Saad bin Tıfle el-Acemi
Aşırılığa, siyasi sarıklı ve sakallılara dini itaate ve akıl teslimiyetine karşı ileri sürülen herhangi bir görüşte, her zaman, din veya mezhebin kastedilmediği belirtilmek zorunda kalınıyor. İçinde yaşadığımız fikri ve dini terör kültürü bizi, fikir belirtmeden önce böyle bir açıklamaya yapmaya mecbur bırakıyor. ‘A’ mezhebinin mensupları sizi ‘B’ mezhebinin mensubu olarak görecek. ‘B’ mezhebinin mensupları aşırılıklarıyla ilgili düşüncenizi, onları motive eden mezhepçiliğin meydana getirdiğini ve tıpkı onlar gibi sizi de motive ettiğini düşünecekler.
Özgürlük ve insan onurunun savunucuları her zaman, siyasi sakal bırakıp sarık giyenlerin yönettiği, körü körüne siyasi itaatten kurtulma şiarını destekliyorlar. Bu dini-siyasi liderler, dünya hayatında onların direktiflerine boyun eğmeyi reddeden hür düşünce yanlısı isyan ederlerse efendi olamazlar. Sorular sorulması ve akıl ile düşünce özgürlüğünden gurur duyulması halinde sözlerinin bir hükmü kalmaz. Destekçileri düşünmeden, akıllarını onlara teslim etmek zorundalar. Kim onlara karşı gelirse mürted ve kafir yaftalamasını hak edip belaya ve helak olmaya mahkumdur. Bu dünyada rezil rüsva olup ahirette de hüsrana uğrayanlardan olurlar.
Takip edilen ve tabi olunan arasındaki bu üstün ilişki, sadece belirli bir dinin takipçilerinde görülmüyor. Ancak bizi ilgilendiren şey bu ilişkinin, hilafet veya velayet savunucularının siyasi itaatine inanan milyonlarca takipçiyle aramızda yaygın olarak var olmasıdır. Hilafet savunucuları, ‘el-Kaide’ ve DEAŞ tarzında hilafetin nasıl olması gerektiğine dair rehberlikleri ve silahlı yorumlarıyla ‘Müslüman Kardeşler’ (İhvan-ı Müslimin) tarafından yönetilmektedir. Velayet savunucuları ise İran'a ve Hamaney'in Tahran'daki liderliğine bağlılığı benimseyen ve ‘velayet-i fakih’ çağrısı yapan Hizbullah’ın yan oluşumları ile İmam Humeyni’nin takipçileri tarafından yönetilmektedir.
Şiiler çifte zulme maruz kaldılar. Halen de kalmaya devam ediyorlar: Ülkelerinde kendi aralarında ayrım yapan mezhepçi rejimler ve onları ‘velayet-i fakihe’ itaate zorlayan mezhep mensupları tarafından estirilen fikri ve kanlı teröre...
Vatandaşlar arasında mezhep farkı gözetmeksizin eşitliği savunan medeni kanunlar, Şii mensupları arasındaki ‘velayet-i fakih’ sisteminin takipçilerini güçsüzleştirmektedir. Ayrımcılık yasalarının yürürlükte kalması, ‘velayet-i fakih’ sistemini ve bu sistemin siyasi emirlerine ve yasaklarına uyulmasını savunanların kurumak bilmeyen kaynağıdır. Düşkünlere, haklarına, Ehl-i beyte ve takipçilerine ‘şamar atılmasının’ baş sebebidir.
Bir ay içerisinde iki Şii* Körfez vatandaşının (Kuveytli bir doktor ve bir üniversitede profesör olarak görev yapan Dr. Süleyman el-Hadari ve biyoloji diplomasına sahip Suudi bir araştırmacı ve medya çalışanı Hasan el-Mustafa) televizyon röportajlarını izledim. İki röportaj, dışa bağımlılığa karşı ‘Şii uyanışı’nın bir simgesi ve özellikle Arap ve Körfez Şii mezhebi içinde güçlenen bir akımın tarihi belgesiydi. Bu iki isim, başkalarının kavgalarına sürüklenmeyi reddeden, geçmişte yaşamanın prangalarını kıran, tarihi Cemel, Sıffin ve Kerbela'da durdurmaya karşı olan ve politikacılar tarafından çıkarları, özellikle de İran'ın çıkarları için halkları ve ülkelerinin istikrarı pahasına ticaret malzemesi haline getirilen ehl-i beyt sevgisinin veya doktrininin siyasetin köle pazarında bir meta olmasına izin vermeyen aklı başında, hür ve halkın sesi olan insanlardı.
Şiiler vatanseverliklerini birdenbire keşfetmediler. Mezhepleri gibi vatanseverlikleri de hep vardı. Ancak Şii uyanışı, Körfez ülkelerinde, özellikle Suudi Arabistan'da yurttaşlık algısını, mensubiyetleri ne olursa olsun vatandaşları eşit gören yasaların çıkarılması ile güçlendiren kanuni-sivil bir uyanışla aynı zamana denk geldi. Yukarıda söz ettiğimiz kişilerin Suudi Arabistan merkezli iki ayrı kanala çıkması bu uyanışın bir delilidir. Bu iki isim, izleyiciye kesin olan şu şeyi vurguladı: Ülkelerimizin vatandaşları olarak bizler, ülkemizdeki insanlarla eşit bir şekilde haklarımızdan yararlanmaya ve yasal sorumluluklarımıza uymaya çalışıyoruz. Bizim için asıl destek, ancak nefret söylemini önleyen ve tüm vatandaşlar için medeni haklar ortaya koyan medeni hukuk devletinin güçlendirilmesiyle sağlanabilir.
Şii uyanışı fikri bir terörle karşı karşıya ve Şiiler mezhepleri içinde tehdit ve sindirmelere maruz kalıyor. Ancak buna rağmen, düşüncelere vurulan prangalara karşı ayaklanma, bunları kırma ve zindanlarının dışında vatanın ufkuna ve sınır tanımayan, siyasi sarıklıların sanrılarını, kuruntularını ve trajikomik hikayelerini kabul etmeyen, sarık, haç veya siyasi rahipliğin diğer simgelerini takan başka bir kişinin aklına boyun eğmeyen geniş bir zihne doğru düşünme çağrısında bulunan bir Arap Şii uyanışına tanık oluyoruz.
Bu uyanışın sloganı şöyle:
“Heyhat! Zillet, boyun eğmek bizden uzaktır.”
*(Burada Şii kelimesini mezhepsel bir sınıflandırma için değil epistemolojik bir çıkarım için kullandım.)