Batı’da Rusya'nın Ukrayna'dan sonra Bosna cephesini ateşleme endişesi

Sırp Cumhuriyeti sakinleri kendilerini Moskova'ya çok yakın hissediyor ve liderleri Putin'e yakınlığını gizlemiyor

Bosna asıllı Sırp lider Milorad Dodik (AFP)
Bosna asıllı Sırp lider Milorad Dodik (AFP)
TT

Batı’da Rusya'nın Ukrayna'dan sonra Bosna cephesini ateşleme endişesi

Bosna asıllı Sırp lider Milorad Dodik (AFP)
Bosna asıllı Sırp lider Milorad Dodik (AFP)

Rus ordusunun saldırısına uğrayan Ukrayna'da savaş kızışırken, Batılılar Moskova'yı bir karşı ateş yakmak için Bosna'daki Sırp ayrılıkçı hareketini körüklemekle suçluyor. Bu ülke etnik fay hatları boyunca bölünmüş durumda.
Bu konudaki son uyarı, ABD'li Demokrat Senatör Chris Murphy tarafından yakın tarihli bir Balkan turu sırasında yapıldı.  ‘Bosna için çok endişe verici bir dönemden’ bahsetti.
Murphy, CNN'e yaptığı açıklamada, “Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Ukrayna'da) kuşatıldığı kadar, zafer kazanmak için başka yerler de arayacak ve bunlardan biri Bosna olabilir” ifadelerini kullandı.

Bölünme
1992 ve 1995 yılları arasında 100 bin kişinin ölümüne neden olan etnik savaşın sona ermesinden bu yana Bosna, Müslüman-Hırvat federasyonu ile sakinleri kendilerini ‘ağabey’ Rusya'ya çok yakın hisseden bir Sırp varlığı olan Sırp Cumhuriyeti arasında bölünmüş durumda.
Bosna, Bosna asıllı Sırp liderlerin muhalefeti nedeniyle, Moskova'ya, Ukrayna'ya saldırmasının ardından uygulanan Batı yaptırımlarına katılmadı.
Putin'e yakınlığını gizlemeyen siyasi liderleri Milorad Dodik, Ukrayna'daki savaştan aylar önce ayrılıkçı tehditlerini ikiye katladı. Bu durum, Doğu ile Batı arasında kalan ülkedeki istikrarsızlığa yeni unsurlar ekledi.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, geçtiğimiz Mart ayında yaptığı açıklamada, Bosna'nın ‘olası Rus müdahaleleri’ için potansiyel bir hedef olduğunu söyledi.

Rus uyarıları
Moskova, Bosna'nın NATO'ya katılması halinde ‘buna cevap vereceği’ konusunda uyarıda bulundu.
Rusya'nın Saraybosna Büyükelçiliği de Batı'yı, Bosna'nın sorumluluğunu üstleneceği ‘potansiyel istikrarsızlaştırılması’ konusunda uyardı. Bu, Moskova'nın ‘gayrimeşru’ olarak gördüğü ülkenin yüksek uluslararası temsilcisinin, Sırp tarafının ayrılıkçı bir yasasını yürürlükten kaldırmasından sonra gerçekleşti.
Moskova ayrıca ‘Avrupa Birliği (AB) ve NATO'nun çıkarına, Sırp Cumhuriyeti halkı pahasına 'barış' ilkelerini yeniden yazmaya yönelik artan girişimleri’ kınadı.
Avusturya'daki Graz Üniversitesi'nde Balkan meseleleri uzmanı Florian Bieber, “Rusya'nın, Bosna'da Batı'dan ayrıldığı açık. Ancak "Rusya'nın Bosna'yı sabote etme yeteneği hala sınırlı” dedi. Analist ülkenin istikrarsızlığının, Milorad Dodik'in yıllar içinde aştığı birçok ‘çizgi karşısında uluslararası toplumun ‘harekete geçmemesinden’ kaynaklandığını düşünüyor.

 Bosnalı Sırp savaş gazileri (AFP)
Balkan Investigative Reporting Network’ün (BIRN) Genel Yayın Yönetmeni Srećko Latal da aynı fikirde. Latal, AFP'ye verdiği demeçte, "Balkan ülkeleri, özellikle Avrupa Birliği'nin yokluğu nedeniyle istikrarsızlaşmaya tanık oldu, bu da diğer tarafların boşluğu doldurmasına izin verdi. Bunun sonucu, Rusya'nın varlığı ve Çin, Türk ya da bazı Körfez ülkeleri olsun, diğer yabancı etkilerin varlığıdır” değerlendirmesinde bulundu.

Batı’nın harekete geçişi
Ancak son zamanlarda Avrupalılar harekete geçmeye kararlı görünüyorlar. Washington, geçtiğimiz Ocak ayında Balkanlar'da ‘istikrarı tehdit etmekle’ suçlanan Milorad Dodik'i merkezi devletin ortak üç temel kurumu olan ordu, yargı ve vergi makamlarından çekilme planıyla cezalandırdı.
Bu ay Londra da aynı şeyi yaparak Dodik'i, Putin'i destekleyerek, ‘Bosna-Hersek'te zor kazanılmış barışı kasten zayıflatmaya çalışmakla’ suçladı.
AB ise yaptırım uygulamadı.  Ancak Bosna-Hersek'teki AB Gücü Komutanı Avusturyalı General Anton Wessely’e göre, ‘ihtiyati tedbir’ olarak Bosna'daki askeri varlığını neredeyse ikiye katlayarak yaklaşık bin 100 kişiye çıkardı.
Srećko Latal, “Görünüşe göre bu Rus tehdidi ABD ve Avrupa Birliği'ni biraz daha ciddi bir yaklaşım benimsemeye, Bosna'daki ve Balkanların geri kalanındaki durumu anlamaya zorladı. Moskova, Sırp Cumhuriyeti, Sırbistan'da veya Karadağ'da bölgede yaşanan büyük siyasi değişikliklerden yararlanıyor” dedi.
Ayrıca Rusya'nın Balkanlar'da yeterli yerel altyapıya ve yerel takipçilere sahip olduğunu, isterse’ ‘bölgeyi "daha fazla istikrarsızlaştırabileceğini söyledi.

‘Doğal müttefik’
Öte yandan, geçtiğimiz günlerde Sırp Cumhuriyeti'nin başkenti Banja Luka'da toplanan binlerce Bosnalı Sırp gazisi nereye bağlı olduğu açıkça ortaya koydu.
Sırp bayrağına sarılan 69 yaşındaki Aco Topic, ‘ilkeleri için’ sevdiği ‘Mily’ yani Milorad Dodik için canını vermeye hazır olduğunu söyledi.
Elinde Dodik, Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in yer aldığı bir poster tutarak "Putin değilse bize kim yardım edebilir" dedi.
Gaziler, merkezi devletin mülkünün kendi topraklarında Sırp Cumhuriyeti'ne, yani yaklaşık Bosna’nın yarısının mülkiyetinin devredilmesine ilişkin bir yasayı Dayton Barış Anlaşması'nın uygulanmasından sorumlu Uluslararası Yüksek Temsilci'nin askıya almasını protesto ediyorlardı.
54 yaşındaki bir işçi olan Danica Micevic, "Rusya bizim doğal müttefikimiz ve bize asla ihanet etmeyecek. Burada istikrarı bozmak isteyen Rusya değil, Batı" değerlendirmesinde bulundu.



Avrupalı sanatçıların Ayasofya algısı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Avrupalı sanatçıların Ayasofya algısı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Michael Yakushev

Ayasofya Kilisesi, Bizans’ın en yüksek tepesinde, Boğaz'a nazır Roma İmparatoru Büyük Konstantin'in imparatorluğunun yeni başkenti olarak ‘yeni’ Roma'yı, yani Konstantinopolis'i kurduğu yerde inşa edilmiştir. Ayasofya Bizans İmparatorluğu (537-1204), Latin İmparatorluğu Konstantinopolis Latin İmparatorluğu (1204-1261), Bizans İmparatorluğu (1261-1453), Osmanlı İmparatorluğu (1453-1922) ve Türkiye Cumhuriyeti (1923-günümüz) dönemleri olmak üzere birkaç dönemden geçti, geçiyor.

Avrupa'dan gelen Hıristiyan hacıların ‘Kutsal Toprakları’ ziyaretleri sayesinde, Konstantinopolis'i (bugünkü adıyla İstanbul) anlatan günlükler ortaya çıktı. Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, 1453 yılında Konstantinopolis'i ele geçirerek, yüzyıllar süren Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinin yeni bir dönemini başlattı ve kelime manası ‘kutsal/ilahi bilgelik’ anlamına gelen Ayasofya Kilisesi’ni, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’ne dönüştürdü. Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğu'nun baş camisi haline geldi ve tüm Hıristiyanlar ile Yahudilerin camiye girmesi yasaklandı. Böylece, Hıristiyan dünyasının temsilcileri Ayasofya'ya ulaşamaz hale geldi.

Dönüşümlerin öyküsü

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden sonra içine giren ilk Avrupalı Fransız Guillaume Grillo oldu. Rüşvet karşılığında 1672 yılında Ayasofya Camii’ne giren Grillo, 1680 yılında Ayasofya'nın içinden ve dışından görünümlerin çizimlerini ve açıklamalarını içeren bir kitap yayınladı ve kitabını Fransa Kralı XIV. Louis'e hediye etti. İsveç Kralı XII. Karl, 1711 yılında askeri mühendis Cornelius Loos'tan Ayasofya'yı tasvir eden çizimleri alan ikinci Avrupalı hükümdar oldu.

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm mozaikler örtülmüş ve böylece Ayasofya tamamen klasik bir cami görünümüne kavuştu.

Mihrap önündeki lüks hünkâr mahfili (mahfil-i hümayun), mermer işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan minber ve üst katında süslü namaz odası penceresi caminin doğal özellikleri gibi görünse de Hıristiyanlara göre uygunsuz değil. Burası hem Müslümanlar hem de için kutsal bir yer. Ancak her iki dinin de takipçileri evrensel dinler olan Hıristiyanlık ve İslam'a inanırken nasıl farklı algılara sahip olabiliyorlar.

Fossati, iç tasarımda Venedik'teki San Marco Katedrali'nden esinlenerek Bizans renk sistemini yeniden canlandırdı.

Ayasofya Camii 1840’lı yıllarda bakımsız kaldı. Sadrazam Koca Mustafa Reşid Paşa, Sultan Abdülmecid'e Rus diplomatik misyonundan (İtalyan asıllı İsviçre vatandaşı) mimar Gaspare Fossati’yi ve Rus İmparatorluk Sanat Akademisi’nin bir üyesini tanıttı. Sultan Abdülmecid, Fossati’yi 1847-1849 yıllarda gerçekleştirilen Ayasofya'nın restorasyon çalışmalarını yönetmesi için davet etti.

Duvarların, kemerlerin, tonozların ve sütunların İslam Medeniyeti-Moritanya tarzı renklerine alternatif olarak, Fossati iç tasarımda Venedik'teki San Marco Katedrali'nden esinlenen Bizans renk sistemini yeniden kullandı. Fossati ayrıca, hünkâr mahfilinin ve pencerelerin kaldırılmasını sağlarken yerine, Bizans imparatorunun metatoriumundan daha güzel olan muhteşem bir sultan mahfili inşa etti. Bu metatorium, 1204'teki Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedikliler tarafından kiliseden alınmış ve Venedik'teki San Marco Bazilikası'na hükümdarları için yerleştirilmişti.

Sultan Abdülmecid, Ayasofya Camii'nin iç kısmına İslami tarzda süslemeler eklemeye karar verdi ve bunun için hat sanatçısı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'yi çağırdı. Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Ayasofya'da asılı sekiz büyük levhaların hattatıdır. Bu büyük levhalar, 1651 yılında caminin merkezi avlusunun çevresine yerleştirilen hattat Teknecizâde İbrahim Efendi'nin eski tabloları yerine asıldı.

İlk hat sanatçısı

Türk tarihi, kubbenin altında altınla çizilmiş ve Nur Suresinden ayetler içeren bu muhteşem sanat eserini Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye atfeder. Gaspare Fossati ise İmparatorluk Sanat Akademisi'ne yazdığı bir mektupta, kubbenin restorasyonu sırasında, bilinmeyen bir Osmanlı hattatına ait olan Kur’an-ı Kerim’den ayetleri keşfeden kişinin kendisi olduğunu belirtmiştir.

Fossati, mektubundan şunları yazmıştır:

“Ayasofya'daki çalışmalarım hedefine doğru ilerliyor ve kısa sürede kubbenin tamamını ortaya çıkararak Sultan'a İsa ikonasını kaplayan Arapça hatları gösterebilmeyi umuyorum. Bu hatlar 10,8 metre çapında bir daire içine yerleştirilmiş ve en yaşlı Türkler bile bu hattın yeşil zemin üzerinde altın renginde parladığını gördüklerinde çok seviniyorlar. Hat, daha önce beyaz kireçtaşı zeminde bulunan siyah bir hatla kaplıydı ve altın renginde mozaikle kaplı kubbeden tamamen farklıydı."

Fossati, cami duvarlarından sıva ile birlikte parçalanıp düşen Bizans mozaiklerini ortaya çıkardı. Ancak camideki çalışanlar, duvarları sopalarla kırarak elde ettikleri parlak mozaikleri satarak karlı bir işe dönüştürdüler. Fossati, St. Petersburg’daki İmparatorluk Sanat Akademisi'ne gönderdiği gönderdiği raporlarında bunu yazdı.

Londra'da yayınlanan albüm

Gaspare Fossati, mozaik resimlerini keşfetme ve restore etme çalışmalarından ötürü İmparatorluk Sanat Akademisi'nin fahri üyesi unvanını aldı. Fossati, 1852 yılında Londra'da, ‘Sultan Abdülmecid'in emriyle yakın zamanda restore edilen Konstantinopolis'teki Ayasofya’ başlıklı bir litografi albümü yayınladı.

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden sonra içine giren ilk Avrupalı Fransız Guillaume Grillo oldu. Rüşvet karşılığında 1672 yılında Ayasofya Camii’ne giren Grillo, bu konuyla ilgili bir kitap yayınladı.

Fossati, hattat Teknecizâde İbrahim Efendi'nin orijinal kare levhalarını resmeden ilk sanatçı oldu. Bu levhalar, restorasyon sırasında Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin Allah, Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin hatlarını yazdığı levhalarıyla değiştirildi. Arapça yazılar sağdan sola doğru yazıldığından, Fossati'nin suluboya resimleri, 1651 yılında Teknecizâde İbrahim Efendi'nin çizdiği eski levhaların montajında montajcıların yaptığı bir hatayı da ortaya koydu. Bu hata, yeni levhaların (çapı 7,5 metre) düzeniyle ilgiliydi. Halife Ömer'in adını taşıyan levhanın arkasına Hz. Osman’ın adının yazılı olduğu levha yerine Hz. Ali’nin adı yazılı levha asılmıştır. Bu nedenle hata, Hasan ve Hüseyin'in adlarının yazılı levhaların yerleştirilmesinde de devam etmiştir.

Fransız ressam Philippe Chaperon’un 1893 yılında çizdiği ve Ayasofya'nın koridorları’ adını taşıyan tablosunda, bu hatanın düzeltildiği açıkça görülüyor.

Maltalı ressam Amadeo Preziosi'nin 1878 yılında çizdiği ‘Ayasofya Camii sütunları arasında mülteciler’ adlı suluboya tablosu da, 1878 yılına gelindiğinde bu hatanın düzeltildiğini gösteriyor. Ayasofya’nın imamlarının, atalarının iki yüzyıl boyunca sürdürdüğü bu hatayı telafi etmek için sultana ne tür argümanlar sundukları bilinmiyor.

Geleneksel çizimlerden uzaklaşılması

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında sanatçılar, Ayasofya'nın geleneksel resimlerinden uzaklaşmaya ve çizimler için yeni açılar seçmeye başladılar. Bununla birlikte, 1882'de Ayasofya'ya geldiğinde bu çelişkinin absürtlüğünü ifade edebilen tek kişi Rus ressam Vasily Polenov oldu. Polynov, ön planda merkezi avlunun iç dekorasyonunu değil, eski Hıristiyan, Müslüman ve pagan dünyasında Ayasofya Kilisesi (The Church of the Divine Wisdom) olarak bilinen eski tapınağın sütunlarını ön plana çıkardı.

Tablosuna bakanları Osmanlı gerçekliğinden Bizans dönemine taşıyor gibi görünen Polenov’un tablosunda Bizans sembolizmine ait eski unsurlar yeniden hayat buluyor. Sütunlar arasındaki metal eşiklere asılı avizeler nedeniyle, duvarın arkasından Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin çizdiği sekiz devasa deri levhadan biri kasvetli bir şekilde beliriyor. Bu garip, karanlık nesnenin görünümüne özellikle odaklanıyor.

Ressam Polenov, siyah ay tutulması sırasında parlak güneşi örtmeye çalışan hilalin ortaya çıkışını yeniden canlandıran bir film yönetmeni gibi davranmış gibi görünüyor.

Polenov, Ayasofya’da İslam dinine ait özelliklerin yabancı olduğunu bu şekilde ifade ettikten sonra bir yandan bu özelliklerin Bizans mimarisinin şaheserleri olan Hıristiyan sanatının harikası içinde yer almasının uygun olmadığını, diğer yandan ise Konstantinopolis'in Sofya'sının (kutsalının), Hristiyanlıktan İslamiyete geçiş sonrası kalktığını ve ‘kutsal’ unvanını kaybettiğini vurguluyor.

Polenov’a göre Ayasofya’nın sofyasında ifade edilen kutsallık, Hristiyanlıktan İslamiyete geçiş sonrası bu unvanı kaybetti ve böylece kutsallığı da ortadan kalktı.

Ayasofya Polenov için uzun zaman önce, Osmanlı hanedanlarının, sultanların ve halifelerin çabalarıyla basitçe ‘sofya’ya dönüştürülmüştür. Bu durumu ‘Konstantinopolis'teki Sofya Tapınağı'nın Korosu’ adlı tablosuna da yansıtmıştır.

Ressam için en önemlisi ise bir zamanlar dünyanın en büyük tapınaklarından daha görkemli, daha güzel ve daha şanlı olan ‘İsa'nın (ilahi) Bilgeliği’ kilisesinin kaderini göstermekti. Çünkü ona göre bu kilise, “Peygamber İsa” camisine dönüştürülmüştü.

Ayasofya'nın kaderi, birçok açıdan Osmanlıların devşirme kapsamında Hıristiyan ailelerinden aldıkları çocukların kaderine benziyor. Bu çocuklar, sultanlara, hanlara ve halifelere hizmet etmeye devam etmek amacıyla sarayın iç avlusundaki Enderun'da eğitim görmek üzere İslam dinini kabul etmeye zorlandılar.

Kaçınılmaz kader

Bizanslıların Ortodoks inancına ‘ihanet’ etmeleri ve ve 1438-1439 yıllarında Roma Papasına gitmeleri nedeniyle, Ortodoks Hıristiyanlar, ölmekte olan imparatorluklarının başkentini yağmalamaya izin verdikleri ve bununla birlikte ana ruhani merkezleri olan ‘Kutsal/İlahi Bilgelik’ kilisesini de teslim ettikleri için bunun bedelini devşirme olarak ödediler.

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, 1922-1923 yıllarında son padişahın ülkeden kaçmasına neden oldu ve bu durum Türk Cumhuriyeti'nde dinin rolünü etkiledi. Bakımsız ve kötü durumda olan Ayasofya Camii'nin yeniden büyük çaplı onarımlara ihtiyacı vardı.

Ayasofya'ya sanatını adayan son ünlü ressamlar arasında Rus sanatçı Vladimir Petrov da vardı. Petrov, 1920'lerin sonlarından 1931 yılındaki büyük onarım çalışmaları nedeniyle caminin kapatılmasına kadar Ayasofya'nın içini resmetti.

Son olarak 2020 yılında Ayasofya yeniden cami olarak açıldı ve Hz. İsa’nın Ferisiler ve Hirodes yanlılarına söylediği “Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin” sözleri teyit edildi.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.