Sudan’da Burhan yönetimi Darfur’da akan kanı durdurabildi mi?

Yaklaşık 20 bin kişi yerinden edildi.

Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)
Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)
TT

Sudan’da Burhan yönetimi Darfur’da akan kanı durdurabildi mi?

Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)
Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)

Mana Abdulfettah
Batı Darfur Eyaleti’ne bağlı Kıreynik bölgesinde yaşanan son olaylar, dikkatleri ‘asla duraksamayan’ Darfur krizine geri çevirdi. Aralık 2018 Devrimi’nden sonra, önceki rejimin devrilmesi ve bir geçiş hükümetinin kurulmasıyla birlikte yalnızca Darfur’da değil, Mavi Nil Eyaleti’nde, Güney Kordofan Eyaleti’nin Nuba Dağları bölgesinde ve Sudan’ın doğusunda krizi çözme ve barış sağlama sözü verilmişti. Kalıcı bir barış umudu vardı. Minni Arko Minavi’nin Darfur bölgesi genel valisi olarak atanmasının sakinleştirici bir etkisi oldu. Ancak bu geçici bir durumdu. Çünkü kendisi, Darfur halkındandı ve uzlaşmadan önce eski rejimle savaşan silahlı hareket liderlerindendi. Ülkenin devrik lideri Ömer el-Beşir’in atadığı valilerin imajı, var olan yaygın hassasiyeti ortadan kaldırdı.
22 Nisan Cuma gününden bu yana devam eden, ardında birçok ölü ve yaralı bırakan ve yaklaşık 20 bin kişinin yerinden edilmesiyle sonuçlanan bu saldırının kıvılcımı ‘Sudan Koalisyon Hareketi’ne bağlı Afrika kökenli Arap olmayan Masalit kabile üyeleri tarafından bir Arap kabilesine mensup iki çobanın öldürülmesiyle başladı. Olayın öncesinde Minni Arko Minavi’nin mensubu olduğu Zağava kabilesi ile Zağava’nın kendilerine karşı Rezigat kabilesiyle ittifak kurduğuna inanan Masalitler arasında bir çatışma yaşanıyordu. Ölen iki kişinin aileleri, intikam almak için bölgedeki Arap kabilelerinden milisler topladı. Bu seferberlik, hükümet güçlerini geri çekilmeye zorlayarak iki çatışma tarafını karşı karşıya bıraktı. Darfur’daki savaş yıllarında Arap kabileleri ile Masalit arasındaki anlaşmazlık, bu kabilelerin üyelerinin diğer taraftaki silahlı isyan hareketleriyle karşı karşıya gelmesinden kaynaklanıyordu.
Yerinden Edilmişler ve Mülteciler Kampları Genel Koordinasyonu Sözcüsü Adem Rical, saldırının arabalar, motosikletler, atlar ve develer kullanan bir milis kuvveti tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Sözcü, bu görüntünün eski rejim dönemindeki çatışmaları akla getirdiğini belirtti. Öyle ki o dönemde savaş nedeniyle yerlerinden edilmiş bazı Afrika kabilelerinin topraklarını ele geçirmek isteyen Arap kabileleri de benzer görüntüler oluşturmuştu.

Çatışmaya dönüşüm
Darfur savaşının son çatışma dönemi, 1980’lerin başında çiftçiler ve çobanlar arasında kıt kaynaklar üzerindeki bir çatışma olarak başladı. Kuraklık ve çölleşme, 1981’de Sudan da dahil olmak üzere Afrika Boynuzu’nu ve Doğu Afrika’yı sarmıştı. Ardından 1984 kıtlığı, Sudan’ın batısındaki Darfur’u doğrudan etkiledi. Öncesinde ise bölgedeki çatışmalar, 1960’lı ve 1970’li yıllarda kaynaklar üzerinde sınırlıydı. Daha sonra 1980’lerde ve 1990’larda hükümet politikalarının bölgedeki kalkınmayı genişletme konusundaki başarısızlığına karşı protesto şiddetine dönüştü.
Çatışma şeklindeki bu değişime bağlı olarak olaylara neden olan faktörler, ‘Ömer el-Beşir rejiminin gelişiyle görünürlük kazanan’ etnik bileşeni içerecek şekilde gelişti. Beşir, Arap kabilelerini Afrika kabileleriyle mücadele için kendine çekmeye çalışıyordu.
Siyasi, ekonomik ve etnik kesişmeler, kuzey ve güneyde, doğu ve batıda meydana gelen çatışmalar ve tüm Darfur bölgelerinin tanık olduğu benzer şiddet olayları, Darfur’daki şiddeti standartlaştırmak için birleşti. Ancak bir diğer ortak unsur olarak çatışma tarafları, devletin otoritesine boyun eğmedi. Diğer yandan devam eden çatışmaların yineleneceğine dikkat çekiliyor. Bu şiddet ortasında çatışmalar, siyasi kriz ve genel güvenlik ortasında uzayabilecek yeni bir savaşın habercisi olabilir.

Yerinden edilmişler
Sudan hükümeti ile silahlı hareketler arasında ilki 2006’da Abuja’da, ikincisi de 2011’de Doha’da olmak üzere iki Darfur barış anlaşması imzalandı. İki tarafın 7 temel öğeye ek olarak Darfur’daki çatışmayı sona erdirme hedeflerine ulaşacağı bekleniyordu. Bu 7 temel öğe, ‘insan hakları ve temel özgürlükler, Darfur için güç paylaşımı ve idari statü, ulusal zenginlik ve kaynakların paylaşımı, tazminatlar, yerinden edilmişlerin ve mültecilerin geri dönüşü, adalet ve uzlaşı, kalıcı ateşkes ve nihai güvenlik düzenlemeleri, iç diyalog, istişare ve uygulama yolları’ olarak biliniyor. Bölgesel ve uluslararası arabulucuların bu maddeleri uygulama çabalarına rağmen hiçbiri yerine getirilmedi. Yerinden edilenlerin ve mültecilerin dönüşü konusu da dahil olmak üzere bu konular, her yeni çatışmada yeniden patlayan bir saatli bomba olarak kaldı.
Eski rejim, savaş bittikten sonra yerinden edilenlerin köylerine geri dönüşü sorunuyla karşılaşmamayı ve onları kamplarda tutmayı tercih etti. Bu tercihin nedeni, 300 milyon dolarlık tazminat şartını yerine getirmenin yanı sıra bölgelerinin yeniden inşasında idari sorumluluklardan ve yerinden edildikleri alanlarda güvenlik ve hizmet sağlama sorumluluğundan kaçınmaktı. Sudan hükümetinin Darfur Kalkınma Bankası’nı kurmak için 200 milyon dolar taahhüt etmesi ve bağışçıların 100 milyon dolar ödemesi gerekiyordu. Ama bu, hükümetin bankayı kurma konusundaki mali taahhüdünü yerine getirmesine bağlıydı. Hükümetin ‘savaş nedeniyle yerinden edilmiş asıl halk ile sakinlerinin yokluğundan yararlanarak bu bölgelere göç eden yeni nüfus’ arasındaki çatışmalara dair korkusu ve bu durumdan kaçınması, insani yardım kuruluşlarının ‘çatışmalar nedeniyle yardımlara ulaşmakta zorluk yaşayan’ on binlerce yerinden edilmiş kişinin geri dönüşünü geciktirmenin bir başka nedeniydi.

Başarısızlık faktörleri
Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan’ın, yardımcısı Muhammed Hamdan Dagalo Hemedti’nin ve eski Başbakan Abdullah Hamduk’un tekrarlanan ziyaretleri, iltihaplı bölgedeki durumu sakinleştirmeyi başaramadı. Burhan ve Hemedti, geçen ay Kuzey Darfur’da bulunan el-Faşir şehrindeki Güvenlik Düzenlemeleri Yüksek Konseyi’nin ‘Cuba Barış Anlaşması’nın hükümlerinin uygulanması, güvenlik durumunun düzenlenmesi, silahlı hareket güçlerinin Sudan güvenlik güçlerine entegre edilmesi, Darfur’da güvenlik ve istikrarın sağlanmasıyla ilgili ortak kuvvetlerin oluşturulması’ meselelerinin görüşüldüğü toplantısına katıldı. Toplantıda ayrıca, arazi mülkiyeti, servet ve gücün paylaşımı ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü konularının yanı sıra Sudan’ı sekiz bölgeye ayıran federal bir hükümet sisteminin benimsenmesi meselesi de ele alındı.
Cuba Barış Anlaşması, bölgeye istikrar getirmedi ve düşmanlıklar kesintisiz şekilde devam etti. Anlaşma, Abdulvahid Muhammed Nur’un kanadı olan Sudan Kurtuluş Hareketi’ne karşı olunsuğu bir atmosferde, anlaşmayı imzalayan silahlı hareketlerin liderlerinin iktidara gelmesiyle uygulandı.
Minni Arko Minavi’nin bölge genel valisi olarak atanması, Darfur sorununun çözümüne katkıda bulunmak yerine güvenlik güçlerinin yakıt ve lojistik eksikliği nedeniyle çatışmaların çözümüne müdahale edilmediği şikayetlerini ortaya çıkardı. Minavi, valilerin doğrudan müdahale etme yetkilerinin olmamasını da eleştirdi.
Geçiş hükümetinin Darfur’da akan kanı durdurmadaki başarısızlığında birçok faktör bir araya geldi. Bunlardan ilki, hükümetin silahlı milisleri kontrol edememesi. İkincisi, boğucu ekonomik kriz, idari gölgenin başarısızlığı ve güvenliğin sağlanmasında bölgesel hükümet ve polisin görevlerini yerine getirirken desteklenmemesi. Üçüncüsü, Darfur halkları arasındaki diyalogun başarısız olması, tüm silahlı hareketlerin Cuba Barış Anlaşması’nı imzalamaması, imzalayan hareketlerin ihanetle suçlanması, bu hareketlerin söylemlerinde birlik olmaması ve birden fazla gündemlerini olması. Dördüncü olarak da Darfur’daki adalet sisteminin yetersizliği, yerel halkın haklarını kendi eline almasına ve hukuka bağlı kalmamasına neden olan yerel yönetim yasasının çıkarılamaması, yerel örf mekanizmalarının geliştirilmesinin ihmal edilmesi, ‘çatışmaları çözme, toplumsal dokuyu yeniden inşa etme ve kabilelerin barış içinde bir arada yaşaması’ çerçevesinde hedeflerinden sapan idarelerin rolünün dağılması.

Tek seçenek
Darfur’daki mevcut manzara, geçiş hükümetinin bölgede tırmanan krizi yönetmedeki başarısızlığına tanıklık ediyor. Öyle ki sakinleştirici çözümler, sorunların üstesinden gelinmesini sağlamadı. Bu noktada ‘güvenlik durumunun, önceki rejimin devrilmesinden sonra bile istikrar düzeyine ulaşmamış olduğu’ gerçeği karşımıza çıktı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre özellikle Cuba Barış Anlaşması maddeleri birbiri ardına çökmeye başladığı için hükümetin Darfur krizine yönelik taahhütlerini yerine getirememesinin yeniden savaşa yol açması muhtemel. Siyasi krizlerle, özellikle de Darfur kriziyle başa çıkmadaki bu adım, eski rejimden miras olarak ‘Darfur Devrimciler Bloku’ tarafından tanımlanan bir yaklaşımdır. Bloğun ve Abdulvahid Muhammed Nur liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi’ne yakın olan ‘Yerinden Edilmiş ve Mülteci Kamplarının Genel Koordinasyonu’nun teşviki, bu saldırının ve Darfur’da yaşananların, ‘kavurulmuş toprak politikaları ve göçmenlerin yerinden edilmesi’ kapsamında geldiğini ortaya koydu. Bu durum, eski rejimin Afrika kimliğini değiştirme, soykırım, etnik temizlik ve bölgenin kaynaklarını ve zenginliğini yağmalama yaklaşımının doğal bir uzantısıydı.
Eski rejimin silahlı hareketlere yönelik başlattığı saldırının ardından, 2003 yılından bu yana Darfur krizine dikkat etmeye başlayan uluslararası toplum, Beşir hükümetini ve silahlı hareketleri ‘bölgesel ve uluslararası örgütlere yardımları durdurmakla’ tehdit eden taraftı.
BM, yetkililere ve silahlı gruplara ‘sağlık tesisleri, okullar ve su sistemleri’ de dahil olmak üzere tüm sivilleri ve sivil altyapıyı korumaya yönelik uluslararası yasal yükümlülüklerini hatırlatmakla yetindi. Bu hatırlatmayla eş zamanlı olarak BM Genel Sekreteri’nin Sudan Temsilcisi Volker Peretz, Kıreynik’te sivillerin öldürülmesini kınadı. Aynı şekilde Afrika Barış ve Güvenlik Konseyi, bireylere ve gruplara karşı uygun yaptırımlar uygulama tehdidi gibi bir tavır sergilemedi.
Bu durum karşısında ‘silah taşımaya geri dönülmesi’ yönündeki muhtemel tek seçeneğin, bazı tarafların hükümetin muhalifleriyle çatışmalarından kaynaklandığı şeklinde yorumlandı. Edinilen bilgilere göre bu tarafların savaşa devam etmesi, barış anlaşması veya diyalogu imzalamayı reddetmesi olası.



Trump’ın açıklaması ateşkesi tehlikeye mi attı? 17. Maddeyle Gazze'de fiili bölünme ihtimali masada mı?

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
TT

Trump’ın açıklaması ateşkesi tehlikeye mi attı? 17. Maddeyle Gazze'de fiili bölünme ihtimali masada mı?

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının “ikinci aşamasının değiştirileceği” yönündeki kısa ve belirsiz açıklaması, bu değişikliğin ne anlama geldiğine ilişkin soruları gündeme taşıdı.

Uzmanlara göre Trump’ın işaret ettiği değişiklik, anlaşmanın uygulanma biçiminde bir revizyon anlamına geliyor. Buna göre, İsrail’in hâlihazırda yüzde 55’ini kontrol ettiği Gazze’den çekilmesi ve Hamas’ın silahsızlandırılmasına geçilmesi yerine, 17. maddenin devreye alınması söz konusu olabilir. Bu madde, barış planının taraflardan biri kabul etmese bile tek taraflı olarak ilerletilmesine imkân tanıyor.

10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasındaki 17. madde, Hamas’ın öneriyi geciktirmesi veya reddetmesi halinde, “yardımların genişletilmesi dahil, planın belirtilen unsurlarının, İsrail ordusunun terörden arındırılmış olarak uluslararası istikrar gücüne devrettiği bölgelerde uygulanacağını” düzenliyor.

Geçen ekim ayında Hamas ile İsrail arasında imzalanan “barış belgesi” sadece birinci aşamayla ilgili maddeleri içeriyordu. Bu aşama; ilk ateşkes, İsrail güçlerinin geri çekilmesi, esir takası ve insani yardım girişlerinin kolaylaştırılmasını kapsıyor. Ancak savaş sonrası Gazze’nin yönetimine ilişkin “ikinci aşama” konusunda resmî bir mutabakat sağlanmış değil.

Perşembe günü yaptığı açıklamada Trump, planın ikinci aşamasının “çok yakında değiştirileceğini” söyledi. Açıklama, sürecin tıkanması ve sahadaki ilerlemenin sınırlı kalması nedeniyle endişelerin arttığı bir döneme denk geldi; ancak Trump değişikliğin içeriğine dair ayrıntı vermedi.

Görsel kaldırıldı.
Filistinli bir kadın, İsrail'in Han Yunus'ta düzenlediği bir baskın sonucu akrabalarından birinin öldürülmesine tepki gösteriyor (AFP)

Ahram Siyaset ve Strateji Merkezi İsrail Çalışmaları uzmanı Dr. Said Okaşa, (Saeed Okasha) Trump’ın sözünü ettiği değişikliğin büyük olasılıkla 17. maddeye dayanacağını belirtiyor. Okaşa’ya göre bu adım, “eski Gazze” ve “yeni Gazze” ayrımını güçlendirecek bir fiili bölünmeye kapı aralayabilir. Bu yaklaşımı geçen ay ABD’nin bölge özel temsilcisi Steve Witkoff’un da çeşitli görüşmelerde dile getirdiğini hatırlattı.

Okkaşa, anlaşmanın geçen ay Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylandığını anımsatarak, Hamas’ın silahsızlanma sürecine yanıt vermemesi gibi gerekçelerle 17. maddenin yeniden devreye sokulmasının mümkün olduğunu söyledi. Uzman, böyle bir senaryonun Gazze’de “ne savaş ne barış” şeklinde sürecek bir çıkmaz yaratabileceğini ifade etti.

Görsel kaldırıldı.
Filistinliler, Cebaliye'de yıkılan binaların enkazı arasında sokaklara kurulmuş çadırların yanından geçiyor (AFP)

Filistinli siyaset analisti Dr. Ayman el-Rakkab da, Trump’ın değişiklik açıklamasının içeriğinin belirsizliğine işaret ederek, “İsrail’in bölgede kalma isteğiyle birleştiğinde, Gazze’nin fiilen ikiye bölünmesi ihtimali güçleniyor” değerlendirmesinde bulundu.

Bu belirsizlik sürerken, Axios haber sitesi Trump’ın 25 Aralık’tan önce Gazze’de barış sürecinin ikinci aşamasına geçileceğini açıklamayı planladığını duyurdu. Habere göre Washington, Gazze’de oluşturulacak yeni yönetim yapısı ve uluslararası istikrar gücünün son hazırlıklarını tamamlıyor. ABD Başkanı’nın, bu adımları görüşmek üzere İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ay sonundan önce bir araya gelmesi bekleniyor.

İkinci aşamanın önünde ciddi engellerin olduğunu ifade eden Rakkab: “Barış Konseyi ile teknokrat hükümet henüz kurulmadı. Güvenliği devralacak polis gücü ve uluslararası istikrar kuvveti oluşturulmadı. Bu nedenle somut bir hareketin en erken ocak ayında mümkün olabileceğini düşünüyorum” dedi.

Okaşa, yakın vadede İsrail’in kontrolde tuttuğu bölgeyi yüzde 60 seviyesine çıkarmaya çalışabileceğini, ancak anlaşmanın genel çerçevesinde büyük bir tırmanış beklemediğini belirtti.

Geçtiğimiz günlerde Yedioth Ahronoth, İsrail’in yaklaşık iki milyon Filistinliyi sarı çizginin doğusunda İsrail kontrolündeki yeni bölgelere yeniden yerleştirmeyi, Hamas kontrolündeki bölgeleri tamamen sivillerden boşaltmayı ve Hamas unsurlarını bu bölgelerde aşamalı şekilde takip etmeyi içeren bir plan hazırladığını yazmıştı. Şarku’l Avsat’ın  Telegraph gazetesinin Batılı diplomatlara dayandırdığı haberinden aktardığı bilgilere göre ABD planının Gazze’nin kalıcı biçimde ikiye ayrılması riskini barındırdığını bildirmişti.

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ise geçtiğimiz günlerde Barselona’da AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ile yaptığı görüşmede, Gazze ile Batı Şeria’nın birliğinin korunması gerektiğini vurgulayarak, ayrıntıları tartışılan hiçbir adımın “bölünmeyi pekiştirmesine” izin verilemeyeceğini söyledi. Abdulati, çarşamba günü yaptığı başka bir açıklamada da, “Gazze’nin bölünmesini konuşmak dahi mümkün değildir. Gazze, Doğu Kudüs dâhil olmak üzere, kurulacak Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.

Uzman Okaşa’ya göre Mısır, hem Gazze’nin bölünmesini hem de anlaşmayı zayıflatacak her türlü değişikliği engellemek için diplomatik çabalarını sürdürecek. Buna karşın, Trump’ın planı etrafındaki belirsizlik nedeniyle önümüzdeki döneme ilişkin tüm senaryolar hâlâ masada.


Avn, BM Güvenlik Konseyi heyetinden İsrail'e ateşkes ve geri çekilme anlaşmasını uygulaması için baskı yapmasını istedi

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)
TT

Avn, BM Güvenlik Konseyi heyetinden İsrail'e ateşkes ve geri çekilme anlaşmasını uygulaması için baskı yapmasını istedi

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın bugün Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmeden (Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın resmi X hesabı)

Lübnan Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın bugün ülkede bulunan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi temsilcilerinden oluşan bir heyetle bir araya geldiğini açıkladı. Görüşmede Avn, Lübnan ordusunun görevini tamamlaması için destek çağrısında bulunarak, İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesi için baskı yapılmasını talep etti.

Cumhurbaşkanlığı, heyetin ‘uluslararası kararların uygulanması yoluyla Lübnan’da istikrarı destekleme ve ülkelerin Lübnan ordusuna yardım ederek birliklerini tamamlamaya ve silah tekelini sağlamaya hazır olduklarını’ belirttiğini duyurdu.

Açıklamada Avn’ın, Lübnan’ın uluslararası kararları uygulama taahhüdünü yinelediği ve “İsrail tarafını ateşkesi uygulamaya ve çekilmeye zorlamamız gerekiyor; bu konuda sizden destek bekliyoruz” ifadelerini kullandığı kaydedildi.

Geçen yıl kasım ayında, ABD arabuluculuğunda İsrail ile Hizbullah arasında bir ateşkes sağlanmıştı. Bu ateşkese rağmen, İsrail hâlâ Güney Lübnan’daki bazı noktalarda kontrolünü sürdürüyor ve ülkenin doğusu ile güneyine yönelik saldırılarını devam ettiriyor.


Ukrayna: Rusya ile taviz değil, gerçek barış peşindeyiz

Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
TT

Ukrayna: Rusya ile taviz değil, gerçek barış peşindeyiz

Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)

Ukrayna Dışişleri Bakanı Andriy Sibiga, dün Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'na (AGİT) yaptığı açıklamada, Ukrayna'nın Rusya ile "taviz değil, gerçek barış" istediğini söyledi.

Güvenlik ve insan haklarına odaklanan bir kuruluş olan AGİT, savaş sonrası Ukrayna'da rol oynamayı hedefliyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD elçileri arasında "oldukça iyi" olarak nitelendirdiği görüşmelerin ardından çarşamba günü yaptığı açıklamada, barış görüşmelerine giden yolun şu anda belirsiz olduğunu söyledi.

Sibiga, örgütün yıllık bakanlar kurulu toplantısından önce, "Münih'te gelecek nesillere ihanet edenlerin isimlerini hâlâ hatırlıyoruz" diyerek, "Bu bir daha asla olmamalı. İlkelerden taviz verilmemeli ve uzlaşmaya değil, gerçek barışa ihtiyacımız var" ifadelerini kullandı.

devfdr
Rus askerleri Kursk bölgesindeki Sudzha’da devriye geziyor (Arşiv- AP)

Bakan, görünüşe göre İngiltere, Fransa ve İtalya'nın Adolf Hitler'in o dönem Çekoslovakya olan toprakları ilhak etmesini kabul ettiği 1938 tarihli Nazi Almanyası anlaşmasına atıfta bulunuyordu. Bu anlaşma, tehditkâr bir güçle yüzleşmemenin işareti olarak yaygın olarak kullanılıyor.

Sibiga, ABD'ye barışı sağlama çabalarından dolayı teşekkür etti ve Ukrayna'nın "bu savaşı sona erdirmek için mümkün olan her fırsatı değerlendireceğine" söz verdi. "Avrupa geçmişte çok fazla adaletsiz barış anlaşması imzaladı. Hepsi yeni felaketlere yol açtı" diye ekledi.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy dün, ekibinin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki toplantılara hazırlandığını ve Trump'ın temsilcileriyle diyaloğun devam edeceğini söyledi.

Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Rusya ve Avrupa ile Orta Asya'nın büyük bir bölümünü içeren 57 üye ülkeyi kapsayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı diyaloğu için kilit bir forum olarak ortaya çıktı.

Örgüt son yıllarda, Rusya'nın kilit kararların uygulanmasını engellemesi ve örgütü Batı kontrolü altında olmakla suçlamasıyla sık sık çıkmaza giriyor. Rusya, açıklamasında Ukrayna'nın AGİT gündemine "tamamen hakim olmasından" şikayet etti.