'ya hem Ukrayna'daki savaşa, hem de öncesinde 2008 yılında Gürcistan’daki savaşa ve 2014 yılında Kırım Yarımadası'nı ve Sivastopol şehrini ilhakına yanıt olarak uyguladığı yaptırımlara rağmen Putin’e birinci başkanlık döneminin başladığı 2000 yılından bu yana verilen en yüksek destek oranı yaklaşık yüzde 88 olarak kayıtlara geçti. Rus halkının Putin’e verdiği destek oranı sonraki yıllarda da yüksek olarak devam etti.

Şu an 71 yaşında olan Putin, 2030 yılına kadar iktidarda kalacağı yeni başkanlık dönemine başladı. Bunun yanında Putin, 2020 yılında yapılan anayasa değişikliğine göre 2036 yılına kadar iktidarda kalabilecek.

Doğal olarak birçok kişi, otuz yılı aşkın bir süre iktidarda kaldıktan sonra Putin'in yerini kimin alacağını merak ediyor? Ancak bu soru, özellikle gözlemcilerin ‘Putinizm’ olarak tanımladığı sürecin devam etmesi çerçevesinde Rusya’nın Putin'den sonra nasıl bir rejim olabileceği gibi daha acil cevap bulunması gereken sorulardan kaynaklanıyor. Peki Rusya, Batı'nın sonsuza dek mücadele etmesini gerektirecek şekilde Doğu'dan gelen tehdit olarak kalmaya devam edecek mi?

Putinizm kalıcı

Gözlemciler, Rus liderin yirmi yılı aşkın süredir devam eden iktidarı boyunca, kendisi iktidardan ayrıldıktan sonra da kalıcı olacak bir rejim kurduğunda hemfikirler ve bu rejime ‘Putinizm’ adını verdiler.

Washington'daki Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS) araştırmacılarına göre Putin, Rusya'nın büyüklüğü, istisnacılığı ve Batı'ya karşı tarihi mücadelesi sayesinde güçlenen emperyal bir ulus devlet fikrini destekleyen 'Putinizm' ideolojisini kurdu.

CSIS tarafından geçtiğimiz yıl eylül ayında yayınlanan "Putinizmin İdeolojisi: Sürdürülebilir mi?" başlıklı araştırmada Putin'in ideolojisinin temel dayanağını oluşturan devlet doktrininin, güçlü, istikrarlı bir devlete saygı duyma ve Rusların Rus olmasına izin verme temeline dayandığını ve bu devletin istisnacılık ve geleneksel değerlere bağlı olduğu belirtildi.

Araştırmaya göre bir diğer temel dayanak ise Batı karşıtlığı ve bu dayanak Rusya'nın istisnacılığıyla birleştiğinde; Rusya merkezli çok kültürlülüğü, geleneksel aileyi ve cinsiyet rollerini koruyan, materyalizme ve bireyciliğe karşı bekçilik yapan büyük bir güç ve medeniyet devleti olarak Rusya'nın ‘mesihçi fikrini’ teşvik ediyor.

Bu ideoloji, felsefi metinlerde açıkça ifade edilmese de çoğu zaman atıflar, semboller ve popüler kültür tarafından özümsenir. Bu durum daha az eğitimli insanlar için esnek ve benimsenmesinin kolay hale gelmesini sağlar.

Araştırma, Putin'in ideolojisinin esnekliğinin ve yaydığı anlatıların basitliğinin ‘yakın bir gelecekte yok olmayacağını, hatta Ruslar arasında daha da yerleşebileceğini’ öne sürüyor. Bu da Putin, ister yaşlılığa bağlı olarak isterse askeri darbe nedeniyle iktidardan uzaklaşsa bile, Putinizmin devam edeceği anlamına geliyor. Gözlemciler ayrıca Rusya'nın siyaset ve ekonomi çevrelerindeki seçkinlerinin ‘iktidarın Putin'den, Putin'e benzeyen başka bir kişiye devredilmesini’ sağlayacaklarını düşünüyor.

Moskova Ekonomik ve Sosyal Bilimler Yüksekokulu öğretim görevlisi Nikita Shavin, yaptığı değerlendirmede “Bir rejim için daha gerçekçi ve dolayısıyla tehlikeli olan, rejimi içeriden kurtarma ve normalleştirme girişimleridir” ifadelerini kullandı.‘Putin'siz Putinizm' gibi bir senaryo, yalnızca söz konusu seçkinler için değil, aynı zamanda son yıllardaki ekonomik başarılardan büyük ölçüde memnun olan Rus nüfusunun büyük bir kesimi için de çekici görünebilir. Putin yönetimi askeri başarısızlıklarını baskılayıcı ve istikrarsızlaştırıcı histerik tutumlarla ve irrasyonel ekonomik davranışlarla telafi etmeye çalışırken, böyle bir alternatife olan talepte doğal olarak artış oldu.

Putinizmin Putin olmadan da devam edeceği tahmin edilirken ‘Bu, Rusya’nın NATO'nun doğu kanadına yönelik tehdidinin devam ettiği anlamına mı geliyor?’ sorusu halen cevap bekliyor.

Orta ve Doğu Avrupa yıllarca, Rusya’nın zayıf olduğu 1990'lı yıllarda bile Rusya'nın gölgesinde yaşadı. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan'ın NATO'ya üye olmasına karşı çıkmadı. Rusya'ya dair korku, tarihten gelen bir travmadan ve onlarca yıllık hakimiyetin ve sert siyasi, askeri ve ekonomik tutumların bıraktığı izden kaynaklanıyordu. Ardından, Gürcistan ve Ukrayna'da olduğu gibi komşularına karşı ya korkutarak ya da doğrudan ordusunu kullanarak baskı uygulayan saldırgan eylemlere başlayan Putin dönemi geldi. Gözlemcilere göre bu dönem, ulusal emperyalist devlet fikrini kanıtlamada Putinizmin temel direklerinden biriydi.

Üç jeostratejik hedef

Avrupa Politika Analizi Merkezi’nin (CEPA) geçtiğimiz şubat ayında ev sahipliğini yaptığı sempozyumda, araştırmacılar, Rusya'nın üç jeostratejik hedefe kalıcı olarak bağlı göründüğünün altını çizdiler. Araştırmacılara göre bu üç jeostratejik hedeften ilki, eski Rus İmparatorluğu üzerindeki bölgesel, siyasi, ekonomik ve askeri hakimiyet. İkincisi, Batılı güçlerin Rusya’nın bu hegemonyasını engelleyen kurumlarını ve yapılarını (bu ister askeri uyum olsun ister Avrupa projesinin, Kuzey Atlantik projesinin ve NATO'nun bütünlüğü olsun, ister ekonomik güç yapıları olsun) zayıflatmaktır. Çünkü Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar etkili oluyor ve Rus politikasını engelliyor. Üçüncüsü ise içerideki baskıcı ortamın uluslararası çatışmayla birleşmesi. Kremlin bu sayede uluslararası ve jeopolitik çatışmayı, iç siyasi ve ekonomik hegemonyayı dayatmak ve aynı zamanda esasen tüm Rus sistemini silahlandırmak için kullanabiliyor.

ABD'nin Virginia eyaletindeki Regent Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Robert F. Schwarzwalder, Putinizmin seçkinlerden oluşan devlete, hükümete ve toplumsal yaşamın tüm yönlerine ‘milletin genel gerçekliği’ olarak baktığını söylerken, Putinizmi, Nazizme ve Marksizme benzetti. Hem Nazizm hem de Marksizm aileyi, kiliseyi, orduyu, ekonomiyi ve diğer her alanı kontrol ediyordu. Schwarzwalder’e göre Putin de Rusya'yı, tüm ulusun kendi ideolojisine karşı çıkmadan hareket ettiği bir varlık olarak görüyor.

Schwarzwalder, Putin’in bir Ortodoks Hıristiyan olmasına rağmen gerçek inancının, Rusya'nın benzersiz bir dini ve siyasi varlık olduğuna dair belirsiz bir inanca dayandığını söyledi. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre daha önce de bir araştırmacı Putin ile ilgili “Rus halkının kimliğine ve yüzyıllar boyunca değişmeyen değerlerine inanıyor” diye yazmıştı. Bu daha çok vatanseverliğin ötesinde, anavatan Rusya’nın uluslar topluluğu arasındaki benzersizliğini ve üstünlüğünü vurgulayan kibirli bir milliyetçilik. Bu aynı zamanda Putin'in barışçıl bir komşuya yönelik haksız, kanlı saldırıyı neden meşrulaştırabildiğini de açıklıyor. Zira Rus halkının tek devlet çatısı altında bir araya gelmesi, isteseler de istemeseler de bir ananın dağılan evlatlarını bir araya getirme meselesidir.

Schwarzwalder ve diğer araştırmacılar, Rusya'nın ‘başa bela olmaya devam edeceğine’ inanıyor ve bu yüzden sakin ve kararlı bir şekilde “ABD ve müttefikleri savunmalarını güçlendirmeli” diyorlar. Schwarzwalder ve diğer araştırmacılara göre ABD ve müttefiklerinin aynı zamanda Putin'e (ve ondan sonra gelecek olanlara) Rusya'nın başka bir ülkeye yapacağı herhangi saldırının ‘rejiminin toparlanmakta zorlanacağı bir darbeyle karşılanacağını’ öğretmeleri de gerekiyor.

CEPA ve Tufts Üniversitesi'nden Pavel Luzhin, Rusya'nın yenilgiden kaçamayacağını belirterek, “Çünkü bu, Rusya-Ukrayna savaşı meselesi değil, Avrupa ülkelerinin, ABD’nin, demokrasinin ve dünyanın güvenliği meselesi” değerlendirmesinde bulundu.

King's College London'da (KCL) öğretim görevlisi ve Washington merkezli Quincy Enstitüsü'nde Avrasya Programı direktörü olan Anatole Levin, Ukrayna'da devam eden savaşa rağmen, NATO ile Rusya'nın istenmeyen bir çatışma sonucu savaşa girme riskinin arttığını düşünüyor. Levin’e göre Rusya, daha doğrusu Putinizm, Avrupa Birliği'ne (AB) ve NATO'ya geniş çaplı bir saldırı başlatma niyetinde olmadığından Avrupa için ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Putin, son olarak ABD'li televizyon sunucusu Tucker Carlson'a verdiği röportajda, NATO Rusya'ya saldırmadığı sürece Rusya'nın da NATO'ya saldırmayacağını birkaç kez vurguladı.

Putinizm tehlikesini abartmak

Putin'in açıklamalarının doğruluğunun en azından nesnel olmak üzere bir dizi nedeni olduğunu düşünen Levin’e göre Rusya’nın, sanılandan ve Putin'in savaş öncesinde tahmin ettiğinden çok daha zayıf bir askeri güç olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Ukrayna'daki savaşı hızlı bir şekilde çözememesinin yanı sıra, Rus ordusunun mevcut ilerleme ve elde edilen başarılara rağmen 2022 yılı boyunca kayıplar vermesi ve Ukrayna’nın Rus Donanması’nın Karadeniz Filosuna ağır darbe indirmesi bunu net bir şekilde ortaya koydu. Putin'in nükleer silah kullanma tehditleri ABD ve NATO'yu Ukrayna'ya doğrudan müdahale etmekten caydırmayı amaçlasa da Rus hükümeti, NATO'ya karşı hamleleri konusunda NATO’nun Kiev'e sağladığı muazzam yardıma rağmen şimdiye kadar oldukça temkinli davrandı.

Rusya'nın Batı'nın düşündüğü gibi bir tehdit olmadığını düşünen Levin, bu düşüncesini şu sözlerle teyit etti:

“NATO'nun genişlemesi konusu ilk kez 1990'lı yılların ortalarında gündeme geldi. Rus yetkililer, gazeteciler ve dış politikanın öncüleri bana Doğu Avrupa'yı ve hatta Baltık ülkelerini pek umursamadıklarını söylediler. Korkuları şey, NATO'nun nasıl bir tutum sergileyeceğini bilememesi ve Ukrayna’yı tamamen ele geçirmekle tehdit etmesi durumunda Rusya ile savaşmak zorunda kalacak olmasıydı.”

İngiliz profesör, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Geçtiğimiz otuz yıl içinde hiçbir Rus kurumu bana Moskova'nın Polonya'ya saldırabileceğini söylemedi. Baltık ülkeleriyle ilgili olarak konunun gündeme getirildiği tek zaman, Litvanya'nın Rusya'nın Kaliningrad bölgesini ablukaya aldığı dönemdi.”

Levin, bu yüzden Rusya’ya yalnızca askeri bir perspektiften bakmak yerine Putin'in barış görüşmeleri ve itidalli, bilgece, Avrupa’nın ​​çıkarına ve gerçekçi diplomasi önerisinin kabul edilmesini savunuyor.

“Neoputinizm”

Öte yandan Nikita Shavin, önümüzdeki yıllarda Rus siyaset sahnesini şekillendirecek olan ‘neoputinizm’ ya da ‘neo-Putinizm’den bahsetti. Shavin’e göre Rus oligarkları, devlet bürokratlarını ve savaştan ve ekonomik zorluklardan bıkan ama aynı zamanda radikal değişime hazır olmayan vatandaşları birleştirmeyi başaran neo-Putinizm, Putin'in iktidarına yönelik en ciddi iç tehditlerden birini oluşturuyor.

Neo-Putinizmin savaşı sona erdirmek ve iktidarı değiştirmek için itici güç olma potansiyeline sahip olduğunu söyleyen Shavin, bunun işaret ettiği belirsizliğe rağmen Putin’in iktidarını baltaladığını ve onu içeriden böldüğünü belirtti. Shavin’e göre Ukrayna savaşı devam ederken neo-Putinizm giderek daha fazla savaş karşıtı bir tutum sergilemeye başlayacak ve diğer savaş karşıtı güçlerle ortak zemin arayışına girecek. Neo-Putinizmin o an için doğal bir müttefik olacağını vurgulayan Shavin, “Neo-Putinizm, diğer savaş karşıtı güçlerle birleşerek ideolojik bir biçim alabilir ve Putin iktidarına uygun bir alternatif haline gelebilir” değerlendirmesinde bulundu.

*Bu makale Şarku’ Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.