Din vatan değildir: Çağdaş devletin dine davranışı nasıldır?

Cezayir'de yaşanan üç rahatsız edici hadise sorgulanmayı ve tehlike çanlarını çalmayı gerektiriyor

Çağdaş devlet, her şeyden önce vatandaşın güvenliğinden sorumludur (Reuters)
Çağdaş devlet, her şeyden önce vatandaşın güvenliğinden sorumludur (Reuters)
TT

Din vatan değildir: Çağdaş devletin dine davranışı nasıldır?

Çağdaş devlet, her şeyden önce vatandaşın güvenliğinden sorumludur (Reuters)
Çağdaş devlet, her şeyden önce vatandaşın güvenliğinden sorumludur (Reuters)

Emin Zavi
Son zamanlarda Cezayir'de iki haftadan kısa bir süre içinde üç hadise yaşandı. Benzer hadiseler başka herhangi bir Mağrip veya Arap ülkesinde yaşanabilir, ama Cezayir’de bu üç hadise endişe uyandırıyor, sorgulanmayı ve tehlike çanlarının tekrar tekrar çalınmasını gerektiriyor ki ülke kasırgalar ve artçı sarsıntılar alanına girmesin.
Ey insanlar, fitne uykuda, bırakın uyusun. Ölüm ve yıkım yılları hala hafızalarda ve kurbanlarının yaraları henüz kapanmadı.
Fitne uykuda, bırakın uyusun, küllenmiş ateşe üflemeyin.
Bu hadiselerin ilki, özel “en-Nahar” kanalında yayınlanan "Hub el-Muluk" (Kralların Aşkı) dizinin yasaklanması, “Babur el-Loh” dizisindeki “bazı sahneler” nedeniyle ‘el-Şuruk’ kanalına uyarıda bulunulmasıdır. Cezayir'de yayınları denetleyen otorite olan Görsel-İşitsel Denetim Kurulu’nun bu yasak ve uyarısının nedeni, devletin temellerini ve kurumlarını ihlal eden, onlara saygısızlık eden tehlikeli bir siyasi veya güvenlik meselesi değil. Hayır, neden bu değil,  “birilerinin”  erkek oyuncunun kadın oyuncunun bedenine “bakışını” beğenmemesidir. Bu bakış bir dizi sahnesinde geçiyor, bu sadece bir kurmaca beyler!
Bu birileri "cinsel takıntılı" olduğu için – ki maalesef bu hastalık toplumumuzda çok yaygın- tepesi attı ve işler ilgili bakana "meclisi utandıran”, Cezayir'in ve Cezayirlilerin ahlakını "tehdit eden" bu "sahne"den dolayı mecliste gen soru verilmesi noktasına vardı. Bunun sonucunda ve bu tartışmadan siyasi ve ideolojik olarak yararlanmak adına "elektronik sinek" (trol) orduları harekete geçti. Sosyal medya, koparılan yaygaralar, bu "bakış" veya "öpücük" yüzünden Cezayir'de artık tehdit altında olan İslam dininin kaderi ve Yüce Allah'ın varlığı için ağlamalarla dolup taştı. Sanki iyiliği ve kötülüğü, zayıflığı ve güçlülüğü, doğruluğu ve kötülüğü ile bir insan toplumunda değil de “tanrılar” ve “peygamberler” toplumunda yaşıyoruz.
Bazılarını tanıdığım ve saygı duyduğum Görsel-İşitsel Denetim Kurulu üyelerinin, bu tarihi geçmiş ve mantıksız sesler karşısında böyle bir tavizde bulunmaları, ülkeyi başka tehlikeli tavizlere, kültür ve sanatı genel olarak bir sıradanlığa sürükleyecek, ifade özgürlüğünün çemberini gittikçe daraltacak. Güzellik, sanat ve edebiyat düşmanlarının amaçları da bu.
Bu üç hadiseden ikincisi; başkent Cezayir’in yaklaşık 150 km güneydoğusunda bulunan Buveyra Eyaleti'nin kentlerinden biri olan Meşdala'da yaşanan hadisedir. Hadise şöyle gelişti; bir grup genç, sanatsal gösterilerin ve diğer popüler kitle toplantılarının genellikle düzenlendiği kent merkezindeki meydanda bir konser organize etme girişiminde bulundular. Yerel otoritelerden izin alan bu sanatsal faaliyet, sömürge döneminde kilise olarak inşa edilen, daha sonra camiye dönüştürülen ve genişletilen, konserin verileceği meydanın karşısında yer alan Hidaya Camii'nde kılınan teravih namazının ardından başladı. Ancak konser başladığında, caminin imamı camideki hoparlör aracılığıyla ahlak dışı ibareler kullanarak katılımcılara hakaret ve lanetler etmeye başladı.
İmamın bu davranışı, Buveyra ve Cezayir’in tamamında toplumu destekleyenler ve kınayanlar şeklinde ikiye böldü. Bir kez daha sosyal medya nefret söylemleri seline boğuldu. Bazı akil tarafların müdahalesi ve yatıştırması olmasaydı bu söylemler, bölge ve ülkede fitne ve kargaşaya yol açacaktı.
Bu konseri eleştirip, organizatörlere ve katılımcılara öfke püskürtenler, İslam’a ya da Müslümanlara saygısızlık edildiğini düşünenler, konser nedeniyle etrafında kıyametin koparıldığı bu meydandan yaklaşık 80 kilometre uzakta, bir haftadan kısa bir süre önce meydana gelen bir suç eylemini dikkate almadılar ve kınamadılar. Bu meydandan 80 km uzakta 30 yaşındaki bir kadın ile 8 yaşındaki kızı, sözde insan bir canavarın tecavüzüne uğradı. Hiç kimse bir caminin hoparlörünü kullanarak müminlere güvenlik güçleri tarafından tutuklanan bu canavarı kınayan bir konuşma yapmadı. Bu kadın ve kızına yönelik bu suç eylemini kınamak için hiç kimse trollerini harekete geçirmedi.
Cezayirlilerin bildiği mübarek Ramazan hiçbir zaman sevinç ve kutlamaya, çeşitliliğe ve farklılığa hiçbir zaman karşı olmadı. Bilakis her zaman rahmet, kültür, maneviyat ve yüksek ahlak, gösteriş ve ikiyüzlülük yapmadan veya siyasi ve ideolojik fayda ummadan müminin Rabbi ile derin ve sıcak ilişkisini gözden geçirdiği bir ay oldu. Eski çağlardan beri babalarımız ve dedelerimizin adeti buydu.
Beyler, devlet cennet veya cehennemin kapısının değil, vatanın sınırlarının muhafızıdır.
Üçüncü hadise, sanki şehirde bir de şerefsiz (!) bir sivil toplum varmış gibi, Vahran şehrindeki "şerefli" sivil topluma ait olduğunu iddia eden bir takım "dernekler" tarafından imzalanan tuhaf ve provokatif bildiridir. Bildiri, dünyaca meşhur büyük sanatçı Lounis Ait Menguellet'in bu akşam Vahran’daki Mağrip Salonu'nda vereceği konserin yasaklanması çağrısı yapıyordu.
Önümüzdeki Haziran ayının sonunda Akdeniz Oyunları'na ev sahipliği yaparak Akdeniz'in başkenti olacak Vahran gibi bir şehirde bu kadar nefret dolu ve ırkçı bir bildirinin yayınlanması çok üzücü ve kızgınlık uyandıran bir durum.
Bu misafirperver, açık, çoğulcu ve hoşgörülü şehir herkesin şehridir. Vahranlı Reynat, Rimitti, Ahmed Vehbi, Blavi el-Hovari, Abdulkadir Alula, Veled Kaki, Sirat Bumedyen, Belaha Buzyen, el-Siyam el-Hac,  Yves Saint Laurent, el-Mekki Nuna, Şeyh el-Mehaci, Şeyh el-Zubeyr, Ahmed Saber, Bellemo, Şeb Halid, Ammar Bilhasan, Abdulkadir Cağlul, Medin kardeşler, Melyani el-Hac ve Muhammed Adar’ın şehridir. Yıllar boyunca her türlü ırkçılıktan ya da bölgesel kültür taraftarlığından uzakta bir arada yaşama, sevgi, farklılık, saygı ve çalışkanlık alanı olarak yaşamış bir şehirdir. Hatta Vahran, yabancı birinin kendisini hiçbir şekilde yabancı hissetmeyeceği Cezayir ve Akdeniz şehirlerinden biri.  
Bu ayrıkçı grubun, ailesinin bir bölümü yıllardır bu şehirde yaşayan dünyaca ünlü ve Berberi dilinde şarkı söyleyen Cezayirli sanatçı Lounis Ait Menguellet'in MAC örgütü mensubu olduğu gerekçesiyle, katılacağı sanat akşamını yasaklama çağrısında bulunduğu bu tür çok tehlikeli ırkçı bir açıklama, bu grubun istediği fitneye açık bir davettir. Böylece şehri ve ülkeyi yeniden “Kara 10 yıl” (Cezayir İç Savaşı) dönemine sürüklemek istiyorlar. Bu grup, bu renkli ve medeniyet sahibi şehrin teröre en iyi evlatlarını kurban verdiğini ya unuttular ya da unutmuş gibi yapıyorlar. Bu dönemde, büyük tiyatrocu Abdulkadir Alula, profesör Abdurrahman Far el-Zahab, Şeb Hüsnü, Reşid Baba Ahmed, Bahti bin Avde, Cemaleddin Zuayter suikasta kurban giderken, yüzlerce aydın şehirden kovulmuştu.
Çağdaş devlet, Allah’ın güvenliğinden değil, her şeyden önce vatandaşın güvenliğinden sorumludur. Yüce Allah bize değil, biz ona muhtacız.
Çağdaş devlet Allah'ın evlerinin güvenliğinden sorumluysa, bundan önce özgür ve onurlu bir şekilde yaşayabilmeleri için yurttaşların evlerindeki güvenliklerinden sorumludur.
Merkezi çağdaş devlet, bir yasa ve hukuk kurumları devleti olmalı. Siyasi veya ticari bir meta olmayan hak dinin ticaretini yapanlar hakkında gerekeni yapacak güçte olmalı. Bu turda onlara bir kez taviz verirse, arkasından başka turlar ve tavizler gelecek. Bu tavizler dizisiyle birlikte ülkeyi yavaş yavaş bir uçuruma, kimsenin bu güzel ülke için istemediği kanlı bir iç savaşa doğru bir kez daha sürüklenirken bulacağız.
Merkezi çağdaş devlet, ifade özgürlüğünün ve sanat özgürlüğünün koruyucusudur. Kendilerinde dünya çapında bir sanatçıyı yasaklama hakkını görenler, ülkeyi Orta Çağ'a döndürmek isteyenlerdir. Bu, sadece her tarafta Cezayir'e karşı pusu kurmuş bekleyenlerin ekmeğine yağ sürer. Berberi dilini ulusal ve resmi bir dil olarak tanıyan bir ülkedeyiz, bu yüzden Cezayir gibi büyük ve birleşik bir ülkede çoğulculuğu ve farklı olma hakkını sorgulamaya gerek yok.
Mezarında çürümekte olan fitneyi diriltmeyin!



Hamas'ın askeri operasyonları Gazze Şeridi'ndeki ateşkesi nasıl etkiliyor?

 Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (Getty Images)
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (Getty Images)
TT

Hamas'ın askeri operasyonları Gazze Şeridi'ndeki ateşkesi nasıl etkiliyor?

 Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (Getty Images)
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (Getty Images)

Hamas'ın Gazze Şeridi'nde İsrail askerlerine karşı yürüttüğü nitelikli askeri operasyonlar, ateşkes müzakereleri ve Gazze Şeridi'nde bir ateşkes anlaşmasına varma şansı üzerindeki etkilerinin boyutu hakkında soru işaretleri yaratıyor.

Gözlemciler, direniş operasyonlarının ‘İsrail hükümeti üzerinde ateşkes anlaşmasını kabul etmesi için bir baskı kartı’ oluşturduğuna inanıyor ve ‘askeri operasyonların devam etmesinin, özellikle artan sokak baskısıyla birlikte İsrail tarafını ateşkesi kabul etmeye itebileceğini’ belirtiyor.

Mısır, Katar ve ABD öncülüğünde Gazze Şeridi'nde bir ateşkes anlaşması imzalanması için yürütülen arabuluculuk çalışmaları aksamaya devam ediyor. Gazze şehrinin doğu bölgelerindeki Refah ve Han Yunus'un yanı sıra Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Hanun ve Beyt Lahiya'da son zamanlarda sık sık düzenlenen direniş operasyonlarında çok sayıda İsrail askeri öldürüldü ve yaralandı.

Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv - Reuters)Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerleri (Arşiv - Reuters)

Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, bu hafta Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerinde İsrail askerlerinin, tanklarının ve buldozerlerinin hedef alındığını ve İsraillilerin kayıplar verdiğini duyurdu.

Hamas'ın askeri operasyonları, İsrail hükümetinin 19 Mart'ta ateşkes anlaşmasını bozmasından bu yana İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarının devam ettiği bir ortamda gerçekleşti.

19 Ocak'ta Hamas ve İsrail uluslararası arabulucuların (Mısır, ABD ve Katar) çabalarıyla Gazze Şeridi'nde bir ateşkes anlaşmasına vardı. Anlaşmanın ilk aşaması 42 gün sürecek ve bu süre zarfında ikinci ve üçüncü aşamaların uygulanması için görüşmeler yapılacaktı. Ancak İsrail tarafı ilk aşamanın sona ermesinin ardından Gazze Şeridi'nde askeri operasyonlarına yeniden başladı.

Uluslararası Filistin Halkının Haklarını Destekleme Komitesi Başkanı Salah Abdulati, Filistin direnişinin operasyonlarının ‘Filistinlilerin haklarını desteklemek ve saldırganlığı durdurmak için devam eden uluslararası baskı ile Gazze Şeridi'ndeki ateşkes sürecini hızlandırdığına’ inanıyor.

Şarku’l Avsat'a konuşan Abdulati, “Askeri operasyonların devam etmesi, Tel Aviv'de devam eden savaşın kayıpları nedeniyle İsrail sokağının baskısı ve protestoları yoluyla İsrail hükümeti üzerinde bir baskı kartı oluşturuyor. Savaşın İsrail hükümetine yüksek maliyeti, onu saldırganlığı uzatma politikalarını yeniden gözden geçirmeye itiyor” ifadelerini kullandı.

Abdulati'ye göre İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik devam eden saldırganlığı karşısında Hamas'ın elinde ‘İsrailli esirler, direniş, uluslararası ve Arap baskıları’ gibi İsrail tarafına yönelik baskı kartları var.

Hamas 7 Ekim 2023'te İsrail yerleşimlerinden yaklaşık 250 kişiyi esir aldı ve İsrail hükümeti 57 esirin bugün halen Gazze Şeridi'nde olduğunu söylüyor.

Yerlerinden edilmiş Filistinliler, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta ABD destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı'ndan yardım alıyor. (AFP)Yerlerinden edilmiş Filistinliler, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta ABD destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı'ndan yardım alıyor. (AFP)

Askeri operasyonlar İsrailli karar alıcılar üzerinde bir baskı unsuru oluştursa da uluslararası ilişkiler profesörü Dr. Tarık Fehmi bu operasyonları ateşkes çabalarını ilerletmek için yeterli görmüyor. Fehmi'ye göre bu operasyonlar, İsrail sokağının Netanyahu hükümetine ateşkes anlaşmasını hızlandırması için baskı yapması yoluyla ateşkes süreci için sadece bir katalizör olabilir.

Şarku’l Avsat'a açıklamalarda bulunan Fehmi, Hamas’ın askeri operasyonlarının ‘ateşkes sürecinde güvenilebilecek tek motor olmayacağına’ ve ‘İsrail tarafı üzerindeki etkilerinin sınırlı olduğuna’ inanıyor. Fehmi, İsrail ve Hamas'ın yakında, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un Gazze Şeridi'nde ateşkes için değiştirilmiş önerisine yanıt vereceğini umuyor.

Witkoff kısa bir süre önce Gazze Şeridi'nde 60 günlük ateşkes, halen esir tutulan 57 kişiden 28'inin bin 200'den fazla Filistinli mahkûmla takas edilmesi ve Gazze Şeridi'ne insani yardım girişini öngören bir öneri sundu.

Gazze Şeridi'ndeki ateşkes, Hamas'ın kalan esirleri ancak İsrail'in savaşı sona erdirmeyi kabul etmesi halinde serbest bırakacağını söylemesi ve Netanyahu'nun Hamas silahsızlandırılmadan ve Gazze Şeridi'nden çıkarılmadan savaşı sona erdirmeyeceğini taahhüt etmesi nedeniyle zorluklarla karşı karşıya.

Fehmi, İsrail'in ‘önümüzdeki dönemde Güney Lübnan'daki gelişmelere ve Yemen'deki Husilerin defalarca bombalanmasının ardından Yemen cephesine odaklanacağını’ düşünüyor. Fehmi, bu gelişmelerin İsrail hükümetini Gazze Şeridi'ndeki durumu sakinleştirmeye itebileceğini ifade etti.