Batı, Rusya ile mücadelesinde tek yürek olmaya devam mı edecek yoksa görüş ayrılıkları yüzünden bölünecek mi?

Washington ve Londra ile Batı Avrupa arasında gittikçe artan görüş ayrılıkları mevcut

Ukrayna'nın Mariupol kentindeki bir Rus askeri (AFP)
Ukrayna'nın Mariupol kentindeki bir Rus askeri (AFP)
TT

Batı, Rusya ile mücadelesinde tek yürek olmaya devam mı edecek yoksa görüş ayrılıkları yüzünden bölünecek mi?

Ukrayna'nın Mariupol kentindeki bir Rus askeri (AFP)
Ukrayna'nın Mariupol kentindeki bir Rus askeri (AFP)

Rusya’yı zayıflatma şeklinde stratejik bir hedef belirleyen ABD ve İngiltere ile böyle bir durumun olası sonuçlarından endişe duyan Batı Avrupa ülkeleri arasında Ukrayna’yı destekleme konusunda gittikçe artan bir görüş ayrılığı mevcut.
Bu görüş ayrılığı, ABD Başkanı ile Fransa Cumhurbaşkanı arasındaki tutumların zıtlığında görülüyor. Zira Joe Biden 26 Mart'ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ‘iktidarda kalmasının mümkün olmadığını’ söylerken Emmanuel Macron 9 Mayıs'ta Rusya'yı ‘aşağılayarak’ barışın inşa edilemeyeceğini söylemişti.
Açıklamalar bir yana, örneğin ABD ve İngiltere, Ukrayna'ya Fransa ve Almanya'dan çok daha fazla silah sağlıyor. Basında yer alan teyit edilmemiş ancak sık sık dönen haberler, ABD istihbarat servislerinin Ukrayna'ya aktif bir şekilde yardım sağladığını öne sürüyor.
Aynı şekilde Washington ve Londra, Moskova'ya yaptırım uygulama konusunda Paris ve Berlin'den daha hevesli. Avrupalılar çatışmaya diplomatik bir çözüm bulunabileceğini umarken ABD ve İngiltere buna hiç inanmıyorlar.

Rusya’yı zayıflatmak
Brüksel merkezli Wilfried Martens Avrupa Çalışmaları Merkezi’nden araştırmacı Eoin Drea “Anglosfer dünyası Ukrayna'yı kurtarırken, Avrupa Birliği (AB) kendini kurtarıyor” ifadelerini kullandı.
Drea, ABD merkezli Politico dergisinde yayınlanan bir yazısında “AB kararsız davranışlar sergilemeye devam ediyor” dedi.
Buna karşılık Washington, Ukrayna'ya silah tedarik etmek için on milyarlarca dolar harcıyor. Fransa'nın Eski Washington Büyükelçisi ve eski Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Gerard Araud “ABD'nin Ukrayna'ya desteği farklı bir boyut kazanıyor. Bu kadar para harcadığımızda amaç yatırım gelirleri elde etmek oluyor” dedi.
Biden'ın açıklamasının ardından ABD yönetimi ‘rejim değişikliği’ arayışında olduğunu teyit etmese de Washington uzun vadede Rusya'yı ‘zayıflatmaya’ çalışıyor. Nitekim bu, Savunma Bakanı Lloyd Austin tarafından daha önce dile getirilmişti.
Fransız Haber Ajansı’na (AFP) konuşan Araud, mevcut durumun, Çin ile mücadelesini uzun vadeli stratejik önceliği olarak korumaya devam eden Washington için ‘tek bir ABD askerini kullanmadan Rus gücünü zayıflatabilmesi için bir fırsat olduğunu’ belirtti.
Araud “Ukraynalılar mükemmel ve Ruslar kötü bir şekilde savaştıkları için ABD’liler kendilerine bunun Rusları zayıflatmak için iyi bir fırsat olduğunu ve Putin düşerse, bunun da iyi olacağını söylüyorlar” dedi. İngiltere’nin tutumu hakkında konuşan Araud “İngilizler ABD’lilerin adımlarını takip ediyor. Brexit'ten bu yana başka olası bir politikaları olmadı” dedi.

Avrupa savaşın sonuçlarına daha çok maruz kalıyor
Avrupa tarafına bakacak olursak, eski İtalyan diplomat Marco Carnelos, tabi ki tarihi nedenlerden ötürü Rusya'ya ciddi anlamda düşman olan Doğu Avrupa ülkeleri ile saldırı karşısında Ukrayna'yı destekleyen Batı Avrupa ülkeleri arasında ‘çatlaklar’ olduğunu, ancak Doğu ülkelerinin Washington'dan daha ılımlı olduğunu ve savaşın sonuçlarına ondan daha çok maruz kaldıklarını söyledi.
Carnelos durumu özetleyerek, “Soru şu: Avrupalılar Moskova'da olası bir rejim değişikliği için ne gibi bir bedel ödemeye hazırlar?” dedi. Askeri bir tırmanış tehlikesi bir tarafa ‘ABD’nin hedefinin gerçekleştirilmesi için ödenecek ekonomik bedelin çok ağır olacağını’ belirtti.
Ulusal Sanat ve El Sanatları Konservatuarı’ndan (CNAM-Paris) Endüstriyel Ekonomi Profesörü Sébastien Jean, ‘ekonomik açıdan bakılırsa ABD ve İngiltere'nin etkilere maruz kalması ile Almanya başta olmak üzere AB’nin maruz kalması arasında gerçek bir orantısızlık olduğunu’ söyledi.
Jean “ABD ve ona kıyasla daha az ölçüde İngiltere, önemli enerji üreticilerinden. İthalata bağımlılıkları daha az” dedi.

Avrupalılar arasındaki büyük görüş ayrılığı
Savaşın neden olduğu kaosun, paladyum, potas, nikel ve bu gibi ‘sanayi için önemli malzemeler de dahil olmak üzere ham veya suni temel maddelere’ yansıdığını söyleyen Profesör “Çok güçlü olan ancak aynı zamanda çok enerji harcayan Alman sanayisi bu sarsıntıya karşı oldukça savunmasız durumda. Aynı şey İngiltere için geçerli değil. Çünkü sanayisi daha az güçlü. ABD için de geçerli değil. Coğrafya olarak uzak bir konumda ve başka tedarik kanalları var” dedi.
Jean, zengin Batı Avrupa ülkeleri ile Doğu Avrupa ülkelerinin aynı safta olduğu ABD’liler ve İngilizler arasında ‘bu kadar görüş ayrılığı yaşanmasının sebebinin bu olduğunu’ söyledi.

Avrupa bir kez daha mı bölünüyor?
ABD’li askeri tarihçi Edward N. Luttwak, Twitter hesabından yaptığı paylaşımında “Avrupa'nın Ukrayna'ya verdiği sözlü destek, Polonya'nın büyük cömertliğinden tutun Almanya'nın çok yavaş ve çok zayıf teslimatlarına ve orta bir tutum sergileyen İtalya'ya kadar maddi destekteki büyük farklılıkların üstünü kapatıyor” değerlendirmesinde bulundu. Gerard Araud “ABD’nin katı tutumu yüzünden gittikçe artan bir gerilim olmasına rağmen bu, AB’yi şu ana kadar ortak kararlar almaktan alıkoymadı” dedi.



Herzog Park hamlesi, İrlanda ve İsrail'den tepki gördü

Cumartesi Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle Dublin'de eylem düzenlendi (Reuters)
Cumartesi Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle Dublin'de eylem düzenlendi (Reuters)
TT

Herzog Park hamlesi, İrlanda ve İsrail'den tepki gördü

Cumartesi Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle Dublin'de eylem düzenlendi (Reuters)
Cumartesi Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle Dublin'de eylem düzenlendi (Reuters)

Dublin Belediye Meclisi'nin Herzog Park'ın adını değiştirmek için hamle yapması, hem İsrail'den hem de İrlanda'dan tepki topladı. 

İrlanda'nın başkentinin yerel yöneticileri, pazartesi günü yayımladıkları açıklamada İsrail'in 6. devlet başkanı Haim Herzog'un adını 1995'ten beri taşıyan parkın isminin değişmesi için harekete geçildiğini belirtti.

63 üyeli belediye meclisinin bu tasarıyı pazartesi oylaması bekleniyor. Parkın yeni adıysa henüz belirlenmedi.

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Belfast'ta doğup Dublin'de büyüyen babasının adının parktan silinmesi ihtimaline tepki gösterdi. 

Dün yapılan açıklamada parkın isminin değiştirilerek "Özgür Filistin" yapılmasının düşünüldüğü vurgulanarak bu girişimin "utanç verici bir hamle" olduğu savunuldu. 

İrlanda Dışişleri Bakanı Helen McEntee de "Bu ad değişikliği gerçekleşmemeli. Dublin Belediye Meclisi üyelerine bu tasarının aleyhinde oy vermeleri için sesleniyorum" ifadesini kullandı.

McEntee yaklaşık 3 bin Yahudi'nin yaşadığı İrlanda'nın hükümetinin, İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'daki politikalarına açıkça karşı çıktığını hatırlattı.  

39 yaşındaki siyasetçi, parkın adının değiştirilmesinin ülkenin kapsayıcılığını yansıtmadığını savundu. 

1983-1993'te devlet başkanlığı yapan Haim Herzog, 1997'de yaşamını yitirmişti. Oğluyla aynı adı taşıyan babası, İrlanda'nın ilk baş hahamıydı.

Mevcut Baş Haham Yoni Wieder, ad değişikliğinin ülkedeki Yahudilerin tarihini silmek anlamına geleceğini öne sürdü. 

İrlanda Yahudi Temsilci Konseyi (Jewish Representative Council of Ireland/JRCI) Başkanı Maurice Cohen de "Toplumumuz bunu iğrenç bir antisemitizm eylemi olarak algılıyor" dedi. 

Gazze savaşından beri yapılan anketler İrlanda'da Filistin'e yönelik desteğin güçlü olduğunu gösteriyor. 

Aralık 2024'te İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, İrlanda'nın "aşırı İsrail karşıtı politikalar" izlediğini öne sürerek Dublin Büyükelçiliği'ni kapatma emri vermişti.

Saar cumartesi sosyal medyadan yaptığı açıklamada da "Dublin, dünyadaki Yahudi düşmanlığının merkezi oldu" ifadesini kullandı. 

Independent Türkçe, Newsweek, RTÉ, Times of Israel, AFP


Papa Türkiye'de: Doğu Ortodoks Kilisesi ile ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan ilk yurt dışı gezisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Papa 14. Leo'yu Ankara'da kabul etti, 27 Kasım (AFP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Papa 14. Leo'yu Ankara'da kabul etti, 27 Kasım (AFP)
TT

Papa Türkiye'de: Doğu Ortodoks Kilisesi ile ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan ilk yurt dışı gezisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Papa 14. Leo'yu Ankara'da kabul etti, 27 Kasım (AFP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Papa 14. Leo'yu Ankara'da kabul etti, 27 Kasım (AFP)

Ömer Önhon

Papa 14. Leo'nun iki aşamalı gezisinin ilk durağını Türkiye, ikinci durağını ise Lübnan oluşturuyor. Ziyaret, yüzyıllara yayılan tarihi, dini bir bağlamda gerçekleşmesi ve açık siyasi ve sembolik boyutlar taşıması nedeniyle önem taşıyor.

Vatikan’ın resmi haber portalı, ziyarette kullanılan sembollerin ayrıntılarını ve anlamlarını, ziyaretin Doğu ile Batı arasındaki kardeşliği ve diyaloğu güçlendirme çağrısının sembolü olarak Boğaziçi Köprüsü'nü kullandığı logosunu açıklayan özel bir sayfa yayınladı.

Papa'nın bu ayın 27'sinde başlayan Türkiye ziyareti üç gün sürecek ve üç aşamadan oluşuyor.

Papa, ziyaretine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün başkent Ankara'daki mozolesi Anıtkabir'i ziyaret ederek başladı. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Papa 14. Leo ile bir araya geldi ve burada kendisine görkemli bir karşılama töreni düzenlendi. Bu kapsamda Antakya Medeniyetler Korosu sarayın kütüphanesinde bir konser verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında Gazze'deki savaşa ve Filistin meselesine değinerek, İsrail'in Katolik Kilisesi de dahil olmak üzere buradaki ibadethaneleri hedef aldığını vurguladı. Ancak Papa 14. Leo, ev sahibi ülkenin duymayı umduğu gibi, İsrail'in adını anmadan veya eylemlerini doğrudan eleştirmeden dünya genelinde devam eden savaşlardan bahsetmekle yetindi.

Papa, ziyaretinin ikinci gününde, Birinci İznik Konsili'nin 1700. yıldönümünü anmak üzere, İstanbul'un yaklaşık 130 kilometre güneydoğusunda, İznik Gölü kıyısında bulunan İznik ilçesine, dini bir ziyaret gerçekleştirdi.

Papa Leo'nun selefi Papa Francis, yıldönümünü kutlamak için bir papalık ziyareti sözü vermişti ve Papa Leo, selefinin ölümünün ardından bu sözünü yerine getirmeye karar verdi.

 Ziyaretin üçüncü günündeyse, çeşitli dini faaliyetlerin yanı sıra İstanbul'daki çeşitli Hristiyan kiliselerini gezecek.

Papa, ziyaretine başkent Ankara'da bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün mozolesi Anıtkabir'i ziyaret ederek başladı. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi

Papa'nın ziyareti, Mor Efrem Süryani Ortodoks Kilisesi ve Aya Yorgi Patrikhanesi'ni ziyaret etmenin yanı sıra İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde bir dua ayinine katılmayı da içeriyor. Ayrıca Fener semtindeki Rum Patrikhanesi’nde yapılacak Aziz Andreas Bayramı kutlamalarına da katılacak.

Papa, Patrik Bartholomeos ile ortak bir bildiri imzalayacak ve İstanbul'un Fener semtindeki Patrikhane binasında kendisi ile resmi bir öğle yemeği yiyecek.

Kapasitesi 5 bin kişilik olan ve genellikle konser ve konferans gibi halka açık etkinliklere ev sahipliği yapmak için kullanılan Volkswagen Arena'da bir ayine başkanlık edecek. Bu ayin, daha önce Türkiye'yi ziyaret eden papaların genellikle kiliselerde ve yalnızca Katolik cemaati üyeleri arasında ayin düzenlemesi nedeniyle benzeri görülmemiş bir durum.

Bir diğer önemli adım ise bu sabah İstanbul'da turkuaz rengindeki çinileri nedeniyle Mavi Cami olarak da bilinen Sultan Ahmed Camii'ni ziyaret etmesiydi.

cdfgthy
Papa 14. Leo, İstanbul'daki Mavi Cami olarak da bilinen Sultan Ahmed Camii'ni ziyaret etti (Reuters)

85 milyonluk nüfusuyla Türkiye'de nüfusun yaklaşık yüzde 99'u Müslümanlardan oluşuyor. Gayrimüslimlerin oranı çok düşük; Katoliklerin sayısının ise yalnızca 33 bin olduğu tahmin ediliyor.

Türkiye'de yaklaşık 180 bin Hristiyan ile yaklaşık 20 bin Yahudi yaşıyor ve bunların, çoğu yüzyıllar öncesine dayanan kiliseler ve sinagoglar da dahil olmak üzere 435 ibadethanesi bulunuyor.

Tarih, Osmanlı İmparatorluğu ile Papalık önderliğindeki Latin Avrupa devletleri arasında bir dizi kara ve deniz savaşına sahne oldu. Türkiye ile Vatikan arasında resmi diplomatik ilişkiler ancak 1960 yılında kuruldu.

O tarihten itibaren, ölümünden önce yalnızca 33 gün papalık yapan 1. Jean Paul hariç tüm Papalar Türkiye'yi ziyaret etti.

Bir diğer önemli adım, bu sabah İstanbul'da turkuaz rengindeki çinileri nedeniyle Mavi Cami olarak da bilinen Sultanahmet Camii'ni ziyaret etmesiydi

Papa 14. Leo, 6. Paul, 2. Jean Paul, 16. Benedict ve Papa Francis'in ardından Türkiye'yi ziyaret eden beşinci papadır.

Dini ve tarihi faktörler nedeniyle Türkiye, papalık ziyaretleri kayıtlarında özel bir yere sahip. Vatikan'ın Türkiye'ye olan ilgisi, bugün Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan toprakların Hristiyanlığın ilk dönemlerinde oynadığı önemli rolden kaynaklanıyor; zira bu topraklar ilk sekiz ekümenik konsile ev sahipliği yaptı.

Bu ziyaretlerin bir diğer önemli motivasyonu da Katolik Kilisesi'nin İstanbul'daki Fener Rum Patrikhanesi ile bağlarını güçlendirme arzusudur.

fg
Papa 14. Leo, İstanbul'da Doğu Ortodoks Kilisesi liderleriyle yaptığı görüşmede (Reuters)

Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi arasındaki ayrılık yüzyıllar öncesine dayanıyor. 1054 yılında, Doğu Roma Kilisesi'nin Vatikan'dan ayrılarak “Ortodoks Kilisesi” adıyla bağımsızlığını deklare etmesiyle Büyük Bölünme adı verilen ayrılık yaşanmıştır. Ortodoksluk terimi, “doğru yolu izleyen Kilise” anlamına gelmektedir.

Bu kilisenin orijinal adı “Roma Ortodoks Kilisesi”ydi, ancak Osmanlı döneminde üyelerinin çoğunluğu Rum olduğu için “Rum Ortodoks Kilisesi” olarak anılmaya başlandı.

Teolojik anlaşmazlıkların yanı sıra, Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Haçlılar, Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'i 1204'te yağmalayarak neredeyse tamamen yerle bir ettiler. Burada bir Latin İmparatorluğu kurdular ve Ortodoks Bizanslılar Konstantinopolis'i 1261'de geri almayı başarabildiler.

Ortodokslar, Konstantinopolis'in zayıflamasından papalığı ve Latin Katolikleri sorumlu tuttular. Bu zayıflama nihayetinde 1453'te şehrin Osmanlılar tarafından ele geçirilerek, İstanbul adını almasının yolunu açtı.

Papa 14. Leo, 6. Paul, 2. Jean Paul, 16. Benedict ve Papa Francis'in ardından Türkiye'yi ziyaret eden beşinci papadır

İki kilise arasındaki ilişkiler, Papa 2. Jean Paul'ün hem 2001'de hem de 2004'te, sekiz asır önce yaşananlar için pişmanlığını ifade edip özür dilemesinin ardından iyileşmeye başladı.

Papa 14. Leo'nun Türkiye gezisinin ikinci gününde İznik'e yaptığı ziyaret önemli bir anlam taşıyordu. Zira bu yer, MS 325 yılında Hristiyanlık tarihindeki ilk ekümenik konsile ev sahipliği yapmıştı. Hristiyan dünyasının dört bir yanından yaklaşık 200 din adamı bu konsile katılmıştı.

Birinci İznik Konsili sonunda, temel Hristiyan inançlarının birleşik bir formülasyonunu temsil eden ve Mesih'in mutlak ilahi doğasını onaylayan İznik İnanç Bildirgesi yayınlandı.

Papa, İstanbul’daki Fener Rum Patriği Birinci Bartholomeos ile birlikte, sular altında kalan Aziz Neophytos Bazilikası'nın kalıntılarının bulunduğu yerde dini ayin düzenledi. İznik Gölü'nün sularının 2015 yılında çekilmesinin ardından ortaya çıkan bu kilisenin, Birinci İznik Konsili'ne ev sahipliği yaptığına inanılıyor.

Papa 14. Leo, ayin sırasında yaptığı konuşmada, Birinci İznik Konsili'nin Hristiyanlık tarihindeki önemine değinerek, dinin asla savaş, şiddet veya herhangi bir köktencilik ya da hoşgörüsüzlük için bir gerekçe olamayacağını vurguladı.

Papa'nın ziyareti en yüksek güvenlik önlemleri altında gerçekleşiyor ve şimdiye kadar herhangi bir olay veya protesto bildirilmedi. Bununla birlikte ziyaret, sosyal medyada yayınlanan açıklamalar ve bildirilerle görüşlerini dile getiren milliyetçiler, laikler ve muhafazakârlar tarafından sert eleştirilere maruz kaldı.

Bunlar, Papa ve Fener Rum Patriği Bartholomeos'u, Hristiyanlığı Türk topraklarında yeniden canlandırma planını uygulamaya çalışan bir haçlı ittifakı kurmakla suçluyorlar.

Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü, Türk halkını bir komplo olarak nitelendirdiği şeye karşı birleşmeye çağırdı.

 Mayıs 1981'de Vatikan'da Papa 2. Jean Paul'e suikast girişiminde bulunan Türk vatandaşı Mehmet Ali Ağca da İznik'e gitti.

Suikast girişiminin hemen ardından tutuklanan ve İtalya'da, ardından Türkiye'de cezaevinde kaldıktan sonra 2010 yılında serbest bırakılan Ağca, Papa'yı şahsen karşılamak istediğini söyledi, ancak güvenlik makamları ondan Papa gelmeden önce şehri terk etmesini istedi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majlla dergisinden çevrilmiştir.


Her neslin en az bir askeri darbeye tanık olduğu ülke: Gine-Bissau

“Bissau'yu seviyorum” yazan bir duvar resminin önünden geçen bir adam, 27 Kasım 2025 (AFP)
“Bissau'yu seviyorum” yazan bir duvar resminin önünden geçen bir adam, 27 Kasım 2025 (AFP)
TT

Her neslin en az bir askeri darbeye tanık olduğu ülke: Gine-Bissau

“Bissau'yu seviyorum” yazan bir duvar resminin önünden geçen bir adam, 27 Kasım 2025 (AFP)
“Bissau'yu seviyorum” yazan bir duvar resminin önünden geçen bir adam, 27 Kasım 2025 (AFP)

Sergey Eledinov

Batı Afrika ülkesi Gine-Bissau’da ordu, 26 Kasım 2025 günü, oyların yüzde 65'ini alarak seçimlerde zaferini ilan eden Cumhurbaşkanı Umaro Sissoco Embalo’yu gözaltına aldıktan sonra Senegal tarafından tahsis edilen bir uçakla ülkeden ayrıldı. Ayrıca Genelkurmay Başkanı General Biagi Na N'Tam, yardımcısı Mamadou Touré ve İçişleri Bakanı Botche Cande de tutuklandı.

General Horta N'Tam, 27 Kasım 2025 tarihinde kendilerini Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeninin Yeniden Sağlanması Yüksek Askeri Komutanlığı olarak adlandıran bir grup subay adına, ‘geçiş dönemi cumhurbaşkanı’ sıfatıyla bir yıllık geçiş dönemi ilan etti.

Cumhurbaşkanlığı Askeri Ofisi Başkanı General Denis N'Canha, bu tür durumlarda olduğu gibi tipik bir açıklama yaptı. General N'Canha, ordunun yönetime el koymasını ‘ülkeyi istikrarsızlaştırmak için yapılan bir komplonun ortaya çıkarılması’ olarak gerekçelendirdi. Bu komploda yerel ve yabancı politikacılar, ismi açıklanmayan büyük bir uyuşturucu kaçakçısı ve seçim sonuçlarına yabancı müdahale girişimlerinin yer aldığı söyleniyor.

Askeri yönetim parlamento, hükümet ve seçim organları dahil olmak üzere tüm sivil kurumları askıya aldı, seçim sürecini durdurdu, sınırları kapattı, sokağa çıkma yasağı ilan etti, olağanüstü hal ilan etti ve başkentin önemli noktalarına takviye birlikler gönderdi.

Flightradar24 adlı internet sitesine göre yemin töreninin hemen ardından Fildişi Hava Kuvvetleri'ne ait bir uçak Bissau'dan, uzun süredir devrik cumhurbaşkanları ve çevresindeki kişilerin sığınağı olan Abidjan'a doğru havalandı.

Flightradar24 adlı internet sitesine göre yemin töreninin hemen ardından Fildişi Hava Kuvvetleri'ne ait bir uçak Bissau'dan, uzun süredir devrik cumhurbaşkanları ve yakınlarındaki kişilerin sığınağı haline gelen Abidjan'a doğru havalandı.

Askeri yetkililer, seçimlerin fiili galibi bağımsız aday Fernando Dias da Costa ve ülkenin en büyük siyasi partisi olan Gine ve Yeşil Burun'un Bağımsızlığı için Afrika Partisi (PAIGC) lideri Domingos Simões Pereira'nın yanı sıra seçim komisyonunun bazı üyelerini de tutukladı.

Ülkede iktidar bir kez daha askeri cuntaya geçti. Gine-Bissau, siyasi laneti gibi görünen bu durumla bir kez daha karşı karşıya kalırken darbeler ülkede yapısal bir norma dönüştü. Gine-Bissau Portekiz'den bağımsızlığını kazandığından bu yana ülke ‘her nesilde en az bir darbe’ denkleminde yaşıyor.

Şarku’l Avsat2ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), Afrika Birliği (AfB), ABD ve Portekiz'in tepkisi tahmin edilebilir oldu. Kınadılar ve yaptırım tehditlerinde, demokrasiye dönüş ve tutukluların serbest bırakılması taleplerinde bulundular.

Görünüşte yeni bir şey yoktu. Ancak 28 Kasım 2025'te Senegal, Umaro Sissoko Embalo’nun 27 Kasım 2025'te Senegal hükümeti tarafından özel olarak kiralanan bir uçakla Dakar'a güvenli bir şekilde ulaştığını resmi olarak doğruladı. Varış saati, uçak tipi, güzergâhın ayrıntıları ve eski cumhurbaşkanına eşlik eden heyette kimlerin olduğu ise açıklanmadı.

Bu hareket, bölgesel olarak koordine edilen ve teknik olarak Senegal tarafından organize edilen ve uygulanan pratik bir diplomatik girişimdi. ECOWAS tarafından Embalo’nun ülkeden tahliyesini resmi olarak onaylayan herhangi bir diplomatik nota veya açıklama olmadı.

Tahliyenin iktidardaki askeri cuntanın onayıyla mı başlatıldığı yoksa üçüncü bir taraf olan Senegal'in katılımıyla mı gerçekleştirildiği belirsizliğini koruyor.

Bu arada, ordu muhalefet kanadındaki politikacıları serbest bıraktı. Serbest bırakılanlardan Fernando Diaz da Costa konuyla ilgili bir açıklama yaparak, yeniden tutuklanma korkusuyla güvenli bir yerde kaldığını belirtti.

dfgrt
Eski Gine-Bissau Cumhurbaşkanı Umaro Sissoco Embalo, başkent Bissau'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gazetecilerle konuşurken, 10 Şubat 2022 (Reuters)

Ülkede bazı kısıtlamalar kaldırıldı, ancak hükümet bakanlıkları ve kurumları bir sonraki duyuruya kadar kapalı kalmaya devam edecek.

Klasik askeri darbe modelinin kaotik bir versiyonu

Bu olaylar, uluslararası toplumun son yıllarda uzun uzun incelediği, Afrika'daki klasik askeri darbe modelinin kaotik, parçalı ve kötü organize edilmiş bir versiyonuna işaret ediyor.

Tam kapsamlı bir askeri darbe genellikle, rejimin tamamen ve kesin olarak devrilmesini amaçlayan, disiplinli, merkezi ve mantıklı bir şekilde yapılandırılmış bir süreç olarak anlaşılır. Bu süreçte ordu, bütün bir yapı olarak hareket eder, iktidarın kontrolünü ele geçirir, devlet kurumlarını ve iletişim araçlarını ele geçirir ve siyasi liderliği kesin bir şekilde ortadan kaldırır.

Fakat son darbe, 1980, 1999, 2003 ve 2012 yıllarında Gine-Bissau'da gerçekleşen darbelerle karşılaştırıldığında, ülkenin darbeye yatkın geçmişinin soluk bir taklidi gibi görünüyor.

26 ve 27 Kasım'daki olaylar, bu modelin tam tersine işaret ederken, gerçek bir iktidar devri olmadı. Kurumlar üzerindeki kontrol geçici ve eksikken askeri konsey, yeterli etkiye sahip olmayan bir subayın liderliğindeki bir figüran olmaktan ibaret.

Ülkede daha önce 1 Şubat 2022 gerçekleşen darbe girişimini engellemedeki rolü nedeniyle Embalo'ya yakın bir isim olan General Horta N'Tam, 2001 yılında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Taburu Komutanlığı görevinden, kuvvetler içinde sağlam bir destek tabanı oluşturmadan, fiilen Genelkurmay Başkanlığı’na yükseldi.

Ordu, bölgede yaygın olarak görülen şiddet olayları ve kamuoyu önünde hakaret olmadan cumhurbaşkanı ve yakın çevresindekileri tutukladı.

Afrika'daki darbe tarihinde ilk kez, görevden alınan bir cumhurbaşkanı iletişim kanallarına erişimini sürdürürken yabancı liderlerle iletişim kuruyor ve uluslararası basına röportajlar veriyor. Bu yüzden tutuklama, bir darbe veya tasfiyeden çok bir güvenlik önlemi gibi görünüyor.

ECOWAS ve Senegal tarafından temsil edilen bölgesel diplomasi, cumhurbaşkanını derhal ülkeden uzaklaştırma görevini üstlendi. Cumhurbaşkanı özgür kalmakla kalmadı, aynı zamanda iletişim kanallarını ve uluslararası desteğini de korudu, bu da askeri cuntanın etkisini etkili bir şekilde zayıflattı.

Bu gerçekler, darbenin net bir yönü veya belirli bir hedefi olmadığını, amacının ve mantığının belirsiz olduğunu ve klasik darbelerin karakteristik özelliği olan inisiyatif ilkesini açıkça ihlal ettiğini doğruluyor.

Ordu, kontrol altında veya manipüle edilmiş gibi görünüyordu ve politika belirlemeden yürütme görevlerini yerine getiriyordu.

Embalo'yu darbenin planlanmasıyla doğrudan ilişkilendiren hiçbir kanıt olmasa da bu olayların tek siyasi yararlanıcısı olmaya devam ediyor.

df
Cumhurbaşkanlığı Askeri Ofisi Başkanı General Denis N'Canha, Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'nda bir basın toplantısı düzenledi, 26 Kasım 2025 (AFP)

‘PAI Terra-Ranka’ adlı geniş kapsamlı bir seçim koalisyonu kuran önde gelen aday Domingos Simoes Pereira, seçimlerden önce elendi. Ancak, seçimler fiilen görevden ayrılan cumhurbaşkanına karşı ya da lehine bir referanduma dönüştüğünden Umaro Sissoko Embalo'nun seçmenlerin sandık başına gitmekte isteksiz olacağı üzerine kurduğu plan başarısız oldu. Protesto oyları bağımsız aday Fernando Diaz da Costa'ya gitti. Hile yapıldığı iddiaları hesaba katıldığında dahi Costa’nın zaferi kesin görünüyordu. Ordunun seçim komisyonuna ‘zaferi Embalo'ya ver’ diye baskı yapmaya çalıştığına dair haberler basında yer aldı.

Darbe, Embalo'yu yenilgiden kurtardı. Bu yenilgi, görevini kaybetmesinden çok daha büyük sonuçlar doğurabilirdi, çünkü kişisel özgürlüğünü tehdit edebilirdi.

Gine-Bissau eski Başbakanı Aristides Gomes, ordunun muhalefet figürlerini gözaltında tutarken Embalo'yu serbest bırakıp onu seçimlerin galibi ilan edebileceğine inanıyor. Bu bir spekülasyon olarak kalıyor, ancak 2019 ve 2020 krizleri, Embalou’yu iktidara getiren ordunun, ülkenin siyasi sisteminde nihai hakem rolünü pekiştirdiğini gösterdi.

Son tutuklamalar, hükümeti devirme veya ortadan kaldırma girişiminden çok bir güvenlik önlemi gibi görünüyor

Durum önümüzdeki haftalarda netleşecek olsa da darbenin niteliğinin kurumsal ortama bağlı olduğu aşikar. On yıllardır kokain ticaretiyle beslenen bir ekonomi, azalan askeri disiplin ve siyasi parçalanma sonrasında, Gine-Bissau'daki darbeler artık kararlı subayların değil, köklü idari kaosun bir ürünü haline geldi.

Bu sadece bir darbe değil, devletin kronik zayıflığıyla ilgili bir durum. Bu da kaos, parçalanmışlık, iktidarın kırılganlığı, elitlerin bölünmüşlüğü ve düzeni etkili bir şekilde sürdüremeyen veya ortadan kaldıramayan sistemin gerçek durumunu ortaya koyuyor.

Son olarak, iki önemli noktaya dikkati çekelim. Bunlardan birincisi, iktidar, araba paylaşım programındaki bir araba gibi pazarlık konusu olamaz. General N'Tam iktidarı ele geçirdikten sonra, emir verildiğinde geri vermeyi kabul edeceğini varsaymak için hiçbir neden yok. İkincisi, bu olayların arkasında hiçbir dış güç bulunmuyor. Afrika'daki güncel iktidar değişimlerinin çoğu, öncelikle Afrikalı aktörler tarafından başlatılıyor ve kendilerini küresel aktörler olarak gören ülkeler de dahil olmak üzere uluslararası toplum, yeni yapıya uyum sağlamaktan başka seçenek bulamıyor.