İsrail’in Kanal 13 televizyonu: Hamas bayrak yürüyüşünü roketlerle hedef alırsa Gazze’ye güçlü bir misilleme yapılacak

Geçen ay Doğu Kudüs’te başından vurularak hayatını hayatını kaybeden göstericinin cenaze töreni sonrasında İsrail polisi ile Filistinliler arasında çıkan çatışmalar (DPA)
Geçen ay Doğu Kudüs’te başından vurularak hayatını hayatını kaybeden göstericinin cenaze töreni sonrasında İsrail polisi ile Filistinliler arasında çıkan çatışmalar (DPA)
TT

İsrail’in Kanal 13 televizyonu: Hamas bayrak yürüyüşünü roketlerle hedef alırsa Gazze’ye güçlü bir misilleme yapılacak

Geçen ay Doğu Kudüs’te başından vurularak hayatını hayatını kaybeden göstericinin cenaze töreni sonrasında İsrail polisi ile Filistinliler arasında çıkan çatışmalar (DPA)
Geçen ay Doğu Kudüs’te başından vurularak hayatını hayatını kaybeden göstericinin cenaze töreni sonrasında İsrail polisi ile Filistinliler arasında çıkan çatışmalar (DPA)

İsrail’in Kanal 13 televizyonu, İsrail’in önümüzdeki pazar günü düzenlenecek bayrak yürüyüşüyle ilgili Hamas Hareketi’nin verdiği mesajlara yanıt olarak Hamas’a gönderdiği Katarlı ve Mısırlı iki arabulucu üzerinden gerginliği tırmandırmak istemediğini belirterek, yürüyüş günü Gazze’den roket fırlatılması halinde, Gazze’ye güçlü bir misilleme yapacağı uyarısında bulunduğunu bildirdi.
İsrail arabulucularla gönderdiği mesajında, her yıl olduğu gibi yürüyüş güzergahının rutin olacağını ve bu nedenle gerginliğe gerek olmadığını kaydetti. İsrail daha önce de arabulucular üzerinden Hamas’ın mesajlarına yanıt vermişti. Nitekim Hamas daha önce “yürüyüşün Bab el-Amud Kapısı ve Eski Şehir’den geçmesinin olayların patlak vermesine sebep olacağını ve o gün Mescid-i Aksa’ya baskın yapılmasını görmezden gelmeyeceği” mesajını vermişti.
İsrail, Filistinli örgütlerin bayrak yürüyüşünün Bab el-Amud’a ve Mescid-i Aksa’ya ulaşması halinde derhal karşılık verileceği tehdidine rağmen Yahudi yerleşimcilerin önümüzdeki pazar Kudüs’te düzenleyeceği yürüyüşün güzergahının aynı kalmasında ısrar ediyor.
Hamas Hareketi ve İslami Cihad Hareketi bu tür adımların atılması durumunda İsrail ile savaşma işareti verdi. Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ve İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri, Kudüs’te bu tür adımların atılmasına karşı uyardı.
İsrail’in bayrak yürüyüşünün Bab el-Amud’dan geçmesine izin verme kararı, Kudüs ve Batı Şeria’daki yanan ateşe benzin dökebilir. Bölge, 18 İsraillinin ölümüyle sonuçlanan bir dizi Filistin saldırısının ve Batı Şeria ile Kudüs'te çok sayıda ölü, yaralı ve tutuklamayla sonuçlanan büyük çaplı İsrail saldırısının ardından Mart ayının sonundan bu yana bir gerilime tanık oluyor.
Geçen yıl Gazze’den bayrak yürüyüşünü hedef alan roketlerin fırlatılması, Gazze’ye yönelik 11 gün süren savaşın başlangıcı olmuştu. İsrail ordusu bu yıl Kudüs’e roket fırlatılmayacağı ve büyük ihtimalle bir gerginlik olmayacağı değerlendirmesi yapıyor. Bu değerlendirmeye rağmen İsrail ordusu, olası bir gerginlik durumu için Demir Kubbe hava savunma sistemlerine ait bataryaları çeşitli noktalara konuşlandırdı ve saldırı planlarını uygulamak için hazırlık yaptı.
İsrailli yetkililer, yürüyüşün, 8 bin Yahudi yerleşimcinin katılımıyla, Bab al-Amud bölgesinden sözde ‘Batı Duvarı’na ve aynı sayıda yerleşimcinin de Bab al-Halil’e geçmesine karar verdi. İsraillilerin geçmiş yıllarda olduğu gibi bu bölgelerde grupça dans etmeleri bekleniyor. İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, Kamu Güvenliği Bakanı Omer Barlev’in yürüyüşün rutin bir şekilde gerçekleştirilmesine karar vermesinin ardından yürüyüş güzergahını onayladı.



Baba İran’ın dağılmasının ardından yetimlerin kaderi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Baba İran’ın dağılmasının ardından yetimlerin kaderi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bölgede şu anda İran ile bağlantılı siyasi grupların ve silahlı örgütlerin kaderinde radikal bir değişime yol açacak iki bileşik olay yaşanıyor.

İran rejiminin bölgede bir asrın üçte biri boyunca askeri bir istisna olarak övündüğü stratejik askeri yapının “örümcek ağından daha zayıf olduğu” kanıtlandı. Bu durum, devlet yapılarının, kurumlarının ve toplumlarının İran’a bağlı olan grup ve örgütlere karşı seslerini yükseltmelerinin kapısını aralayacaktır.

Diğer olay da açıklanan ve üzerinde mutabakata varılan Türkiye ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki askeri/siyasi bağlamdır. Bu bağlam, özellikle uzun vadede İran için büyük bir jeopolitik meydan okuma oluşturacaktır.

PKK'nın en zorlu coğrafi bölgelerden birinde 40 yıl boyunca biriktirdiği silah cephaneliği ile askeri altyapıyı dağıtması, özellikle bölgemizde, direniş hareketlerinin nihayetinde, başarabileceklerine dair bir model sunmaktadır ve bu hareketlerin çoğu İran ile siyasi araçlarına bağımlıdırlar.

PKK'nın olağanüstü kararıyla inşa edeceği şey, bölgemizin siyasi deneyimleri boyunca eksik olan bir “model” sunmak olacaktır. Zira yaşanacak olan bölgenin, 40 yıldır silahlı eylemde bulunan bir örgütün deneyimiyle, çözümsüz sorunlarını çözmek için tamamen farklı bir mekanizma ve süreçle karşılaşacak olmasıdır. 40 yıldır silahlı eylemini sürdüren ve bölgenin askeri açıdan en güçlü ve uluslararası karar alma merkezleriyle en yakın bağlantıları olan ülkelerinden birinin, bu süre boyunca kendisini yenemediği bu örgüt, buna rağmen, silahlı örgütlerin devletlere karşı askeri eylemlerinin etkisizliğini kabul ederek silahlarını bırakmaya, açık ve şiddet içermeyen siyasi eylemle temsil edilen farklı bir faaliyet alanına girmeye karar verdi.

Burada İran’a, Lübnan Hizbullahı, Irak Haşdi Şabi Güçleri, Yemen'de Husi hareketi ve diğerleri gibi örgütlerin davranışları hakkında büyük sorularla karşı karşıya kalacağı için büyük bir  parantez açılmalı. “Bu örgütlerin nihai kaderi ve etkinliği nedir?” türünden sorular sorulacak ve bunlar, bu ülkelerde siyasi faaliyetlerde bulunan çeşitli tarafların yanı sıra, uluslararası alanda bu tür modellere net bir biçimde son verilmesini isteyen, aktif güçler tarafından gündeme getirilecektir. Ancak herkesten önce bu yerel silahlı örgütlere sadık ve onlarla bağlantılı olanlar başta olmak üzere, bu ülkelerdeki yerel topluluklar, bu soruları dillendirecektir.

Başka bir düzeyde, örneğin Türkiye ile PKK arasındaki anlaşma, özellikle bölgesel olarak Kürt sorununun tarihinde bir dönüm noktası oluşturacaktır. Bu da onlarca yıldır durgun ve şiddetli baskının baskısı altında kalan İran'ın kendi içindeki Kürt sorununda meydana gelebilecek dönüşümlere kapı açacaktır.

Devletin kimliğine ve yerleşik coğrafyasına temas ettiği, Türk devletinin kuruluşunu, resmi tarihini ve devlet yapısını inşa eden kuruluş mitlerini yerle bir etme gücüne sahip olduğu için, Kürt meselesinin “dördüncü imkansız” olarak görüldüğü Türkiye, şimdi tüm bunların bulunduğu sayfayı çeviriyor. Siyasi sistemi ile Kürt toplumu arasında daha ılımlı, değerli ve ortaklığa dayalı bir ilişki öngörüyor. Geçmişin mirasını aşıyor ve devletin yapısının, tarihi boyunca olduğu gibi, mutlak milliyetçilik, merkezileşme ve kendi içine kapanma olmayacağını vaat ediyor.

İran'ın askeri gücünü kaybetmesi, Irak gibi hükümetleri bu örgütleri dağıtma ve açık dış desteğe güvenmelerinden korkmadan onları ulusal bağlama tabi kılma konusunda daha cesur ve cüretkar yapacaktır

 Bunu yaparak Türkiye, imkansız görüneni başarmış olacaktır ve bunun ardından İran, uzun süreli ve etnik kökenli bir protestolar aşaması yaşamayı beklemelidir. Bu protestoları öncelikle kendi Kürtlerinden, ancak aynı zamanda Farslıların yanı sıra ülkenin kurucu etnik grupları olan Azeriler, Araplar ve Beluciler’den de beklemelidir. Bu etnik gruplar, Fars milliyetçiliğinin dini/mezhepsel söylemle örtülü olsa da merkeziliği nedeniyle ulusal benlikten dışlanma ve bir marjinalleştirilme mirasını taşımakta ve biriktirmektedir. Uzun zamandır araştırma merkezlerinde “tarihin son iki milliyetçi devleti” olarak Türkiye ve İran anılırken, bundan sonra tek bir devlet, İran anılacaktır. Bu ise rejimin istikrarı için önemli bir meydan okuma oluşturacaktır.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran, zayıflıklarının biriktiği bir dönemde buna karşılık vermezse, şüphesiz uzun vadeli ve kökleşmiş iç isyanlara tanık olacaktır.

Bu aynı zamanda, genel bağlamda bu barış süreci aracılığıyla Kürt-Türk uyumu ve sadece Türkiye'dekiler değil, bölgedeki tüm Kürtlerin siyasi, ruhsal ve kültürel olarak Türkiye ile yakınlaşması anlamına gelecektir. Bu ise Türkiye'nin bölgesel konumuna doğrudan önemli bir siyasi değer katacaktır hem de İran’ın payını azaltarak. Bütün bunlar İran için en hassas ve önemli ülkelerde yani Suriye ve Irak’ta, ama aynı zamanda İran'ın kendisinde de yaşanacaktır. Zira Türk-Kürt uyumu, İran içindeki Kürtler ve Azeriler arasındaki geleneksel gergin ilişkilere dramatik bir gelişme olarak yansıyacaktır ki İran siyasi rejimi onlarca yıldır bundan kaçınmaya çalışıyor.

Son olarak, İran'ın stratejik askeri cephaneliğini kaybetmesi, Irak gibi bazı hükümetleri, bu örgütleri dağıtma, birkaç gün öncesine kadar askeri gücü fazla olan bir devletin açık dış desteğine güvenmelerinden korkmadan, onları ulusal bağlama tabi kılma konusunda daha cesur ve cüretkar yapacaktır.