İran: Ukrayna savaşının etkileri ABD’yi nükleer anlaşmaya zorlayacak

İran Müzakere Heyeti Müsteşarı Marendi: Ukrayna savaşının etkileri Biden’ı İran’la anlaşmaya zorlayacak

Viyana nükleer müzakerelerin AB Koordinatörü Enrique Mora.
Viyana nükleer müzakerelerin AB Koordinatörü Enrique Mora.
TT

İran: Ukrayna savaşının etkileri ABD’yi nükleer anlaşmaya zorlayacak

Viyana nükleer müzakerelerin AB Koordinatörü Enrique Mora.
Viyana nükleer müzakerelerin AB Koordinatörü Enrique Mora.

İran'ın Viyana'daki nükleer müzakere heyetinin Siyasi Müsteşarı Muhammed Merendi, Ukrayna savaşının artan etkilerinin ABD’yi Tahran’la bir anlaşmaya varmaya zorlayacağını öngörüyor.
Merendi değerlendirmesini, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ı, nükleer anlaşmayı canlandırmayı amaçlayan Viyana müzakerelerindeki duraklamanın uzamasının olumsuz etkilerine karşı uyarmasının ardından yaptı.
İran Müzakere Heyeti Siyasi Müsteşarı Muhammed Merendi, İran resmi haber ajansı IRNA’ya yaptığı açıklamada, Washington'daki dahili anlaşmazlıkların, Viyana’da bir anlaşma sağlanmasına engel olduğunu belirterek, “Ukrayna savaşının sonuçları ABD’yi eninde sonunda İran’la bir anlaşma yapmaya zorlayacak” dedi.  
ABD ve İran, Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak bilinen ‘2015 nükleer anlaşmasının’ yeniden canlandırılması için ortak karar alarak müzakereleri başlatmıştı. Viyana’daki müzakerelerde büyük ölçüde uzlaşıldığının açıklanmasının ardından, Rusya’nın, kendisine uygulanan yaptırımların İran’la ilişkilerini etkilemeyeceğine dair garanti talep etmesi bir engel oluşturmuş ancak bir süre sonra bu engel aşılabilmişti. İran’ın Devrim Muhafızları Ordusu’nu ABD’nin “terör örgütleri listesinden” çıkarılmasını istemesi, anlaşma sağlanmasının önünde bir diğer önemli engeli teşkil etti. Washington ve Tahran, yaklaşık bir aydır duraksayan müzakerelerde anlaşmaya varılamamasının sorumluluğunu birbirine yüklüyor.  
İyi bir anlaşmaya varılabilmesi için’ ABD’nin siyasi karar alması gerektiği tezini yineleyen Merendi, "Amerikalılara göre İran, Viyana'da dikkate değer tavizler elde etmeyi başardı, bu yüzden Amerikan müzakere ekibinin bazı üyeleri istifalarını sundu ve protestolarını ifade etmek için ekipten ayrıldı. ABD'nin İran özel temsilcisi Rob Malley'in sunumunun ardından ABD Kongresi’nde de olumsuz tepkiler geldi ve şimdi bir belirsizlik söz konusu” diye konuştu.  
İran rejiminin lideri Rehber Ali Hamaney’in özel doktorunun oğlu olan Merendi, muhafazakar Ali Bakıri Kani’nin, Abbas Arakçi’nin yerine müzakere heyetinin başına geçmesinin ardından, ekibe katılan yeni yüzler arasında yer aldı. İbrahim Reisi’nin göreve gelmesinin ardından, Viyana’daki nükleer müzakereler beş aylık aranın akabinde geçen kasım ayında yeniden başlamıştı. Merendi tüm bu süreçte müzakere ekibine eşlik etti.  
Merendi şöyle devam etti: “Viyana’da, yaptırımların iptali, güvence verilmesi ve Devrim Muhafızları konuları da dahil olmak üzere çalışmalar son günlerde oldukça hızlı ilerliyordu, ancak Amerikalılar aniden görüşmeleri durdurdu. Bu Amerikan kamuoyundaki anlaşmazlıklarla ilgili, fakat Ukrayna savaşının doğuracağı artan sorunlar, Biden'ı (İran ile) anlaşmanın gerekliliğini kabul etmeye zorlayacaktır. Avrupa başkentlerinde, Rusya, Çin veya Tahran'da bir sorun yok, ancak Biden'ın alacağı kararı beklememiz gerekiyor”. 
ABD’li senatörler ve Kongre üyeleri, Biden yönetiminden, Ukrayna'daki savaşın yol açtığı küresel enerji krizinin etkilerini hafifletmek amacıyla, Devrim Muhafızları’nın ‘terör örgütleri listesinden’ kaldırılması pahasına Tahran’la bir anlaşma yapmaması çağrısında bulunmuştu. Uzmanlar, mevcut ABD müzakere ekibinin, ‘2015 nükleer anlaşma’ kapsamında hareket ettiğini, ancak hükümetin, Devrim Muhafızları’nın ‘terör listesinden’ kaldırılmasının da tartışılmasını istediğini belirtiyor. Öte yandan Biden’ın muhalifleri, Abbas Arakçi başkanlığındaki heyetle haziran ayında anlaşma sağlanabilecekken ABD tarafının masadan ayrılmış olmasını eleştiriyor. Tahran, Devrim Muhafızları üzerindeki baskının hafifletilmesini isterken, ‘balistik füze programı ve bölgesel faaliyetlerinin’ müzakerelere bir konu teşkil etmesine karşı çıkıyor ve bunları ‘kırmızı çizgileri’ olarak görüyor.  
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell telefon görüşmesi gerçekleştirdi. İran Dışişleri Bakanlığı, görüşmenin ana gündeminin ‘nükleer müzakerelerle’ ilgili olduğunu açıkladı. Abdullahiyan Borrell’e, “İran hükümetinin iyi, güçlü ve kalıcı bir anlaşmaya varma iradesinde hiçbir şüphe yoktur” Beyaz Saray aşırı taleplerini ve şüphelerini bir kenara bırakıp, çözüm odaklı gerçekçi bir yol benimsemelidir. Üç Avrupa ülkesi, Rusya ve Çin, anlaşmayı sonuçlandırmaya hazırdır. ABD yönetimi, Beyaz Saray'ın geçmişteki yanlış politikalarını düzeltme cesaretine sahip olmalıdır” dedi.  
Borrell ise, Abdullahiyan’ı, Viyana’daki müzakerelerdeki duraksama döneminin uzamasının ‘yapıcı olmayan etkileri’ hususunda uyardı. Yardımcısı olan ve Avrupa Birliği’nin müzakerelerdeki koordinatörü rolünü üstelenen Enrique Mora ile İranlı başmüzakereci arasında yakın zamanda bir toplantı düzenlenmesini önerdi.  
Borrell'in çağrısından önce, İran Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutanı Ali Rıza Tengsiri, ABD’nin, eski Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin intikamından vazgeçilmesi karşılığında, ‘bazı yaptırımları kaldırmayı ve bazı imtiyazlar vermeyi’ teklif ettiğini ancak İran’ın bunu kabul etmediğini söyledi. Bazı raporlar, ABD’nin Devrim Muhafızlarını, ‘terör listesinden’ kaldırmak için ön koşul olarak, İran’ın bölgesel faaliyetlerini kısıtlamasını ve Trump’ın talimatıyla öldürülen Süleymani’nin intikamının alınmasından vazgeçilmesini öne sürdüğünü iddia etmişti.  
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Tengsiri’nin açıklamaları sorulması üzerine, “Açıktan müzakere edecek değiliz, İran Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nda öngörüldüğünden daha fazla yaptırımların kaldırılmasını istiyorsa, anlaşmanın ötesinde olan endişelerimizi gidermesi gerekir. Müzakereleri KOEP dışındaki ikincil konuları çözme noktasında kullanmıyorlarsa, nükleer anlaşmanın canlandırılması hususunda hızlı bir şekilde anlaşmaya varabiliriz” değerlendirmesinde bulundu.  
Nükleer anlaşmanın gerçekleşmesini destekleyen bazı ABD-İran çevreleri, örgütün dış operasyonlarından sorumlu olan Kudüs Gücü’nün ‘terör listesinde’ kalmasını ve Devrim Muhafızları’nın ‘listeden’ çıkarılmasını teklif etti. Ancak bu teklifin sonuçları da belirsizliğini koruyor.  
Bu arada eski İran Meclisi Başkan Yardımcısı Ali Mutahhari, “İran'ın nükleer programının amacının, ‘Caydırıcı gücünü arttırmak için bir silah yapmak olduğunu, ancak bunun gizli bir şekilde gerçekleştirilemediğini ve Halkın Mücahitleri Örgütü tarafından ifşa edildiğini” söyledi.  
Mutahhari, Eskannews web sitesine verdiği özel röportajda, "Barışçıl bir nükleer programa sahip olmak isteyen bir ülke, önce reaktör inşa eder ve faaliyetlerine uranyum zenginleştirme ile başlamaz. Direk uranyum zenginleştirmeye başlamamız şüpheler doğurdu, başladığımız işi sonuna kadar sürdürmeliyiz” ifadelerini kullandı.  



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.