ABD istihbaratındaki ‘İşkence Kraliçesi’nin hikayesi

Alfreda Scheuer, El-Kaide üyesi olduğundan şüphelenilen kişilerin soruşturmalarında yer aldı.

Eski ABD istihbarat analisti Alfreda Scheuer. (YBeU Beauty Personal Coaching’in Facebook sayfası)
Eski ABD istihbarat analisti Alfreda Scheuer. (YBeU Beauty Personal Coaching’in Facebook sayfası)
TT

ABD istihbaratındaki ‘İşkence Kraliçesi’nin hikayesi

Eski ABD istihbarat analisti Alfreda Scheuer. (YBeU Beauty Personal Coaching’in Facebook sayfası)
Eski ABD istihbarat analisti Alfreda Scheuer. (YBeU Beauty Personal Coaching’in Facebook sayfası)

Ünlü  Hollywood filmi Zero Dark Thirty’de (2002) Jessica Chastain tarafından canlandırılan kızıl saçlı bir CIA analisti, meslektaşının bir El-Kaide şüphelisine su banyosu işkencesi (waterboarding) uygulamasını seyretmek için CIA’e ait gizli bir hapishaneye gidiyordu. Şüpheli daha sonra küçük bir dondurucudan biraz daha büyük bir kutuya kilitlenirken bu yöntemle konuşması sağlanıyordu.
Söz konusu dönemde, 2002 yılında kızlık soyadı ‘Bikowsky’ ile tanınan kızıl saçlı ABD istihbarat analisti Alfreda Scheuer, El-Kaide üyesi olduğundan şüphelenilen Ebu Zübeyde’nin işkencesini seyretmek için gizli bir ABD istihbarat hapishanesine gitti. Senato müfettişlerine göre şüpheli, işkence sırasında su işkencesine maruz bırakılarak, ‘köpek kutusuna’ kilitlendi.
ABD istihbaratı, film yapımcılarına CIA yetkilileriyle iletişim kurmaları için daha önce bir benzeri görülmemiş şekilde izin verdi. NBC News çalışanları, New Yorker gazetesine Chastain’in karakterinin kısmen Scheuer’u taklit etiğini ve Scheuer’un pozisyonunu canlandırdığını belirtirken CIA’in ‘dosyanın gizli olduğunu’ söylemesi dolayısıyla isminin gizli tutulduğunu kaydetti.  
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan akrtardığı habere göre Scheuer 20 yıl boyunca ABD’nin radikalizm yanlısı gruplara karşı savaşında, gizli gözaltı merkezleri ve acımasız sorgulama teknikleri de dahil olmak üzere bazı tartışmalı noktalarda merkezi bir figürdü. ABD istihbarat ajanları, genellikle karanlık bir dünyada çalışırken Scheuer’un tecrübeleri ise bunlara ışık tuttu.
Scheuer, 2021 sonlarında son görevi olan ABD Anavatan ve Stratejik Tehditler Dairesi başkan yardımcılığından emekli oldu ve bu yıl da Reuters’a konuşmayı kabul etti.
Bunun ilk röportajı olduğunu belirten Scheuer, kurumdan ayrılmaya zorlanmadığını, kendi özel koşulları uyarınca ayrıldığını belirtmek için konuşmaya karar verdi. Politikasına göre ABD istihbaratı, çalışanlarının meselelerini gündeme getirmez ve istihbarat için çalışıp çalışmadıklarını doğrulayamaz.

‘Kanlı ve gururlu’
Scheuer, toplam iki buçuk saat süren telefon görüşmeleri sırasında ‘devlet sırrı’ kapsamında olduğu için bireysel vakaları tartışamayacağını dile getirdi. Ancak genel olarak hükümet raporlarında bahsedilen ‘waterboarding (su banyosu ile işkence)’ uygulamasının işkence olmadığını belirten Scheuer, bu tür tekniklerin işe yarayabileceği konusunda ısrar etti. Alfreda Scheuer, kendisine yönelik eleştirilerin büyük ölçüde terörle mücadele için risk almasından kaynaklandığını savundu.
Scheuer, çalıştığı kuruma yönelik hükümet ve basında çıkan eleştirilere atıfla “Kana bulandım. Köşeye atılmadığım için kendimle gurur duyuyorum. Kafamı kuma gömmedim” dedi.
New Yorker bir haberinde ismini belirtmeksizin Scheuer’dan alıntı yaparak onu ‘İşkence Kraliçesi’ olarak tanımlamış ve Scheuer’un işkence seanslarına mutlu bir şekilde katıldığını belirtmişti.
Scheuer, çok sayıda haberde yer alan lakabını ‘yanlış ve saçma’ olarak nitelendirirken hiçbir erkek çalışanın aynı şekilde tanımlanmayacağını vurguladı. “Bu lakabı ringde olduğum için aldım. Aslında yüksek sesle ve gururla elimi kaldırdım ve bundan da hiç pişman değilim” dedi.
Senato soruşturması, Scheuer’un herhangi bir şüpheliye kişisel olarak işkence yaptığı iddiasını içermiyor. Bu çerçevede analist, rolünün bir soruşturmacıdan ziyade ‘uzman’ olduğunu belirtti. Aynı şekilde “Bir soruşturmacı ve bir raporcu arasında çok net bir çizgi var. Bir raporcu, hakkında soru sorulan bir konunun uzmanıdır” ifadesini kullandı.
ABD istihbaratının sözcüsü olan Susan Miller, Scheuer’un ifadeleri hakkında yorum yapmayı kabul etmedi. “CIA’nın gelişmiş sorgulama tekniklerini kullanması 2007’de sona erdi” demekle yetindi.
Scheuer’un kariyeri CIA’den ayrıldıktan sonra başka bir yola girdi. Kensdisi ‘yaşam koçu’ oldu ve kadınların ‘iyi görünmelerine ve  kendilerini iyi hissetmelerine’yardımcı olacağı bir iş sahasına yöneldi.
Alfreda Scheuer eski hayatından bu dünyaya geçiş yaparak, işini ve güven verici fotoğraflarını bir internet sitesinde sergiliyor.

İnternet sitesinde şu ifadelere yer veriliyor:
“Yeni bir şey denemek için konfor alanınızdan ayrılmanın nasıl bir his olduğunu biliyorum. Üst düzey bir hükümet yetkilisi olarak otuz yılı aşkın kariyerimi risk ve hayati kararlar alarak başarısız olamayacak görevlerle görevlendirilmiş, çoğu kadın olan ekiplere liderlik ederek sonlandırdım. İşimin her anını sevdim.”

‘Gecenin Hayaletleri’
Scheuer, 1988 yılında Tuft Üniversitesi Fletcher Koleji’nde henüz yüksek lisans öğrencisiyken ABD istihbaratındaki işini, teşkilatın Terörle Mücadele Merkezi'ni kuran ve şu an hayatta olmayan istihbarat görevlisi Duane ‘Dewey’ Clarridge tarafından aldığını söylüyor. Clarridge, İran-Kontra Davası’nda verdiği ifadede yalan yere yemin etmekle suçlanmıştı. Duruşma öncesinde ise Başkan George H.W. Bush tarafından affedilmişti.
Scheuer, telefon aracılığıyla gerçekleştirdiği iş görüşmesine dair “Bana ne düşündüğümü ve neden merkezde çalışmak istediğimi sordu” dedi.
“Gece hayaletlerinin varlığına inandım. Bu konuda bir şeyler yapmak istedim’ dedim. Biraz güldü. Bundan memnun görünüyordu” diyen Scheuer, gece hayaletleri derken kötüyü kastettiğini ve ‘iyilerin bir şey yapmazsa da galip gelebileceğini’ dile getirdi.
ABD istihbaratında yaz dönemi stajyeri olarak işe başladı ve ardından 1990’da çalışan olarak işe alındı. Scheuer, kariyerinin başlarında İran destekli Lübnan Hizbullah’ı milisleri gibi devlet destekli gruplara odaklandığını söyledi.
Ancak odağı başka noktalara kaydı. 1996’da ABD istihbaratı, yeni bir radikalizm olgusu olarak ortaya çıkan Usame bin Ladin’i özel olarak hedef alan bir birim kurdu. Zero Dark Thirty’deki ana karakterin, Bin Ladin’in izini sürmede çok önemli bir rol oynamamasına rağmen Scheuer da dahil olmak üzere ABD istihbarat ajanlarının bir karışımına dayandığına inanılıyor.
Yeni birimin adı, Michael Scheuer adlı bir ABD istihbarat analisti başkanlığındaki ‘Alec İstasyonu’ idi. Alfreda Scheuer’un Reuters’a yaptığı açıklamaya göre Michael Scheuer başkanlıktan ayrıldıktan sonra 1999’da istasyona dahil oldu. Daha sonra 2014 yılında evlendiler.
Michael Scheuer son yıllarda komplo teorileri benimsedi ve dönemin ABD Başkanı Donald Trump’a seçimi kaybetmesinin ardından sıkıyönetim çağrısında bulundu. Trump’ın Demokratlar, Hollywood ve ‘derin devlet’ arasındaki pedofililerle savaştığı komplo teorisinin genel olarak doğru olduğunu söyledi. Michael Scheuer, Reuters’a “Bu onun (Alfreda Scheuer) şovu. Ben katılmayacağım” diyerek röportaj talebini geri çevirdi.
Scheuer, kocasının fikirlerine katılıp katılmadığını açıklamadı. Ancak onunla bazı konuları tartıştığını söyledi.

Güvenlik birimleri arasında eleştiriler
Scheuer, yirmi yılı aşkın bir süredir ‘artan El-Kaide tehdidi, üyelerinin ABD uçaklarını kaçırma ve Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırma planları’ ile bir istihbarat savaşının ortasında bulunuyor.
CIA ve FBI’ın El-Kaide ile savaşmak için birlikte çalışması gerekiyordu. Ancak hükümet raporlarına göre iş birliği, yanlış iletişim ve hatalarla dolu. Federal soruşturmalar, daha iyi bir koordinasyonun ABD’nin 11 Eylül’den önce potansiyel teröristleri belirlemesine veya sorgulamasına yardımcı olabileceğini belirtiyor.
Scheuer, Alec İstasyonu’na katılması sonrasında başkan yardımcılığına, ardından da birim başkanlığına terfi etti.
2005 ABD istihbarat müfettişi genel raporu, CIA’in 11 Eylül’den önce El-Kaide saldırganlarının ‘seyahat bilgilerini’ FBI’a aktaramadığını ortaya koydu. Dönemin FBI direktörü Robert Mueller yaptığı açıklamada “Gerçek ve tasavvur edilen kültürel duvarlar, FBI ve CIA arasındaki koordinasyonu engellemeye devam etti” dedi.
Bu çerçevede Scheuer, ABD istihbaratının yanıldığını ama FBI’ın önceliklerini sorguladığını söyledi. Alfreda Scheuer, “FBI, bir saldırıyı önlemeye çalışmak yerine büyük ölçüde yasal bir dava oluşturmaya odaklanmıştı” ifadesini kullandı.
Söz konusu dönemde ABD istihbaratıyla çalışan eski FBI ajanlarından Mark Rossini, bu varsayımı eleştirerek, “Scheuer, tamamen yanılıyor. Ne küçük düşürücü yalanlar!” şeklinde konuştu.

Kutsal görev
El-Kaide militanları 11 Eylül 2001 tarihinde ikisi Dünya Ticaret Merkezi’ne, biri Pentagon’a ve dördüncüsü de Pensilvanya eyaletinde bir tarlaya düşen dört uçakla saldırı gerçekleştirdi. ABD istihbaratı kısa süre sonra, ABD’nin istihbarat toplama şeklini hızla değiştiren ve Tayland, Polonya ve Litvanya’da işkenceye ve gizli hapishaneler ağı kurulmasına izin veren bir ‘gelişmiş sorgulama’ programı başlattı.
ABD istihbarat eylemlerinin bazı ayrıntıları, 2014 Senato İstihbarat Komitesi soruşturması ve davalarında ortaya çıktı. Senato raporunda, Scheuer’dan ‘gelişmiş sorgulama’ tekniklerinin etkinliği hakkında 20’den fazla alıntı yapılıyor. Ancak raporda Scheuer’un adı geçmezken kendisinden ‘Alec İstasyonu’nun Başkan Yardımcısı’ olarak bahsediliyor.
Ebu Zübeyde, 2002’de Afganistan’da yakalandıktan sonra resmi olarak işkence görmesine izin verilen ilk kişiydi. Söz konusu dönemde El-Kaide’de kilit bir figür olduğundan şüpheleniliyordu. Scheuer, Ebu Zübeyde’yi görmek için Senato raporunda ‘Yeşil Gözaltı Alanı’ olarak anılan Tayland’daki gizli CIA sitesine gitti.
Bölgedeki müfettişler, Ebu Zübeyde’nin paylaşacak başka istihbarat bilgisi olmadığına inandıklarını söyledi. Ancak başkanlık sorgulamaya devam etmek istediği için Scheuer ve ile bir yetkili, ABD istihbaratının gelişmiş sorgulama tekniklerinin kullanımını izlemek için bölgeye geldi.
“Gördüklerimin ayrıntılarına girmeyeceğim” diyen Scheuer, “Hakikate ulaşmayı, başka hayatları kurtarmayı kutsal bir görev saydık. Gördüğüm herkes çok profesyonelce davrandı. Bu, her şeyden zevk aldığım anlamına gelmiyor” ifadesini kullandı.
Senato raporu, 20 gün boyunca Ebu Zübeyde’nin ‘günde yaklaşık 24 saat gelişmiş sorgulama tekniklerine’ tabi tutulduğuna dikkat çekiyor.
Kendisi günde 2 ila 4 kez suya maruz bırakıldı. Neredeyse çıplak olarak tutuldu ve tabut benzeri daha büyük bir kutuya veya daha küçük bir ‘köpek kutusuna’ konuldu.
20 yıl geçmesine rağmen hakkında herhangi bir suçlama bulunmayan Ebu Zübeyde halen Guantanamo Körfezi’nde tutuluyor. Ebu Zübeyde’nin avukatlarından Joseph Margulies, gizlilik kurallarının, müvekkilinin Scheuer’u hatırlayıp hatırlamadığını belirtmesini engellediğini dile getirdi. Reuters’a konuşan Margulies, “İşkence, bu şekilde yerleşik hale geldi. Bu şekilde ABD yaşamının bir parçası oldu” ifadelerini kullandı.

Scheuer yanlış gözaltıdan pişman değil
Senato’daki soruşturmacılar, Scheuer’un 11 Eylül Saldırıları’nın beyni olan Halid Şeyh Muhammed’i işkence gördüğü ve 183 kez suya daldırıldığı sırada sorgulamak için Polonya’daki başka bir gizli bölgeye gittiğini belirtti.
Soruşturmacılar, Scheuer’un ‘bu hayattan nefret edeceğini söylediği’ bir e-posta göndermesi sonrasında, yoğun bir işkence seansı sırasında Muhammed’i sorguladığını kaydetti.
Reuters, Scheuer’un e-posta gönderdiği kişiyi tanımlayamadı. Soruşturmacılara göre Scheuer, başka bir tutuklunun Afganistan’daki siyahi ABD’li Müslümanlar hakkındaki istihbaratını yanlış yorumladı. Ayrıca Muhammed’e bir saldırı başlatmak için ABD’deki siyahi Amerikalıları toplamayı planladığı hususunda kimsenin dile getirmediği bir iddiayı sordu. Raporda Muhammed’in işkence altındayken böyle bir komplo uydurmuş gibi göründüğü belirtiliyor.
Scheuer, herhangi bir yanlış iddiada bulunmadığını vurguladığı açıklamasında şunları söyledi:
“Elimizdeki istihbarat son derece iyiydi. Her şey, bir sonraki saldırıyı engellemek ve ‘tek bir ifadeyle’ ağın geri kalanını bulmak için ihtiyaç duyduğumuz istihbaratı edinmek hedefiyle yapıldı.”
Scheuer’un adı, masum olan Halid el-Masri’nin ‘olağanüstü teslimi’ sonrasında 2005 yılında ön plana çıktı. Bu ifade, şüphelilerin tutuklama, iade veya yargılama emri olmaksızın tutuklanması, hapsedilmesi ve başka ülkelere nakledilmesini tanımlamak için kullanılan bir terimdi.
Masri, adı 11 Eylül Saldırıları’nın bir zanlısının takma adınA benzer bir isim taşıyan bir Alman vatandaşıydı. ABD istihbaratı, onu Balkanlar’dan uçakla Kabil’e götürdü. ‘Salt Pit (Tuz Çukuru)’ adı verilen bir hapishanede dört ay boyunca tuvalet ihtiyacını görmesi için içerisinde kova bulunan küçük bir hücrede dış dünyadan izole edildi. Soruşturmacılar, onun yanlış kişi olduğunun baştan beri açık olduğu belirtiyor.
Yetkililer ve ABD istihbarat raporları, Scheuer’un Masri’nin hapsedilmesi için kulis yaptığını belirtti. Bir Senato raporunda, Masri’nin tutuklanmasını şiddetle savunmasına rağmen Scheuer’un, herhangi bir disiplin cezası almadığına dikkat çekildi. İstihbarat müfettişleri tarafından hazırlanan bir raporuna göre Alec İstasyonu, Masri’yi terörizmle ilişkilendiren ‘bilgileri abarttı’.
Scheuer, olayı inkâr etmek istemediğini belirtirken “Sadece pişman olmadığımı söylemek istiyorum” dedi.
Basın davanın ardından, 2005 yılında, Washington Post’taki ‘kışkırtıcı kişiliğine yakışan sivri uçlu saçlara sahip’ olduğunu anlatan bir hikaye de dahil olmak üzere Scheuer hakkında yazmaya başladı.
Scheuer ise duruma ilişkin “Kesinlikle benden hoşnut olmayan bir grup eski kafalı vardı” değerlendirmesinde bulundu.



El Salvador lideri Bukele, ülkede güvenliği ne pahasına sağladı?

Mega hapishanede gardiyanlara ek olarak 600 asker ve 250 polis görev yapıyor (Reuters)
Mega hapishanede gardiyanlara ek olarak 600 asker ve 250 polis görev yapıyor (Reuters)
TT

El Salvador lideri Bukele, ülkede güvenliği ne pahasına sağladı?

Mega hapishanede gardiyanlara ek olarak 600 asker ve 250 polis görev yapıyor (Reuters)
Mega hapishanede gardiyanlara ek olarak 600 asker ve 250 polis görev yapıyor (Reuters)

El Salvador'da yönetimi eleştirenler, Devlet Başkanı Nayib Bukele'nin "diktatörlük" kurduğunu savunurken, güvenliğin sağlanmasından mutlu olanlar ülkenin özgürleştiğini öne sürüyor.

"Dünyanın cinayet başkenti" diye adlandırılan 6 milyon nüfuslu El Salvador'da 2016'da saatte ortalama bir cinayet işleniyordu. Çete savaşları da Salvadorluların çoğunlukla kuzeye, ABD'ye göç etmesine neden oluyordu.

Ancak Amerikan medya kuruluşu CNN'in haberinde, Bukele'nin sert önlemleriyle cinayet oranlarının ciddi şekilde azaldığına, hatta "ABD'de iyi hayatlar kuran kişilerin bile ülkeye geri döndüğüne" dikkat çekiliyor. 

Diğer yandan Bukele'nin çetelere yönelik savaşta, olağanüstü hal (OHAL) kapsamında yargı süreçlerini askıya aldığına, hapsedilme oranlarında büyük artış yaşandığına ve insan hakları örgütlerinden tepkiler geldiğine işaret ediliyor.

ABD'ye iltica başvuruları olumsuz yanıtlandıktan sonra 6 yıl önce başkent San Salvador'a döndüklerini belirten Victor Bolanos ve eşi Blanca, o dönem "hiçbir yerde güvenlik olmadığını" söylüyor. 

Bukele'nin yönetimiyle durumun değiştiğini savunan Blanca şunları şu ifadeleri kullanıyor: 

Artık güvende hissediyoruz. Ülkemize özgürlük geldi.

ABD Gümrük ve Sınır Koruması'nın verilerine göre 2022'de El Salvador'dan ABD'nin güney sınırına gelen kişi sayısı 97 bindi. Bu rakam, 2023'te 61 bine indi. 

Ancak göçün tek sebebi şiddet ve çete savaşları değil. CNN, pek çok Salvadorlunun ekonomik sıkıntılar ve istihdam sorunları nedeniyle ülkeyi terk ettiğini belirtiyor. Dünya Bankası'na göre Bukele'nin göreve gelmesinden bu yana El Salvador ekonomisi yavaş ve istikrarlı bir büyüme göstermiş olsa da ülke hâlâ vatandaşlarına yeterli fırsat sunmakta zorlanıyor.

48 yaşındaki emlak yatırımcısı Diego Morales, 27 yıldır ABD'de yaşadıktan sonra ülkesi El Salvador'a döndüğünü ve büyük bir değişimle karşılaştığını söylüyor: 

Küçükken uyanıp okula giderken sokakta ölü insanlar görürdüm. Artık burası güvenli ve pek çok kişi geri dönüyor.

Diğer yandan insan hakları grupları, Bukele'nin suç örgütlerine karşı açtığı savaşta çete üyesi olmayanların da tutuklandığına dikkat çekerek, San Salvador yönetimini eleştiriyor. 

Teresa Lilian Gutierrez, ülkedeki güvenliğin arttığını belirtirken, oğlunun çete üyesi olmamasına rağmen iki yıldır hapiste tutulduğunu savunuyor. Oğlunun OHAL kapsamında içeri alındığını belirten Gutierrez, şöyle devam ediyor: 

Hükümetten onu çıkarmasını istiyorum, lütfen... Geçen yıl avukatıyla konuştum çünkü onu serbest bırakacaklardı ama daha sonra onu bana geri vermeyeceklerini anladım.

Adalet ve Güvenlik Bakanı Gustavo Villatoro, ocak ayında yaptığı açıklamada  geçen yıl 154 cinayet işlendiğini söylemişti. Bu rakam 2022'de 495'ti. Resmi rakamlara göre, Orta Amerika ülkesinde 2020 ve 2021'de en az 1000 kişi öldürülürken, bu sayı 2019'da 2 binin üzerindeydi.

Cinayet oranlarındaki sert düşüş, Bukele'nin Mart 2022'de MS 13 ve 18. Cadde (Barrio 18) çeteleri arasında yaşanan çatışmalara karşı olağanüstü hal (OHAL) ilan etmesinin ardından geldi. Halen süren OHAL kapsamında bugüne dek neredeyse 100 bin kişi söz konusu çetelere üye olduğu gerekçesiyle yakalandı. Bunlardan yaklaşık 7 biniyse serbest bırakıldı.

Birleşik Krallık merkezli Af Örgütü ise 2022'deki raporunda, cezaevindeki kişilerin kötü muamele ve işkence gördüğünü iddia etmişti. 

Bukele, Amerika kıtasının en büyük hapishanesi Terör Muhafaza Merkezi'nin (CECOT) açılışını da geçen yıl şubatta yapmıştı. San Salvador'a 74 kilometre mesafedeki Tecoluca kasabasında yer alan hapishane, 166 hektarlık alana inşa edilmişti.

Independent Türkçe, CNN, El Pais