İran ‘Irak dosyasını’ Süleymani’nin varisine teslim etti

İran’ın yeni Bağdat Büyükelçisi Sadr’ın projesini reddediyor.
İran’ın yeni Bağdat Büyükelçisi Sadr’ın projesini reddediyor.
TT

İran ‘Irak dosyasını’ Süleymani’nin varisine teslim etti

İran’ın yeni Bağdat Büyükelçisi Sadr’ın projesini reddediyor.
İran’ın yeni Bağdat Büyükelçisi Sadr’ın projesini reddediyor.

ABD ve İran Bağdat’a iki yeni büyükelçi atadılar. İkisi de istihbarat ve asker kökenli. İkisi de bölgedeki krizlere farklı düzeylerde müdahale etti. Siyaseti atıl hale gelmiş ve Ekim 2021’den bu yana yeni bir hükümet kurmaktan aciz bir ülke için bu gelişme ne anlama geliyor?
Tahran Muhammed Kazım Al Sadık’ı yeni Bağdat Büyükelçisi olarak ilan etti. Sadık’tan önce bu görevde İrec Mescidi bulunuyordu. Iraklı diplomatlara göre bu değişikliğin ‘hükümet kurma kriziyle bir ilgisi yok’. Fakat etkin Şii kulisler bunun aksini söylüyor.
Washington’a gelince, ABD’nin yeni Bağdat Büyükelçisi Alina Romanowski geçen ayın başında ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin toplantısında yaptığı konuşmada, Irak’ı ‘bölge istikrarının temel taşı’ olarak nitelerken, silahlı grupların ülkedeki nüfuzuna karşı uyardı. Kuveyt’teki Büyükelçilik görevini tamamlayan Romanowski, ABD Savunma Bakanlığı ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) kurumlarında elde ettiği uzun tecrübelerle Bağdat’ta Büyükelçilik görevine devam edecek. ABD Savunma Bakanlığı ve CIA gibi iki kurumda mesai yapan bir ismin Bağdat’a büyükelçi seçilmesinin arkasında Irak sahasında ABD ve İran arasındaki çatışma kurallarının yeniden şekillenmesi olarak değerlendiriliyor.
Bağdat’ın beklediği İranlı Büyükelçi Muhammed Kazım’ın özgeçmişi ABD’ye yönelik bakış açısı nedeniyle daha da dikkat çekici. Nitekim Kazım son 10 yıldır İran Devrim Muhafızları’nın Irak görevlerinde aktif rol üstlendi. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani ve İran’ın eski Bağdat Büyükelçisi İrec Mescidi, İran dini lideri Ali Hamaney’in Irak’taki kafa karışıklıklarını giderme arzusunu yerine getirmekte başarılı olamadı.
Irak’ın Necef kentinde doğan Muhammed Kazım Al Sadık, ‘ilim havzalarındaki’ eğitime önem veren Irak ve İranlı bir aileden geliyor. Ailesinin dini eğitimle ilişkisi 1970’lere dayanıyor. Abisi Muhammed Rıza Al Sadık 1980’lerin başında İran’a göç ediyor
Muhammed Rıza bir yandan şiir yazmakla uğraşırken diğer yandan İran’ın Kum havzasında din eğitimine devam etti. Fakat yeni Büyükelçi kendini İran Devrim Muhafızları’nın yolunda buldu. Kasım Süleymani Irak’ı ziyaret ettiğinde ona eşlik eden halkanın içinde yer alan Büyükelçi Kazım Irak’ta etkin rol üstlendi. Göründüğü kadarıyla Irak lehçesini çok iyi konuşması, Süleymani’ye Irak’ta eşlik etmesinde öne çıkan özelliklerinden biri oldu. Ancak Şii parti liderleriyle sahip olduğu köklü ilişkiler onu Irak krizindeki sorunlu meselelere müdahil olmaya sevk etti ve Süleymani’nin bölgedeki potansiyel halefi olması için buna uygun bir atmosfer yaratıldı.
İran açısından stratejik öneme sahip olan Irak dosyası, geçtiğimiz yıllarda İran’daki istihbarat teşkilatları ile Devrim muhafızları arasında devamlı el değiştirdi. Tahran bu geçişler sırasında çatışma kurallarına uyan yumuşak bir yönetim şekli ile Irak’taki nüfuzunu doğrudan koruma gereklilikleri arasında manevra yapıp durdu. Bu süreçte genellikle ağır basan taraf İran Devrim Muhafızları oldu.
İran’ın Devrim Muhafızları’nın bir üyesini büyükelçi olarak ataması ilginç bir durum değil. Nitekim İran geçtiğimiz yıllarda bütün büyükelçilerini Ortadoğu’nun birkaç ülkesinde faaliyet gösteren bu kurumun kadrolarından atadı. Fakat Muhammed Kazım’ın kişiliği, İran’ın onu Irak denkleminde fark yaratacak biri olarak görmesine sevk etti.
Şarku’l Avsat muhabiri ‘Muhammed Kazım’ın atanması, İran’ın Irak politikasında bir değişiklik olduğu anlamına gelir mi?’ sorusunu yönelttiği İran’ın yeni Büyükelçisi ile 15 yıldır tanışıklığı bulunan Iraklı bir isim, verdiği yanıtta, “Amaç İran dini lideri (Hamaney’in) ofisinin çalışmalarını daha iyi organize etmek. Yani bu adamın (Muhammed Kazım) Irak dosyasını resmen teslim aldığı anlamına gelir” ifadesini kullandı ve Muhammed Kazım’ın kişiliğiyle ilgili şunları aktardı: “Onun kulislerde aktif olması alışıldık bir durum. Kapalı ve şüpheci biri. Diplomatik kabiliyetlere sahip değil. Onunla sohbet eden, konuşma biçiminden ve radikal görüşlerinden sıkılır.”
Bu atamanın Irak siyasetindeki etkilerine gelince, Muhammed Kazım’ın Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr’ın Şii Koordinasyon Çerçevesi’ne rol vermediği bir hükümet kurmasını engellemek için çalışması öngörülüyor. Irak siyaset sahnesinde Muhammed Kazım ile iyi ilişkilere sahip olan isimlerin başında Kanun Devleti Koalisyonu lideri Nuri el-Maliki ile Bedir Örgütü lideri Hadi el-Amiri geliyor.
Göründüğü kadarıyla yeni Büyükelçi’nin esas görevi, İran’ın Bağdat’taki merkezi hükümet içindeki güçlü ve giderek artan nüfuzunu korumaya odaklanmak. Bir diğer görevi ise, İran’ın diğer nüfuz bölgeleri olan Şam ve Beyrut’a mali, lojistik ve askeri desteklerin ulaştırılmasında Irak’ın aktif konumunu devam ettirmek. Şii Koordinasyon Çerçevesi’ne yakın bir kaynak, Muhammed Kazım’ın atanmasının, İran politikasının uygulanmasında yeni modellerin görülebileceğini belirterek, atamanın aynı zamanda Irak’ta yeni hükümet kurma müzakerelerini etkileyebileceğini kaydetti.



İran-İsrail çatışması senaryoları: Kim kazanacak?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

İran-İsrail çatışması senaryoları: Kim kazanacak?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Baha el-Avam

Savaşın üçüncü gününde, İsrail ordusu ilk uyarısını yayınlayarak, gelecekteki saldırılar için potansiyel hedef haline geldiği için İranlı sivillere silah üretim tesislerinden ve ilgili tesislerden uzak durma çağrısı yaptı. Lübnan ve Gazze'de Tel Aviv'den yapılan benzer uyarılara ve onları takip eden bombardımanlara alıştık. Bu uyarılar savaşın bilinmeyen bir süre uzayabileceğini ve daha geniş bir alana yayılabileceğini ifşa ediyor.

Bir İsrail askeri yetkilisi pazar günü ülkesinin İran'da henüz vurmadığı çok sayıda hedefin olduğunu söylerken, saldırıların ne kadar süreceğini veya bu hedeflerin türünü ve yerini belirtmekten kaçındı. Ancak iki ülke arasındaki savaşın gözlemcilerin ve analistlerin analizlerinde yapılan tahminlerden daha uzun sürebileceğini dolaylı olarak vurguladı.

Savaşın uzaması ilk andan itibaren güçlü bir şekilde gündeme getirilen senaryolardan biri, çünkü İsrail, saldırısının “İran'ın nükleer ve balistik tehditleri ortadan kalkana" kadar devam edeceğini söyledi. Tahran ise “Tel Aviv saldırganlığından geri adım atana” kadar misillemelerinin devam edeceği konusunda ısrar ediyor. Bu senaryonun karşıtıysa, hızlı bir ateşkestir.

Her iki seçenek ve diğerleri ile ilgili karar, öncelikle iki karşıt taraf ile yürütülen uluslararası temaslara ve birçok ülkenin krizi sona erdirmek için inşa etmeye çalıştığı köprülere bağlı. Çatışmayı sona erdirmek için bölge içinde ve dışında devam eden çabalar bir yana, devam etmesine yönelik tüm olası senaryolar dikkate alınmalı.

Çatışmanın devam etmesi, iki taraf arasındaki savaşın kapsamını genişletebilir ve bu bir çıkarım değil, her iki tarafın açıklamalarına ve son iki gündeki gerçekliğe dayanarak varılan bir sonuçtur. Bu genişletmenin amacına gelince, Tel Aviv ve Tahran bazı noktalarda ihtilaf ederken, bazılarında da birleşiyorlar ve çatışma ile savaşlarda ülkelerin hep yaptığı gibi “amaç, aracı meşru kılar.”

ABD, İngiltere ve Fransa'nın İsrail'e yönelik İran füzelerini ve insansız hava araçlarını engelleme konusunda verdiği destek Tahran'ı kızdırıyor. Washington bu yardımı yaptığını kabul ederken, Londra ve Paris, Tel Aviv'e yönelik bilinen sempatilerine ve daha önce Tel Aviv'i hedef alan iki İran saldırısında bunu yapmış olmalarına rağmen, gerçeği açıklamaktan kaçınıyorlar.

İran'ın bu yardıma yanıtı, üç ülkenin bölgedeki askeri üslerini hedef almak olabilir ki bu da Arap ve bölge ülkelerini içeren daha geniş bir savaş senaryosuna giriş demek. Diğer senaryo ise Tahran'ın Irak, Lübnan ve Yemen'deki vekillerinin, İsrail ve müttefiklerinin İran saldırılarını zayıflatma, hedeflerine ve amaçlarına ulaşmasını engelleme güçlerini sınırlamak için savaşa katılmalarıdır.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi bugün, savaşın kapsamını genişletmenin ülkesinin kaçınacağı stratejik bir hata olduğunu söyledi. Bu açıklama, Tahran'ın askeri liderliğinin son iki gündür paylaştığı bir tehditten geri adım atmak demek. Nedeni de ABD Başkanı Donald Trump'ın, bölgedeki ABD üsleri ve müttefikleri hedef alınırsa ülkesinin şiddetli bir karşılık vereceğini duyurması olabilir.

ABD'nin savaşa dahil olmasını İngiltere’nin katılımı takip edebilir. Bu, Londra'nın bölgeye uçak ve çeşitli askeri varlıklar konuşlandırarak hazırlandığı bir olasılık. Başbakan Keir Starmer, Kanada'nın Alberta eyaletindeki Kananaskis'te düzenlenen G7 zirvesine giderken, bu açıklamayı yaptı.

Lübnan, Yemen ve Gazze'deki milis grupların sponsorları İran’ın yanında savaşa dahil olma olasılığı Tahran'a faydadan çok zarar verebilir. Zira bu milislerin gücü, liderlerinden halk tabanına kadar askeri, siyasi, ekonomik ve insan kaynaklarının çoğunu kaybettikleri İsrail ile yaklaşık iki yıllık çatışmanın ardından önemli ölçüde azaldı. Bu nedenle, katılımları bir fark yaratmayacak, aksine Tel Aviv'in müttefiklerinin savaşa dahil olmasını haklı çıkaracaktır.

Irak'taki İran yanlısı milislerin sağlam kaldığı doğru, ancak onların katılımları da olayların gidişatını değiştirmeyecek. Bunun birinci nedeni ABD’nin Irak’taki büyükelçiliğinde ve kamplarında önlemler alması. İkincisi, Bağdat'taki siyasi sınıfın bu konuda bölünmüş olması. Tahran'ın menfaatinden daha ağır basacak sonuçlardan duyulan korku nedeniyle müdahale etmeme kararı, bu sınıf arasında daha güçlü basıyor gibi.

Tek başına ABD, bombardıman uçaklarına ve İran'ın nükleer tesislerine, özellikle de Fordow tesisine nüfuz edebilecek sığınak delici silahlara sahip. Savaşa, ister tek başına ister Batı koalisyonunun bir parçası olarak katılmasının iki amacı olacaktır; Tahran'ın silahlarına ve nükleer gücüne kalıcı olarak son vermek veya yakın ve uzak birçok ülkede yaşananlara benzer şekilde siyasi rejimini tamamen değiştirmek.

Tahran’da rejim değişikliği, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tercih ettiği senaryo.  İran'a yönelik saldırıları genişleterek ve silahlarını, ekonomisini ve nükleer programını hedef alarak, savaşı daha kısa sürede ve daha az hasarla bitirmek için müttefiklerini doğrudan veya dolaylı olarak ülkesinin yanında savaşa katılmaya teşvik ederek bunun için çabalıyor.

Bu senaryoda Netanyahu'nun sorunu, savaşın kamuoyunun kendi aleyhine dönmesine neden olacak kadar sürmesi ve ülkesinin uğradığı insani ve ekonomik kayıpların kendisinin ve hükümetinin kaldırabileceğinden fazla olması. Bu olasılık, İsrail'de hedefine ulaşan her İran füzesiyle, Tel Aviv ve müttefiklerinin engelleyemediği Tahran tarafından fırlatılan bir füze sonucu kaybedilen her can ile büyüyor.

Şimdiye kadar, Washington ve birçok Batı ve Arap başkenti, Tahran'ı nükleer müzakere masasına geri döndürmeyi, krizi sona erdirmenin bir yolu olarak tercih ediyor. Amerikalı yazar ve gazeteci Thomas Friedman'a göreyse, müzakere seçeneği uzun sürmeyecek. Ancak mevcut savaşın sonucu ne olursa olsun, 1956, 1967, 1973, 1982, 2023 ve şimdi (2025)  gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Ortadoğu haritasını yeniden şekillendiren çatışmalar tarihine eklenecek.

Friedman'a göre, İran rejimini devirme seçeneği mevcut fakat 21. yüzyılın başından bu yana bu savaştan önceki sayısız değişimden sonra bölgede öğrenilen iki ders şudur;
 birincisi, İran gibi rejimler gerçek güçleri ortaya çıkana kadar güçlü görünürler ve sonra hızla devrilirler. İkincisi, rejimlerinin çöküşünden sonra ülkelerdeki diktatörlüğün alternatifi mutlaka demokratik değildir.