Eski çağlarda geliştirilmiş bir taktik: Kuşatma savaşı

Tüm halkların, şehirlerin, ülkelerin ve medeniyetlerin kaderini değiştirdi

Fransız askerleri, Burgos Kalesi savaşını canlandırıyor (AFP)
Fransız askerleri, Burgos Kalesi savaşını canlandırıyor (AFP)
TT

Eski çağlarda geliştirilmiş bir taktik: Kuşatma savaşı

Fransız askerleri, Burgos Kalesi savaşını canlandırıyor (AFP)
Fransız askerleri, Burgos Kalesi savaşını canlandırıyor (AFP)

Fidel Spiti
Ukrayna’nın Mariupol şehrinin Rus ordusu tarafından kuşatılması, şehre siyasi ve askerî açıdan ışık tutuyor. 20. yüzyılda bir şehrin kuşatılması, eski bir savaş yöntemi haline gelmişti. Ancak her an bombardımana maruz kalan ve mutlaka aç kalacak, enerji kaynaklarını ve muhtemelen içme suyunu kaybedecek olan kuşatma altındaki sivillere karşı ortaya çıkan acı ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle sivil ve askerî olarak gelişmiş ordular artık bu yönteme başvurmuyor. Zira bu durum, özellikle çocuklar ve yaşlılar arasında birçok kayıpla sonuçlanıyor. Ancak Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin belirttiğine göre Rusya’nın Mariupol’a düzenlediği saldırıda on binlerce kişi öldü. Güney Kore parlamento oturumuna video mesajı gönderen Zelenskiy, Mariupol’un on binlerce ölü ile yok edildiğini söyledi. Ancak buna rağmen Rusya, saldırılarını durdurmadı ve şehir, savaştan en çok etkilenenlerden biri haline gelerek, haftalardır kuşatma altında bulunuyor. Aynı şekilde şehirde yaşayan siviller de Rus destekli ayrılıkçıların kontrolü nedeniyle yiyecek, su ve ilaç bulamıyor.

Kuşatma, tarihi bir taktiktir
Rusların denizde Kırım'a doğru stratejik olarak gördükleri şehre yönelik bu şiddetli kuşatma, tüm halkların, şehirlerin, ülkelerin ve medeniyetlerin kaderini değiştiren tarihi kuşatmaları hatırlamanın kapısını ardına kadar açtı. İstanbul'un (Konstantinopol) fethedilmeden önce Osmanlılar tarafından kuşatılması, ardından hilal şeklindeki kruvasan ekmeğini Avrupa'ya getiren Osmanlı'nın Viyana kuşatması ve Viyana'nın direnmesi etmesi gibi. Avrupa'nın İslam işgalinden korunması, bugün yaşadığımız tarihi değiştirdi.Tüm Maşrık’ı kontrol eden heybetli ordusunun hezimete uğradığı Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart tarafından yapılan Akka kuşatması da var. Daha önce ise Fenike şehri Tire (Sur), antik dünyanın tamamını fetheden Büyük İskender tarafından kuşatılmıştı. Hilenin gücüyle düşmeden önce aylarca direnen bu şehir, Büyük İskender’e meydan okumuş, ancak daha sonra tamamen yok olmuştu. İzleri, Akdeniz’in suları altında bugün de hala görülebiliyor.
Dünya genelinde birçok şehir, savaşlar tarihi boyunca kuşatma altında kalmıştır. Kuşatma, halkı teslim olma konusunda isteksiz olan, iyi güçlendirilmiş ve ağır silahlı bir şehir karşısında etkili savaş araçlarından biriydi. Kuşatma, şehrin halkını ve savaşçılarını aç bırakarak soruna çözüm getirmeyi hedefliyordu. Ama kuşatma, bazen iki ucu keskin bir kılıca dönüşüyordu, zira kuşatılmış şehirler sıklıkla düşüyordu. Bununla birlikte birçok durumda bazı şehirler, ‘şehirlerin altına şehirler veya gizli geçitler inşa etmek veya yıllarca süren kuşatma için yeterli olacak gerekli ihtiyaçları güvence altına almak gibi’ benzer herhangi bir taktiğe iyi hazırlanmaları dolayısıyla güçlü orduları yenebiliyordu. Askerlerine tuzlu deniz havası ve neminin neden olduğu bir hastalık bulaşan Napolyon ile Akka vakası gibi. Savaştan önce hastalık askerleri öldürmüş, Napolyon geri çekilmek zorunda kalmış ve Akka’yı terk etmişti. Bu kuşatmanın, Napolyon’un Fransa’ya dönüş seferinin tamamını etkilediği söyleniyor.

Tarihi kuşatmalar
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, tarihte Kudüs şehrine yönelik kuşatmaların defalarca tekrarlandığı söylenebilir. Museviler, Persler ve Rumlar tarafından birkaç defa kuşatılmış, daha sonra İslam fetihleri ​​ve ardından Haçlı seferleri ile kuşatılmış, ardından Selahaddin Eyyubi ile Müslümanların geri dönüşü olmuştur. Şehir günümüze kadar üç büyük dinin merkezinde yer alırken, dünya genelindeki milyonlarca insan açısından kutsal sayılıyor. Araştırmacı Eric Cline’ın ‘Jerusalem Besieged (Kuşatılmış Kudüs)’ adlı kitabında belirttiğine göre, son dört bin yılda en az 118 ayrı çatışma ve kuşatmaya tanık olan Kudüs’ün yaşadıkları gibi başka hiçbir şehir, tarihi boyunca bu düzeyde çatışmalara ve kuşatmalara tanık olmadı. Bu çatışmaların birçoğu bölgede ve bazen de dünyada tarihin akışını değiştirmiştir.
Yazar Beth Van Schaack ise kuşatmayı, uluslararası hukuk ve insani sözleşmeler perspektifinden ele alırken, açlığın bir savaş silahı olarak kullanılmasının bir savaş suçu olduğunu dile getirdi. Bu, Suriye’nin Medaye ilçesinde sivillerin kuşatıldığında Ban Ki-moon’un veya bugün Antonio Guterres’in Mariupol kuşatması veya daha önce Irak’taki şehirlerin kuşatılmasında yaptığı gibi Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterlerinin, birçok şehrin kuşatılmasına dair yaptığı bir açıklama. Ki-moon, kuşatma altındaki Medaye şehrini, sakinleri ot yiyen büyük bir açık hava hapishanesi olarak nitelendirmişti.
Van Schaack, sivillerin kasıtlı olarak aç bırakılmasının yeni bir savaş taktiği olmadığını dile getirdi. Mevcut uluslararası insan hakları veya silahlı çatışma yasaları uyarınca sivil halkın kasıtlı olarak aç bırakılması yasaktır ve bir savaş suçu olarak kabul edilmektedir. Bu yasak, 1949 Cenevre Sözleşmeleri Ek Protokol 1’de somutlaştırılmıştır ve bu, kuvvetlerin sivilleri bir ‘savaş yöntemi olarak aç bırakamayacağını’ belirtmektedir. Ayrıca protokole göre sivillerin hayatta kalması için gerekli olan her türlü unsurun saldırıya uğraması ve yok edilmesi yasaktır. Ancak bir istilacı ile mücadele etmek için ‘acil askeri gereklilik’ durumlarında taraf bir devlet, yukarıda belirtilen yasaktan feragat edebilir ve ‘kavrulmuş toprak’ taktiklerine başvurabilir. Bununla birlikte sivillerin aç kalması, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanamaz. Yani bu davranış açıkça savaş suçu olarak kabul edilse bile bu suçun faillerini yargılayacak bir mahkeme bulmak kolay değildir.
İkinci Dünya Savaşı’nda bir yeri kuşatma altına almak ve kaçan sivilleri düşman kontrolündeki bölgelere geri göndermek, savaşan taraf için hala kabul edilebilir. Bir ABD askeri komitesi, bu gerekçeyle Leningrad Kuşatması’ndaki (Eylül 1941- Ocak 1944) rolü nedeniyle Mareşal Wilhelm von Leeb’i savaş sonrası beraat ettirdi. Mahkeme kararı, savaşçı liderin düşman tarafından kontrol edilen bir yeri kuşatabileceğini öngörüyordu. Yargıçlar şu sonuca vardılar; “Yasanın tam tersi olmasını dilerdik, ama onu olduğu gibi uygulamaktayız.”

Cezasız suç
Ancak bugün uluslararası hukuk değişti. Ama buna rağmen, bu suç için çok az kovuşturma var. Dikkate değer bir istisna olarak ise Yugoslav Ulusal Ordusu’nda Albay Momcilo Perisic’e karşı Hırvatistan’da gıyabında kurulan ulusal mahkeme gösterilebilir. Kendisi, Hırvat Ceza Kanunu uyarınca Zadar kuşatmasında işlenen suçlardan yargılandı. Söz konusu kanuna göre sivillerin aç bırakılması, yasalarca cezalandırılan bir savaş suçudur.
Modern uluslararası insan hakları hukuku, açlığın bir savaş silahı olarak yasaklanmasının yanı sıra tarafların insani yardımın ihtiyaç sahibi sivillere ulaşmasına izin vermesini şart koşuyor. Dördüncü Cenevre Anlaşması, devletlerin Irak’taki sivil halkın yararına tıbbi sevkiyatlar, gıda ve diğer yardım malzemelerinin geçişine izin vermesi gerektiğini öngörüyor. Bu durum, uluslararası toplumun Saddam Hüseyin rejimine Kuveyt’i işgali sırasında uyguladığı kuşatma sırasında da aynıydı. Özellikle de sivilleri askeri personel tarafından işlenen savaş suçlarından koruyan yasaların kalıcı istisnaları bulunuyor.
Kuşatma savaşı, eski çağlarda geliştirilmiş bir taktiktir. Bu, düşman kuvvetlerini ‘savunmalarını bozarak, hayati takviyelerin ve erzakların sağlanmasının önünü keserek’ bir garnizonu veya yerleşim yerini kuşatmak anlamına gelir. Kuşatma, maliyetli ve zaman alıcı olsa da bununla birlikte belirli koşullar altında düşmanla doğrudan açık bir savaşa girmekten veya rakibi kovalamak için evden eve gitmekten daha kolay olabiliyor.
Uluslararası insan haklarının gelişimi, kuşatma durumunu çok zor bir durum haline getirdi. Ancak kuşatma savaşı, yalnızca savaşçılara ve saldırı faaliyetlerine doğrudan katılanlara yönelik olduğu sürece, modern hukuka göre yasaldır.

*Bu makalenin çevirisi Independent Arabia'dan Şarku'l Avsat tarafından yapılmıştır.



Vatikan: Kardinallerin seçim toplantısı için Sistine Şapeli'nin çatısına ‘seçim bacası’ yerleştirildi

Kardinallerin yeni papayı seçecekleri toplantı öncesinde Vatikan'daki Sistine Şapeli'nin çatısına yerleştirilen baca, 2 Mayıs 2025. (Reuters)
Kardinallerin yeni papayı seçecekleri toplantı öncesinde Vatikan'daki Sistine Şapeli'nin çatısına yerleştirilen baca, 2 Mayıs 2025. (Reuters)
TT

Vatikan: Kardinallerin seçim toplantısı için Sistine Şapeli'nin çatısına ‘seçim bacası’ yerleştirildi

Kardinallerin yeni papayı seçecekleri toplantı öncesinde Vatikan'daki Sistine Şapeli'nin çatısına yerleştirilen baca, 2 Mayıs 2025. (Reuters)
Kardinallerin yeni papayı seçecekleri toplantı öncesinde Vatikan'daki Sistine Şapeli'nin çatısına yerleştirilen baca, 2 Mayıs 2025. (Reuters)

Vatikan'da yeni Papa'nın seçileceği konklav için hazırlıklar hız kazanırken, itfaiyeciler Sistine Şapeli'nin çatısına ‘duman çıkararak Papa Francis'in halefinin seçileceğini işaret edecek’ bir baca yerleştirdi.

Vatikan itfaiyecileri Sistine Şapeli'nin çatısında, 7 Mayıs'taki konklavın hazırlıklarında önemli bir an olan bacayı kurarken görüldü.

Sistine Şapeli'nde yapılan her iki tur oylamanın ardından kardinallerin oy pusulaları özel bir fırında yakılarak sonucun dış dünyaya bildirilmesi sağlanıyor.

Papa seçilmezse, oy pusulaları potasyum perklorat, antrasen (kömür katranının bir bileşeni) ve sülfür içeren kartuşlarla karıştırılarak siyah duman elde edilir.

Ancak kazanan olursa, yanmış oy pusulaları potasyum klorat, laktoz ve kloroform reçinesi ile karıştırılarak beyaz duman elde ediliyor.

Kardinal Jorge Mario Bergoglio'nun Aziz Petrus Bazilikası'nın balkonundan Papa Francis olarak dünyaya takdim edildiği 13 Mart 2013 tarihindeki beşinci tur oylamada bacadan beyaz duman çıkmıştı.

Kardinaller konklav öncesinde Katolik Kilisesi'nin gelecekteki ihtiyaçları ve kiliseyi yönetecek Papa'nın nasıl olması gerektiği konusunda bir gün daha tartışmak üzere Vatikan'a vardıklarında itfaiyeciler bacayı yerleştirdi.

İstişareler, 80 yaş üstü olup, konseyde oy kullanma hakkı bulunmayan kardinaller de dahil olmak üzere tüm kardinalleri kapsıyor.