Taiz’deki kuşatmayı kim kaldırabilir?

Yemen’de Husilere karşı toplumsal öfke artıyor

Bir eylemci, 25 Mayıs’ta Taiz kuşatmasının kaldırılması çağrısı yapan kalabalığın arasında bir pankart taşıyor (AFP)
Bir eylemci, 25 Mayıs’ta Taiz kuşatmasının kaldırılması çağrısı yapan kalabalığın arasında bir pankart taşıyor (AFP)
TT

Taiz’deki kuşatmayı kim kaldırabilir?

Bir eylemci, 25 Mayıs’ta Taiz kuşatmasının kaldırılması çağrısı yapan kalabalığın arasında bir pankart taşıyor (AFP)
Bir eylemci, 25 Mayıs’ta Taiz kuşatmasının kaldırılması çağrısı yapan kalabalığın arasında bir pankart taşıyor (AFP)

Yemen’in Taiz şehrindeki ana yolların ve çıkışların açılması için çaba sarf eden taraflar, kuşatma nedeniyle Taiz halkının başvurduğu alternatif yollara çok benzeyen uzun ve karmaşık yollar takip ediyor. İlan edilen iki aylık insani ateşkes sona ermek üzereyken şehirdeki kuşatmayı kaldırılmadı. Kuşatmanın kaldırılması için birçok manevra ve hesap yapılıyor.
Aynı şekilde kuşatma altındaki Taiz halkının acıları devam ediyor. Halk, kuşatmadan kaçmak için şehrin ve çevre dağların etrafında dolanan uzun, dar ve çoğunlukla asfaltsız yolları kullanıyor. Her gün yüzlerce araba, kamyon ve otobüs kazası meydana gelirken, durum daha fazla sıkıntıya yol açıyor.
Şehrin en önemli çıkışında, yani şehrin doğusunda Husiler tarafından yedi yıldır kapalı tutulan el-Havban çıkışında yüzlerce vatandaş, uluslararası toplumun ve Birleşmiş Milletler’in (BM) liman ve yolların açılmasına yönelik prosedür ve çabalarındaki yavaşlamayı protesto ediyor. Avukat, aktivist ve günlük nöbetlere katılanlardan biri olan Salah Ahmed Galib, BM Yemen Özel Temsilcisi Hans Grundberg’in Sana Havalimanı’nın işletmesini kolaylaştırmak için her türlü çabayı gösterdiğini, ama Taiz için konuşmalar ve toplantılar dışında hiçbir şey yapmadığını söyledi.
Salah, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, BM Temsilcisine ve uluslar3arası topluma Taiz’deki kuşatmayı kaldırma yükümlülüklerini yerine getirmeleri ve ilan edilen insani ateşkesin tüm şart ve koşullarını yerine getirmeleri çağrısı yaparken, kendi sarf ettikleri çabaların boşa olacağını bildiklerini söyledi.
Yazar ve araştırmacı Vassam Muhammed de Salah ile aynı fikirde. Öyle ki Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Taiz kuşatmasının yakın zamanda sonlanmayacağını belirten Muhammed, Husilerin Taiz’deki yollardan birini açması halinde halka karşı çeşitli ihlallerin uygulanacağı karmaşık prosedürler ortaya koyacaklarını ve belki de yan yollarda bugün yaşananların iki katının yaşanacağını dile getirdi.
Muhammed, ‘Husiler baskılara yanıt verirse, Taiz kuşatmasını sonlandırmak için ne yapacak?’ diye sorarken, cevabı da yine kendisi verdi; “Yollardan birini açacak. Bu kuşatmanın etkili bir sonu olmayacak. Bu nedenle ‘bu ateşkes, mevcut koşullar ve çeşitli taraflarla ilgili birçok noktada yenilenmiş olsa bile’ Taiz kuşatmasının, son ateşkes anlaşmalarına dayalı olarak sona erebileceğine inanıyorum” dedi.
Husiler açısından Taiz kuşatmasının sona ermesi, en büyük nüfus kitlesine sahip olan şehrin geri döneceği ve yeniden birleşeceği anlamına geliyor. Bu durum, şehrin eski etkisini yeniden kazanmasını ve Husilere karşı direnmek için yeni mücadele yöntemleri geliştirmesini sağlayacak. Bu yöntemler, kuşatma nedeniyle şehrin parçalanma ve bölünmesi ortasında şu an olası değil.

Kuşatma haritasında değişiklikler
Taiz kuşatması, Yemen krizindeki en karmaşık meselelerden biri. Birçok yönden dayatılmış olan kuşatma, şehri kırsal çevresinden izole ederken, şehrin ülkenin geri kalanıyla doğrudan bağlantısını da kesiyor.
Şarku’l Avsat’ın şehir sakinlerinden edindiği bilgilere göre Husiler, savaşın başladığı dönemde doğuda Cumhuriyet Sarayı yakınında, Kalaba, Zeyd el-Muşka ve Sale kasabasının birçok sokağında Sana’ya giden ulaşım araçlarının istasyonlarına, kuzeyde başta Asafra er-Ramdah geçidi olmak üzere birçok geçide ve batıda ise eski havaalanı ve Şar’ab kavşağına konuşlandı. Husiler, bu bölgelere keskin nişancılar ve mayınlar yerleştirirken, şehrin bu bölgelerinin kurtarılması sonrasında Husilerin doğudan, kuzeyden ve batıdan silahlı ve keskin nişancılarıyla kuşattığı Sale kasabasının büyük bölümlerinin yanı sıra Kahire ve Muzaffar kasabalarındaki kuşatma da tamamen değişti. Ancak güneyde, kurtarılmış kırsal mahalleler olan Sabr el-Mavadim, Sabr el-Masrah, Sabr Maşraa ve Hadnan, Husilerin kontrolü altındaki bölgelere uzanan zorunlu çıkışlar haline geldi.
Doğu tarafında ise şehrin en önemli ve en büyük banliyösü olan el-Havban’a giden yol trafiğe kapatıldı. El-Havban, geniş bir sanayi bölgesi ve çoklu ticari faaliyetleri içerdiği için genel açıdan Yemen’de ekonomik hareketliliğin en yoğun olduğu bölgelerden sayılıyor. Söz konusu kasaba, kuşatmadan önce şehrin ekonomik akciğeriydi. Yoğun bir kentsel aktiviteye sahne oluyordu. Kasabada Taiz şehrinin yakınından geçen yol, İb ve Zamar şehirlerinden geçerek kuzeyden başkent Sana’ya ve güneyde de Lahic’den geçerek ülkenin en büyük limanlarını içeren güney liman kenti Aden’e doğru uzanıyor.
Batı tarafından ise kuşatma, hâlâ milislerin kontrolünde olan Hudeyde limanına ek olarak beş yıl önce kurtarılan ve Taiz’in tek doğrudan deniz çıkışı olan Muha limanına giden yolu kesti. Kuzeye gelince şehrin bazı ilçelerine giden tüm yollar trafiğe kapatılmaya devam ediyor.
Güney tarafından yüksekliği ve engebeli yapısı ile ayrıca dar ve virajlı yollarıyla Sabr Dağı öne çıkıyor. Bu yollar, Husilerin Taiz’in batı ve güneybatısını kontrol ettiği dönemde kullanılıyordu.
Aynı şekilde şehirdeki bir vatandaş, el-Havban’a ulaşmak isterse, yarım saatten daha kısa bir sürede ulaşmak için şehrin sokaklarından doğuya yönelmek yerine, kuzeye yönelip Sabr kasabasındaki dar dağ yollarından geçmek, Dimne Hadir bölgesine ve oradan da el-Havban’a ulaşmak zorunda. Şehre dönüş de aynı yoldan oluyor ve bir yolculuk, 8 saati aşıyor. Bu yolculuk sırasında kişi, tutuklanma, kontrol noktalarında gasp, adam kaçırma ve hatta yollara yerleştirilmiş mayınların patlamasına maruz kalabilir.
El-Havban, Taiz şehrini güneybatıdan dünyaya bağlıyor. Kuşatma altındaki şehre hizmet etmede oynadığı hayati rol nedeniyle geniş bir ün kazandı.

Kısmi kurtuluş ve ters sonuçlar
Yazar ve araştırmacı Mustafa Naci el-Cabzi, Taiz kuşatmasının devam etmesinin çeşitli gerekçelerden kaynaklandığını söyledi. Öyle ki şehrin kurtuluş sürecinin tamamlanmaması, tam tersi bir sonuca yol açtı. Ve Husi milisler, toplu intikam ve cezalar olarak kuşatmayı sürdürmeye devam etti. Kuşatma, çocuklar açısından bir keskin nişancıya dönüştü ve yerleşim bölgeleri, her gün top mermileriyle hedef alındı. Bununla birlikte milislerin Taiz’e dayatılan kuşatmalarını sürdürmelerinin ekonomik gerekçeleri de bulunuyor. Bu duruma, Husilerin Taiz’deki en önemli endüstriyel üretim alanları üzerindeki sürekli kontrolü de dahil. Zira Husiler, bu alanlarda uyguladığı vergilerden ve telif ücretlerinden devasa meblağalar ele ediyor.
Şarku’l Avsat’a konuşan Cabzi, Taiz’deki kuşatmanın kaldırılmasının büyük ticari faaliyetlerin başlamasına, geniş çaplı mal takasına olanak tanıyacağını söyledi. Cabzi’ye göre milislerin ekonomisi, kontrolü altındaki bölgelerde yerel para biriminin fiyat farkının korunmasına dayanırken, kurtarılan bölgelerde bu para birimi bozulma yaşayacak.
Araştırmacı Mustafa Naci el-Cabzi, Bab-ul Mendeb ve batı kıyısı hariç Taiz’deki iç bölgelerin kurtarılmasının, halkın yerel iradesiyle ve basit imkanlarla gerçekleştiğini söyledi.
Gazeteci ve yazar Vassam Muhammed ise ülkedeki meşru liderliği, barışçıl bir çözüme abartılı şekilde bağlanmaya karşı uyardı. Husilerin ve projelerinin doğasının anlaşılmamasının şaşırtıcı olduğunu belirten Muhammed, bu durumun askerî açıdan kuşatmayı kırmaya istekli olmamaktan kaynaklandığını belirtti.
Muhammed, Taiz’deki egemen askeri güçlerin doğası göz önüne alındığında bu durumun güçlendiğini ve artık ‘savaşı sürdürmekle ilgilenmediğini’ söyleyen bir tarafın talimatlarına tabi kalındığını dile getirdi. Muhammed’e göre bazı askeri güçler, bölgede İran’a sadık ve Husiler ile ittifak yapan ülkelere de bağlılık borçlu ve bu nedenle yerel siyasi güçler, arenadan erkenden geri çekilirken, açık ve örtülü olarak da Husilerle barışı benimsedi.
Vassam Muhammed, ufukta tek bir fırsatın olduğunu dile getirdi. Muhammed’e göre malların Hudeyde Limanı’na taşınmasının kolaylaştırılması ve Sanaa havaalanına uçuşların düzenlenmesi sonrasında halk öfkesi artarken toplum, uluslararası toplumun Yemen kriziyle ilgilenirken izlediği çifte standardı hissetti. Bu bağlamda Muhammed, artan bu öfkenin, barışçıl gösteriler düzenlemeyi, kapalı yollardan geçmeyi ve her türlü bedeli ödemeyi göze alan protesto hareketleriyle sonuçlanabileceğini vurguladı. Muhammed’e göre insanlar ayrıca yeni koşullarla mücadele etmek için uzun vadede popüler bir hareket inşa etmeyi düşünmeye başlayacak.
Doğudaki el-Havban yolunda bulunan barikatların karşısında nöbet tutan bir vatandaş, “Telefon anlaşmaları ile liman ve havalimanları açtılar. Ama Taiz’in yollarını açmak için istişarelere ve komiteler oluşturmaya yöneliyorlar. Yani yolları açmayacaklar” diye bağırdı.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.