İsrail’de İslami Hareket koalisyona dönüyor

İsrail Başbakan Naftali Bennett ve İslami Hareket Blok’u Başkanı Mansur Abbas. (Akke web sitesi)
İsrail Başbakan Naftali Bennett ve İslami Hareket Blok’u Başkanı Mansur Abbas. (Akke web sitesi)
TT

İsrail’de İslami Hareket koalisyona dönüyor

İsrail Başbakan Naftali Bennett ve İslami Hareket Blok’u Başkanı Mansur Abbas. (Akke web sitesi)
İsrail Başbakan Naftali Bennett ve İslami Hareket Blok’u Başkanı Mansur Abbas. (Akke web sitesi)

İsrail Başbakan Naftali Bennett, İslami Hareket Blok’u Başkanı Mansur Abbas ile görüştü. İkili, Knesset'in (İsrail Parlamentosu'nun) tatilinin sona ermesinden bir hafta önce, hükümet koalisyonuna kademeli olarak dönüş ve hükümetin çökme tehlikesinin önlenmesi konusunda anlaşmaya vardı. Konuya dair bilgi sahibi kaynaklar dün yaptıkları açıklamada, toplantının pazar günü Başbakanlık'ta gerçekleştiğini aktardılar.
İsrail polisinin Mescid-i Aksa'ya birçok kez baskın düzenlemesi, badet edenlere yönelik orantısız güç kullanması ve toplu tutuklamalar gerçekleştirmesi üzerine patlak veren kriz, Birleşik Arap Listesi Blok’unun koalisyon ve Knesset üyeliğini dondurmaya karar vermesine yol açtı. İkilinin görüşmesi bu krize bir çözüm bulunması hedefiyle gerçekleşti. Toplantının yapıldığını doğrulayan Bennett ve Abbas'ın ofisleri, her ne kadar görüşmenin içeriğine dair ayrıntı vermeyi reddetse de kaynaklar, Bennett'ın Abbas'ın Mescid-i Aksa'ya müdahale ederken temkinli olunması ve çatışmalardan kaçınılması yönündeki birtakım taleplerini kabul ettiğini aktardı. Abbas ayrıca Arap toplumunun büyük bütçelerinin serbest bırakılmasına ilişkin hükümet tarafından alınan ancak henüz uygulanmayan kararların uygulanmasını da talep etti.
Kaynakların aktardığına göre Abbas, bloğunun koalisyona katılmasının başlangıçta kolay bir karar olmadığını açıkça belirtti. Ancak Abbas, Bennett ve koalisyondaki yoldaşlarının Tel Aviv politikalarını İsrail'deki Arap kitlelerin çıkarına değiştirmek, onları hükümete dahil etmek ve onlar için eşitliği sağlamak konusunda ciddi olduklarına güvenerek bu kararı aldı.
Hamas Hareketi’nin Gazze Sorumlusu Yahya Sinvar’ın konuşmasına atıfta bulunarak, koalisyondaki varlığının büyük bir zorluk olduğunu ve bunu başarmak için hükümetin yanıt vermesi gerektiğini söyleyen Abbas’a Bennett'ın yanıtı şöyle oldu:
“Abbas’ın tutumu takdir edilesi. Sorumluluğunun büyüklüğünün ve prosedürlerin farkında. Ancak ittifak deneyiminin devam etmesi, bu deneyimin bir başarıya dönüştürülmesi ve aşırılık yanlılarının planlarının engellenmesi için ortak çaba sarf edilmeli.”
Bennett ve Abbas, ‘birliğin’ koalisyona geri dönüşünün kademeli olacağı konusunda anlaştılar. Aşırı sağ, ikilinin ittifakına ilişkin haberlerin yayınlanması ışığında Bennett'e yüklendi. Aşırı sağ hükümetin günlerinin sayılı olduğunu ve Knesset tatilden döner dönmez on gün sonra çöküş sürecinin fiilen başlayacağını söyledi.
Ancak diğer yandan muhalefetteki Likud ile ittifak yapan ve bu ittifakı ne pahasına olursa olsun sürdüren Birleşik Tevrat Yahudiliği Partisi homurdanmaya başladı ve muhalefet lideri Binyamin Netanyahu’ya isyan kokan çeşitli mesajlar iletti.
Basın kaynakları, Birleşik Tevrat Yahudiliği Partisi’nin en güçlü simalarından milletvekili Moşe Gafni'nin, Netanyahu’nun yeni seçimlere yaklaşımına katılmadığını ileri sürdü.
İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz'ı öven açıklamalarda bulunan Gafni açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Bilge, milli, sorumluluk sahibi ve birlik konusunda istekli olduğu için lider (yani hükümet başkanı) olmaya uygun. Hükümeti ilkel ve deneyimsiz bir şekilde yöneten gençlerin aksine Gantz herkesin ağabeyi gibi ve büyük bir sorumluluk sahibi biri.”
Gafni'ye Netanyahu'yu halen başbakan adayı olarak görüp görmediği sorulduğunda da şu cevabı verdi:
"Elbette başbakanlığa uygun. Ama sokak, hükümetin başına geçmeye uygun insanlarla dolu. Önemli olan, başbakanlık koltuğuna ulaşmasında kendisini destekleyecek çoğunluğu toplayabilmesidir.”
Bu sözler bir isyanın başlangıcı olarak anlaşıldı. Bu nedenle Netanyahu'nun Likud Partisi’nin sözleri, bu açıklamaları arkadan hançerlenme şeklinde yorumlayarak Gafni’ye sert sözlerle yüklendiler. Bu sert tepki, sağcı kitle olarak bilinen Birleşik Tevrat Yahudiliği’ni kışkırtıcı nitelikte geldi.



Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
TT

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)

İbrahim Hamidi

ABD ve Fransa'nın sponsorluğunda İsrail ile Hizbullah arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının metnine göre Lübnan bir dönüm noktasının eşiğinde. Bu doğum sancıları cumhuriyetin kanının tazelenmesine mi, yoksa yeni üçüncü ya da dördüncü bir cumhuriyetin doğuşuna mı yol açacak?

Bu, el-Mecelle'nin Aralık ayı sayısının kapak haberi ve ateşkesten senaryolar, ordunun rolü, Hizbullah yenilgisinden sonra Şiilerin geleceği, mültecilerin geri dönüşü ve toplum mühendisliğine kadar konuyu her yönüyle ele alıyoruz.

Lübnan, 60 günlük ateşkes, Hizbullah ile İsrail'in güneyden çekilmesi, boşluğu Lübnan ordusu ile BM’ye bağlı UNIFIL güçlerinin doldurması, her iki taraftan da yerinden edilenlerin geri dönmesi, Meclis'in cumhurbaşkanını seçmek için toplanması, başbakanın atanması, hükümetin kurulması ve yeniden imar ile karşı karşıya bulunuyor.

Aylarca süren müzakereler ve bir yılı aşkın süredir Gazze için sürdürülen “destek savaşı”nın ardından gelen anlaşma uygulanırsa, ülke, cumhuriyetin temellerine dönüşe ya da yeni bir doğuşa tanık olacak. Lübnan Cumhuriyeti, şu anda bildiğimiz mezhepçi kotaların öncesinde, Fransız Mandası döneminde doğmuştu. İlk anayasa hazırlanıp 1926 yılında Katolik hukukçu Şarl Debbas cumhurbaşkanı seçildiğinde doğdu. O dönemde başbakanlık da Maruni Hıristiyanların elindeydi.

Bazıları, Birinci Cumhuriyet'in 1926'da doğduğuna ve 1943'te cumhurbaşkanı seçilen Şeyh Bişara el-Huri’ye kadar bir dizi Hıristiyan cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğine inanıyor. Huri Sünni olan başbakanı Riyad el-Sulh ile ittifak kurdu ve ikisi birlikte, cumhurbaşkanlığını Marunilere, başbakanlığı Sünnilere ve meclis başkanlığını Şiilere tahsis eden sözlü bir ulusal uzlaşının temelini attılar. Saib Selam'ın anılarında, 1943'te Sabri Hamada’nın Şii olduğu için değil, en yaşlı milletvekili olduğu için yasama organının başına getirildiğini söylediğine de dikkat çekelim.

Bu nedenle pek çok kişi Birinci Cumhuriyet'in ulusal sözleşme ile doğduğuna inanıyor ve kendisi 21 Kasım 1943'teki bağımsızlık ilanına da tanıklık etti. Birinci Cumhuriyetin 1926 Anayasası ile değil de 1943 yılında doğduğunu düşünürsek, bu cumhuriyet 1975 yılında iç savaşın başlamasıyla mı yıkıldı yoksa savaşın sonuna ve 1989'daki İkinci Cumhuriyet'in başlangıcı olan Taif Konferansı’na kadar mı devam etti?

Birinci cumhuriyet 1943'ten 1975'e, ikincisi 1975'ten 1989'a ve üçüncüsü o zamandan bu yana mı?

Adı ne olursa olsun, mevcut cumhuriyetin belki de en belirgin özelliği, Taif Anlaşması’nın Hıristiyan cumhurbaşkanı pahasına Sünni başbakanı güçlendirmesiydi. Başbakan Refik Hariri'nin 2005'te suikasta kurban gitmesiyle sona eren Suriye varlığını kabul etmesiydi. Temmuz 2006 savaşı ve Hizbullah’ın İran'ın nüfuzunu genişletmek için ülke içinde ve bölgesel olarak artan rolü ile sonuçlanmasıydı.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya?

Zafer sloganları bir yana, Hizbullah'ın büyük bir yenilgiye uğradığı tartışılamaz. Zira Lübnan süreci Gazze sürecinden ayrıldı. İsrail, aralarında Hasan Nasrallah'ın da bulunduğu askeri ve sembolik liderlerini öldürdü, iletişim ve liderlik yapısını dağıttı. 1701 sayılı kararın uygulanmasını, Litani Nehri'nin arkasına çekilmeyi, dahası belki de bir İsrail tampon bölgesinin oluşturulmasını, silah tedarikinin kesilmesini ve füze üretiminin engellenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bunlara bir de Hizbullah’ın kuluçka ortamının ödediği muazzam insani ve ekonomik bedel ekleniyor.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya? Netanyahu, (bu sayımızda ona da özel bir dosya ayırdığımız) ABD başkanı seçilen Trump ile olan ilişkisinden ve Beyaz Saray'ın başına geçmeden önce “savaşları bitirmesi” için ona verdiği “armağan”dan destek alarak şunlarda ısrar ediyor; Hizbullah'ın kendisini yeniden silahlandırmamasını veya askeri yapısını yeniden inşa etmemesini garanti altına almak için Lübnan'da bir gözetim mekanizması kurulması, en büyük düşman olan İran'ın denetim ve “maksimum baskı” altında tutulması. Odağını özellikle Gazze Şeridi'ne kaydıran İsrail, Lübnan’da herhangi bir ihlal ile başa çıkılmaması durumunda Lübnan'a müdahale etme olanağına sahip olmak istiyor. Tel Aviv bu “haktan” vazgeçmezken, Hizbullah ve Lübnan da bunu kabul edemez.

Milisler ve rejimler bir noktada buluşmaktadır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır

Burada şu sorular ortaya çıkıyor; bu durum Lübnan'da siyasi olarak nasıl ifade bulacak? Eski siyasi sözleşmenin yeniden canlandırılmasında veya yenisinin formüle edilmesinde bölgesel ve uluslararası güçlerin rolü nedir? Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın Haziran 1967 savaşından sonra çıkıp “yenilgiyi” kabul etmesi gibi, Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım da neden çıkıp yenilgiyi kabul etmekte gecikti? Neden Hizbullah ve İran'a sadık olanlar yaşananları bir “zafer” veya “direniş” olarak değerlendirmekte ısrar ediyor?

Herhangi bir savaşın insani ve ekonomik maliyeti konusunda devlet ile milislerin farklı davrandıkları doğru, ancak devletler ile örgütlerin zaman ve tarihle ilişkilerinde farklı oldukları da doğrudur. En tehlikelisi ise milislerin ve rejimlerin bir noktada buluşmasıdır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır.

Kapak konusu olan Lübnan dosyası ve Başkan Donald Trump'ın seçilmesi ve bunun Ortadoğu ve dünyadaki yansımalarına ilişkin özel dosyaya ek olarak, Aralık sayısında siyaset, ekonomi, bilim ve kültür üzerine yazılar, analizler ve röportajlar da yer alıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.