Türkiye’nin Suriye’de ‘kötünün iyisi’ tercihi

Türkiye-Suriye arasındaki Bab Es-Selam Sınır Kapısı. (AFP)
Türkiye-Suriye arasındaki Bab Es-Selam Sınır Kapısı. (AFP)
TT

Türkiye’nin Suriye’de ‘kötünün iyisi’ tercihi

Türkiye-Suriye arasındaki Bab Es-Selam Sınır Kapısı. (AFP)
Türkiye-Suriye arasındaki Bab Es-Selam Sınır Kapısı. (AFP)

Türkiye’ye, ‘Suriye rejimiyle normalleşme’ ya da ‘Kuzey Suriye’de bir Kürt Devleti kurulmasını kabul etme’ arasında bir tercih sunulsa, ‘acı bir seçenek’ olmasına rağmen ilkini ‘kötünün iyisi’, yani ‘ehveni şer’ olarak tercih etmesi muhtemeldir. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önceki günkü açıklamaları da üstü örtülü de olsa bunu gösteriyordu. Çavuşoğlu Afganistan’da Taliban’ı tanımadan angajmana girdiklerini hatırlatarak Suriye rejimiyle de meşruiyetini tanımadan bir ilişki kurabileceklerini ima etti.   
Türkiye'nin ‘ehveni şer tercihi’ ihtimali kendisi açısından yeni olabilir. Ancak bu konuda yalnız olmadığı da kesindir. Terör örgütü DEAŞ 2014 sonlarında Suriye ve Irak’ı kasıp kavuruyor ve birçok bölgeyi ele geçiriyordu. Batılı ülkeler bu süreçte ‘rejimin devrilmesi’ meselesini öncelikleri arasından çıkardı. Çünkü rejimin alternatifi olarak DEAŞ öne çıkıyordu. Bazı devletler, başta İslamcı örgütler olmak üzere silahlı muhalifleri desteklemeyi bıraktı ve muhaliflerin 'ezici bir zafer kazanmasına’ yönelik endişelerini dile getirdi. Bazıları dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın 2013’te rejime nihai bir hava saldırısı talimatı vermemesinin gerekçesini, ‘mevcut düzenin bozulmasından’ rejimden daha çok çekinmesi olduğunu iddia etti. Rusya ise Suriye rejimini korumak gerekçesiyle ve DEAŞ’ın eline geçmesini engellemek amacıyla 2015’te savaşa dahil oldu. Suriye rejimi söz konusu dönemde ülkenin sadece yüzde 10’unu kontrol ediyordu. Bu süreçte bazı Batı devletlerinin yine ‘ehveni şer’ mantığıyla Rus müdahalesini desteklediği ya da ses çıkarmadığı gündemdeydi.  
İsrail ise İran ve Hizbullah’ın kuzey sınırlarında stratejik konumlanması ve rejimin devrilmesi ile rejimin ayakta kalması ve Rusya ile güvenlik anlaşması yapılması arasında tercih etmek zorunda kaldı. İsrail ikinci seçeneği tercih ederek Rusya ile İran’a yönelik saldırılarına ses çıkarmaması konusunda anlaştı. Suriye’nin kuzeyini kontrol eden ABD ise İsrail’i bu hususta destekleyerek, Suriye’nin tamamıyla ‘daha kötü olan’ İran’ın eline geçmesini engelleme noktasında çaba gösterdi. ABD ve İsrail, Suriye rejimini devirmekten ziyade İran’ın Bağdat-Şam-Beyrut hattında zayıflatılmasına yönelik bir politika izledi. Arap ülkelerine gelecek olursak; bu ülkelerin bir kısmı krizin başından bu yana Şam rejiminin yanında yer alarak Tahran’ın nüfuz alanını genişletmesine olanak sağladı. Çoğu Arap ülkesi ise yine ‘ehveni şer’ yaklaşımıyla, ‘Pers ve Yeni Osmanlıcıların egemenliğindense’ Suriye rejiminin ayakta kalması gerektiğini düşündü.  
Türkiye’nin yeni bir yaklaşım benimsediği yönündeki işaretler, zamanlaması açısından önemli. Ankara son 10 yıl içinde Esed’in mutlaka gitmesi gerektiği anlayışını kısmen de olsa yumuşatarak Esed’in geçiş döneminde rol üstlenmesine gönülsüzce razı oldu. Ardından Rusya ve İran aracılığıyla dolaylı olarak ‘çatışmasızlık ve gerginliğin azaltılmasına’ yönelik anlaşmalar yapıldı. Ankara, 2016 yılında Fırat Kalkanı kapsamında Fırat’ın doğu ve batısındaki Kürt güçlerin ulaşımını bölmek amacıyla Halep’in doğusundan vazgeçti. 2018 yılında da Kürt idaresinin Akdeniz’e inişini engellemek amacıyla Afrin’e girmek için Moskova’ya taviz verdi. Yine bu bağlamda, Moskova ve Tahran’ın aracılığıyla, Suriye Muhaberat Şefi Ali Memlük ile Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan arasında görüşmeler tertip edildi. Fidan ve Memlük’ün 2020’deki görüşmesinden önce, Tahran ve Lazkiye’de iki ülkenin güvenlik yetkilileri bir dizi görüşme gerçekleştirmişti.
ABD’nin PYD’ye silah ve maddi destek sağlamasına yönelik endişeler, Ankara’nın gönülsüz de olsa Şam ile görüşmesine imkan tanıdı. Türkiye, Şam rejiminin, 2011’de kendisinden intikam almak için ayrılıkçı Kürt oluşumları desteklediğini biliyordu. Rusya 1998’de yapılan Adana Anlaşması’nın yürürlüğe girmesini teklif etti. Bu anlaşma Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında Suriye içlerinde 5 kilometrelik bir derinliğe girmesine olanak sağlıyordu. Suriye rejimi Türkiye’nin kuzey bölgelerindeki etkinliği karşılığında İdlib ve Halep’te bazı tavizler elde etmeye çalışıyordu. Ruslar ise ABD ile kuzeydoğu Suriye’de, Türkiye ile de kuzeybatı Suriye’de temas kurmak zorunda kaldı. Arap ülkeleri de bu süreçte Suriye’ye girerek Türkiye ile rekabet etmek istiyordu. Ancak şartlar zamanla değişti.  
Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun açıklamaları şu şartlar dahilinde değerlendirilebilir: 
Öncelikle; ABD-Rus koordinasyonu, Ukrayna savaşı nedeniyle çökmüş durumda. Dolayısıyla ABD Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Brett McGurk'un Rusya'yı Şam'ı bir orta yolun bulunması amacıyla ayrılıkçı Kürtlerle müzakere etmesi yönünde ikna etmesi planları da şimdilik sonuçsuz kaldı.  
İkincisi; Donald Trump yönetimi dönemindeki durumun aksine, özellikle Afganistan'dan kaotik çekilme deneyiminden sonra Suriye'deki ABD varlığının istikrarlı bir şekilde devam edeceği öngörülüyor. Biden yönetimindeki ABD, Suriye’deki varlığını DEAŞ’a karşı zaferinin sembolü olarak görüyor.  
Üçüncüsü; Ankara ile rekabet edebilmek için Şam rejimine yaklaşan Arap ülkeleri, şimdilerde kendileri ile Türkiye arasında bir kesişme noktası arıyor. Suriye bunun için uygun olabilir. Bazıları Suriye’nin yeniden imarı noktasında bazı Arap ülkeleri ile Türkiye’nin ortak projelerde yer alma niyetinde olduğunu değerlendiriyor.  
Peki, Ankara kendisiyle birlikte Suriye ve İran’ın ulusal güvenliklerine tehdit oluşturacak bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için Şam rejimiyle iş birliği yapmaya hazır mı? Çavuşoğlu’nun son açıklamaları ve Türkiye-Suriye arasındaki muhtemel güvenlik görüşmelerine dair bilgiler, bu iddiaların ciddiye alınmasını gerektirecek türden. Türkiye İHA’lar ile Suriye’nin kuzeydoğusunda ayrılıkçı Kürt oluşumları hedef alıyor. Irak’ta da yeni bir operasyon başlatmış durumda.  



Washington’a göre Lübnan'da silahların devlete teslimi için ‘büyük bir fırsat’ var

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Lübnan'a gönderilen Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (AFP)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Lübnan'a gönderilen Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (AFP)
TT

Washington’a göre Lübnan'da silahların devlete teslimi için ‘büyük bir fırsat’ var

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Lübnan'a gönderilen Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (AFP)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Lübnan'a gönderilen Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack (AFP)

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Lübnan'a gönderilen Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Lübnanlı yetkililerin, silahların devlete teslimi için ‘uygun bir fırsatlarının’ olduğunu açıkladı. Barrack'ın önümüzdeki hafta başlarında Beyrut'a giderek Lübnan'ın ABD'nin önerisine vereceği yanıtı görüşmesi bekleniyor.

Öte yandan Lübnanlı yetkililer, Hizbullah'ın görünürdeki katı tutumu ile paralel olarak, ABD’nin önerisine yanıt vermek için nihai bir formüle ulaşmada başarısız olurken, Meclis Başkanı Nebih Berri, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Özellikle Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı arasında ortak bir tutum sergilemeye çalışıyoruz, ancak Barrack'ın ilettiği öneride talep edildiği gibi Hizbullah'ın tutumunu da dikkate almalıyız. Ancak şimdiye kadar Hizbullah’tan kesin bir yanıt gelmedi” ifadelerini kullandı.

Diğer taraftan Şarku’l Avsat’a konuşan kaynaklar, anlaşmazlığı çözmek için yoğun bölgesel ve yerel temaslar yürütüldüğünü bildirdi. Kaynaklar, ‘kabul edilebilir bir iyimserlik’ olduğunu belirtti.

Bir diğer gelişmede Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy'ye ülkenin güneyinde, meşru güvenlik güçleri ve Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL) dışında silahlı güç bulunmayacağını taahhüdünde bulundu.