Dedesi ‘gayri meşru bir çocuk’ olan Adolf’un peşindeki gölge: Yahudi Hitlerhttps://turkish.aawsat.com/home/article/3625901/dedesi-%E2%80%98gayri-me%C5%9Fru-bir-%C3%A7ocuk%E2%80%99-olan-adolf%E2%80%99un-pe%C5%9Findeki-g%C3%B6lge-yahudi-hitler
Dedesi ‘gayri meşru bir çocuk’ olan Adolf’un peşindeki gölge: Yahudi Hitler
Nazi lideri Adolf Hitler (AFP)
Viyana/Şarku’l Avsat
TT
TT
Dedesi ‘gayri meşru bir çocuk’ olan Adolf’un peşindeki gölge: Yahudi Hitler
Nazi lideri Adolf Hitler (AFP)
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Nazi lideri Adolf Hitler için "Yahudi kanı taşıyordu" açıklamaları, Nazi diktatörünün dedesinin gizemli kimliği nedeniyle 2. Dünya Savaşı'ndan önce doğan söylentilere atıfta bulunuyor…
Avusturyalı tarihçi Roman Sandgruber AFP’ye yaptığı açıklamada, 1837 yılında doğan ve 1903 yılında ölen Hitler’in (14 yaşındayken) babası Alois’in ‘babasının bilinmeyen gayri meşru bir çocuk’ olduğunu söyledi. Sandgruber, geçtiğimiz yıl yayınlanan, Hitler'in babasının biyografisini konu alan ilk kitabın yazarı.
Hitler, 1920 yılında Nasyonal Sosyalist Parti'nin kurucusu olarak ortaya çıktığında, ‘Yahudi kökenli olabileceğine dair spekülasyonlar’ vardı. Bu iddia muhalifleri tarafından dillendirilirken, 1933 yılında iktidara gelmesiyle desteklendi.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi için çalışmış bir avukat olan Hans Frank’ın infazından yıllar sonra 1953’te yayınlanan ‘Darağacıyla Yüzleşmek’ başlıklı anılarında, bizzat Nazi liderinin isteği üzerine Adolf Hitler'in kökenini gizlice araştırdığını söylüyor.
Alman Der Spiegel dergisi tarafından yayınlanan anılarından alıntılara göre, Frank’ın 1930’da yazdığı düşünülen anılarında, “Damarlarında Yahudi kanı bulunması nedeniyle bir akrabasının ‘nefret dolu bir şantajının’ kurbanı olduğunu düşünen Hitler tarafından çağrıldım” ifadeleri yer alıyor.
Hitler ailesinin avukatı olan Hans, Hitler'in büyükannesi Maria Anna Schicklgruber'in Avusturya'nın Graz şehrinde Frankenberger adlı Yahudi bir aileye aşçılık yaparken Alois adında bir erkek çocuk dünyaya getirdiğini söylüyor.
Anı yazarı, aşçılık yaptığı ailenin daha sonra, çocuk 14 yaşına gelene kadar, aile büyüğünün babalık iddiasında bulunarak gıda desteğini ödediğini aktarıyor.
Ancak Hitler’in büyükannesi ve büyükbabası Johann Hiedler, Frankenberger adlı Yahudi aileden para alabilmek için bu ailenin büyüğünü Adolf’un babası olduğuna ikna etti. Ancak tarihçiler bu bilgiye şüpheyle yaklaşıyor.
Sandgruber, bu gerçekler ortaya çıktığında ‘Yahudilerin Graz'da ikamet etme haklarının olmadığını’ söyleyerek, Hitler'in Yahudi kökenli olduğu hipotezini destekleyen ‘somut delil’ görmediğini bildirdi.
Uzman gazeteci Ofer Aderet dün Haaretz gazetesine, “Hitler’in büyükbabası kimdi? Bu cevapsız bir soru” başlıklı bir makale yazdı.
Aderet, bazılarının bu bilgileri ‘Nazilerin II. Dünya Savaşı'ndaki yenilgilerine bir açıklama getirme girişimi’ olduğunu söylediğini aktardı.
Aderet, “Diğerleri, Yahudilere yönelik zulmün kısmen Yahudi kökeninden dolayı hissettiği utançtan kaynaklandığını iddia ediyor. Ama gerçek şu ki, bunların hiçbiri için tarihsel bir kanıtı yok” dedi.
İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid de Lavrov'un "Hitler Yahudi'ydi" ve "En büyük Yahudi karşıtları Yahudilerdi" şeklindeki ifadelerini kınayarak, “Affedilemez, skandal bir açıklama, feci bir tarihi hata” dedi.
Rus yetkililer defalarca Ukrayna'yı ‘silahsızlandırmak’ ve ‘Nazilerden arındırmak’ istediğini açıkladı.
İran’ın ikinci Rehberi, birinci Pehlevi deneyiminden ders çıkardı mı?https://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5154955-i%CC%87ran%E2%80%99%C4%B1n-ikinci-rehberi-birinci-pehlevi-deneyiminden-ders-%C3%A7%C4%B1kard%C4%B1-m%C4%B1
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
İran’ın ikinci Rehberi, birinci Pehlevi deneyiminden ders çıkardı mı?
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
Sami Mubayyed
Başkent Tahran bugün İsrail ordusu tarafından acımasızca bombalanıyor. Bu şehir ilk kez bu tür şiddetli saldırılara maruz kalmıyor. Modern tarihinde daha önce de bombalanmıştı, ancak koşullar ve nedenler farklıydı. İran'daki tüm yaşlılar, 1941 yılının o kavurucu yazını hatırlar. O zamanlar çocuk olanlar, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası ile ilişkilerini kesmeyi reddeden Şah Rıza'yı caydırmak için İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin askeri müdahalesine tanık olmuşlardı.
Şah Rıza, bu müdahaleden iki yıl önce İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde İran'ın tarafsızlığını ilan etti ve Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi uluslararası çatışmaların ülkesine sıçramasını istemedi. Ülkesi, çatışan tüm Avrupa ülkeleriyle, özellikle de fabrikaların ve demiryollarının yönetiminde uzmanlarına büyük ölçüde güvendiği Almanya ile sağlam ticari ilişkilere sahipti.
İngiltere, Adolf Hitler’in yönettiği Nazi Almanyası ile olan ilişkilerinden dolayı İran’a öfkelendi ve Şah’tan ülkedeki bin Alman uzmanı sınır dışı etmesini istedi, ancak o bunu yapmadı. İngiltere ilk uyarısını 19 Temmuz'da, ikincisini ise 17 Ağustos'ta yaptı. Fakat İran bu uyarıları da görmezden geldi. Bunun üzerine 25 Ağustos'ta İngiliz kuvvetleri Irak'tan İran'a girdi ve İran'ın başkentini bombaladı, Sovyet ordusu ise Tebriz ve İran’ın diğer şehirlerini bombaladı.
İran ordusu hızla çöktü ve Şah Rıza, tahtını 16 Eylül 1941'de Batı'nın talepleri karşısında daha uysal olacağına söz veren oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'ye devretmek zorunda kaldı. Rıza Pehlevi, 1979'da İslam Devrimi onu devirene kadar sözünü tam olarak yerine getirdi. Babası Şah Rıza önce Mauritius adasına, ardından Güney Afrika'ya sürgün edildi ve 26 Temmuz 1946'da vefat etti. Oğlu ise 27 Temmuz 1980'de sürgün olduğu Mısır'da vefat etti ve Kahire'de toprağa verildi.
İran ile İsrail arasında 13 Haziran'da başlayan son çatışmayla Rıza Pehlevi'nin torunu, Taht-ı Tavus'un meşru varisi ve Ali Hamaney'in rejiminin düşmesi halinde İran'ın başına geçmesi beklenen şahı Rıza Pehlevi'nin adı yeniden gündeme geldi.
Şah Rıza mavi kan değildi. Ne Avrupa ne de dünyadaki hanedanlarla boy ölçüşebilirdi. Bu yüzden kendisi ve ardından gelen çocukları için özel bir hanedan kurdu ve ona ‘Pehlevi’ adını verdi. Bu, onun ailesinin adı değil, eski bir Farsça kelimeydi.
Birinci Şah Rıza
Rıza Han, 1789-1925 yılları arasında İran'ı yöneten Kaçar Hanedanlığı döneminde küçük bir subaydı. Sertliği ve soğukkanlılığıyla tanınırdı, ancak eğitimli değildi, daha çok bir dağ adamı gibiydi. Babasının (o da bir subaydı) aşırı yoksulluğundan kurtulup, İran'ı birçok alanda dünyaya açan büyük bir hanedanlık kurdu, ancak bu hanedanlık, Humeyni’nin İslam devrimi ile yıkıldı.
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin İsviçre'de çekilmiş bir fotoğrafı, 18 Şubat 1975
İngiltere, 1919 anlaşmasıyla İran'da geniş siyasi haklar elde etti. Aynı zamanda 20 Şubat 1921'de Rıza Han'ın Şah Ahmed'e karşı yaptığı askeri darbenin arkasındaki ana itici güç olduğu düşünülüyor. Hukukçu Seyyid Ziyaeddin Tabatabai ile iş birliği yaparak onu başbakan olarak atadı, kendisi ise savunma bakanı olarak atanmadan önce genelkurmay başkanlığı görevini üstlendi. Ülkeyi perde arkasından yöneten Rıza Han, iki yıl sonra Şah'ı Avrupa'ya sürgüne gönderdi ve İran için istediği siyasi sistemi düşünmeye başladı. Rıza Han, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk'e hayrandı ve İran'ı bir cumhuriyete dönüştürmeyi ve onun ilk cumhurbaşkanı olmayı ciddi olarak düşünüyordu. Ancak dini kurumlar İslam dininin cumhuriyetleri tanımadığını ve uzun tarihinde sadece monarşi veya halifeliği tanıdığını söyleyerek bu eğilime karşı çıktı. İran parlamentosu 1925 yılının ekim ayında Kaçar Hanedanlığını düşürdü ve aynı yılın sonunda Şah Rıza ülkenin yöneticisi olarak ilan edildi ve 25 Nisan 1926'da taç giydi.
Şah döneminde eğitim yaygınlaştı ve devlet okulları uzak bölgelere yayıldı, Fransa'dan eğitim müfredatı getirildi ve bu müfredata Fars milliyetçiliği fikirleri aşılandı.
Reformcu Şah
Yeni Şah, İran'ı gelişmiş bir ülkeye dönüştürmek istiyordu. Bu amaçla yargı, eğitim ve askeri kurumlarda iddialı bir reform programı başlattı. Alman disiplinine ve Alman sanayisine hayran olan Şah, Alman üniversitelerinde eğitim görmüş danışmanlarla çevresini donattı. Emniyet Teşkilatı’nı Savunma Bakanlığı'ndan alıp Savaş Bakanlığı'na bağladı. Hava Kuvvetlerini kurdu, donanmayı örnek bir şekilde geliştirdi ve subaylarını Fransız, İngiliz ve Alman askeri enstitülerinde uzmanlık eğitimleri almaları için bu ülkelere gönderdi. 1941 yılına gelindiğinde, Savunma Bakanlığı'nın genel bütçeden aldığı pay yüzde 30'a ulaşmış, zorunlu askerlik süresi iki yıla çıkarılmış ve ordu 1925'te 40 bin kişilik bir güce sahipken, 1940'ta 120 bini aşan bir güç olmuştu. Suçluları cezalandırmak, muhalifleri tutuklamak ve vergileri tahsil etmek için orduyu kullandı. Demir yumruk yönetimiyle tanınan Şah, kendisine destekleyenler de dahil olmak üzere tüm siyasi partileri yasakladı ve özel gazeteleri kapattı.
Şah döneminde eğitim yaygınlaştı ve devlet okulları uzak bölgelere yayıldı, Fransa'dan eğitim müfredatı getirildi ve bu müfredata Fars milliyetçiliği fikirleri aşılandı. Şah rejimi 1941 yılında devrilmeden önce, devlete ait 2 bin 300 ilkokulda okuyan erkek öğrenci sayısı 280 bine ulaşmıştı, 28 bin öğrenci de ortaokullarda eğitimlerine devam ediyordu. Politeknik Enstitüsü'nü kuran Şah, 1936 yılında Tahran Üniversitesi’nin kapılarını erkek ve kız öğrencilere açtı ve üniversite tıp, mühendislik, hukuk ve tarım bilimleri alanlarında uluslararası geçerliliği olan bilimsel diplomalar vermeye başladı.
Şah, bakanların ve subayların eşlerine başörtüsü yasağı getirdi. Bazen polisler, Şah'ın kararını reddeden kadınların başörtülerini zorla çıkarmak için müdahale ediyordu.
Kadınların özgürlüğü
Şah Rıza, İranlı kadınların eğitimli ve toplumda aktif olmasını istiyordu. Eğitimlerinin yanı sıra, kadınların devlet memuru olmasına, kafelere, restoranlara, otellere ve sinemalara girmesine izin verdi. En ünlü ve en cesur kararı, 1936 yılında Kum ve Meşhed'deki dini otoritelere karşı gelerek çadoru (İran'da kadınlar tarafından giyilen bir çarşaf) yasaklamasıydı. Bir molla (din adamı) camide oturma eylemi yaptı. Bunun üzerine Şah, caminin basılması talimatı verdi. Şah Rıza takvimler 8 Ocak 1936'yı gösterdiğinde başı açık haldeki eşi ve kızlarıyla birlikte Tahran'da öğretmen okulunun açılışına katıldı.
Ayrıca İranlılara tek tip ve batılı kıyafetler giymelerini zorunlu kılan Şah, Avrupa'da giyilen kıyafetleri giyerlerse zamanla Avrupalılar gibi bir düşünce tarzına ve kişiliğe bürüneceklerini ve elbette giyim tarzı açısından da Avrupalılara benzeyeceklerini söyledi. 1927'de erkeklere ‘Pehlevi şapkası’ takmaları zorunluluğu getirildi. İki yıl sonra da mollalar ve medrese öğrencileri dışındaki herkese batı tarzı resmi şapkayı takmalarını zorunlu kıldı. Şah, 1935 yılında ülkesinin adını Pers yerine ‘İran’ olarak değiştirdi. Çünkü yeni ismin ilerleme ve refahı çağrıştırdığını, eski ismin ise tarihe ve geçmişe bağlılığı çağrıştırdığını, geleceğe atıfta bulunmadığını düşünüyordu.
Tahran'daki parlamento binası önünde düzenlenen bir protesto gösterisine katılan İranlı kadınlar, 11 Nisan 1999 (AFP)
Şah’ın tüm bu reformları onu muhaliflerinin doğrudan hedefi haline getirdi. Bir yandan anayasacılar ve laikler, diğer yanda dindarlar ve radikaller olmak üzere muhaliflerinin sayısı çoktu. Bunların arasında elbette İslam devrimini yöneten (ve birinci Rehber olan) Ruhullah Humeyni de vardı. Humeyni, Şah ve oğlundan intikam almak için 1979'da Fransa'daki sürgünden döndü. Arkadaşı Ali Hamaney'e Şah Rıza’dan ya da 1941’deki İngiltere-Sovyetler Birliği işgalinden bahsedip bahsetmediğini bilmiyoruz, çünkü İran’ın mevcut Dini Lideri (Rehber) Hamaney o zamanlar henüz iki yaşındaydı. Fakat babası Cevad Hamaney, bu olayları çok iyi biliyordu, çünkü onları yakından yaşamıştı ve 1986'da vefat etmeden önce oğluna da anlatmış olduğundan eminim. Şimdi sorulması gereken soru şu: Ali Hamaney, 1941 deneyiminden ders çıkardı mı?
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.