Kaostaki Lübnan seçime gidiyor: Beyrut yeni bir sayfa açabilecek mi?

Seçim sistemi, siyasi işleyiş ve mezhepler arası ilişkileri inceleyen Independent Türkçe, seçimlerin nabzını tuttu

Lübnan'da 4 yıl aradan sonra seçim vakti geldi fakat ülke tam bir kaos içinde (AP)
Lübnan'da 4 yıl aradan sonra seçim vakti geldi fakat ülke tam bir kaos içinde (AP)
TT

Kaostaki Lübnan seçime gidiyor: Beyrut yeni bir sayfa açabilecek mi?

Lübnan'da 4 yıl aradan sonra seçim vakti geldi fakat ülke tam bir kaos içinde (AP)
Lübnan'da 4 yıl aradan sonra seçim vakti geldi fakat ülke tam bir kaos içinde (AP)

Son dönemde tarihinin en büyük ekonomik ve toplumsal krizlerinden birini yaşayan Lübnan'da gözler yarın yapılacak seçimlere çevrildi.
Halihazırda "Şii ikili" olarak anılan Emel Hareketi ve Hizbullah'ın ağırlıklı olarak yönetimde söz sahibi olduğu ülkenin gidişatı, Lübnan'ın kendine has seçim sistemi, toplumsal yapısı ve siyasi işleyişi nedeniyle de çalkantılı görünüyor.
Independent Türkçe, Lübnan'daki son durumu, mezhepsel temsil sistemini, farklı dini grupları ve olası seçim senaryolarını uzman görüşleriyle birlikte mercek altına aldı.

Siyasi işleyiş ve seçim sistemi
Ülkedeki siyasi işleyiş, kökenleri geç Osmanlı dönemine dayanan, Fransız mandası döneminde olgunlaşan, 1943 Ulusal Pakt süreciyle birlikte tamamlanan ve iç savaştan sonra 1989 Taif Antlaşması'yla da kısmen revize edilen bir mezhepsel temsil sistemi üzerine inşa edildi.
Bu sisteme göre Lübnan Meclisi'nde her dinsel ve mezhepsel gurubun belirli bir kotası var.
Taif Anlaşması'na göre 128 kişilik mecliste 28 koltuk Sünnilere, 28 Şiilere, 8 Dürzilere, 34 Maruni Hıristiyanlara, 14 Ortodokslara, 8 Katoliklere, 5 Ermenilere, iki Arap Alevilerine, bir koltuk da Hıristiyanlar içerisindeki azınlıklara dağıtılıyor.
Aynı temsil sistemi devletin yönetim kademesi için de geçerli. Buna göre ülkede cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyanlar, başbakan Sünni Müslümanlar ve meclis başkanı da Şii Müslümanlar arasından seçiliyor.
Bu seçimlerde 128 sandalye için 15 bölgede oluşturulan 103 listeden toplamda 718 aday yarışacak.
"Lübnanlıların ulusal tercihi değil, cemaatlerin kendi iç tercihleri"
Seçmenler oy kullanırken bireysel adaylara değil oluşturulan listelere oy veriyor.
İstanbul Gedik Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Dr. Öğr. Üyesi Selim Sezer, bu listeli seçim sistemini şöyle bir örnekle açıklıyor:
"Mesela Baalbek bölgesinden toplam 10 milletvekili seçilecek ve bunların 6'sı Şii olacak. 5 ya da 7 olamaz. Baalbekli seçmenler de muhtelif parti ve ittifakların oluşturduğu, her biri 6'şar Şii adaydan oluşan listelerden birine oy verecek. Aynı bölgeden geriye kalan 4 sandalye (iki Sünni, bir Maruni, bir Rum Katolik) de benzer süreçlerle belirlenecek. Bir başka deyişle 128 sandalyeli parlamento Lübnanlıların ulusal tercihlerinin değil, cemaatlerin kendi iç tercihlerinin toplamının ifadesi olmaktadır."
 
Son nüfus sayımı 1932'deydi; "Herkesin işine geliyor"
Anayasal olarak 4 yılda bir seçim düzenlenen Lüban'ın bu siyasi sistemini belirleyen önemli özelliklerden biri de dinsel-mezhepsel grupların nüfusa göre dağılımı.
Ülkede en son nüfus sayımı 1932'de yapıldı ve mevcut sistem de bu demografik veriler üzerinden işliyor.
Lübnan uzmanı Nalan Yazgan, söz konusu demografik sistemin siyasi arka planına dair şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Aslında herkesin işine geliyor bu sistem. Mevcut durumda Maruniler eğer nüfus sayımı yapılsa daha az çıkacak; o zamansa yüzde 40 çıkmışlar. Dolayısıyla bu durumun değişmesini istemiyorlar. İç savaş sırasında da Lübnan dışında çok göç eden olmuş, özellikle Marunilerden. Diğer taraftan mesela Şiilerin nüfusu hızlı artıyor. En hızlı nüfus artışı onlarda. Bir sayım yapılsa muhtemelen onların kotaları bayağı artacak. Fakat onlar son seçimlere kadar hiç hükümette görev alamadıkları için, yani Emel hariç, Hizbullah'tan bahsediyorum, şimdi sonunda 'En azından hükümette bir yerimiz var''diyerek bunu kaybetmemek adına seslerini çıkarmıyorlar."

"Her Lübnanlının gönlünde geri dönme özlemi var"
Lübnan'daki seçimde diaspora oylarının da önemli yeri var.
Rakamlar net olmasa da yurtdışında yaklaşık 15,5 milyon Lübnanlı olduğu tahmin ediliyor. Bu sayı, ülkede yaşadığı düşünülen 6 milyon kişiye kıyasla büyük fark oluşturuyor.
İçişleri Bakanlığı'nın paylaştığı verilere göre bu seçimde 58 ülkede kayıtlı 225 bin Lübnanlı seçmen oy kullanma hakkında sahip. Bu sayı, toplam seçmen sayısının yüzde 5,5'ine tekabül ediyor.
İran, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Umman, Suriye, Mısır, Bahreyn, Ürdün ve Irak'taki seçmenler 6 Mayıs'ta oy verme işlemlerini gerçekleştirdi. Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, İran ve çeşitli Arap ülkelerinde ikamet eden Lübnanlıların seçimlere katılım oranının yüzde 60 olduğunu açıkladı.
Kalan 48 ülkede ikamet eden 194 bin 348 Lübnanlı seçmen de 8 Mayıs'ta oy kullandı.
Birçok Lübnanlının 1975'te başlayan iç savaşta ülkeyi terk edip çatışmaların 1990'da sonlanmasıyla geri döndüğünü belirten Yazgan, 2019'da baş gösteren ekonomik krizle birlikte yine birçok kişinin yurtdışına gittiğini belirtiyor.
Araştırmacı gazeteci, "Yurtdışında yaşayan Lübnanlıların sayısı, ülkede yaşayanlardan çok daha fazla, dolayısıyla diasporanın seçimlere katılımı önemli. Her Lübnanlının gönlünde aslında Lübnan'a geri dönme özlemi var" diyor.
Ülkede oy kullanma yaşıysa 21. Yazgan, bunun "özellikle genç nüfusun yüksek olduğu bir ülkede birçok kişinin oy kullanma hakkından mahrum kalmasına yol açtığına" da işaret ediyor.

"19. yüzyıldan beri görülen en ağır üç krizden biri"
Kökleri daha öncelere dayanan fakat 2019'da iyice görünür hale gelen ve pandemiyle de etkisini artıran ekonomik kriz, Lübnan'ı ciddi bir toplumsal istikrarsızlığa sürükledi.
Dünya Bankası, geçen yılki açıklamasında ülkedeki ekonomik krizin "19. yüzyıldan beri dünyanın gördüğü en ağır üç kriz arasında yer alabileceğini" duyurdu.
Akaryakıt, tütün ürünleri ve WhatsApp kullanımlarını vergilendirme planları üzerine halk, 17 Ekim 2019'da sokaklara döküldü.

Başbakan istifa etti
Dönemin Lübnan Başbakanı Saad Hariri hükümeti, önce ülkede gittikçe derinleşen ekonomik krizin yükünü hafifletmek için böyle bir vergilendirme planına gidildiğini savundu ve daha sonra da aynı gün vergi planını iptal etti. Fakat Başbakan buna rağmen protestoları engelleyemedi ve 29 Ekim 2019'da istifa ettiğini duyurdu.
Bunun ardından düzenlenen görüşmeler sonucunda 19 Aralık 2019'da 2011-2014'te Eğitim Bakanı olan Hasan Diab yeni Başbakan olarak görevlendirildi. Hizbullah'ın da desteğini alan Diab'ın göreve gelmesiyse protestoların şiddetini yeniden artırdı.

Beyrut patlaması
Protestolar sürerken Lübnan, 4 Ağustos 2020'de Beyrut limanında yaşanan patlamalarla sarsıldı.
ABD merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) 3 Ağustos 2021'de yayımladığı rapora göre patlamada 217'den fazla kişi yaşamını yitirirken, en az 7 bin kişi de yaralandı.
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, yaklaşık 15 milyar dolar zarara yol açan Beyrut'taki patlamanın 6 yıldır güvensiz koşullarda limanda depolanan 2 bin 750 ton amonyum nitratın infilak etmesi sonucu meydana geldiği açıkladı. Öte yandan Avn, olaya ilişkin uluslararası soruşturma başlatılması taleplerini reddetti.

Beyrut soruşturması Şii-Hıristiyan gerginliğini artırdı
Lübnan'ın kendi içinde yürüttüğü Beyrut patlaması soruşturması Şii ve Hıristiyan gruplar arasındaki tansiyonu yükseltti.
Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Hasan Nasrallah, soruşturmayı yürüten Hıristiyan Yargıç Tarık Bitar'ın "siyasi hedeflerle" hareket ettiğini savunurken, Şii Emel Hareketi de yargıcın görevden alınmasını talep etti. Lübnan Temyiz Mahkemesi ise bu talepleri reddetti.
Bunun üzerine Hizbullah ve Emel Hareketi destekçileri 14 Ekim'de Bitar'ın görevden alınması için protesto düzenleyerek Beyrut Adalet Sarayı'na yürüdü. Kimliği belirsiz kişilerin göstericilere ateş açması sonucu 6 kişi hayatını kaybederken, 32 kişi yaralandı.
Akademisyen Selim Sezer, bu gelişmelerin Emel Hareketi için seçimlere olumsuz yansıyabileceğini söylüyor ve "Beyrut Limanı soruşturması sürecindeki olumsuz tutumu sebebiyle Emel Hareketi bir miktar oy kaybedebilir" değerlendirmesini yapıyor.

"Yolsuzluk devletten daha büyük"
Patlamalara tepki olarak düzenlenen protestolar sonucu dönemin Başbakanı Diab hükümeti, 10 Ağustos'ta istifasını açıkladı. Diab konuşmasında "Yolsuzluk düzeninin, devletten daha büyük olduğunu, devletin de bu sisteme bağlı olduğunu, buna karşı çıkmanın ya da bundan kurtulmanın mümkün olmadığını gördüm" ifadelerini kullandı.
Söz konusu protestolar ve Diab'ın istifasının ardından ülkedeki siyasi ve ekonomik kriz derinleşti. Lübnan'da ancak 13 ay sonra yeniden hükümet kurulabildi.
10 Eylül'de göreve gelen Necip Mikati, kabinesinin belli kesimleri değil tüm halkı temsil ettiğini savunarak "Lübnan'da çöküşün durmasını ve ülkenin yeniden kalkınmasını umuyoruz" dedi.
Öte yandan Mikati, 15 Mart'taki açıklamasındaysa yeniden aday olmayacağını belirtti.

"Yaşam şartları iç savaştakinden daha kötü"
Lübnan Merkez Bankası'ndaki dolar likidite problemi ve döviz rezervlerinin erimesi birçok sorunu da beraberinde getirdi.
2019'dan bu yana Lübnan lirası, ABD doları karşısında yüzde 90'dan fazla değer kaybetti ve enflasyon şubatta 239,69'a çıkarken, marttaysa 208'e geriledi.
Birleşmiş Milletler'in (BM) 1 Temmuz 2021'de yayımladığı değerlendirme raporunda, Lübnanlıların yarısından fazlasının yoksulluk sınırı altında yaşadığı, yaşam şartlarının 1975 ile 1990 arasındaki iç savaş döneminden bile daha kötü olduğu vurgulandı.

Günlük 20 saati bulan elektrik kesintileri
Ekonomik kriz en çok enerji sektörünü vurdu. Ülkede patlak veren yakıt krizi nedeniyle aylarca benzin istasyonlarının önünde uzun kuyruklar oluştu.
Ekonomik krizden önce yaklaşık 440 dolar civarında olan asgari ücret, Lübnan lirasındaki değer kaybı nedeniyle 30 doların altına kadar düştü. 
Akaryakıt krizi beraberinde elektrik krizini de doğurdu. Günlük 20 saati bulan elektrik kesintilerine tepki gösteren halk, kasımda Beyrut'taki bazı anayol ve caddeleri trafiğe kapattı.

Rusya - Ukrayna savaşı ve gıda krizi
Rusya Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat'ta verdiği askeri operasyon emriyle başlayan Ukrayna savaşı, Lübnan'ı da olumsuz etkiledi.
Buğdayın yüzde 60'ını Ukrayna ve Rusya'dan ithal eden ülkenin çeşitli bölgelerindeki fırınların, un temininde sıkıntı yaşaması nedeniyle üretime ara vermesi ekmek krizine neden oldu.
Almanya Gelişim ve İlerleme Bakanı Svenja Schulze, nisanda Beyrut'a ziyaretinde yaşanan krizi değerlendirerek "Putin bir açlık savaşı da başlattı. Ukrayna tedarik yapamadığı için gıda fiyatları da artıyor" dedi.
 Savaşın daha da uzaması halinde Lübnan halkı ciddi bir kıtlık ihtimaliyle karşı karşıya.

"Rusya'nın zaferi, Lübnan'daki dengeleri değiştirebilir"
Independent Türkçe yazarlarından Ortadoğu uzmanı Faik Bulut, "Rusya - Ukrayna savaşının Lübnan'ı etkilememesinin mümkün olmadığını" belirtiyor.
Bulut, "Rusya'nın tavrı, savaşın uzaması, ABD'nin tavrı, Ortadoğu'daki dengelerin değişmesi söz konusu. Rusya'nın başarılı olmasının özellikle Suriye'de ve dolayısıyla da Lübnan'da yankıları olur" diyor.

"Türkiye, Hariri gurubuyla iş yapıyordu"
Araştırmacı gazeteci, Lübnan'daki durumun Türkiye'yi de yakından ilgilendirdiğine dikkat çekiyor.
Bulut, "Türkiye özellikle Hariri gurubuyla iş yapıyordu. Şimdi Hariri grubu sahneden çekildiğine göre Türkiye yönetimi, mevcut Başbakan Mikati gurubuyla ne kadar işini yürütebilir? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Suudi Arabistan'a son ziyareti sırasında [iki hafta önceki görüşme kastediliyor] bu konu da konuşulmuş olabilir. Belki de koordine şekilde Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye birlikte ülkedeki Sünni kesimi nasıl destekleriz diye görüşmüş olabilirler" değerlendirmesini yapıyor.

"Merkez Bankası da devlet gibi iflas etti"
Öte yandan Lübnan Başbakan Yardımcısı Saade eş-Şami'nin 3 Nisan'daki "Maalesef Merkez Bankası gibi devlet de iflas etti. Meydana gelen zararı en az şekilde halka yansıtmaya çalışacağız. Devlet, Merkez Bankası, bankalar ve mevduat hesapları arasında zarar paylaşımı yapılacak" açıklaması da tartışma yarattı.
Bunun üzerine Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame ise iflas iddialarını reddetti ve ülkedeki bankaların işlemlerini sürdürdüğünü savundu.

Riyad Selame'ye soruşturma
Bunların yanı sıra Selame hakkında "zimmete para geçirme, kara para aklama ve yolsuzluk" gibi suçlamalarla dava açıldı.

IMF'le ön anlaşma sağlandı
Ekonomik krizde gelinen son noktada, nisanda Lübnan hükümetiyle IMF arasındaki görüşmelerde 4 yıllık süre zarfında ödenmesi planlanan 3 milyar dolarlık kredi konusunda ön anlaşmaya varıldı.
IMF bunun için öncelikle "2022 ulusal bütçenin meclis tarafından onaylanması, merkez bankası kayıtlarının adli denetime tabi tutulması, finansal suçlara karşın banka yasasında düzenlemeye gidilmesi, şeffaflığın artırılması ve banka sektörünün yeniden şekillendirilmesi" gibi adımların atılmasını şart koştu.

"Halk umudunu kaybetmiş durumda"
Tam bir kaosun yaşandığı Lübnan'da seçimlerin ülkenin gidişatına nasıl etki edeceği, 15 Mayıs'taki yarışa dair önemli sorulardan biri.
Yazgan, mevcut siyasi sistem değişmedikçe ekonomik krizin halkta yalnızca umutsuzluk yarattığını belirterek, "Halk seçimlerin duruma çok da etki edeceğini düşünmüyor. Biraz umutlarını kaybetmiş durumdalar çünkü aynı sistem devam ediyor. 'Aynı şeyi yapıp farklı bir sonuç beklemek deliliktir' derler ya, durum onun gibi" ifadelerini kullanıyor.

"IMF ayak sürüyor"
Yapısal değişiklikler olmadan IMF yardımlarının aktif hale gelemeyeceğini ve krizin aşılamayacağına dikkat çeken Yazgan, şöyle devam ediyor:
"Lübnan'ın en büyük umudu IMF ve Dünya Bankası'ndan kredi alabilmek. Onlar da bunun için yapısal reform bekliyorlar ön şart olarak. Tabii başka ön şartlar da var. Mesela Hizbullah'ın silahsızlandırılması gibi. Taif Anlaşması'na göre iç savaş sonrası bütün milisler silah bıraktı. Sadece Hizbullah'ın silahlanmasına izin verildi. Amerika ve Batı da bunun değişmesini istiyor fakat Hizbullah buna yanaşmıyor. Dolayısıyla bunu ön şart olarak isteyen Batı, Lübnan'a kredi verme hususunda ayak sürüyor."

"Geleneksel parti ve siyasetçiler oy kaybedebilir"
Sezer ise Lübnan'ın son üç yıldır boğuştuğu bu krizin toplumsal dinamiklerde bazı değişikliklere yol açabileceğini savunarak, şu değerlendirmeleri yapıyor:
"Ağır yaralarla gidilen bu seçim sürecinde tüm bunlar seçmen tercihlerine yansıyacaktır. Özellikle de 2019 sonlarında başlayan protesto hareketlerine katılmış ve öncülük etmiş bazı partisiz figürlerin seçimde adaylığını koyması, son yıllarda kendisini gösteren değişim isteğinin seçim sonuçlarına doğrudan yansımasına da olanak sağlıyor. Geleneksel siyasetçiler ve bilinen başlıca siyasi aktörlerin seçimden güç kaybıyla çıkması olası görünüyor."

"Katılım oranı azalabilir"
Ülkedeki krizin temelde seçimlere katılımı azaltacağını öngördüğünü belirten Bulut, "Katılım oranında bir düşüş yaşanacak gibi görünüyor. Çünkü karşıt iki kesimden fazlaca boykotçu var. Bunlar mevcut gidişattan hoşnut olmayan çevreler. Hariri grubu seçimde aday göstermese bile son anda boykottan vazgeçip, şu yahut bu müttefiklerinin desteklenmesi çağrısında bulunabilir" diyor.
Ortadoğu uzmanı, şöyle devam ediyor:
"Açlık isyanlarına katılan sıradan insanlar da boykota eğilimli gözüküyor. Lübnan'da seçimler genelde iki blok arasında geçiyor. Biri genel bağlamda Müslüman (Sünni, Dürzî, vs.) kesimle Hıristiyanların önemli bir kısmı. Diğeri de Şiiler, Hıristiyanların Özgür Yurtsever Hareketi ve Hıristiyan kesimden Eruz akımı (ünlü Franjiye ailesi ve çevresindekiler). Şiilerin militan temsilcisi Hizbullah ile daha ılımlı Emel örgütleri, denklemin ağır topları sayılırlar. Fakat seçmen, Lübnan'daki bu ekmek krizinde, bu iflas etmiş durumda iki taraftan da pek memnun değil."

Seçimlerde öne çıkan partiler
Lübnan'daki siyasi partiler, eski Başbakan Refik Hariri'nin 14 Şubat 2005'te öldürülmesiyle patlak veren ve 27 Nisan 2005'te işgalci Suriye güçlerinin ülkeden çekilmesiyle son bulan Sedir Devrimi'nin ardından 8 Mart İttifakı ve 14 Mart İttifakı olarak ikiye bölündü. Bu ittifaklardan ilki Suriye yanlısı bir tavrı benimserken, diğeriyse Şam yönetimine karşı bir tutum takındı.

Hariri'nin istifasıyla Sünni blokta kriz
Lübnan'daki Sünni Müslümanları temsil eden Gelecek Partisi, 2007'de Saad Hariri tarafından kuruldu.
Eski Başbakan Fuad Sinyora liderliğinde 2005'teki seçimlerde 36 sandalye kazanan Gelecek Partisi, Hariri liderliğinde girdiği 2009 seçimlerinde de 33 koltuğa sahip olmuştu.
2018'deki seçimlere de Hariri önderliğinde katılan 14 Mart İttifakı'nın en büyük partisi, meclise 20 milletvekili çıkarmıştı.
Hariri'nin 2019'daki protestoların ardından istifa etmesi, partisini seçimleri boykot etmeye çağırması ve yine Sünnileri temsil eden Azm Hareketi'nden Cumhurbaşkanı Mikati'nin de seçimlere katılmayacağını açıklamasıyla, Lübnan'daki Sünni blokta ciddi bir kriz baş gösterdi.
Başbakanın Sünni olması gerekliliği de göz önüne alındığında, şu anda ideal bir adayın bulunamaması, büyük ihtimalle seçimlerin ardından hükümet kurulması sürecinde büyük bir sorun yaratacak.

"Seçim sonrası sancılı olacak"
Yazgan, bu sorunun seçimler bağlamında belirleyici etmenlerden biri olduğuna dikkat çekerek, "Şu anda Lübnan'da Sünni bir lider arayışı var. Seçim listelerine giren Sünni adayların kimisi yeni isimler, kimisi de Hariri'nin partisinden istifa edenler. Başbakan pozisyonu için yeni birini bulmak seçimlerden sonra yine bayağı sancılı olacak" diyor.
Lübnan uzmanı, Hariri'ye desteğiyle bilinen ve ülkedeki en önemli Sünni merci kabul edilen Dar al Fatwa'nın da onayladığı bir liderin bulunması gerektiğini söyledi ve "Şu anda öne çıkan hiçbir Sünni lider yok" ifadelerini kullanıyor.

"Hizbullah güçlenebilir"
Sezer ise Sünni blokta oluşan boşluğun Hizbullah'a oy kazandırma potansiyeli olduğunun altını çizerek, "Gelecek Parti'siz bir meclis, dolaylı olarak Hizbullah'ın güçlenmesi anlamına gelir" diyor.
Akademisyen, sistemden memnun olmayan bazı bağımsız adayların da Sünni bloktaki kriz nedeniyle oy toplayabileceğini söylüyor.
Suudi Arabistan ise Hariri'nin çekilmesine ve partisine boykot çağrısı yapmasına tepki göstererek, eski Başbakan'nın Hizbullah'ın elini güçlendirdiğini savundu. Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid Buhari, 10 Mayıs'ta farklı Sünni adaylarla görüşme yapsa bile şu anda ön plana çıkan bir aday bulunamadı.

Ülkenin en güçlü Şii partilerinden Emel Hareketi
1974'te İran doğumlu Şii din adamı ve siyasetçi Musa es-Sadr ve eski Lübnan Meclis Başkanı Hüseyin el-Hüseyni tarafından kurulan Emel Hareketi, ülkenin en güçlü Şii partilerinden biri.
12 koltuğu bulunan Hizbullah'a kıyasla 17 koltukla meclisteki en büyük Şii parti konumundaki Emel Hareketi'nin başında 1980'den beri Meclis Sözcüsü Nebih Berri yer alıyor.
84 yaşındaki Berri, 2018 genel seçimlerinde Güney Lübnan'da çoğu Şiilerden oluşan Zahrani ve Sur şehirlerinin yer aldığı Güney II bölgesinden yarışa katılmış ve yüzde 42,1 oy kazanmıştı.
8 Mart İttifakı'ndaki Emel Hareketi, iç savaşta Şii grupları temsil eden önemli bir güçtü.
Bu savaşta Suriye destekli Emel Hareketi, buradan ayrılan, İran ile Irak'ın desteğiyle oluşan ve yine Şiileri temsil eden bir başka güçlü grup olan Hizbullah'la karşılıklı çatışmalara da girişti.
"Kamplar Savaşı" olarak anılan bu çatışmalar, 1948'deki Arap-İsrail Savaşı'nın ardından Lübnan'ın güneyine kaçan Filistinli mültecilerin kamplarıyla ilgiliydi.
Emel Hareketi, partinin ortak kurucularından el-Hüseyni'nin hazırladığı ve iç savaşı bitirmek amacıyla 1989'da imzalanan Taif Anlaşması'nda da önemli rol oynamıştı.
Lübnan'da "Şii İkili" olarak da anılan ve şu anki yönetimde güçlü durumda olan Emel ve Hizbullah, ülkede hükümet karşıtı ya da bağımsız seçmenlere gözdağı vermekle de suçlandı.
Sayda ve Cezzine şehirlerinin yer aldığı ve mecliste 7 koltuğu bulunan Güney I bölgesinden bağımsız aday olarak seçimlere katılan Hicham Hayek ve kimlikleri paylaşılmayan bir grup muhalif aday, 16 Nisan'da seçimlerle ilgili toplantı düzenlemek isterken saldırıya uğradığını öne sürdü.
54 yaşındaki Rum Katolik inancına mensup Hayek'e saldıran kişilerin, bölgede etkili olan Emel Hareketi taraftarları olduğu iddia edilirken, parti bunu reddetti. Adaya saldıran kişi 20 Nisan'da güvenlik güçlerince yakalandı fakat kimliği paylaşılmadı.

Hizbullah, yönetimi bırakmak istemiyor
Hizbullah, iç savaş sırasında İsrail Savunma Kuvvetleri'nin Güney Lübnan'ı işgal etmesiyle 1982'de patlak veren Lübnan Savaşı döneminde kuruldu.
Emel Hareketi'nden kopan grupların bir araya gelmesi ve İran Devrim Muhafızları'nın da fonlamasıyla oluşan Hizbullah, iç savaşta ülkeye giren ABD, Fransız ve İsrail güçlerinin dışarı atılması için bir silahlı direniş örgütü olarak faaliyet gösterdi.
1992'de düzenlenen seçimlere katılarak siyasi bir yapılanma da oluşturmayı hedefleyen Hizbullah, İran'ın ruhani lideri Ayetullah Ali Hamaney'in de desteğiyle mecliste 12 sandalye kazandı.
2005'teki Sedir Devrimi'nin ardından kurulan 8 Mart İttifakı'yla daha da güç kazanan Hizbullah, 2018 seçimlerinde mecliste kendi partisinden 13 milletvekili çıkardı. Hizbullah, başta Emel Hareketi olmak üzere kendisine destek veren diğer grup ve adaylarla birlikte mecliste 70 koltuk kazandı.

"Lübnan ordusundan daha güçlü"
Taif Anlaşması'nın ardından iç savaştaki taraflar silah bırakırken buna katılmayan Hizbullah'ın, elindeki toplam silah gücünü açıklamasa bile "Lübnan ordusundan daha güçlü" bir konumda olduğu düşünülüyor.
Seçim döneminde Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, ABD ve Suudi Arabistan'ı ülkedeki seçim sürecine müdahale etmekle suçladı.
Öte yandan Hizbullah'ın hükümet karşıtı seçmenleri tehdit ettiği de öne sürüldü.
Bekaa Vadisi'ndeki seçim bölgesinde üç Şii aday, Hizbullah karşıtı bir listeden adaylığını koydu fakat daha sonra resmi kayıt süreci sona ermesine rağmen adaylığını geri çekti. Lübnan'da muhalif kesimler bunun Hizbullah'ın seçmenler üzerinde yarattığı baskıdan kaynaklandığını savundu.
Birleşik Krallık merkezli kâr amacı gütmeyen yardım kuruluşu Oxfam, Hizbullah'ın taktiklerinin "değişimin mümkün olmadığına dair bir algı yaratarak, seçimlere katılımın azalmasına ya da seçim davranışlarında bozulmalara" yol açabileceğini iddia etti.
Hizbullah'ın tamamı ya da askeri kanatı, Lübnan hariç Arap Ligi'ndeki ülkeler, Avrupa Birliği, İsrail ve ABD gibi ülkeler tarafından terör örgütü olarak görülürken, Rusya ve Çin gibi ülkeler bunu reddediyor.

"Kendi okulları, benzin istasyonları ve hastaneleri var"
Hizbullah'ın ülkede geniş bir yapılanması var. Yazgan, Lübnan'da köklü bir devlet kavramı oturmadığı için ülkede sağlam bir altyapı bulunmadığını, bu açığın yarattığı sorunları da her mezhebe ait partinin kendi başına çözmeye çalıştığını belirtiyor.
Yazgan, bu açıdan "Hizbullah'ın kendine ait benzin istasyonları, cep telefonu şirketleri, hastaneleri ve okulları olduğunu, sağlık ve eğitim gibi farklı alanlarda hizmetleri onların sağladığını" da ifade ediyor.

Maruni Hıristiyanların sesi Özgür Yurtsever Hareketi
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın 2005'te kurduğu Maruni Hıristiyanların partisine, 2015'ten bu yana Avn'ın damadı Cebran Basil liderlik ediyor.
8 Mart İttifakı'ndaki Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH), Avn'ın liderliğinde 2005 ve 2009'da girdiği genel seçimlerde 128 kişilik mecliste sırayla 15 ve 19 koltuk kazandı.
Parti, Basil'in liderliğinde girdiği 2018 seçimindeyse meclise 29 milletvekili çıkardı.
2006'da dönemin ÖYH Başkanı Avn'la Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, siyasi ittifak kurmaya, koalisyon hükümetinde yer almaya ve ortak hareket etmeye yönelik "Mar Mikail Anlaşması" imzaladı.
Anlaşma özellikle parlamentoda ÖYH'nin gücü artırırken, bir yanda da Sünniler ve bazı Hıristiyanlar, bu anlaşma nedeniyle partiyi "Hizbullah'la hareket ederek Lübnan'ı başarısız ülke" konumuna getirmekle suçladı.

Hizbullah'la denge siyaseti
Öte yandan Basil liderliğinde ÖYH, özellikle 2019'da krizin etkilerinin iyice artmasıyla, Hizbullah'la arasına mesafe koymaya çalıştı.
2014-2020'de Dışişleri Bakanı olarak da görev yapan Basil, ocaktaki bir açıklamasında "Hizbullah'la işbirliğinin destekçileri arasında kendi imajına zarar verdiğini ve bu ittifaktaki ilişkilerinin zayıfladığını" belirtti.
Beyrut'taki Saint Joseph Üniversitesi'nden Kerim Emile Bitar, ÖYH'nin siyasi anlamda zor bir pozisyonda olduğunu söyleyerek, "Hıristiyanların, Hizbullah'ın taleplerine uyulmasını istemediklerinin kesinlikle farkındalar. Fakat bu ittifakı bırakıp gitmeleri de mümkün değil. Böyle bir şey hem Basil'in başkanlık planlarına hem de partinin parlamentoda önemli ölçüde oy kazanmasına engel olabilir" değerlendirmesini yaptı.
Nitekim Basil de 28 Nisan'daki bir söyleşisinde, "ÖYH'nin önceliği Lübnan devletini dönüştürmek ve inşa etmek. Hizbullah'ın önceliğinin farklı olduğunu anlıyoruz. Onlar direnişe ve silahlanmaya öncelik veriyor. Burada temel bir fark var. Fakat ikisi de birbirini tamamlayabilir. İki öncelik söz konusu olabilir" dedi.
Basil, Lübnan'daki enerji krizinin çözümü için Türkiye'nin desteğinin önemli olduğunu da belirtti. Ocaktaki bir açıklamasında ÖYH lideri, "Türkiye'yle iyi ilişkilere sahip olmalıyız, bu çok stratejik" ifadelerini kullandı.

ABD'den Basil'e yolsuzluk yaptırımı
Basil, 2020'de hakkındaki yolsuzluk iddialarıyla da gündeme geldi. Eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminde görev yapan dönemin Hazine Bakanı Steve Mnuchin, 6 Kasım 2020'deki açıklamasında Basil'in "sistematik yolsuzluk yaptığını" ileri sürerek kendisine yaptırım uygulandığını açıkladı.
Basil ise "Yaptırımlar beni korkutmuyor" diyerek ABD'nin hamlesine karşı çıktı.

Suriye karşıtı Caca ve Lübnan Güçleri Partisi
Lübnan Güçleri, 1976'da Lübnan İç Savaşı sırasında Hıristiyanların yer aldığı bir milis olarak Beşir Cümeyyil tarafından kuruldu.
İç savaşta İsrail'le işbirliği yaparak Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Lübnan Ulusal Hareketi'ne karşı savaşan Lübnan Güçleri, savaşın ardından 1990'da siyasi parti olarak Samir Caca önderliğinde bugünkü halini aldı.
Caca ve Lübnan Güçleri Partisi, iç savaş sonrası imzalanan Taif Anlaşması gereği silahlarını orduya teslim etti. Ömer Keremi tarafından 24 Ocak 1990'da kurulan ilk kabinede Devlet Bakanı olarak atanan siyasetçi, daha sonra "kabinenin Suriye rejimince" kontrol edilmesine tepki göstererek görevi reddetti.
2005'teki Sedir Devrimi'yle son bulan Suriye işgali altında Caca, işgali açıkça eleştiren isimlerden biriydi. Böylelikle partisi 14 Mart İttifakı'na katıldı.
Siyasetçi, Beyrut'un kuzeyindeki bir kiliseye 27 Şubat 1994'te düzenlenen bombalı saldırı emrini vermekle ve eski Lübnan Başbakanı Reşid Karami'nin de aralarında olduğu 4 lidere suikast girişimiyle suçlandı.
Suçlamaları kabul etmeyen ve kendisine Suriye rejimi tarafından komplo kurulduğunu savunan Caca, 21 Nisan 1994'te tutuklanarak cezaevine kondu.
2005'teki devrimin ardından kurulan ilk hükümetse 18 Temmuz 2005'te çıkardığı afla 11 yıl 3 ay sonra Caca'nın serbest bırakılmasını sağladı.
Caca'nın hapisten çıkmasıyla tekrar aktif siyasette rol alan Lübnan Güçleri Partisi, 2009'daki genel seçimlerde 128 sandalyeli meclise 8 milletvekili gönderirken, 2018'deki seçimlerdeyse 15 milletvekili çıkardı.

"Hizbullah silah bırakmalı"
Siyasetçi, 2019'da Suudi Arabistan'ın finanse ettiği Dubai merkezli Al Arabia kanalına verdiği demeçte, Hizbullah'ın silah bırakması gerektiğini belirterek "Hizbullah, Anayasa çerçevesinde hareket edip diğer siyasi partiler gibi davranmadığı müddetçe ülkenin geleceği olmaz" ifadelerini kullandı.

"Devleti erozyona uğrattılar"
Avn'ı eleştirerek ÖYH'ye de karşı çıkan Caca, mayısta yaptığı bir açıklamada "Cumhurbaşkanlığı unvanı, Lübnan'ın egemenliğinin altını oymak, kurumlarını yok etmek ve devleti erozyona uğratmakla eşdeğer oldu. Bu unvan, açlık, sefalet, aşağılanma ve elektrik kesintilerini getirdi" dedi.
Bulut, Caca'nın seçimlerde Hıristiyan kesimi bir araya getirmeye çalıştığına dikkat çekerek, "Caca, bütün Hıristiyanların sözcülüğüne soyunmuş. Bu arada Müslümanların önde gelen partisinin (Gelecek Partisi) başını çeken Hariri ailesiyle ittifak halindeler. Fakat Caca'nın bütün Hıristiyanları çatısı altında toplaması imkansızdır" diyor.

Dürzilerin temsilcisi İlerici Sosyalist Parti
Kemal Canbolat'ın 1949'da kurduğu ve 1977'den beri oğlu Velid Canbolat'ın liderliğini yaptığı İlerici Sosyalist Parti (İSP), Lübnan'ın en önde gelen Dürzi partisi konumunda.
1996'da Refik Hariri hükümetinde Göçmenlik Bakanı olarak görev yapan Canbolat, Hariri'nin 2005'te suikastla öldürülmesinin ardından, o zaman dek destek verdiği Suriye ve Hizbullah'a karşı bir siyaset izlemeye başladı.
Canbolat, 1977'de suikasta kurban giden babası Kemal Canbolat'ın o dönemki Suriye yönetimi tarafından öldürüldüğünü savunarak Suriye karşıtı bir politika izlemeye karar verdi.
Öte yandan Canbolat, zaman içinde Suriye ve Hizbullah'a yönelik tutumlarını da sık sık değiştirdi.
Mayıstaki bir açıklamasında siyasetçi, "Hizbullah'la her zaman diyalog halinde olduğunu çünkü bunun alternatifinin olmadığını" söyledi.
Canbolat, açıklamasında Cumhurbaşkanı Avn'a yüklenerek, yönetimde aldığı kararlarla ülkede "felaket" yarattığını da savundu.
Bunun yanı sıra siyasetçi, nisandaki bir açıklamasındaysa Suriye'yi seçimleri etkilemeye çalışmakla suçladı. Şam yönetimiyse iddiaları reddetti.
Ocaktaki bir söyleşisindeyse Canbolat, Hizbullah'ı eleştirerek Tahran'ın "Lübnan devletini ortadan kaldırmaya çalıştığını" öne sürdü.
14 Mart İttifakı'nın bir parçası olarak İSP, 2005'teki genel seçimlerde mecliste 16 koltuk kazanırken, 2009'da 11, 2018'deyse 9 sandalyeye sahip oldu.

Cümeyyil ailesinin partisi Ketaib
Lübnan İç Savaşı'nda Lübnan Güçleri milisleriyle aynı safta savaşan Ketaib, Pierre Cümeyyil tarafından 1936'da Maruni Hıristiyanların çoğunlukta olduğu bir milis olarak kuruldu.
İspanya'daki Francisco Franco diktatörlüğünün falanjist rejimi ve İtalya'da Benito Mussolini liderliğindeki Ulusal Faşist Parti model alınarak oluşturulan parti, 2005'teki devrimden sonra 14 Mart İttifakı'na katıldı. Aynı yıl düzenlenen seçimlerde Ketaib mecliste 4 koltuk kazandı.
Ketaib, 1982-1988'de Cumhurbaşkanı olan Emin Cümeyyil liderliğinde girdiği 2009 seçimlerindeyse meclise 5 milletvekili çıkardı.
Partinin öğrenci kollarından gelen ve şu anki liderliğini yapan Sami Cümeyyil liderliğindeyse parti, 2018'deki genel seçimlerde üç milletvekiliyle mecliste yer aldı.  

Beyrut patlamasında milletvekilleri istifa etti
Ancak 2020'de Beyrut'taki patlamada partinin o dönemki Genel Sekreteri Nazar Najarian'ın hayatını kaybetmesinin ardından üç Ketaib milletvekili de istifa ettiği için partinin şu anda mecliste herhangi bir temsilcisi bulunmuyor.
Emin Cümeyyil ve oğlu Sami Cümeyyil'in farklı listelerde katıldığı seçimlerde 14 Mart İttifakı'nın parçası olan Ketaib, mevcut hükümete ve özellikle Hizbullah'ın politikalarına karşı çıkıyor.

"Hizbullah, teslim olmayacağız"
Sami Cümeyyil, 9 Mayıs'taki konuşmasında Hizbullah lideri Nasrallah'a seslenerek "Teslim olmayacağız, ülkenin kontrolünü elinize geçiremeyeceksiniz. Sizin istediğiniz gibi değil kendi arzuladığımız şekilde yaşamak istiyoruz" dedi.
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizden yönetimi sorumlu tutan Ketaib lideri, "Hesap vermekten kaçmalarına göz yummayacağız. Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame olsun, başka bir bakan ya da bir parti lideri olsun fark etmez; Lübnan halkını mahveden herkesten bunun hesabını soracağız" ifadelerini kullandı.

Franjiyelerin partisi Marada Hareketi
Eski Lübnan Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye tarafından 1967'de bir milis olarak kurulan Marada Hareketi, 1991'de resmi bir siyasi partiye dönüştü.
Liderliğini 1992'den beri Süleyman Tony Franjiye'nin yaptığı parti, Maruni Hıristiyanlarını temsil ediyor ve 8 Mart İttifakı'nda yer alıyor.
Suriye'deki Esad ailesiyle yakın bağları bulunan 56 yaşındaki siyasetçi, 1996-1998 ve 2000-2004'te Refik Hariri hükümetinde Sağlık Bakanı olarak görev yapmıştı.
2004-2005'teyse İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanı olarak çalışan Franjiye, 2005'te Hariri suikastla öldürüldüğünde onun için düzenlenen anma törenine katılmıştı. Ülkede büyük kriz yaratan suikastla ilgili İçişleri Bakanlığı inceleme başlattığı için, Franjiye'nin katılımı bazı kesimlerce hoş karşılanmadı.
2005'teki seçimlere katılmayan Marada Hareketi, 2009'daki ve 2018'deki seçimlerde mecliste 3 koltuk kazandı.

Seçimlerde Lübnan'daki tablo değişecek mi?
Lübnan'daki seçimlerde öne çıkan partiler ve mezhepler arasındaki anlaşmazlıklarla ülkenin içinde bulunduğu kaotik durum göz önüne alındığında, Beyrut yönetimini zorlu bir süreç beklediğini söyleyebiliriz.

Üç senaryo
Bulut, üç seçim senaryosu olabileceğini belirterek, bunları Ortadoğu coğrafyası ve uluslararası arenadaki ilişkiler bağlamında değerlendiriyor.
Independent Türkçe yazarı, ilk senaryoyu şöyle açıklıyor:
İran ve Suriye'nin istediği, Hizbullah ve Emel yani Şii grubuyla Hıristiyan müttefiklerinin iktidarda kalmalarıdır. Bunlar tekrar kazanırsa, Suriye ve İran da Lübnan'daki konumlarını tahkim edecek. Fakat Batı ülkelerin, özellikle ABD, Fransa ve İsrail'in ne yapıp ne edip iç dengeleri bozma yönünde, iç çatışmaları körükleme yönünde girişimleri, müdahaleleri olabilir.
Bulut'a göre ikinci senaryoysa şu şekilde:
"Eğer diğer kesimi temsil eden Sünni, Hıristiyan güçleri ve Dürziler kazanırsa, bu da Batı'nın, bilhassa Fransa, ABD'nin ve İsrail'in işine gelecektir. Bu sefer de İran bundan hoşnutsuz kalacağından, ülkedeki dengelerin değişmesi için olmasa bile oluşacak hükümetin kendi aleyhine çalışmasını önlemek maksadıyla içerideki uzantılarıyla harekete geçecektir."
Seçimde oyların eşit çıkması durumundaysa Bulut, ülkede bir kriz durumu oluşabileceğine dikkat çekti:
"Eşit oranda oy çıktığını ve Cumhurbaşkanı'nın partilerden birine hükümeti kurma yetkisi verdiğini farz edelim. Hükümetin belirli bir süre içinde kurulmasını şart koşan bir kanun maddesi olmadığından, ülke ya hükümetsiz kalacak ya da mevcut hükümetle yeni bir uzlaşma oluncaya kadar, hem içerideki gruplar arasında hem de bunları destekleyen dış bağlantılar arasında denge, rekabet ve sürtüşme devam edecektir. Bu durumda ortada askıda duran, başarısız bir hükümet kalacaktır."

"Ülkenin kaymağını yiyenler değişim istemiyor"
Lübnan'da yaşayan Yazgan ise ülkede genel seçimlere dönük fazla beklenti olmadığını söyleyerek "İnsanlar, seçimlerin bazı şeyleri değiştirebileceğine dair çok umutlu değiller" diyor.
Köklü bir sistem değişikliği gerektiğini vurgulayan Yazgan, "Adaylar daha çok liyakat yerine mezhebe dayalı seçildiği için zaten ülkenin iyi yönetilemediğini görüyoruz. Yine aynı sistem devam ettiği sürece bu kötü yönetim de muhtemelen devam edecek ne yazık ki. Mevcut siyasiler de ülkenin kaymağını yedikleri için bu durumun değişmemesinden yanalar" ifadelerini kullanıyor.

"Krizler tekrarlanabilir"
Sezer de din-mezhep kotalarının sabitliğine işaret etti ve bu sistem sürerken "meclisteki bileşimin, 2018 seçiminde ortaya çıkandan çok farklı olmasını beklemenin pek mümkün olmadığını" söylüyor.
Akademisyen, "16 Mayıs itibarıyla mecliste dağınık bir tablonun ortaya çıkmasını bekliyorum" diyor.
Sezer, 65 milletvekilinin hükümete güvenoyu vermesi gerektiğini hatırlatarak, "Yakın zamanda tanık olduğumuz, uzun süre hükümet kurulamaması ve cumhurbaşkanı seçilememesi durumları tekrarlanabilir" ifadelerini kullanıyor.
Tüm bu etmenler göz önüne alındığında, Beyrut'un her gün derinleşen kriz ve karmaşadan kısa vadede çıkabilmesi mümkün görünmüyor. Lübnan halkını gelecekte nelerin beklediği, 15 Mayıs ve sonrasındaki zorlu süreçte belli olacak.

Yararlanılan Kaynaklar: Arab News, New York Times, L'Orient Today, Deutsche Welle, Bloomberg, Guardian, France 24, The Conversation, Der Spiegel, NNA, BBC, AA, AFP, The Arab Weekly, Memri, Jerusalem Post, 961, Reuters, Middle East Monitor, The National News, NPR



İtalya'da Müslümanlara ibadet engeli: Dua edecek yerleri kalmadı

Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)
Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)
TT

İtalya'da Müslümanlara ibadet engeli: Dua edecek yerleri kalmadı

Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)
Müslüman göçmenler, tekrar kültür merkezlerinde ibadet edebilmek için mahkeme kararını bekliyor (AFP)

Fransız haber ajansı AFP, İtalya'nın Monfalcone ilçesinde Müslümanların ibadet ettiği yerlerin kapatılmasının yarattığı olumsuz etkiyi haberleştirdi. 

Haberde, "Yüzlerce Müslümanın cuma namazını otoparkların beton zemininde kılmak zorunda kaldığı" yazıldı.

İtalya'nın kuzeydoğusundaki Gorizia kentine bağlı Monfalcone ilçesinin belediye başkanı Anna Maria Cisint, kasımda Müslümanların namaz kıldığı iki kültür merkezinin kapatılmasına karar vermişti. 

Ayrıca aralıkta, eski bir süpermarketin bulunduğu alanda namazlarını kılmak isteyen Müslümanlar, belediyenin söz konusu yeri inşaat alanı ilan etmesiyle engellenmişti. 

Bunun ardından 23 Aralık'ta yaklaşık 8 bin kişi uygulamaya karşı protesto yürüyüşü düzenlemişti. 

2006'da Bangladeş'ten Monfalcone'ye geldiğini ve İtalyan vatandaşlığına geçtiğini söyleyen Rejaul Hak, Müslümanlara adil davranılmadığını savunarak şöyle konuştu:

Söyleyin nereye gideyim? Neden Monfalcone'nin dışına çıkmak zorundayım? Burada yaşıyorum, burada vergi ödüyorum! Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Yehova Şahitleri, hepsi kendi kilisesine sahip. Bizim niye ibadethanemiz olmasın?

İktidar ortağı radikal sağcı Lig Partisi'nden Cisint ise şehir planlama kanunlarının ibadethane yerlerinin inşasını sınırladığını belirterek, yasalara uygun davrandıklarını savundu.

İzinsiz bölgelerde ibadete izin vermeyeceklerini söyleyen Cisint, Müslümanlara yönelik herhangi bir ayrımcılık yapmadıklarını öne sürerek "Bir belediye başkanı olarak kimseye karşı değilim, böyle bir tavırla vakit kaybedemem. Ben yasaları uygulamakla yükümlüyüm" dedi. 

Yaklaşık 59 milyon nüfusa sahip İtalya'da 2,7 milyona yakın Müslüman yaşıyor. AFP'nin aktardığına göre İslam'ın İtalyan hukukunda resmi bir statüsü olmaması, ibadethane sorununu daha da karmaşıklaştırıyor.

Birçok tersanenin yer aldığı Monfalcone'de 30 binden fazla kişi yaşıyor. Yabancı uyruklu 9 bin 400 kişiden 6 bin 600'üyse Müslümanlardan oluşuyor.

Cisint ise Monfalcone'nin daha fazla Müslüman göçmeni kaldıramayacağını öne sürerek, "Bu sayı Monfalcone için çok fazla. Gerçekten çok fazla. Durum bu" dedi. 

İtalyan İslam Dini Cemaati'nin (COREIS) başkanı Yahya Zanolo, ülke çapında resmi olarak tanınan cami sayısının 10'u bulmadığını belirtti. Zanolo bu yüzden Müslümanların derme çatma yerlerde ibadet etmek zorunda kaldığını, bunun da "gayrimüslim nüfusta korkuya ve önyargılara yol açtığını" söyledi. 

Monfalcone'de çalışan Müslüman göçmenlerden 38 yaşındaki Ahmed Raju da "Hiç aşamayacağımız devasa bir duvarın önünde gibi hissediyoruz" dedi. 

İlçedeki Müslümanlar, kültür merkezlerinde ibadete getirilen yasağı mahkemeye taşımıştı. AFP'nin aktardığına göre karar duruşması 23 Mayıs'ta yapılacak.

Independent Türkçe

 

 


Hamas: Netanyahu'nun Refah ısrarı ateşkesi engelledi

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)
İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)
TT

Hamas: Netanyahu'nun Refah ısrarı ateşkesi engelledi

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)
İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda 14 bin 944'ü çocuk, 9 bin 849'u kadın en az 34 bin 683 Filistinli öldürüldü (AFP)

Mısır'ın başkenti Kahire'deki ateşkes müzakerelerinde ilk etapta ilerleme kaydediliği fakat daha sonra sürecin, özellikle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Refah'a kara operasyonu ısrarıyla yeniden tıkandığı aktarıldı.

Kimliğinin paylaşılmasını istemeyen İsrailli yetkililer, Amerikan gazetesi New York Times'a "Tarafların anlaşmaya yaklaştığına dair işaretler vardı fakat görüşmeler durdu, Hamas heyeti pazar günü Kahire'yi terk etti" dedi.

Adlarının açıklanmasını istemeyen Hamas yetkilileri, Netanyahu'nun anlaşma yapılsın yapılmasın Refah'a kara harekatı düzenleme ısrarının süreci tıkadığını savundu. 

Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, "Anlaşmayı tamamlamaya çok yaklaşmıştık fakat Netanyahu'nun dar görüşlü tavrı süreci engelledi" dedi.

Netanyahu, ateşkes müzakerelerinin sonuçlarından bağımsız olarak Refah'a kara harekatı düzenleyeceklerini defalarca söylemiş, ABD de operasyon planlarına karşı çıkmıştı.

İsrailli yetkili de Netanyahu'nun Refah konusundaki tutumunu değiştirmemesi nedeniyle Hamas'ın duruşunu sertleştirdiğini savundu.

Diğer yandan kimliklerinin paylaşılmasını istemeyen iki ABD'li yetkili, görüşmelerin tıkanmadığını, tarafların teklifleri değerlendirmeyi sürdürdüğünü iddia etti.

Netanyahu ise pazar günkü konuşmasında süreci tıkayan tarafın Hamas olduğunu öne sürerek "Rehinelerin serbest bırakılmasını engelliyorlar" demişti.

Başka bir Hamas yetkilisi, Kahire'de yaşanan durumu tekrar gözden geçirmek için Katar'ın başkenti Doha'da bugün toplantı düzenleyeceklerini söyledi. Yetkili, örgütün sürece yapıcı şekilde yaklaşmaya özen gösterdiğini savundu.

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), bombardımanlardan kaçan yaklaşık 1,5 milyon Filistinlinin sığındığı Refah'ın doğusundaki mahalleleri tahliye etmeye başladı. IDF, en az 100 bin kişinin şehrin kuzeyinde hazırlanan Mavasi "insanı bölgesine" gönderileceğini açıkladı. 

Ayrıca İsrail ordusunun broşürler ve telefon mesajlarıyla sivilleri tahliye sürecine dair bilgilendirdiği aktarıldı. 

24 Kasım'da sağlanan ve bir hafta süren ateşkeste 81 İsrailli ve 240 Filistinli esir karşılıklı serbest bırakılmıştı. IDF'nin verilerine göre Hamas'ın elinde halen yaklaşık 130 rehine var. İsrail ordusu, bunlardan 34'ünün öldüğünü doğrulamıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Jerusalem Post, Guardian


Türkiye yeniden Gazze hattında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
TT

Türkiye yeniden Gazze hattında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İstanbul’da ağırladı (Arşiv - Reuters)

Tony Francis

Gazze’deki savaş pazar günü itibariyle 213’üncü gününe girerken halen bir ateşkes anlaşması ihtimali ufukta görünmüyor. Çatışmalar ve İsrail’in bombardımanları bugüne kadar yaklaşık 35 bin Filistinlinin ölümüne, on binlerce Filistinlinin kaybolmasına, yaralanmasına veya sakat kalmasına neden olurken ateşkes görüşmeleri halen devam ediyor. Esir takası ve Gazze Şeridi’ne insani yardımların ulaştırılmasının kolaylaştırılması meseleleri ise İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefiyle Hamas Hareketi’nin 7 Ekim saldırısı öncesine dönme talepleri arasında sıkışıp kalmış durumda.

Ölüm makinesi (İsrail) Gazze Şeridi'ndeki en yoğun nüfuslu Refah şehrine kara saldırısı düzenleme tehdidini sürdürürken, son birkaç haftadır tabloda pek fazla değişiklik olmadı. Aynı arabulucular; Katar, Mısır ve ABD, yeni bir ateşkes için arabuluculuk yapmaya devam ediyor.

Nisan ayı neredeyse ateşkesle ilgili formüllerin sunulması ve yanıtların beklenmesiyle geçerken, İran-İsrail çatışmasının ardından bazı gelişmeler netleşmeye başladı. Bunların başında Türkiye’nin rolünün yeniden aktifleşmesi geliyor. Öyle ki Hamas, Türkiye'den yeni bir eleştiri dalgası ve boykot tedbirleriyle karşı karşıya kalan İsrail ile Hamas Hareketi arasında varılması beklenen ateşkes anlaşmanın dördüncü garantörü olarak Ankara'yı önerdi.

İran-İsrail gerilimi, baskılandı ve Tahran’ın Tel Aviv'e yönelik füze saldırısının Filistinlileri savunmak için değil, Şam'daki İran konsolosluğunun hedef alınmasına misilleme olarak yapıldığını açıklamasıyla, ‘Filistin boyutunun’ dışında tutuldu. ABD’de ve Batı ülkelerinde özgürlüklerin bastırılmasını kınamaya odaklanan ve yine eski sloganlarını dillendirmeye dönen Tahran, Gazze ile dayanışma kampanyasını sürdürdü.

Gazze’de ateşkes için yapılan müzakereler ve izlenen yol, mollaların başkentinin umurunda değildi, zira kendi projesi bunun ötesindeydi. Tahran, geçtiğimiz hafta başlarında İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani’nin dilinden ‘Filistin krizine denizden nehre kadar bağımsız bir Filistin devleti kurulması dışında bir çözüm olmadığını’ vurgulama konusunda istekli görünüyordu. Ancak bu, mevcut gerçekler, güç dengeleri ve Filistin halkının doğrudan çıkarları için değeri olmayan bir tutumdu.

İran ‘kamil bir kurtuluş’ sloganıyla Gazze'de, Lübnan'da, Husilerin Akdeniz'deki ticaret gemilerinin seyrüsefer özgürlüğünü tehdit ettiği Yemen'de ve Tel Aviv'i Irak’tan ve Suriye’den vurma görevini yerine getirmek üzere Saraya el-Eşter'in filizlendirdiği Bahreyn’de, vekillerini savaşa iterken, kendisinin açıkça uzak durduğu ‘sonsuz savaş’ tarifi veriyordu.

Hamas, İran'ın İsrail'e misillemesinin boyutundan ve kısıtlı olmasından memnun değildi ve Hamas lideri, devletlerin kendilerini savunmalarının doğal bir hak olduğunu söylemekle yetindi. Hamas’ın Gazze'deki liderleri, İsrail'i ülke genelinde birkaç cephede birden savaşmaya zorlayacak bir gerilim başlatmayı umuyorlardı, fakat olmadı.

İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, “İsrail karşılık vermediği sürece İran konuyu kapanmış sayacaktır” diyerek, ülkesinin tutumunu net bir şekilde ortaya koydu. Ne Bakıri’nin ne de başka bir İranlı liderin açıklamasında, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nden çekilmesi bir yana, Gazze'de ateşkes, insani yardımların arttırılması ve yerinden edilen Gazzelilerin evlerine geri dönmesi gibi herhangi bir şart yer almadı. İran, basitçe “Bitti” yanıtı verdi.

İran’ın İsrail’e misillemesi, Hamas'ın Tahran’a büyük ölçüde bel bağlamış olmasına rağmen müzakerelerde lehine olmadı. Tüm bunlar olurken Hamas liderlerine ev sahipliği yapan Katar’a, sunulan tekliflerde bazı tavizler vermeyi kabul etmesi için Hamas’ı ikna etmede daha güçlü bir rol oynaması yönünde baskılar arttı ve Hamas liderlerinin başka bir ülkeye taşınması konuşulmaya başladı.

Amaç, fikri ve dini olarak Hamas’a ve Katar'a yakın bir siyasi parti tarafından yönetilen, İran ve onun bölgesel mezhepçi projesine karşı büyük bir mücadele veren bir ülke olan Türkiye'yi öne çıkarmaktı. Türkiye, Gazze'deki savaşın başlamasından bu yana aylarca süren tereddütten sonra öne çıkma fırsatı buldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ı Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile görüşmek üzere Katar'a gönderdi. Ardından Heniyye İstanbul'a gelecek ve Erdoğan, kendisine ‘Filistin davasının lideri’ olarak hitap edecekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra yaptığı bir konuşmada, Hamas'ı ‘bir terör örgütü’ olarak değil, bir ‘milli kurtuluş hareketi’ olarak tanımladı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkan milli kurtuluş hareketi Kuvayi Milliye’ye benzetti.

Şarku’l Avsat’ın TurkPress haber sitesinden aktardığına göre Türk analistler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gazze’deki ve bölgedeki savaşa ilişkin tutumundaki değişikliği birkaç faktörle açıklıyorlar. Bu faktörlerin ilki, çok sayıda gücün Hamas'ın kendi ipini çektiğini düşünmesinin ardından, Hamas'ın kararlı tutumuydu. İkincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerel seçimlerdeki yenilgisiydi. Bu yenilgi, bir bakıma Türk halkının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarından duyduğu memnuniyetsizliğin işaretiydi. Üçüncüsü, İran'ın İsrail'e yaptığı ve bölgeyi neredeyse topyekun bir savaşa sürükleyecek olan misillemesiydi. Türkiye, bu misillemenin ardından ‘olaylardan uzak durmanın kendisine yönelik yansımalarından kurtarmayacağını’ anladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran’ın ‘İsrail'e misilleme işinin şimdilik bittiğini’ açıklamasından sonraki 72 saat boyunca ‘Hamas'la uyumlu’ yeni bir tutum ortaya koymasını bekledi ve ardından Hamas liderlerini İstanbul'da ağırladı. Böylece hem İran'a hem de ilgili taraflara Türkiye'nin Filistin'in yanında yer aldığı ve ‘çok geç olmadan gerilimin tırmanmasını engellemeye yardımcı olacak siyasi bir rol oynamaya hazır olduğu’ mesajını verdi.

Filistin meselesi üzerinden somut bir siyasi sürece girmeye istekli görünen Türkiye'nin bu tutumu, herhangi bir müzakereye ya da savaşın ertesi gününe dair açıkça bir ilgi göstermeyen ve önceliğinin kendi çıkarlarını ve hedeflerini korumak olduğunu yineleyen İran'ın tutumuna ters düşüyor.

İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney, 1 Mayıs’ta Gazze'deki durumu ve yansımalarını ele alan bir konuşma yaptı. Konuşmada, yaşananların İran'ın bakış açısının geçerliliğini kanıtladığını öne sürdü. Hamaney’e göre ABD’deki üniversitelerde Gazze’deki savaşı protesto eden öğrenci hareketleri de Gazze’de on binlerce kişinin öldürülmesi de İran’ın tutumunun doğruluğunu kanıtlıyordu. Hamaney özetle, her şeyin ‘İran’ın ABD yönetimine güvenilemeyeceği ve güvenilmemesi gerektiği yönündeki tutumunun’ ne kadar doğru olduğunun kanıtladığını savundu.

Türkiye ise tam tersi bir çizgide ve dikkate değer bir pragmatiklikle meseleye dair yeni adımlar attı. İki devletli çözüm olasılıkları konusunda Arap ülkelerinin görüşüyle yakın bir vizyon geliştiren Türkiye, siyasi bir çözüm için ABD ve Avrupa ile birlikte oynayabileceği bir rol olduğunu düşünüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan hesap yaparken (Washington ziyaretinin tarihinin değiştirileceğine dair söylentilere rağmen), Başkan Joe Biden ile yakında görüşeceğini ve bu görüşmenin kendisine ‘savaşın sona ermesi için baskı yapma ve siyasi bir çözüm arama fırsatı vereceğini’ dikkate alıyor.

Bu görüşme ve sonrasında Türkiye'nin oynayacağı rol için yapılan hazırlıklar, birkaç gündür İstanbul'da bulunan ve Ankara'nın siyasi ve ekonomik ağırlığı, NATO üyeliği ve Batı ülkelerinin yanı sıra Rusya ve Çin ile olan iyi ilişkileri sayesinde daha büyük bir rol oynayabileceğine, savaşın durdurulması, insani yardımların ulaştırılması ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşası için baskı uygulayabileceğine, hatta Filistin'in iç durumuyla ilgili olumlu bir rol üstlenebileceğine ve başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına yönelik Filistinlilerin tutumunu savunacağına inanan Hamas liderleriyle yapılan istişarelerle birlikte devam ediyor.

Türkiye üstlendiği misyonun İran'ın endişelerini arttıracağını dikkate alıyor. Bu misyon sadece Filistin meselesiyle ilgili değil, aynı zamanda Irak, Suriye ve hatta Lübnan'la da ilgili. Ankara, söz konusu ülkelerin her birinde İran'ın müdahalesini dengeleyici bir etki yaratmaya çalışıyor.  Bu etki de bazı açılardan ABD'nin stratejisine cevap verebilir.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak’a son ziyaretinin ardından Bağdat ile Ankara arasında önemli anlaşmalar imzalandı. Suriye'de ise Türkiye silahlı muhalif grupları birleştirme çabalarına destek veriyor. Bu gruplar son günlerde ülkenin kuzeyi için ortak bir komutanlık oluşturmak üzere iki toplantı düzenlediler. Ülkenin güneyindeki gruplar da kuzeyle koordinasyonu sağlayacak ortak bir komutanlık oluşturmak üzere Amman'da bir toplantı düzenlemeye hazırlanıyor.

İstanbul’daki toplantılara katılan bir kaynak, ‘yeni komutanlığın Suriye rejimi güçleri, rejim sadık milisler ve radikal örgütlerle mücadele edeceğini’ açıkladı. Burada ‘sadık milisler’ ifadesiyle neyin kastedildiğini söylemeye gerek olmadığına inanıyorum.

Türkiye'nin Irak açılımı, Basra'dan Türkiye sınırına uzanan kara ve demir yolu ulaştırma koridoru fikrinin yeniden canlanması, Suriyeli muhalif grupları birleştirme çabalarının yeniden başlaması ve İsrail'e karşı koyma başlığı altında Lübnan'daki Cemaat-i İslami grubunun harekete geçirilmesinde Türkiye'nin parmağı olması İran ve İran’ın bahsi geçen ülkelerdeki vekilleri için iyi bir haber değil. Bu, kısmen İran projesinin hesaplarının teyidi üzerinden, kısmen Erdoğan'ın bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bir parçası olduğunu söylediği Gazze’ye müdahale üzerinden, kısmen de Ankara'nın Rusya ve ABD ile aynı anda yürüttüğü Atlantikçi ilişkilerin yanı sıra Mısır ve Körfez Arap ülkeleriyle başlattığı normalleşme ve açılım üzerinden Türkiye'nin bölgede yeniden rol almaya hazırlanmasının bir parçası olarak görülecek.


Filistin Devlet Başkanlığı İsrail'in Refah'ta ‘soykırım’ başlatacağı uyarısında bulundu

Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)
Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)
TT

Filistin Devlet Başkanlığı İsrail'in Refah'ta ‘soykırım’ başlatacağı uyarısında bulundu

Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)
Refah'tan tahliye edilmeyi bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, İsrail'in Refah'ta soykırım başlatacağı uyarısında bulundu.

Ebu Rudeyne, İsrail'in politikalarından ABD yönetimini sorumlu tutarak derhal harekete geçmeye çağırdı.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Haber Ajansı'ndan (AWP) aktardığı habere göre Ebu Rudeyne, “İsrail'e mali ve askeri destek sağlayan ve uluslararası meşruiyet kararlarının uygulanmasını engellemek ve saldırganlığı durdurmak için uluslararası topluma karşı duran ABD yönetimi, Netanyahu ve hükümetini, Tulkerim vilayeti ve kamplarında olduğu gibi, ister Gazze Şeridi'nde ister Batı Şeria'da olsun, Filistin halkına yönelik katliamlarını sürdürmeye teşvik eden taraftır” şeklinde konuştu.

Ebu Rudeyne, Refah'ın işgalinin 1,5 milyon Filistin vatandaşının ‘soykırıma benzer bir katliama’ maruz kalacağı anlamına geldiğini ifade etti.

Ebu Rudeyne, Filistin meselesine adil bir çözüm bulunmadan ve başkenti Kudüs olan, Müslümanların ve Hıristiyanların kutsal mekânlarıyla birlikte bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan tüm bölgenin barış ve güvenliğe kavuşamayacağını vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre İsrail ordusu bugün (pazartesi) erken saatlerde Filistin'in Refah kentinde yaşayanlara ‘derhal bölgeyi boşaltmaları’ çağrısında bulunarak, operasyonun yaklaşık 100 bin kişiyi kapsadığını bildirdi.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee bugün yaptığı açıklamada, ordunun, Filistin'in Refah kentinin bazı bölgelerinde yaşayanlardan Han Yunus'a gitmelerini istediğini söyledi. Adraee, Gazze Şeridi’nin ‘tehlikeli savaş bölgesi’ olmaya devam ettiğini vurgulayarak, kuzeye geri dönülmemesi ya da doğu ve güney güvenlik çitlerine ve Gazze Vadisi'nden kuzeye yaklaşılmaması konusunda uyarıda bulundu. “Güvenliğiniz için ordu sizi derhal el-Mevasi'deki genişletilmiş insani yardım bölgesine gitmeye çağırıyor” diyen Adraee, bu çağrının eş-Şevka beldesinde ve Refah bölgesindeki es-Selam el-Cuneyne, Tebbe Ziraa ve el-Beyuk mahallelerinde yaşayan tüm sakinlere ve yerinden edilmiş kişilere yönelik olduğunu belirtti.


Hizbullah, Golan'daki İsrail üssüne ‘onlarca’ füze ateşlendiğini duyurdu

İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)
İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)
TT

Hizbullah, Golan'daki İsrail üssüne ‘onlarca’ füze ateşlendiğini duyurdu

İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)
İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)

Hizbullah bugün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, İsrail'in dün gece Lübnan'ın doğusundaki Bekaa bölgesine düzenlediği saldırıya karşılık olarak Suriye'nin Golan bölgesindeki bir İsrail askeri üssüne ‘onlarca’ füze ateşlendiğini duyurdu.

Hizbullah tarafından yapılan açıklamada, savaşçılarının ‘düşmanın Bekaa bölgesini vuran saldırganlığına yanıt olarak, Nafah Üssü’ndeki Golan Tümeni (210) karargahını onlarca Katyuşa roketiyle bombaladığı’ belirtildi. Şarku’l Avsat’ın Lübnan Ulusal Haber Ajansı’ndan (NNA) aktardığı habere göre, “Bugün saat 01.30 sularında Bekaa'da düşman savaş uçakları tarafından düzenlenen saldırıda üç kişi yaralandı.”

Bu arada Al Mayadeen TV bugün İsrail'in Lübnan'ın doğusundaki Baalbek'e düzenlediği saldırıda üç kişinin yaralandığını duyurdu. Yaralıların Baalbek'in güneyindeki es-Seferi bölgesinde olduğu bildirildi. Daha sonra İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee, ordu güçlerinin dün gece Lübnan'ın derinliklerindeki es-Seferi bölgesinde Hizbullah'a ait bir askeri yerleşkeye baskın düzenlediğini söyledi. Adraee, ordunun Ramiye, Ayta eş-Şaab ve Mervahin'deki Hizbullah askeri binalarının yanı sıra Lübnan'ın güneyindeki Cebel Balat'ta Hizbullah’a ait bir mevziye de baskın düzenlediğini bildirdi.

szacdv
İtfaiye ekipleri, Lübnan'dan ateşlenen bir roketin İsrail'in kuzeyindeki Kiryat Şimona'ya düştüğü yerde çıkan yangını söndürmeye çalışıyor. (Reuters)

Adraee’ye göre ordu ayrıca olası bir tehdidi ortadan kaldırmak için Lübnan'ın güneyindeki Şeba bölgesine topçu ateşi açtı. Adraee, dün akşam Suriye topraklarından Ramat Magshimim bölgesine iki roket atıldığını, roketlerin açık alana düştüğünü ve yaralanan olmadığını, İsrail ordusunun da ateş kaynaklarına saldırarak karşılık verdiğini kaydetti.

xsdfv
İsrail hava saldırısının ardından Lübnan’ın güneyinden dumanlar yükseliyor. (Reuters)

Hizbullah ve İsrail, Hamas'ın İsrail'in güneyine düzenlediği ve Gazze Şeridi'ndeki savaşın fitilini ateşleyen eşi benzeri görülmemiş saldırıdan bu yana sınır boyunca karşılıklı ateş açıyor. Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine yönelik saldırılarını arttırması ve İsrail ordusunun Lübnan topraklarına daha derin operasyonlar düzenlemesiyle birlikte çatışmalar son haftalarda yoğunlaştı.


Mısır'ın Hamas ile İsrail arasındaki gerilimi kontrol altına alma çabaları sürüyor

Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)
Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)
TT

Mısır'ın Hamas ile İsrail arasındaki gerilimi kontrol altına alma çabaları sürüyor

Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)
Gazze Şeridi sınırı yakınlarında konuşlanmış bir İsrail tankı (AFP)

El-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalının bugün (Pazartesi) üst düzey bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, Hamas'ın Kerem Şalom bölgesini bombalaması İsrail ile ateşkes görüşmelerinin sekteye uğramasına neden oldu.

Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, dün (pazar) Kerem Şalom bölgesindeki İsrail ordusu birliklerine roket attığını, İsrail'in de buna Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta bir roket rampasını ve askeri bir hedefi bombalayarak karşılık verdiğini açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Haber Ajansı'ndan (AWP) aktardığı habere göre kanal, Mısır güvenlik heyetinin Hamas ve İsrail arasındaki mevcut gerilimi kontrol altına almak için temaslarını yoğunlaştırdığını bildirdi.

Görgü tanıkları, bugün erken saatlerde, İsrail ordusunun bölgede operasyon başlatma niyetini açıklamasının ardından binlerce kişinin Filistin'in Refah kentinin dış mahallelerinden Gazze Şeridi'nin merkezindeki bölgelere doğru yola çıktığını söyledi.

AWP'ye konuşan görgü tanıkları, Hamas ile İsrail arasında ateşkes anlaşması ve esir değişimi konusunda ilerleme kaydedildiğine dair olumlu haberlerden bir gün sonra gelen İsrail'in ani çağrısı karşısında yerlerinden edilmiş kişiler arasında bir kafa karışıklığının hâkim olduğunu belirtti.


Sudan iç savaşında vahşet: Kafa kesme ve iç organ boşaltma olayları başladı

Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)
Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)
TT

Sudan iç savaşında vahşet: Kafa kesme ve iç organ boşaltma olayları başladı

Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)
Sudan'daki savaşta binlerce kişi öldü ve birçok kamu tesisi harap edildi. (Reuters)

Sudanlılar, ordu üniforması giyen kişiler tarafından Hızlı Destek Kuvvetleri’ne (HDK) mensup olduğu iddia edilen bir kişiye karşı işlenen vahşi suçun korkunç sahneleriyle şok oldular. Şahsı öldürüp cesedini parçaladıktan sonra iç organlarını çıkaran bu kişiler, ‘ayağa kalkıp tekbir getiren’ büyük bir vatandaş kalabalığının önünde cesedi sallamaya başladılar.

Bu son olay, yaygın olarak dile getirilen El Kaide ve DEAŞ'a mensup aşırılık yanlısı grupların Sudan'daki savaşa müdahil olduğu yönündeki iddiaları güçlendirdi. Ayrıca ülke içinde, bölgesel ve uluslararası düzeyde yaşanan bu kaos ve güvenlik karmaşası, terörist grupların faaliyetlerini Sudan'a taşımaya teşvik edeceği yönündeki korkuları da artırdı.

İğrenç olarak nitelendirilen bu suçun görüntüleri, aylar önce meydana gelen ve yine asker üniforması giyen kişiler tarafından işlenen bir başka şok edici olayı akıllara getirdi. Söz konusu olaydaki kişiler, iki HDK üyesinin kafalarını kesmiş ve etrafta sallamışlardı. Böylece ellerine düşen herkesin kaderinin bu olacağı şeklinde yorumlanan bir mesaj vermişlerdi.

cf brg
Başkent Hartum'da bir sokakta Sudan ordusuna bağlı bir kuvvet (AFP)

Sudan'ın orta kesimindeki El Cezire eyaletinin kırsal bir bölgesinde çekilen ve sosyal medya platformlarında geniş yankı uyandıran videoda bir ordu mensubu, cesetten çıkardığı bağırsakları sergileyerek neredeyse çiğneyecekmiş gibi ağzına yaklaştırdı. Sosyal medya platformlarındaki öncü şahsiyetler de bu olayların hayal edilebilecek şiddet düzeyini aştığını dile getirdi. Bu olay, aşırı çirkinliği nedeniyle Sudan toplumu arasında birçok soru ve tepkiye yol açtı. Resmi askeri üniforma giyen kişiler tarafından bu tür iğrenç eylemlerin gerçekleştirilmesi şiddetle kınandı.

Benzer bir olay Kuzey Kordofan eyaletinin başkenti el-Ubeyd yakınlarında meydana gelmişti. Üst düzey bir subayın liderliğindeki ordu üniformalı bir grup asker, HDK’ye mensup oldukları iddiasıyla dört kişiyi gözaltına almış ve kesici aletlerle vücutlarını parçalamıştı. Olayın ardından bazıları, bu kişilerin HDK ile herhangi bir bağlantısı olduğundan şüphe duymuştu.

Bazıları bu tür eylemlerin ordunun yanında savaşan radikal İslamcı terörist grupların izlerini taşıdığından eminler. Ordu, bir önceki kafa kesme olayını soruşturacağına ve kendi kuvvetleriyle bağlantılı oldukları kanıtlandığı takdirde olaya karışanları sorumlu tutacağına söz vermişti. Ancak olayın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen soruşturmanın sonuçları açıklanmadı. HDK, üç kişinin katledilmesini ‘Burhan milisleri ve Ömer el-Beşir liderliğindeki eski rejimin tugayları tarafından gerçekleştirilen aşırı suç fiili’ olarak nitelendirdi.

dfvebrt
Sudan ordusuyla savaşan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) milisleri (AFP)

Sudan Kongre Partisi lideri Halid Ömer Yusuf, askerlerin ‘insanların derilerini yüzmekten ve bağırsaklarını deşmekten zevk aldıklarını’ belgeleyen vahşi video kayıtlarının bireysel uygulamalar olmaktan çıkıp, ülkeyi parçalayan ve asla içinden çıkamayacağı bir sarmala doğru sürükleyen terörist bir model oluşturup tekrarlanan eylemler haline geldiğini söyledi. Facebook sayfasında, “insanlıkla hiçbir ilgisi olmayan bu eylemler en güçlü şekilde kınanmalı, failleri hesap vermeli ve cezadan kaçmalarına izin verilmemelidir” diyen Yusuf, “Bu faydasız savaşın devam etmesi ülkemizi derin bir uçuruma sürükleyecektir” ifadesini kullandı.

İnsan hakları aktivistleri ülkedeki savaşın farklı bir yola girerek bazı nüfus gruplarını etnik ve bölgesel temelde hedef almasından korkuyor. Bu korkular, ordu ile HDK arasında devam eden çatışmalarla hiçbir bağlantısı olmayan çok sayıda vatandaşın öldürüldüğü olayların meydana gelmesiyle de pekişiyor.


Hamas lideri: İsrail'in Refah'taki bölgelerden tahliye emri "tehlikeli bir gelişme"

 İsrail uçakları, Doğu Refah'ta yaşayanların tahliye edilmesini talep eden broşürler attı (DPA)
İsrail uçakları, Doğu Refah'ta yaşayanların tahliye edilmesini talep eden broşürler attı (DPA)
TT

Hamas lideri: İsrail'in Refah'taki bölgelerden tahliye emri "tehlikeli bir gelişme"

 İsrail uçakları, Doğu Refah'ta yaşayanların tahliye edilmesini talep eden broşürler attı (DPA)
İsrail uçakları, Doğu Refah'ta yaşayanların tahliye edilmesini talep eden broşürler attı (DPA)

Üst düzey bir Hamas lideri bugün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, İsrail'in Refah'taki bölgelerden tahliye emrinin "tehlikeli bir gelişme ve sonuçları olacağını" söyledi.

Reuters'e konuşan Filistin lideri "Bu terörde, işgalin yanı sıra Amerikan yönetimi de sorumluluk taşıyor" ifadelerini kullandı.

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee bugün yaptığı açıklamada, ordunun Refah'ın bazı Filistin bölgelerinde yaşayanları askeri operasyon nedeniyle Han Yunus'a tahliye etmeye çağırdığını söyledi.

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah şehrinin doğusundaki bölgelerde yaşayanlara yaptığı tahliye çağrısının "sınırlı kapsamlı" ve geçici bir operasyon olduğunu belirtti.

İsrail ordu sözcüsü, tahliye edilecek kişi sayısı hakkındaki bir soruya yanıt olarak, "tahminlerin 100.000 civarında olduğunu" söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre kentte yaşayanların sayısı yaklaşık 1,2 milyon kişi civarında. Bunların çoğunluğu Hamas hareketi ile İsrail arasında yedi aydır devam eden savaş sonucunda Gazze Şeridi'ndeki diğer bölgelerden yerlerinden edilmiş kişilerden oluşuyor.


Sudanlılardan ‘insani anlaşma’ çağrısı

Şemseddin Kebaşi (sağda) ve Abdulaziz el-Hilu (solda), Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit’in danışmanı Tut Kulvak’ın (ortada) arabuluculuğunda Cuba’da bir araya geldi. (SUNA)
Şemseddin Kebaşi (sağda) ve Abdulaziz el-Hilu (solda), Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit’in danışmanı Tut Kulvak’ın (ortada) arabuluculuğunda Cuba’da bir araya geldi. (SUNA)
TT

Sudanlılardan ‘insani anlaşma’ çağrısı

Şemseddin Kebaşi (sağda) ve Abdulaziz el-Hilu (solda), Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit’in danışmanı Tut Kulvak’ın (ortada) arabuluculuğunda Cuba’da bir araya geldi. (SUNA)
Şemseddin Kebaşi (sağda) ve Abdulaziz el-Hilu (solda), Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit’in danışmanı Tut Kulvak’ın (ortada) arabuluculuğunda Cuba’da bir araya geldi. (SUNA)

Sudanlı siyasi partilerin ve sivil grupların çoğunluğu, cumartesi günü Sudan Ordusu Komutan Yardımcısı Korgeneral Şemseddin el-Kebaşi ile Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) lideri Abdulaziz el-Hilu arasında varılan anlaşmanın ardından, başta ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) olmak üzere savaşan taraflardan, çatışma bölgelerinde açlık tehdidiyle karşı karşıya olan milyonlarca mağdur insana yardım ulaştırılması için anlaşmaya varmaları talebinde bulundu.

Nisan 2023'te savaşın başlamasından bu yana türünün ilk örneği olan anlaşmaya göre her iki taraf da uluslararası insani yardımın kendi kontrolleri altındaki bölgelere ulaşmasına izin vermeyi kabul ediyor.

Eski Başbakan Abdullah Hamduk'un liderliğini yaptığı Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddum), bu anlaşmayı vatandaşların acılarını hafifletmeye yönelik ‘büyük bir adım’ olarak nitelendirdi. Hamduk, ordu ile ülkedeki en geniş alanları kontrol eden ve silahlı çatışmalar nedeniyle milyonlarca kişiyi yerinden eden HDK arasında da benzer bir anlaşma yapılması çağrısında bulundu.

Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) liderleri de el-Hilu – Kebaşi anlaşmasını memnuniyetle karşılayarak, anlaşmanın ‘savaş krizi tünelinde bir ışık’ olmasını, savaşı durdurmaya ve insani yansımalarını ele almaya yönelik adım olmasını beklediklerini ifade ettiler. ÖDBG, savaşan taraflara, Cidde Bildirgesi'nde insani yardımın koşulsuz olarak ulaştırılması konusunda verdikleri taahhütleri yerine getirmeleri çağrısında bulunarak, savaşı durdurmak için cesur bir karar almalarını, kapsamlı ve kalıcı bir barışın temellerini atacak, sürdürülebilir demokratik sivil yönetimin kurulmasını sağlayacak siyasi bir süreç başlatmalarını istedi.

Sivil güçlerin çoğunluğu Güney Kordofan'daki insani yardım anlaşmasını memnuniyetle karşılarken, çoğu devrik Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in destekçileri olan savaşın devamını savunanlar, bunu, Kuzey Kordofan'ı kontrol eden HDK’ye karşı ordu ve SPLM-N arasında yeni bir ittifaka açılan kapı olarak değerlendirdi.


İsrail ordusu Refah sakinlerine ‘derhal tahliye’ çağrısında bulundu

Gazze Şeridi'nin en güneyinde yer alan Refah'ta, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki ve merkezindeki farklı bölgelerden yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı bir kamp (AP)
Gazze Şeridi'nin en güneyinde yer alan Refah'ta, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki ve merkezindeki farklı bölgelerden yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı bir kamp (AP)
TT

İsrail ordusu Refah sakinlerine ‘derhal tahliye’ çağrısında bulundu

Gazze Şeridi'nin en güneyinde yer alan Refah'ta, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki ve merkezindeki farklı bölgelerden yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı bir kamp (AP)
Gazze Şeridi'nin en güneyinde yer alan Refah'ta, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki ve merkezindeki farklı bölgelerden yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı bir kamp (AP)

İsrail ordusu bugün (Pazartesi) Filistin'in Refah kentinde yaşayanlara ‘derhal bölgeyi boşaltmaları’ çağrısında bulundu.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee bugün yaptığı açıklamada, ordunun, Filistin'in Refah kentinin bazı bölgelerinde yaşayanlardan Han Yunus'a gitmelerini istediğini söyledi. Adraee, Gazze Şeridi’nin ‘tehlikeli savaş bölgesi’ olmaya devam ettiğini vurgulayarak, kuzeye geri dönülmemesi ya da doğu ve güney güvenlik çitlerine ve Gazze Vadisi'nden kuzeye yaklaşılmaması konusunda uyarıda bulundu. “Güvenliğiniz için ordu sizi derhal el-Mevasi'deki genişletilmiş insani yardım bölgesine gitmeye çağırıyor” diyen Adraee, bu çağrının eş-Şevka beldesinde ve Refah bölgesindeki es-Selam el-Cuneyne, Tebbe Ziraa ve el-Beyuk mahallelerinde yaşayan tüm sakinlere ve yerinden edilmiş kişilere yönelik olduğunu belirtti.

‘Ordunun bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da söz konusu bölgelerdeki terör örgütlerine karşı çok güçlü bir şekilde hareket edeceği’ uyarısında bulunan Adraee, “Terör örgütlerinin yakınında bulunan herkes kendi hayatını ve ailesinin hayatını tehlikeye atmaktadır” dedi.

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentinin doğusunda bulunan bölgelerin boşaltılması çağrısının ‘sınırlı ölçekli’ ve geçici olduğunu belirtti.

Bir ordu sözcüsü gazetecilere verdiği online brifingde “Bu sabah Refah'ın doğusundaki sivilleri geçici olarak tahliye etmek için sınırlı ölçekli bir operasyon başlattık” dedi.

Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer ülkeler, İsrail'in bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin yaşadığı Refah'a geniş çaplı kara operasyonu düzenleyebileceği uyarısında bulunuyor.

Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) cuma günü yaptığı açıklamada, İsrail'in Refah'a yönelik herhangi bir askeri operasyonunun ‘katliama yol açabileceğini’ ve Gazze Şeridi'ndeki insani yardım çalışmalarını felce uğratabileceğini belirtti.

OCHA Sözcüsü Jens Laerke Cenevre'de düzenlediği basın toplantısında, herhangi bir kara operasyonunun Refah ve çevresindeki 1,2 milyon sivil ve yerinden edilmiş Filistinli için ‘daha fazla acı ve ölüm anlamına geleceğini’ ifade etti.