İran Ulusal Güvenlik Konseyi’nden Viyana müzakerelerine ilişkin açıklama

Konsey’e göre müzakerelerde askıda olan konular, Devrim Muhafızları’na yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla sınırlı değil.

İran tarafından üretilen insansız hava aracı.
İran tarafından üretilen insansız hava aracı.
TT

İran Ulusal Güvenlik Konseyi’nden Viyana müzakerelerine ilişkin açıklama

İran tarafından üretilen insansız hava aracı.
İran tarafından üretilen insansız hava aracı.

İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi bir dijital platform üzerinden yaptığı açıklamada 2015 nükleer anlaşmasını canlandırmaya yönelik Viyana müzakerelerinde askıda olan konuların İran Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla sınırlı olmadığını bildirdi. İran Güvenlik Yüksek Konseyi’nin Sözcüsü kabul edilen Nour News’te yayınlanan makalede Batı ülkelerinin DMO’nun ‘terör listesinden’ kaldırılmamasına rağmen İran’ın anlaşmayı imzalamasını beklediği, bu durumda müzakerelerin başarısız olabileceği değerlendirmesi yapıldı. 
Makalede, Viyana’daki müzakerelerin duraksamasına neden olan ve ‘çözülmeyi bekleyen konularda’ ‘inatçı’ davranan ABD yönetimi suçlandı. Wall Street Journal gazetesinde pazar günü yer alan habere göre nükleer müzakerelerin Avrupa Birliği Koordinatörü Enrique Mora, Tahran’ı ziyaret etmek için bir davet bekliyor. Müzakerelere yakın kaynaklara dayandırılan habere göre Mora, Devrim Muhafızları’nın ABD’nin ‘yabancı terör listesinden’ çıkarılmadan Tahran’ın Viyana’daki nihai taslağı imzalaması için girişimde bulunacak.  
Nour News’te yayınlanan makalede ise Wall Street Journal’ın haberine şüpheyle yaklaşıldı. Bağımsız kaynakların bu bilgileri doğrulamadığı vurgulanan makalede, söz konusu haberin ‘İran'ın ilkeli tutumundan vazgeçmesi gerektiği yönündeki kibirli Amerikan yaklaşımını yansıttığı’ ifade edildi.  
Yazar adı verilmeksizin yayımlanan makalede “İki taraf, Batı'nın İran'ın barışçıl nükleer programıyla ilgili endişelerini azaltmak ve bizim için uygun ekonomik koşulları yaratmak için, güçlü, adil ve sürdürülebilir bir anlaşma aramalıdır” denildi.  Ayrıca “İran bu bağlamda bazı kırmızı çizgiler belirledi ve müzakere taraflarına bu çizgilerden taviz vermeyeceğini vurguladı” ifadelerine yer verildi.  
Batılıların ‘anlaşmanın canlandırılmasına’ yönelik umutlarının azaldığı yönündeki haberlere de atıfta bulunulan makalenin devamı şöyle oldu:
“Ukrayna krizi merkezli uluslararası gelişmelerde derinleşen çıkmazlar, ABD’nin mevcut politikalarının sürdürülebilir olmadığını anlamasını gerektirir. İran, Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından uyguladığı ekonomik baskıların en zorlu aşamasını atlatmış durumdadır. Dolayısıyla ekonomik çıkarlarını karşılamayacak bir anlaşmaya katılmaya hazır olmayacaktır. ABD ve müttefiklerinin, anlaşmaya alternatif olarak İran’a daha fazla baskı yapılmasını değerlendirmesi popülist bir yaklaşım olup, herhangi bir sonuç doğurmayacağı gibi uygulanabilir de olmayacaktır.”  
Reuters haber ajansı, müzakerelere yakın kaynaklara dayandırdığı haberinde Batılı yetkililerin ‘2015 nükleer anlaşmasının’ canlandırılmasına yönelik bir anlaşma olacağına dair umutlarını büyük ölçüde yitirdiklerini ve İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamaya yönelik farklı tedbirleri değerlendirmek zorunda kaldıklarını aktarmıştı. Batılılar ‘anlaşmaya dair’ umutlarının tümünü yitirmese de çoğu anlaşma fırsatının elden kaçtığını düşünüyor. Konunun hassasiyeti nedeniyle adının anılmasını istemeyen bir kaynak “Biz hastanın kolundan serumu çekmiyoruz. Ancak ilerlemek için olumlu bir yol bulunabileceğine dair pozitif tahminler bulunmuyor” dedi. Batılı dört diplomat da ‘müzakerelerin’ nihai olarak tıkandığına dair kötümser bir havanın var olduğunu doğruladı.  
Avrupa Birliği müzakere taraflarının bakanlarını mart ayında Viyana’ya davet etmişti. Anlaşma taslağının hazır olduğu değerlendirilen söz konusu dönemde Rusya İran ile ilişkilerinin Ukrayna savaşı nedeniyle kendisine uygulanan yaptırımlardan olumsuz etkilenmeyeceğine dair garanti talebinde bulundu. Ardından İran’ın Devrim Muhafızları’nın ‘terör listesinden’ çıkarılmasında ısrar etmesi ve ABD’nin bu konuyu sürüncemede bırakması, müzakerelerin süresiz olarak duraksamasına neden oldu. Joe Biden yönetimi ABD kamuoyu ve İsrail’den, DMO’yu terör listesinden çıkarmaması yönünde şiddetli bir baskıya maruz kalıyor. Uzmanlar Biden’ın bu baskılar nedeniyle DMO’yu terör listesinden çıkarmayı göze alamayacağı görüşündeler. İran Devrim Muhafızları özellikle 2019’da ‘terör listesinde’ yer almasının ardından, ABD’nin sert ekonomik yaptırımlarıyla karşı karşıya kaldı. Yaptırımların çoğu, İran'ın balistik füze programı ve insansız hava aracı üretimi ile DMO’nun dış operasyonlarını yürüten Kudüs Gücü’nü hedef alıyor.
Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı Ali Rıza Tengsiri, İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin intikamının alınmasından vazgeçilmesi şartıyla DMO’nun ‘terör listesinden’ kaldırılması teklifini kabul etmediğini ileri sürmüştü. İranlı milletvekili Ebulfadl Ebu Turabi, ülkesinin, insansız hava aracı üretiminde dünyadaki ilk dört ülke arasında yer aldığını belirtti. Ebu Turabi konuya dair  şunları söyledi:
“Bugün İran’da 59 model İHA üretiliyor. Bazıları 4 bin kilometre mesafe kat edebiliyor. Tüm bunlar milli imkanlarla üretildi. Dolayısıyla yaptırımlar bu alanı etkileyemiyor. Ürettiğimiz İHA ve SİHA’lar savaş uçağı açığımızı kapatıyor.” 



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.