Bennett, Mescid-i Aksa hususunda dış müdahaleleri reddetti  

Filistin Otoritesi: Mescid-i Aksa’da egemenlik Müslümanlara aittir  

İsrail polisi Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlediği esnada Filistinlileri gözaltına alıyor. (AFP)  
İsrail polisi Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlediği esnada Filistinlileri gözaltına alıyor. (AFP)  
TT

Bennett, Mescid-i Aksa hususunda dış müdahaleleri reddetti  

İsrail polisi Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlediği esnada Filistinlileri gözaltına alıyor. (AFP)  
İsrail polisi Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlediği esnada Filistinlileri gözaltına alıyor. (AFP)  

İsrail-Filistin arasında Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın egemenliğine ilişkin tartışmalar ülke gündemine oturdu.  Kabine toplantısında konuşan İsrail Başbakanı Naftali Bennett, "Jerusalem (Kudüs) ve Heykel Dağı’yla (Mescid-i Aksa) ilgili tüm kararlar dış etkenlere bakılmaksızın şehrin egemenlik hakkına sahip olan İsrail hükümeti tarafından alınır, hükümetin kararlarına herhangi bir dış müdahaleyi kati bir şekilde reddediyoruz’’ dedi. Bennett, İsrail'in tüm dinlere saygılı muameleyi sürdüreceğini belirterek, Kudüs'ün bütün ve birleşik olarak İsrail’in tek başkenti olduğunu ifade etti.  
Bennett'in bu sözleri geçmişte Ürdün ile yapılan bir anlaşmayla çelişiyor. İsrail devletinin defalarca bağlı kaldığını vurguladığı anlaşmaya göre, Ürdün Haşimi Krallığı, Mescid-i Aksa ve Küdüs’teki Müslümanların kutsal mekanlarının vasisi durumunda. Mescid-i Aksa, İsrail ile Ürdün arasında 26 Ekim 1994'te imzalanan barış antlaşmasına göre Ürdün Vakıflar Bakanlığına bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunuyor. Filistin Otoritesi’nden yapılan açıklamada, 1930 tarihli Milletler Cemiyeti'nin, "Mescid-i Aksa ve Burak Duvarı'nın mülkiyetinin Müslümanlara ait olduğu yönündeki kararı’’ hatırlatıldı.
Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, “Uluslararası meşru kararlara göre Doğu Kudüs, Müslüman ve Hristiyanlara ait kutsal değerleriyle Filistin devletinin ebedi başkentidir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2016'da kabul edilen 2334 sayılı kararı; Doğu Kudüs'ün işgal altındaki Filistin topraklarının bölünmez bir parçası olduğunu ve Filistin topraklarındaki tüm yerleşim faaliyetlerinin yasa dışı olduğunu vurgulamaktadır. İsrail'in Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Filistin topraklarındaki işgalini meşrulaştırma çabaları başarısız girişimler olarak kalacaktır” ifadelerini kullandı.  
Bennett’in, ‘’İsrail’in tüm dinlere saygılı davrandığı’’ yönündeki açıklamasına atıfta bulunan Ebu Rudeyne; "Bu ifadeler doğruyu yansıtmıyor ve yanıltma amacı taşıyor. Sürekli olarak Mescid-i Aksa'ya yapılan baskınlar, Kıyamet Kilisesi’nde ayin yapanların taciz edilmesi, Bennett’in doğruyu söylemediğini kanıtlıyor’’ dedi.  
Filistin Kurtuluş Örgütü Yürütme Kurulu üyesi Hüseyin eş-Şeyh, Başbakan Bennett’in açıklamalarının, uluslararası hukuku hiçe saymak anlamına geldiğini ve Ürdün Krallığı’nın himayesinin açıkça ihlali olduğunu söyledi. Bennett’in açıklamaları, İsrail polisinin Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya girmesine izin vermesi ve Filistinlilerin girişlerinin kısıtlanmasının ardından geldi. İsrail’in aldığı bu kararların ve Başbakanın açıklamalarının, mevcut gerilimi tırmandıracağına kesin gözüyle bakılıyor. Filistin haber ajansı, onlarca Yahudi yerleşimcinin dün sabah İsrail polisinin yoğun güvenlik önlemleri altında Mağripliler Kapısı’ndan girerek Mescidi Aksa’ya baskın düzenlediğini bildirdi. İsrail polisinin Filistinli gençlerin Mescid-i Aksa’ya girişini ise engellediği kaydedildi. Girişi engellenen kişilerin herhangi bir sabıka kaydının bulunmadığı da ifade edildi.  
 Mescid-i Aksa’da Filistinlilere ve Müslümanlara uygulanan baskılar, İsrail ve Filistin arasındaki gerginliğin zirveye çıkmasına neden oldu. Mart ayından bu yana Filistinlilerin saldırılarında 18 İsrail vatandaşı hayatını kaybetti. En son geçtiğimiz perşembe günü Tel Aviv yakınlarındaki Elad’da yapılan bıçaklı saldırıda 3 İsrail vatandaşı yaşamını yitirmişti. Elad’daki saldırıyı gerçekleştirenlerden birinin bıraktığı not, saldırıların arka planında Mescid-i Aksa’da yapılan hukuksuzluklara tepki olduğunu göz önüne seriyor. Elad saldırısın faillerinden birinin bıraktığı notta, söz konusu eylemi Harem-i Şerif’te yaşananlara tepki olarak gerçekleştirdiği ve Aksa için ölmeye ve öldürmeye hazır olduğu ifade ediliyor. Filistin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, İsrail, gerilimi tırmandırmakla suçlandı. Dün (Pazar) yapılan açıklamada, ‘’İsrail hükümeti, barış ve Filistinlilerin haklarını teslim etmekten kaçınmak için şiddet olaylarını bahane ediyor ve gerilimi kasıtlı olarak tırmandırıyor. Böylelikle yasal olmayan yerleşim politikalarını uygulamak için zaman kazanmayı hedefliyor. Bennett hükümetinin tırmandırdığı gerilim, bir sosyal patlamaya neden olabilir ve sakinleştirme çabalarını baltalayabilir’’ ifadelerine yer verildi.



Şam'a güçlü destek veriliyor, bundan sonrası Şara’ya bağlı

Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
TT

Şam'a güçlü destek veriliyor, bundan sonrası Şara’ya bağlı

Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)

Jerome Drevon'un “Cihattan Politikaya” adlı kitabı, Selefi cihatçı Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) silahından vazgeçmeden siyasi bir harekete dönüşme yeteneği konusunda bir miktar kesinlik sunuyor. Ancak, bu günlerde gündeme getirilen ve güvenilir yanıtlar elde edilmesi uzun zaman alabilecek sorular, Ebu Muhammed el-Colani'nin geçirdiği dönüşüm süreci ile ilgili. Bu süreç, Bağdat'taki ABD güçlerinin yönettiği hapishanede mi yoksa el-Nusra Cephesi ve el-Kaide liderliğiyle kopuş sonrası dönemde mi başladı? Eski ABD Büyükelçisi Robert Ford, İdlib'de Colani ile yaptığı görüşmeler ile bu dönüşümde aktif bir rol oynadı mı? Yoksa, bu yavaş değişime İdlib Emiri ile dönemin istihbarat başkanı ve halihazırda Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan ve şu anda İstihbarat Başkanı ve o dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı olan Profesör İbrahim Kalın’ın yaptığı bir dizi görüşme, diyalog ve düzenleme mi katkıda bulundu?

Hangisi olursa olsun, Colani gerçek adı olan Ahmed eş-Şara’ya geri dönmek için Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte Şam'a varana kadar bekledi. Şara'nın söylemleri dışında sahada olup bitenler ve olmaya devam edenler, Savunma Bakanlığı'na katılan Selefi cihatçı grupların liderleri ve kadroları arasındaki dönüşümün gerçekliği hakkındaki soruları gündeme getiriyor. Zira bunlardan bazıları azınlıklara karşı katliamlar yaptı, bazıları da restoranlarda, kafelerde, gece kulüplerinde ve kadınların giyimi konusunda sosyal özgürlükleri kısıtladı.  

Düşünce ve ayrıntılardan bağımsız olarak, ABD, Suudi Arabistan, Katar, BAE ve Türkiye’nin desteği, açık bir fırsata ve yaklaşan bir tehdit ile yüzleşmeye bahis oynamaktan başka bir şey değil. Amerikalılar, Araplar, Türkler ve Avrupalıların hemfikir olduğu husus, Başkan Şara'nın istediklerine ve sunabileceklerine güvenmek ve bunlar üç noktada özetlenebilir. Birincisi, İran'ı Suriye'den ve orada herhangi bir etkiye sahip olmaktan uzak tutmak, İran silahlarını Lübnan'daki Hizbullah'a kaçırmak için kullanılan Suriye koridorunu kapatmaktır. Nitekim Suriye güvenlik servisleri, İsrail'in bombalamadığı tüm sevkiyatlara el koyuyor. İkincisi, güvenliği temin etmek, geçiş adaletini sağlamak, Suriye toplumundaki çeşitliliğe açık olmak, deneyim veya yeterlilik sahibi olmayan sadık kişiler yerine nitelikli bireyleri atamaktır. Üçüncüsü, sahte bir “sosyalist ekonomi” kisvesi altındaki “çete ekonomisinden” liberal bir ekonomiye geçiş yapmak, on yıllardır Moskova ve Tahran'ı taklit edip ekonomik abluka ve yaptırımlar kâbusu içinde yaşadıktan sonra Araplara ve Batı'ya açılmaktır. Zira abluka ve yaptırımlar Suriyelilerin yüzde 90'ını yoksulluk sınırında veya altında yaşamaya mahkum etti.

Trump yönetiminin isteklerine gelince, Suriye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesidir. Yaptırımların kaldırılmasında ve destek sağlanmasında acele edilmesinin nedeniyse, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Kongre'de yaptırımların kaldırılmasını savunurken söylediği gibi, yeni Suriye yönetiminin başarısız olmasından ve birkaç hafta içinde “kaos ve iç savaş” patlak vermesinin duyulan “korkunun gücü”dür. Ama bundan sonrası yeni Suriye yönetimine bağlı. Etkili bir yargı sistemi ve insan hakları, sosyal özgürlükler ve para transferlerinde özgürlük konusunda güçlü garantiler olmadan, 2011’den önceki durumuna dönmek için yaklaşık 500 milyar dolara ihtiyaç duyan bir ülkeye yatırım akışı olmayacak. Liberal veya neoliberal gibi rejimin türünü açıklayan yasalar olmadan, ortaklıklar ve özelleştirme için verilecek garantiler, Suriyeli, Arap ve uluslararası özel sektör lehine kamu sektöründen ne ölçüde vazgeçileceği açıklanmadan ekonomik kalkınmaya bahis oynanmayacak.

Yeni Suriye yönetiminin, İdlib'deki hükümet deneyimine benzer belirli siyasi, ekonomik ve sosyal seçeneklere sahip olduğu anlaşılıyor. Ancak bu yönetim, daha önce inanmadığı ve yönetme konusunda hiçbir deneyiminin olmadığı başka seçenekleri de takip etmek zorunda. “Ülkeyi özgürleştiren kararları verir” şeklindeki tehlikeli çerçevenin dışındaki yeteneklere ve liyakatli kişilere açılmaktan kaçış yok. Zira yurtdışından ve Suriye kamuoyundan gelen baskı altında açıklanan kararlar, etkili bir komite veya organ olmadan sadece birer başlık olmayı sürdürüyorlar. Bunlara geçiş adaleti, kayıp kişilerin aranması ve toplu mezarların ortaya çıkarılması, sahil bölgesindeki katliamlarının araştırılması, silahı yasa gibi görüp istedikleri gibi hareket eden, çoğunluğun parçası olmayan herkes öldürülmesi gereken bir “kâfir”miş gibi davranan silahlı grupların etkili bir şekilde durdurulması dahildir. Bunun anahtarı, sokaklarda barışçıl, birleştirici devrimi başlatan erkek ve kadınlara, genç erkek ve kızlara iade-i itibarda bulunmaktır. Yani devrimle övünüp son aşamasına odaklanırken, aynı zamanda devrimcilere ve “Suriye halkı birdir” sloganına iade-i itibarda bulunmaktır. Zira devrim, Suriyelilerin tutuklama, öldürülme, yıkım, nüfusun yarısının şehirlerinden, kasabalarından, köylerinden ve evlerinden yerinden edilmesi ile bedelini ödediği bir şeydir. Devrimciler, yalnızca yüz binlerce kişiden oluşan ama bir unsurunun aylık maaşı 10 doları geçmeyen bir ordunun kendisini savunmadığı ve aşamalı olarak çöken bir rejimi devirmek için son darbeyi vuranlar değildir.

Devrimden daha önemli tek şey bir devlet kurmaktır. Troçki'nin ısrarla vurguladığı kalıcı devrim, devletin kurulmasını engeller ve sürekli çatışmalara ve savaşlara giden yolu açar. Devrimin başarılı olduğu herhangi bir ülke için en tehlikeli durum, devrimin ne bir devlet ya da rejim olamayarak, ne de devrim olarak kalamayarak melez bir şeye dönüşmesidir.

Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.