Deliliğin ve yaratıcılığın geride bıraktığı baş ağrısı

Baş ağrısı rahatsızlıkları, hiçe saydığı çalışma süresi ve finansal maliyetleri göz önüne alındığında küresel bir sorun haline geldi

Baş ağrısını şeytanın veya cinlerin bir eylemi olarak gören eski halklar, bu yönde mitler ve efsaneler kurmuştu (Getty)
Baş ağrısını şeytanın veya cinlerin bir eylemi olarak gören eski halklar, bu yönde mitler ve efsaneler kurmuştu (Getty)
TT

Deliliğin ve yaratıcılığın geride bıraktığı baş ağrısı

Baş ağrısını şeytanın veya cinlerin bir eylemi olarak gören eski halklar, bu yönde mitler ve efsaneler kurmuştu (Getty)
Baş ağrısını şeytanın veya cinlerin bir eylemi olarak gören eski halklar, bu yönde mitler ve efsaneler kurmuştu (Getty)

Fidel Sbeity
Birçoğumuz baş ağrısının kişisel ve özel bir mesele olduğunu, sadece sahibini etkilediğini düşünsek de aslında baş ağrısının toplumların gelişimi üzerinde etkisi olduğu biliniyor. Yaşam tarzlarının hızlı gelişimi, baş ağrılarında artışa, farklı baş ağrılarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Doktorlar ve nörobilimciler, 2 bin ila 3 bin tür baş ağrısı olduğunu öngörüyor. Bunlardan en önemlisi ise, günümüzde tüm dünyada kaydedilen, her beş kadından ve her 10 erkekten birinde görülen migren.
Dünya çapındaki devletlerin veya özel sektörlerin sağladığı sigortaların hacmini bir kenara bırakalım, eczanelerde ve çeşitli dükkanlarda satılan baş ağrısı ilaçlarına harcanan paraları, baş, beyin ve ağrılarına dair araştırmalara harcanan maddi miktarları öğrendiğimizde aslında çağımızın hastalığı diyebileceğimiz bir rahatsızlıkla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz. Bu rahatsızlık, eski zamanlarda ise daha az kaydedilmekteydi.

Ekonomik külfet
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, baş ağrısı rahatsızlıkları, hiçe saydığı çalışma süresi ve finansal maliyetleri göz önüne alındığında küresel bir sorun haline geldi. Zirâ bu tür bir ağrı, 10 ila 50 yaş arasındaki üretken yıllarda yapılan işleri ve üretkenliği etkilemekte. Örneğin Birleşik Krallık'ta her yıl yalnızca migren rahatsızlığı nedeniyle yaklaşık 25 milyon iş veya okul günü boşa geçiyor. Aynı zamanda baş ağrısından mustarip milyonlarca kişi, etkili bir tedavi bulamıyor. Ancak günümüzde bu sorunun çözümünde önemli ilerlemeler kaydedildiği tahmin ediliyor. Dünya çapında en yoğun görülen baş ağrısı çeşidi ise ilaçların sebep olduğu baş ağrıları.
Her türlü ilacı kullanma hali, İngiltere veya ABD gibi gelişmiş toplumlarda dahi bağımlılık haline gelmiş durumda. Başta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) olmak üzere dünya çapındaki birçok sağlık kuruluşu, ilaçları ciddi bir gözetim olmadan alma alışkanlığına karşı uyarılarda bulunuyor.


Doktorlar ve nörobilimciler, 2 bin ila 3 bin tür baş ağrısı olduğunu öngörüyor (Getty)

Ancak pek çok analist, dünyanın dört bir yanındaki ilaç şirketleri ‘kartelinin’ trilyonlarca dolar olduğu düşünülen bütçeleri ile dünyanın en büyük ticari ‘kartelleri’ arasında yer aldığı düşüncesinde.

İnsanlığın gelişim
Baş ağrısını şeytanın, cinlerin veya insanlardan intikam almak isteyen doğaüstü güçlerin bir eylemi olarak gören eski halklar, bu yönde mitler ve efsaneler uydurmuştu. Böyle bir tanım; baş ağrıları nedeniyle epilepsi nöbeti geçirenler, halüsinasyon görenler, uykulardan kalkamayanlar, çektikleri acılardan kurtulmak için başlarını duvara vurmak gibi korkutucu hareketler yapanlar, yüksek vücut ısıları ya da yüksek kan basıncı dolayısıyla kıyafetsiz bir şekilde koşanlar için geçerliydi.
Bu insanlar tarih boyunca farklı muamelelere maruz kaldı. Toplumdan dışlandılar, deli olarak kabul edildiler, büyücülük veya şifalı otlar ile tedavi edilmeye çalışıldılar. Zirâ yerli Amerikalılar, Kızılderililer, Doğu Asya'daki Çinliler ve Amazon kabileleri, baş ağrısını şifalı otlarla tedavi etme yolunu seçti.
Tarihte bu tür rahatsızlığı olanlar kimi zaman cadı, falcı, müneccim olarak nitelendi veya garip güçlerle ilişkileri olduğu öne sürüldü. Kimi zaman liderler bu tür insanlara danışarak kendilerinden önseziler aldı. Bu nedenle, geçmişte baş ağrısı çekenlerin verdiği tavsiyeler, dünya üzerinde verilen önemli kararları etkilemiş olabilir. Aksi taktirde meselelerinde müneccimlere danışan bazı Kuzey Avrupa sakinleri Vikingler, Makedonyalı İskender, Mısır firavunları veya Müslüman halifeler fetih yapamazlardı.
ABD'deki Rutgers Üniversitesi psikoloji doçenti Joanna Kempner bu konuda şöyle söylüyor:
“Tarihteki insanlar, uzun bir süre migrenin eğitimli ve üst sınıf erkek ve kadınların yakalandığı bir rahatsızlık olduğuna inandılar. Zirâ bu ortamlarda yetişen insanların hassas sinir sistemlerinin, erkeklerin bilim ve sanatta ilerlemelerine yardımcı olduğu düşünülüyordu. Hassas sinir sistemleri bilgi akışını kaldıramadığı ve başlarının ağrımasına neden olduğu için kadınlar ise entelektüel ve yaratıcı çalışmalarda daha az yetenekliydi.”
Baş ağrıları, bilimin gelişmesine de katkıda bulunmuştur. Bu bilimler; şizofreni, psikolojik nevroz, kaygı ve gerginlik gibi birçok durumun neden olduğu epilepsi veya deliliğe varana dek tedavi edilebilir hafif baş ağrısı ile başlar. Baş ağrıları aynı zamanda çeşitli modern insan toplumlarındaki sağlık ve bilim sektörlerini beyin, psikoloji bilimleri ve ilaç endüstrileri hakkında daha derin araştırmalar yapmaya sevk etmiştir. Birçok çeşidi olan, kapsamlı bir reklam bütçesi ile küresel düzeyde bir ticari ürüne dönüşen Panadol ilacı gibi baş ağrısı ilaçlarının varlığı, bu çağda baş ağrılarının günlük hayatımızın bir parçası olduğunu gösteriyor.

Antik çağda baş ağrısı
Taş Devri insanları, şiddetli acı verici baş ağrısını gidermek için ‘baş delgi’ (trepanasyon) yöntemine başvuruyor, yani kafatasından belli bir parçayı çıkarıp alıyordu. Trepanasyon, belki de ‘kötü ruhları’ kafatasından çıkarmak için yapılıyordu. 17. yüzyıla kadar migren tedavisinde trepanasyonu öneren doktorlar vardı. Zirâ hastanın başı ‘çatlayacakmış’ gibi hissetmesinin ‘kafadaki şişlikten’ kaynaklandığı düşünülüyordu. Bugün baş ağrısını çeşitli dillerde ifade etmek istediğimiz zaman da ‘başım çatlayacak gibi’ kelimelerini kullanırız.
Avustralya'da Prince Henry Hastanesi tarafından, Beyin Vakfı eski Ulusal Direktörü Louise Alexander'ın gözetiminde yürütülen bir araştırmaya göre, milattan önce 1550’li yıllarda yazıldığı düşünülen Ebers Tıp Papirüsü’nde migren, nevralji ve baş ağrılarına atıfta bulunuluyor. Baş ağrılarının kafa derisine baskı uygulayarak hafifletilebileceği belirtiliyor.
Hipokrat (milattan önce 400), migrenin görsel semptomlarını tanımlamıştı. Orta Çağ Avrupası’nda migren tedavisi, alına uygulanan, afyon veya sirke içeren ilaçlarla nemlendirilmiş tamponlar ile yapılıyordu.
1672’de dünyayı nörobilim ile tanıştıran Thomas Willis, migren hakkında dakik notlar almıştır. Genetik, mevsim değişiklikleri, atmosfer koşulları ve beslenme gibi migren atakları sebeplerinden haberdar olan Willis, ayrıca baş ağrısına neden olan vazodilatasyon teorisinden de bahsetmiştir.
1873 yılında Edward Liveing, migren konusundaki ilk en kapsamlı makale sayılan nöropatolojiye dair makalesinde migrenin beyinde ortaya çıkan ‘nöral fırtınaların’ neden olduğu fonksiyon bozukluğu olduğuna değindi.
19. yüzyılın sonlarında modern nörobilimin kurucularından William Gowers, 1888'de öne sürdüğü nörolojik baş ağrıları teorisini yayınlayarak alkolde nitrogliserin çözeltisinin bulunduğu bir içecek üretti. Aynı zamanda şiddetli baş ağrılarını hafifletmek için marihuana kullanmayı savundu.
Günümüzdeki hafif baş ağrıları; yaşam koşulları, savaşlar, genetik hastalıklar, kişisel ve toplumsal kaygılar, endişe, gerginlik, hayatın gereklilikleri dolayısıyla bitkin hissetme ile yakından ilişkili. Baş ağrılarının nedenleri listesi oldukça uzayabilir.
Konuya dair bir çalışmada, migrenin bir insanın hayatından çalan etkenler arasında 6. sırada bulunduğu bilgisi yer alırken zamanı yavaşlatan sebepler arasında ise 3. sırada olduğu düşünülüyor.



James Gandolfini televizyon tarihine geçen rolünü neredeyse alamıyordu

Gandolfini'nin menajeri Nancy Sanders, ünlü aktörün Tony Soprano rolünü kabul edip etmeme konusunda kararsız kaldığını söylüyor (HBO)
Gandolfini'nin menajeri Nancy Sanders, ünlü aktörün Tony Soprano rolünü kabul edip etmeme konusunda kararsız kaldığını söylüyor (HBO)
TT

James Gandolfini televizyon tarihine geçen rolünü neredeyse alamıyordu

Gandolfini'nin menajeri Nancy Sanders, ünlü aktörün Tony Soprano rolünü kabul edip etmeme konusunda kararsız kaldığını söylüyor (HBO)
Gandolfini'nin menajeri Nancy Sanders, ünlü aktörün Tony Soprano rolünü kabul edip etmeme konusunda kararsız kaldığını söylüyor (HBO)

Televizyon tarihinin en ikonik karakterlerinden Tony Soprano'yu, James Gandolfini dışında birinin canlandırdığını hayal etmek bile imkansız. Ancak dizinin yaratıcısı David Chase, başta bu konuda o kadar da emin değildi.

"Tony Soprano'yu buldum galiba"

New Jersey'li bir mafya babasının özel hayatı ve iş dünyasındaki çatışmalarını konu alan The Sopranos'un yaratıcısı Chase, Gandolfini'yi başrol için ilk izlediğinde tereddüt yaşamış. Jason Bailey'nin yeni kitabı Gandolfini: Jim, Tony, and the Life of a Legend'da (Gandolfini: Jim, Tony ve Bir Efsanenin Hayatı) yer alan ve Vulture tarafından yayımlanan bir bölüm, dizinin oyuncu seçim sürecini ve Chase'in başlangıçtaki çekincelerini detaylandırıyor.

Gandolfini'nin adı, menajeri Nancy Sanders pilot bölümün senaryosunu okuduğunda gündeme gelmiş. Senaryoyu eline alır almaz "Aman Tanrım, Tony Soprano'yu buldum galiba" diye düşündüğünü anlatıyor.

Ancak Gandolfini'nin kayıtlarını izledikten sonra Chase, "Bence çok iyi bir oyuncu ama tek bir endişem var. Yeterince tehditkar mı?" diye sormuş.

Sanders bu söz karşısında şaşkına dönmüş. "Eğer bana 'Biraz kilolu' ya da 'Saçları dökülüyor' deseydiniz anlar, kabul ederdim. Ama yeterince tehditkar mı? Bu adam tam sizin aradığınız kişi" diyerek Gandolfini'nin rol için mükemmel seçim olduğunu savunmuş.

Üç aday kaldı

Gandolfini ise senaryoyu çok sevmesine rağmen rolü alacağından pek umutlu değilmiş. Asıl endişesiyse Chase'in çalışması zor biri olma ihtimaliymiş. Deneme çekimlerinden önce Chase'le kahvaltıda buluşması istendiğinde hiç de hevesli değilmiş. Ama buluşma düşündüğünün aksine son derece keyifli geçmiş. 

Sonunda Tony Soprano rolü için üç aday kalmış: James Gandolfini, Mike Rispoli ve daha sonra dizide başka bir karaktere hayat verecek Steven Van Zandt. Deneme çekimleri sırasında Chase'in tüm şüpheleri dağılmış:

Sonunda kendini verip gerçekten okumaya başladığında, işte o anda her şey belli oldu.

Sonrasında The Sopranos, televizyonun altın çağını başlatan yapımlardan biri oldu. 1999-2007'de 6 sezon süren dizide Tony Soprano'ya hayat veren Gandolfini, televizyon tarihinin en etkili karakterlerinden biri olarak anılıyor. 

2013'te 51 yaşında kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Gandolfini, bu performansıyla üç Emmy, 5 SAG (Screen Actors Guild) ve bir Altın Küre kazanmıştı.

Independent Türkçe, Entertainment Weekly, Vulture