Sudan’da Burhan yönetimi Darfur’da akan kanı durdurabildi mi?

Yaklaşık 20 bin kişi yerinden edildi.

Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)
Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)
TT

Sudan’da Burhan yönetimi Darfur’da akan kanı durdurabildi mi?

Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)
Batı Darfur’da yerinden edilenler kendileri için hazırlanan kamplarda kalıyor. (Reuters)

Mana Abdulfettah
Batı Darfur Eyaleti’ne bağlı Kıreynik bölgesinde yaşanan son olaylar, dikkatleri ‘asla duraksamayan’ Darfur krizine geri çevirdi. Aralık 2018 Devrimi’nden sonra, önceki rejimin devrilmesi ve bir geçiş hükümetinin kurulmasıyla birlikte yalnızca Darfur’da değil, Mavi Nil Eyaleti’nde, Güney Kordofan Eyaleti’nin Nuba Dağları bölgesinde ve Sudan’ın doğusunda krizi çözme ve barış sağlama sözü verilmişti. Kalıcı bir barış umudu vardı. Minni Arko Minavi’nin Darfur bölgesi genel valisi olarak atanmasının sakinleştirici bir etkisi oldu. Ancak bu geçici bir durumdu. Çünkü kendisi, Darfur halkındandı ve uzlaşmadan önce eski rejimle savaşan silahlı hareket liderlerindendi. Ülkenin devrik lideri Ömer el-Beşir’in atadığı valilerin imajı, var olan yaygın hassasiyeti ortadan kaldırdı.
22 Nisan Cuma gününden bu yana devam eden, ardında birçok ölü ve yaralı bırakan ve yaklaşık 20 bin kişinin yerinden edilmesiyle sonuçlanan bu saldırının kıvılcımı ‘Sudan Koalisyon Hareketi’ne bağlı Afrika kökenli Arap olmayan Masalit kabile üyeleri tarafından bir Arap kabilesine mensup iki çobanın öldürülmesiyle başladı. Olayın öncesinde Minni Arko Minavi’nin mensubu olduğu Zağava kabilesi ile Zağava’nın kendilerine karşı Rezigat kabilesiyle ittifak kurduğuna inanan Masalitler arasında bir çatışma yaşanıyordu. Ölen iki kişinin aileleri, intikam almak için bölgedeki Arap kabilelerinden milisler topladı. Bu seferberlik, hükümet güçlerini geri çekilmeye zorlayarak iki çatışma tarafını karşı karşıya bıraktı. Darfur’daki savaş yıllarında Arap kabileleri ile Masalit arasındaki anlaşmazlık, bu kabilelerin üyelerinin diğer taraftaki silahlı isyan hareketleriyle karşı karşıya gelmesinden kaynaklanıyordu.
Yerinden Edilmişler ve Mülteciler Kampları Genel Koordinasyonu Sözcüsü Adem Rical, saldırının arabalar, motosikletler, atlar ve develer kullanan bir milis kuvveti tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Sözcü, bu görüntünün eski rejim dönemindeki çatışmaları akla getirdiğini belirtti. Öyle ki o dönemde savaş nedeniyle yerlerinden edilmiş bazı Afrika kabilelerinin topraklarını ele geçirmek isteyen Arap kabileleri de benzer görüntüler oluşturmuştu.

Çatışmaya dönüşüm
Darfur savaşının son çatışma dönemi, 1980’lerin başında çiftçiler ve çobanlar arasında kıt kaynaklar üzerindeki bir çatışma olarak başladı. Kuraklık ve çölleşme, 1981’de Sudan da dahil olmak üzere Afrika Boynuzu’nu ve Doğu Afrika’yı sarmıştı. Ardından 1984 kıtlığı, Sudan’ın batısındaki Darfur’u doğrudan etkiledi. Öncesinde ise bölgedeki çatışmalar, 1960’lı ve 1970’li yıllarda kaynaklar üzerinde sınırlıydı. Daha sonra 1980’lerde ve 1990’larda hükümet politikalarının bölgedeki kalkınmayı genişletme konusundaki başarısızlığına karşı protesto şiddetine dönüştü.
Çatışma şeklindeki bu değişime bağlı olarak olaylara neden olan faktörler, ‘Ömer el-Beşir rejiminin gelişiyle görünürlük kazanan’ etnik bileşeni içerecek şekilde gelişti. Beşir, Arap kabilelerini Afrika kabileleriyle mücadele için kendine çekmeye çalışıyordu.
Siyasi, ekonomik ve etnik kesişmeler, kuzey ve güneyde, doğu ve batıda meydana gelen çatışmalar ve tüm Darfur bölgelerinin tanık olduğu benzer şiddet olayları, Darfur’daki şiddeti standartlaştırmak için birleşti. Ancak bir diğer ortak unsur olarak çatışma tarafları, devletin otoritesine boyun eğmedi. Diğer yandan devam eden çatışmaların yineleneceğine dikkat çekiliyor. Bu şiddet ortasında çatışmalar, siyasi kriz ve genel güvenlik ortasında uzayabilecek yeni bir savaşın habercisi olabilir.

Yerinden edilmişler
Sudan hükümeti ile silahlı hareketler arasında ilki 2006’da Abuja’da, ikincisi de 2011’de Doha’da olmak üzere iki Darfur barış anlaşması imzalandı. İki tarafın 7 temel öğeye ek olarak Darfur’daki çatışmayı sona erdirme hedeflerine ulaşacağı bekleniyordu. Bu 7 temel öğe, ‘insan hakları ve temel özgürlükler, Darfur için güç paylaşımı ve idari statü, ulusal zenginlik ve kaynakların paylaşımı, tazminatlar, yerinden edilmişlerin ve mültecilerin geri dönüşü, adalet ve uzlaşı, kalıcı ateşkes ve nihai güvenlik düzenlemeleri, iç diyalog, istişare ve uygulama yolları’ olarak biliniyor. Bölgesel ve uluslararası arabulucuların bu maddeleri uygulama çabalarına rağmen hiçbiri yerine getirilmedi. Yerinden edilenlerin ve mültecilerin dönüşü konusu da dahil olmak üzere bu konular, her yeni çatışmada yeniden patlayan bir saatli bomba olarak kaldı.
Eski rejim, savaş bittikten sonra yerinden edilenlerin köylerine geri dönüşü sorunuyla karşılaşmamayı ve onları kamplarda tutmayı tercih etti. Bu tercihin nedeni, 300 milyon dolarlık tazminat şartını yerine getirmenin yanı sıra bölgelerinin yeniden inşasında idari sorumluluklardan ve yerinden edildikleri alanlarda güvenlik ve hizmet sağlama sorumluluğundan kaçınmaktı. Sudan hükümetinin Darfur Kalkınma Bankası’nı kurmak için 200 milyon dolar taahhüt etmesi ve bağışçıların 100 milyon dolar ödemesi gerekiyordu. Ama bu, hükümetin bankayı kurma konusundaki mali taahhüdünü yerine getirmesine bağlıydı. Hükümetin ‘savaş nedeniyle yerinden edilmiş asıl halk ile sakinlerinin yokluğundan yararlanarak bu bölgelere göç eden yeni nüfus’ arasındaki çatışmalara dair korkusu ve bu durumdan kaçınması, insani yardım kuruluşlarının ‘çatışmalar nedeniyle yardımlara ulaşmakta zorluk yaşayan’ on binlerce yerinden edilmiş kişinin geri dönüşünü geciktirmenin bir başka nedeniydi.

Başarısızlık faktörleri
Egemenlik Konseyi Başkanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan’ın, yardımcısı Muhammed Hamdan Dagalo Hemedti’nin ve eski Başbakan Abdullah Hamduk’un tekrarlanan ziyaretleri, iltihaplı bölgedeki durumu sakinleştirmeyi başaramadı. Burhan ve Hemedti, geçen ay Kuzey Darfur’da bulunan el-Faşir şehrindeki Güvenlik Düzenlemeleri Yüksek Konseyi’nin ‘Cuba Barış Anlaşması’nın hükümlerinin uygulanması, güvenlik durumunun düzenlenmesi, silahlı hareket güçlerinin Sudan güvenlik güçlerine entegre edilmesi, Darfur’da güvenlik ve istikrarın sağlanmasıyla ilgili ortak kuvvetlerin oluşturulması’ meselelerinin görüşüldüğü toplantısına katıldı. Toplantıda ayrıca, arazi mülkiyeti, servet ve gücün paylaşımı ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü konularının yanı sıra Sudan’ı sekiz bölgeye ayıran federal bir hükümet sisteminin benimsenmesi meselesi de ele alındı.
Cuba Barış Anlaşması, bölgeye istikrar getirmedi ve düşmanlıklar kesintisiz şekilde devam etti. Anlaşma, Abdulvahid Muhammed Nur’un kanadı olan Sudan Kurtuluş Hareketi’ne karşı olunsuğu bir atmosferde, anlaşmayı imzalayan silahlı hareketlerin liderlerinin iktidara gelmesiyle uygulandı.
Minni Arko Minavi’nin bölge genel valisi olarak atanması, Darfur sorununun çözümüne katkıda bulunmak yerine güvenlik güçlerinin yakıt ve lojistik eksikliği nedeniyle çatışmaların çözümüne müdahale edilmediği şikayetlerini ortaya çıkardı. Minavi, valilerin doğrudan müdahale etme yetkilerinin olmamasını da eleştirdi.
Geçiş hükümetinin Darfur’da akan kanı durdurmadaki başarısızlığında birçok faktör bir araya geldi. Bunlardan ilki, hükümetin silahlı milisleri kontrol edememesi. İkincisi, boğucu ekonomik kriz, idari gölgenin başarısızlığı ve güvenliğin sağlanmasında bölgesel hükümet ve polisin görevlerini yerine getirirken desteklenmemesi. Üçüncüsü, Darfur halkları arasındaki diyalogun başarısız olması, tüm silahlı hareketlerin Cuba Barış Anlaşması’nı imzalamaması, imzalayan hareketlerin ihanetle suçlanması, bu hareketlerin söylemlerinde birlik olmaması ve birden fazla gündemlerini olması. Dördüncü olarak da Darfur’daki adalet sisteminin yetersizliği, yerel halkın haklarını kendi eline almasına ve hukuka bağlı kalmamasına neden olan yerel yönetim yasasının çıkarılamaması, yerel örf mekanizmalarının geliştirilmesinin ihmal edilmesi, ‘çatışmaları çözme, toplumsal dokuyu yeniden inşa etme ve kabilelerin barış içinde bir arada yaşaması’ çerçevesinde hedeflerinden sapan idarelerin rolünün dağılması.

Tek seçenek
Darfur’daki mevcut manzara, geçiş hükümetinin bölgede tırmanan krizi yönetmedeki başarısızlığına tanıklık ediyor. Öyle ki sakinleştirici çözümler, sorunların üstesinden gelinmesini sağlamadı. Bu noktada ‘güvenlik durumunun, önceki rejimin devrilmesinden sonra bile istikrar düzeyine ulaşmamış olduğu’ gerçeği karşımıza çıktı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre özellikle Cuba Barış Anlaşması maddeleri birbiri ardına çökmeye başladığı için hükümetin Darfur krizine yönelik taahhütlerini yerine getirememesinin yeniden savaşa yol açması muhtemel. Siyasi krizlerle, özellikle de Darfur kriziyle başa çıkmadaki bu adım, eski rejimden miras olarak ‘Darfur Devrimciler Bloku’ tarafından tanımlanan bir yaklaşımdır. Bloğun ve Abdulvahid Muhammed Nur liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi’ne yakın olan ‘Yerinden Edilmiş ve Mülteci Kamplarının Genel Koordinasyonu’nun teşviki, bu saldırının ve Darfur’da yaşananların, ‘kavurulmuş toprak politikaları ve göçmenlerin yerinden edilmesi’ kapsamında geldiğini ortaya koydu. Bu durum, eski rejimin Afrika kimliğini değiştirme, soykırım, etnik temizlik ve bölgenin kaynaklarını ve zenginliğini yağmalama yaklaşımının doğal bir uzantısıydı.
Eski rejimin silahlı hareketlere yönelik başlattığı saldırının ardından, 2003 yılından bu yana Darfur krizine dikkat etmeye başlayan uluslararası toplum, Beşir hükümetini ve silahlı hareketleri ‘bölgesel ve uluslararası örgütlere yardımları durdurmakla’ tehdit eden taraftı.
BM, yetkililere ve silahlı gruplara ‘sağlık tesisleri, okullar ve su sistemleri’ de dahil olmak üzere tüm sivilleri ve sivil altyapıyı korumaya yönelik uluslararası yasal yükümlülüklerini hatırlatmakla yetindi. Bu hatırlatmayla eş zamanlı olarak BM Genel Sekreteri’nin Sudan Temsilcisi Volker Peretz, Kıreynik’te sivillerin öldürülmesini kınadı. Aynı şekilde Afrika Barış ve Güvenlik Konseyi, bireylere ve gruplara karşı uygun yaptırımlar uygulama tehdidi gibi bir tavır sergilemedi.
Bu durum karşısında ‘silah taşımaya geri dönülmesi’ yönündeki muhtemel tek seçeneğin, bazı tarafların hükümetin muhalifleriyle çatışmalarından kaynaklandığı şeklinde yorumlandı. Edinilen bilgilere göre bu tarafların savaşa devam etmesi, barış anlaşması veya diyalogu imzalamayı reddetmesi olası.



Netanyahu, yeni Suriye’yi diplomasiyle değil bombalarla karşılıyor: İsrail, yeni Şam yönetimini barış ortağı değil kontrol edilmesi gereken hedef olarak kodluyor

Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
TT

Netanyahu, yeni Suriye’yi diplomasiyle değil bombalarla karşılıyor: İsrail, yeni Şam yönetimini barış ortağı değil kontrol edilmesi gereken hedef olarak kodluyor

Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)

Kasım 2025’in yağmurlu bir gecesinde, İsrail ordusunun Ramallah’ın kalbine yönelik baskını sürerken, başkanlık binasına birkaç metre mesafedeki bir noktada oturan üst düzey bir Filistinli yetkili acı bir tebessümle şunu söyledi:
“Şu an Filistin hakkında konuşmak istemiyorum. İsrail’i sömürgeci bir devlet olarak tanımlayan ezber cümleleri de tekrar etmeye niyetim yok. Şu anda konuşmak istediğim şey Suriye.”

Yetkiliye göre Suriye, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yalnızca gerçek bir barışı istemediğinin değil, komşu devletleri de görmek istemediğinin en açık kanıtı haline geldi. Zira Şam’daki yeni siyasi liderlik, İsrail’e karşı savaş ya da düşmanlık istemediğini açıkça ilan etmiş olmasına rağmen, İsrail Suriye topraklarını son derece sert askerî operasyonlarla ihlal etmeyi sürdürüyor.
Filistinli yetkili şöyle devam ediyor:
“Hamas 7 Ekim 2023’te savaşı başlattı, Hizbullah İsrail’i vurdu, Husiler İran’ın teşvikiyle ‘destek savaşına’ katıldı… Fakat Suriye tam tersine çatışmanın dışında kalmayı seçti; hatta çok daha fazlasını yaptı.”

“İsrail için bir tehdit yok”

Saldırganlığı caydırma operasyonlarının sonrası Şam’da kontrolü devralan yeni yönetim, İsrail dahil komşu hiçbir ülkeye tehdit oluşturmadığını açıkladı.
Bununla birlikte Beşşar Esed rejiminin çökmesi ve İran ekseninin bölgedeki en stratejik üssünü kaybetmesi, Suriye ile İsrail arasında çıkarların kesiştiği yeni bir dönemi mümkün kılabilirdi.

Filistinli yetkili, “İsrailliler sanki bu gerçekleri unuttu. Suriye artık İran milislerinin oyun alanı değil” diyor.

Bu süreçte ABD, Türkiye ve Azerbaycan, iki taraf arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduklarını bildirerek, sınırların tamamen güvenli hâle gelmesini sağlayacak güvenlik düzenlemeleri için müzakerelere davet etti. İsrail’in çekincelerine rağmen Suriye, doğrudan görüşmelere dahi razı oldu. Nitekim Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer arasında altı toplantı gerçekleştirildi.

İsrail kaynaklarına göre Şam, kapsamlı bir anlaşmaya ulaşmak adına büyük esneklik gösteriyor. 1967 ve 2024’te işgal edilen tüm toprakların iadesi karşılığında tam barış anlaşmasına hazır; fakat ara formüller de değerlendiriliyor. Bunlar arasında Golan’ın 15 yıla kadar İsrail’e kiralanması veya 1974 sınırlarına dönüşü öngören bir güvenlik mutabakatı da var.

Aynı kaynaklar,  yeni yönetiminin “İbrahim Anlaşmaları”na katılmaya da sıcak baktığını, bunun İsrail’in 1948’den bu yana hayalini kurduğu tarihi bir açılım olacağını belirtiyor.

İsrail’in karşılığı: İşgal ve hava saldırıları

Tehdit politikasını seçen İsrail, Aralık 2024’ten bu yana yeni yönetimin nefes almasına fırsat vermeden askerî havaalanları ve üsleri hedef alan yaklaşık 500 hava saldırısı düzenledi. Suriye’nin savunma kapasitesinin yüzde 85’ini yok eden İsrail, 450 km²’lik Suriye toprağını işgal ederek genişliği 7 km’yi aşan hat boyunca, Şeyh Cebel'den Dera’ya kadar ilerledi. Bazı bölgelerde 20 km derinliğe kadar kara harekâtı yürüten İsrail 9 askerî üs kurdu.

frgt
Netanyahu, Salı günü Suriye'deki tampon bölgedeki İsrail güçlerini denetledi (AP)

İsrail ayrıca, “Dürzi müttefikleri koruma” gerekçesiyle iç çatışmaları körükledi. Oysa İsrail’deki Dürzi vatandaşlar bizzat İsrail hükümetleri tarafından ayrımcılığa maruz kalıyor.
Tel Aviv yönetimi, Şam’ın yeni liderliğini Nusra Cephesi bağlantıları üzerinden karalamaya çalışsa da, geçen yıllarda bizzat İsrail ordusuna bağlı sahra hastaneleri ve Safed, Hayfa, Tel Aviv’deki çeşitli merkezlerin çok sayıda Nusra üyesini tedavi ettiği biliniyor.

Netanyahu’yu kim durdurabilir?

Son günlerde İsrail’de ortaya çıkan bilgiler, ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’e ve Netanyahu’ya “Suriye politikasındaki yanlışları” nedeniyle sert bir uyarıda bulunduğunu gösteriyor.
Trump’ın, Suudi Arabistan ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın talebi üzerine, Şam’daki yeni yönetimle daha olumlu bir yaklaşım benimsemeye yöneldiği ifade ediliyor.

frgt
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump ve Eş-Şara'nın Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere Riyad'da geçen mayıs ayında gerçekleştirdiği toplantıdan bir kare (SPA)

Trump, İsrail’in attığı adımların “yanlış ve mantıksız” olduğunu düşünürken, birçok analist Netanyahu’yu dizginleyebilecek tek gücün Trump yönetimi olduğuna inanıyor.
Ancak bunun sahadaki sonuçlarının görülmesi zaman alabilir. Bu arada şu soru giderek daha sık soruluyor: “İsrail, Suriye ile böyle bir şekilde davranarak bölgesine nasıl bir mesaj veriyor?”


Suriye Dışişleri Bakanlığı SDG'nin, kontrolü altındaki bölgelerde kurtuluş kutlamalarını engellemesine tepki gösterdi

Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)
Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)
TT

Suriye Dışişleri Bakanlığı SDG'nin, kontrolü altındaki bölgelerde kurtuluş kutlamalarını engellemesine tepki gösterdi

Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)
Yerel halkın, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed döneminde eski bir güvenlik merkezi olduğunu söylediği Kamışlı'daki bir kafeterya (Reuters)

Suriye Dışişleri Bakanlığı'nda Amerikan işlerinden sorumlu yetkili Kuteybe İdlibî, Suriyelilerin, Esed rejiminden kurtuluşunun ve devrilmesinin birinci yıl dönümü dolayısıyla kutlamalar yapmasını, kontrolü altındaki bölgelerde engelleyen Suriye Demokratik Güçleri’ne tepki gösterdi.

İdlibi, Suriyelilerin ulusal tarihlerinde önemli bir anı kutlamalarını engelleyen herhangi bir yapının, demokratik olduğunu veya halkı temsil ettiğini güvenilir bir şekilde iddia edemeyeceğini savundu. Meşru sevinç ifadesinden korkan bir yapı, onlar adına konuştuğunu iddia edemez; özgürlük bölünemez.

SDG cumartesi günü yayınladığı genelgeyle, "Saldırganlığı Caydırma " savaşının zaferinin ve Esad rejimi ile ona bağlı güvenlik ve askeri teşkilatının devrilmesinin birinci yıldönümü olan 7 ve 8 Aralık tarihlerinde zaferin yıldönümü dolayısıyla yapılacak toplantı ve kutlamaları yasakladı.

sdfgr
Suriye Demokratik Güçleri'nin, kontrolü altındaki Suriye bölgelerinde halk kutlamalarını yasaklama kararı

Suriye İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Nureddin el-Baba, SDG'nin rejimin devrilmesini anma kutlamalarını iptal etme kararını eleştirdi. Medya açıklamalarında, yasağın SDG'nin Suriye hükümetine karşı oynadığını iddia ettiği rolü, yani DEAŞ ile mücadeleyi yerine getirmedeki başarısızlığını gösterdiğini belirtti. Baba, SDG'nin "ülkenin kuzeydoğusundaki ulusal gruplardan endişe duyduğunu ve bu kutlamanın, adaletsiz yasalarına ve oradaki Suriyelilere yönelik sınırsız uygulamalarına karşı bir isyana dönüşebileceğinden korktuğunu" ifade etti.

Kararı, "İran ve PKK unsurlarının milisler içinde karar alma süreçlerindeki hakimiyetinin göstergesi" olarak nitelendirdi.

Aktivistler tarafından yayınlanan fotoğraflarda, SDG güçlerinin, kutlama yürüyüşlerini engellemek için Suriye'nin kuzeyindeki Rakka meydanlarına orta menzilli silahlar ve keskin nişancılar konuşlandırdığı görülüyor.

Suriye devriminin başlangıcında kurulan "Rakka Sessizce Katlediliyor" hesabı, SDG'nin dün Rakka ilinin batısındaki Tabka kentinde 13 çocuğu gözaltına aldığını bildirdi. Çocukların çoğu 15 yaş ve altındaydı ve gözaltına alma sebebinin şehir duvarlarına SDG karşıtı yazılar yazılması nedeniyle yapıldığı bildirildi. Hesapta, göz altıların SDG tarafından şehrin çeşitli mahallelerinde düzenlenen bir dizi baskınla eş zamanlı olarak yapıldığı belirtildi.

Aynı bağlamda, sosyal medyadaki Suriye hesapları, SDG'nin son saatlerde Suriye Cezire bölgesinin çeşitli yerlerinde, Haseke ve Kamışlı'da "Suriye hükümetine destek verdikleri ve yabancı kuruluşlarla iş yaptıkları" suçlamasıyla 17 kişiyi hedef alarak yaygın gözaltı operasyonları yürüttüğünü ifade etti.


Moskova Esed sonrası Suriye’de kaybetti mi? Rusya’nın Suriye’deki yeni oyun planı nasıl olacak?

Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
TT

Moskova Esed sonrası Suriye’de kaybetti mi? Rusya’nın Suriye’deki yeni oyun planı nasıl olacak?

Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)

Suriye’de 8 Aralık sabahı yaşanan büyük dönüşümün hemen ardından, özellikle Batı’da Rusya’nın son on yılda ülke içinde elde ettiği kazanımları zayıflatacak ağır bir darbeyle karşı karşıya kaldığı yönünde yorumlar hızla çoğaldı. Analizlerde, Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesiyle inşa ettiği etki alanının çökmeye başladığı ve bunun Moskova için ciddi sonuçlar doğurabileceği vurgulandı.

Değerlendirmeler; siyasi, askeri ve ekonomik birçok boyutu içerirken, bazı çevreler Rusya’nın Suriye projesinin ‘yenilgiyle sonuçlandığını’ öne sürerek olası etkilerini tartışmaya açtı.

Ekonomik açıdan bakıldığında, Rus yatırımlarının Suriye’de çok büyük bir ağırlığı bulunmuyor. Ülke uzun yıllar Kremlin’in önemli bir müttefiki olsa da hiçbir zaman Moskova için öncelikli bir yatırım merkezi olmadı. Sovyetler Birliği döneminden başlayarak Rusya’nın enerji gibi bazı sektörlerde altyapı katkısı bulunsa da bu yatırımlar sınırlı kaldı.

Siyasi açıdan ise Suriye’deki hızlı gelişmeler, Rusya’nın Ortadoğu’daki müttefikleriyle kurduğu ilişkiler modelinin zayıf noktalarını açığa çıkardı. Bu durum, Rusya'nın müttefiki İran'ın ağır darbeler alması ve Moskova'nın “Onu asla yalnız bırakmayacağız” demesine rağmen Beşşar Esed’den hızla vazgeçmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan kafa karışıklığı ve çaresizlikle sınırlı değil.

sdfvgrt
Hmeymim kasabasında Esed destekçilerine ait hasarlı bir askeri aracın yanında duran Suriye güvenlik güçleri (AFP)

Bu çerçevede Rusya’nın, Suriye projesinin başarısız olduğu değerlendiriliyor. Bu durum, Kremlin’in yıllardır Suriye’deki başarılarını ‘NATO’nun girdiği her yerde başarısız olduğu’ söylemiyle karşılaştırarak övünmesi açısından da ayrı bir önem taşıyor. 8 Aralık 2024 sabahı, Moskova’nın Suriye’ye sunduğu çözüm modelinin tıkandığı ve büyük bir yenilgiyle sonuçlandığı yönündeki kanaat pekişti.

Diğer yandan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani’nin daha sonra yaptığı açıklamalar, Halep sürecinden sonraki askeri çözüm aşamasının en kritik bölümünün, Rusya’nın tarafsızlığını güvence altına almak amacıyla Moskova ile koordineli biçimde yürütüldüğünü ortaya koydu.

Esed'i terk etmek

Ukrayna’daki çatışmaya ağırlık veren ve Suriye’de riskleri azaltmaya yönelik planlarında Beşşar Esed’in oyalamasından defalarca rahatsızlığını dile getiren Moskova’nın, kritik bir anda Esed’i artık ‘yük’ olarak görerek sahneden çekilmesine karar verdiği anlaşılıyor. Bu tercihte, muhalefetin Şam’a ilerleyişi sırasında verdiği ve Dışişleri Bakanı Şeybani’nin açıkladığı ‘Esed’in gitmesinin Rusya’nın Suriye’den çıkması anlamına gelmediği’ yönündeki güvencelerin etkili olduğu belirtiliyor.

Bu durum, Rusya’nın Esed’i hızlı şekilde devre dışı bırakırken ona kişisel güvenceler vermesini, rejim güçlerinden çatışmaya girmemelerini ve silah bırakmalarını istemesini açıklıyor. Aynı zamanda yeni Suriye yönetiminin Rus üslerini ve askerlerini koruma taahhüdünde bulunması, Moskova’nın ilişkileri yeniden düzenlemesine ve kayıplarını asgariye indirmesine zemin hazırladı.

Askeri boyutta ise Rusya, Suriye’deki varlığını güvenceye almak amacıyla hem açık hem de kapalı kanallarda tartışmalar yürütüyor. Tartışmalar, özellikle Hmeymim ve Tartus üslerindeki konumun güçlendirilmesine ve Suriye’deki değişimlerden sonra Rusya’nın askeri merkezine dönüşen Kamışlı Havalimanı üzerindeki etkinliğin pekiştirilmesine odaklanıyor.

Ayrıca Rusya ile Suriye arasında, yeniden devriye faaliyetlerinin başlatılması için çeşitli bölgeler üzerinde yoğun görüşmeler yapıldığı biliniyor. Özellikle güneyde, İsrail’in sınıra yönelik operasyonlarını frenlemek amacıyla Rusya’nın yeniden arabuluculuk rolü üstlenmesi ve iki taraf için karşılıklı güvence mekanizmaları geliştirilmesi hedefleniyor. Bu çabalar, geçmişte Suriye’de uygulanan Rusya-İsrail koordinasyon modelinin yeni koşullara uyarlanmış bir versiyonu olarak değerlendiriliyor.

fgthy
Suriye'nin güneyinde ilerleyen bir Rus devriyesi (Arşiv)

İki ay önce Kamışlı’da Rusya ile Suriye makamlarının koordinasyonunda gerçekleştirilen ortak devriye, Moskova’nın ülkenin kuzeydoğusunda gerginliği azaltmada rol oynayabileceğine işaret etti. Bu adımın, hem Türkiye ile hem de bölgede sınırlı askeri varlığını sürdüren ABD ile uyumlu bir çerçevede gerçekleştiği değerlendiriliyor.

Rusya’nın kuzeydoğu ve güney bölgelerinde üstlenebileceği bu yeni faaliyet alanı, Şam’ın orduyu yeniden yapılandırma ve silahlandırma konusunda yardım talep ettiğine ilişkin yoğun raporlarla birlikte, taraflar arasında ilişkilerin yeniden düzenlenmesine yönelik pratik bir zemin oluşturuyor. Bu süreç, Moskova’nın Akdeniz’deki askeri varlığını korumasını güvence altına almayı hedefliyor. Rus tarafı için özel önem taşıyan bu varlığın kapsamı ve süresine ilişkin önceki anlaşmaların her iki tarafın çıkarlarına uygun biçimde revize edilmesi de gündemde.

Bu genel çerçeve belirginleşirken, Rusya’nın Suriye’de jeopolitik ya da askeri bir yenilgiye uğradığı yönündeki tahminlerin giderek zayıfladığı görülüyor.

Askeri kayıplar ve kazanımlar

Doğrudan askeri kayıplara ilişkin değerlendirmeler, Moskova’nın sahadan ‘hesaba değer’ bir kazançla çıktığını gösteren bir başka boyutu ortaya koyuyor. Resmi veriler ve Suriyeli kaynakların yaptığı bağımsız tespitlere göre, Rusya’nın son on yılda dünyanın en kanlı çatışmalarından birine sahne olan Suriye’deki askeri kayıpları son derece sınırlı kaldı. Çeşitli tahminler, toplam kaybın birkaç yüz asker ile onlarca tank, zırhlı araç ve bazı helikopterlerle sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Moskova, geleneksel olarak bu tür kayıpları resmen açıklamasa da, Rusya’daki bazı sivil kurumlar ve muhalif çevreler tarafından yayımlanan veriler de kayıpların büyük boyutlara ulaşmadığını doğruluyor. Kıyaslamak gerekirse, yalnızca 5 gün süren 2008 Gürcistan Savaşı, Rusya için çok daha ağır teçhizat kayıplarıyla sonuçlanmıştı. Yıllar önce yayımlanan bir rapor, kesin Rus zaferiyle sonuçlanan o savaşta dahi Rus ordusunun ciddi sürprizlerle karşılaştığını aktarıyordu. Rapora göre, nispeten eski bir Gürcü hava savunma sistemi, merkezi bir savunma ağı bulunmamasına rağmen, dokuz modern Su-25 savaş uçağını düşürmeyi başarmıştı. Bu durum, Rus pilotlarının yetersiz eğitimine ve bakım-hazırlık süreçlerindeki aksaklıklara işaret ediyordu. Zafiyetler bununla da sınırlı kalmadı. Gürcü güçleri bir Rus tank konvoyuna da zarar verebildi; bu ise istihbarat kapasitesindeki eksikliklerin altını çizdi. Genel olarak savaş, operasyon yönetimi, silah sistemlerinin performansı ve genel askeri etkinlik bakımından ciddi açıklar ortaya koymuş, Rusya’nın devasa savunma bütçeleri düşünüldüğünde büyük bir şok etkisi yaratmıştı.

Suriye tecrübe sahası

Suriye savaşı, Rus ordusunun sahadaki kapasitesini ilk kez bu denli kapsamlı ve doğrudan test etme imkânı sundu. Bu noktada, ordunun modernizasyon programını yöneten eski Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun 2018’de yaptığı açıklama dikkat çekiciydi. Şoygu, Suriye’deki doğrudan müdahalenin başlamasından üç yıl sonra ve aktif operasyonların büyük ölçüde tamamlanmasının ardından, Rusya’nın savaş boyunca 350’den fazla modern silah sistemini sahada test ettiğini duyurdu. Ayrıca Suriye operasyonu sayesinde saldırı helikopterlerinin silahlandırılması, erken uyarı sistemleri ve radarlar dâhil birçok alanda kritik hataların giderildiğini vurguladı.

sdfrgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 12 Aralık 2017'de Suriye'deki Hmeymim Hava Üssü’nü ziyaret etti. (Getty Images)

Hava-hava silahlarının geliştirilmesine ilişkin değerlendirmesinde ise Şoygu, özellikle helikopter ve diğer hava unsurlarının korunması için, menzili kara konuşlu savunma sistemlerini aşan yeni mühimmata ihtiyaç duyduklarını belirtti. Şoygu, “Bugün elimizde bu tür silahlar var; bu, tamamen Suriye operasyonu sayesinde mümkün oldu” dedi. Benzer şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de birçok kez, gerçek çatışma koşullarında yapılan bu testlerin, Rusya’ya tatbikat alanlarında sağlanamayacak ölçekte benzersiz bir deneyim kazandırdığını ifade etti. Temmuz 2020’de Rusya’nın RIA Novosti haber ajansı tarafından yayımlanan kapsamlı bir rapor da bu değerlendirmeleri doğruladı. Rapora göre Moskova, Suriye’de ilk kez Kalibr tipi denizden fırlatılan seyir füzelerinin gerçek operasyonel kullanımını gerçekleştirdi. Şarku’l Avsat’ın RIA Novosti’den aktardığına göre o tarihten itibaren Rus donanması -denizaltılar dahil- seyir füzelerini düzenli olarak kullandı. Bu deneyimler, Suriye’nin Rusya için yalnızca bir dış politika müdahalesi değil, aynı zamanda ordunun modernizasyonu ve silah teknolojilerinin gerçek savaş ortamında doğrulanması açısından da stratejik bir laboratuvar işlevi gördüğünü ortaya koyuyor.

Rus haber ajansları, Rus Hava-Uzay Kuvvetleri envanterindeki neredeyse tüm uçak türlerinin Suriye savaşında görev aldığını bildirdi. Rusya, eski nesil taktik bombardıman uçakları ile taarruz helikopterlerinin yanı sıra, stratejik bombardıman uçaklarının kabiliyetlerini de sahada ilk kez bu ölçekte test etti.

Ayrıca Suriye, Rus ordusunun İsrail lisansı altında üretilen insansız hava araçlarını (İHA) geniş çapta kullandığı ilk savaş alanı oldu. Bu İHA’lar hem bombardıman görevlerinde, hem füze isabetlerinin tespitinde, hem de topçu atışlarının yönlendirilmesinde kritik rol oynadı.

Modern tank modelleri ile daha önce gerçek savaşta test edilmemiş olan Pantsir ve İskender tipi füze sistemleri de ilk kez Suriye’de kapsamlı biçimde denenmiş oldu. Moskova, bu sistemlerin bazı versiyonlarını Kaliningrad’da Avrupa sınırına yakın konuşlandırmış olsa da, fiilen savaş koşullarında kullanılmaları Suriye’de gerçekleşti.

Uzmanlar, Rusya’nın Suriye’deki askeri katılımının, ülkenin savunma sanayiini, üretim kapasitesini ve ordunun genel savaş hazırlığını yeniden inşa etmede belirleyici rol oynadığını belirtiyor. Bu tecrübenin, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’da başlattığı operasyon için önceki dönemlere kıyasla çok daha yüksek hazırlık seviyesine ulaşmasında etkili olduğu değerlendiriliyor.